Erkin Koray’ın ‘barış’ diye diye “güller bitti dilinde”

Doğrusunu söylemek gerekirse ilkin ‘cesur’, sonra ‘huysuz’ ve nihayetinde ‘aklı sık sık karışan’, ruhsal ve bedensel serüvenler yaşayan biriydi Erkin Koray. En önemlisi de: İlklerin insanıydı. Dünya yıldızı olmak gibi bir muradı yoktu; farklı bir “istikbal”in peşindeydi o. Murat Batmankaya yazdı.

Bizde böyledir; kör ölür badem gözlü olur. Arkasından ağıtlar yakarız, ayalarımız şişene kadar alkışlarız, ‘yerin doldurulamaz’ deriz ve ekleriz: Seni asla unutmayacağız!

Dün Uğur Mumcu’da, Ahmet Taner Kışlalı’da da yaşandı bu; bugün Erkin Koray’da yaşanacak, yarın kim bilir kimde…

Beceremediğimiz şey şu: Özel, farklı yahut özgün olduğuna inandığımız kişileri yaşarken alkışlamayı, ona üretimini özgürce yapabileceği ortamlar sunmayı ya ihmal ediyoruz ya da önemsemiyoruz. Üçüncü bir olasılık da var tabii, ama onu söylemeye dilim varmıyor: Değerini ancak ölünce anlıyoruz!

Ülkesinden kilometrelerce uzakta (Kanada), 81 yaşında, hayata gözlerini kapatan Erkin Koray hakkında söylenecek her şey, aslında biraz eksik kalacaktır.

Eksik kalacaktır, çünkü hayatını vitrine yerleştirip bu sahte yıldızlar ve yalancı şatafat üzerinden akçeler devşirmeye yanaşmadığı için hakkında bildiklerimiz sınırlı.

Öte yandan, en popüler olduğu günlerde dahi yalnız olan birinden söz ediyoruz. Sürekli akıntıya karşı kürek çeken birinden. Ezberleri bozan birinden… İtilen kakılan, iftiralara uğrayan, sokak ortasında, konser çıkışında dövülen birinden…

Evet; bir yıldız daha kaydı dünya göğünden. Yedi yıl önce taşındığı Kanada’da, “Canlar! Ayrı kaldığımız süre içinde tabii ki yeni eserler yaptım. Bunların hepsini kızım Damla’ya, Kanada Weagle Records firmasından size ulaştırması için bırakıyorum” dedikten sonra akciğer rahatsızlığı ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle hayata gözlerimi yumdu; sessiz sedasız çekildi aramızdan.

Kalem ve kılıç

Doğrusunu söylemek gerekirse ilkin ‘cesur’, sonra ‘huysuz’ ve nihayetinde ‘aklı sık sık karışan’, ruhsal ve bedensel serüvenler yaşayan biriydi. En önemlisi de: İlklerin insanıydı.

Hayata geçirdiği yeniliklerin çoğu temel uğraşı olan müzik alanındaydı. Ama eğitime dair de söyleyecekleri vardı, siyasete dair de… Ve felsefe tabii.

Hemen hemen her şeyini miras bıraktığı kızı Damla’yı bu sebeple zorunlu eğitimin dışında tutmak için çok çabaladı. Zira itirazı vardı ders kitaplarındaki çocuklarını öldüren padişahlara. Bastonla sokakta köpek kovalayan Nasreddin Hoca’ya…

Ayrıca mizahçı yanı pek bilinmez. Bülent Cevdet Karaköre ve Cihan Demirci’nin iteklemesiyle ‘her şeye muhalif’ çizgisini burada da gösterdi.

Lakin o hayat (kılıç) ile sanatı (kalem) birbirinden ayrı görmezdi pek. Yani ne salt kalemden yanaydı ne de salt kılıç; yerine göre ikisini de kullanırdı. Kullandı mı da iyi kullanırdı.

Şimdi müsaadenizle biraz ayrıntılara girelim. Bakalım hafızalarda kalan Erkin Koray ile gerçek Erkin Koray ne kadar örtüşüyor?

Harika Çocuk olmasına ramak kalmışken

Erkin Koray, 24 Haziran 1941 tarihinde, Yeşilçam’ın neredeyse tüm köşklü filmlerinin çekildiği meşhur Kani Bey arazisindeki evde (İstanbul – Ethemefendi) açar gözlerini dünyaya. Babası demiryolları müfettişi ve klasik müzik tutkunu Enver Bey, annesi ise Şerif Yüzbaşıoğlu, Ayhan Yünkuş ve Önder Bali gibi müzisyenlere eğitmenlik yapan Şehir ve Radyo Senfoni Orkestrası piyanisti Vecihe Hanım’dır. Ailenin ilk oğludur.

Erkin Koray, küçük yaşlarda annesi Vecihe Hanım’dan piyano eğitimi alır. Hünerlidir. Kısa sürede ilerleme kaydeder. O dönemin ‘harika çocuk’larından biri olmaya ramak kalmışken, huysuzluk eder, ayak direr ve gitarda karar kılar.

İstanbul Alman Lisesi’nde eğitim gördüğü yıllarda, arkadaşları ile kurduğu amatör topluluk; Erkin Koray ve Ritimcileri ile dönemin popüler şarkılarını çalar.

Cemalim, Köprüden Geçti Gelin gibi çalışmaları ile Türk Halk Müziği’ne, Nihansın Dideden, Kıskanırım gibi parçalar ile Türk Sanat Müziği’ne farklı bir soluk katar. Henüz tay tay durmakta olan Anadolu Rock tarzının omurgasını oluşturur çalışmaları.

İlerde yollarının kesişeceği Özkan Uğur gibi küçük, mütevazı mekânlarda çeşitli programlar yapar.

Ve bir süre sonra gitardan sıkılır ve elektrogitara geçer. İlklerden biridir bu alanda da…

Farklı tınıların ve yeni enstrümanların peşine düştüğü akşamlardan birinde, takvim yaprakları 1962’yi gösterdiğinde, bir teklif alır. Bir 45’lik teklifi…

Bir yüzünde Bir Eylül Akşamı, diğer yüzünde It’s So Long’un bulunduğu ilk 45’liği 1966 yılında piyasaya sürülür. Yani aldığı tekliften tam 4 yıl sonra.

Dayak yiye yiye atmasını öğrenir

İlk 45’lik çıkmadan önce askere gider Erkin Koray. Askerden sonra soluğu Hamburg’da alır. Burada The Hiccups adlı bir Alman grubu ile 2,5 ay kadar çalışır. Yine duramaz ve ülkesine döner. Dönerken The Hiccups’un bas gitaristi Bernhard Weber’i de beraberinde getirir. İkiliye gitarist İlder Tokcan ve Fikret Zolan katılır daha sonra.

Almanya’da Beat ile tanışır. Onların felsefesinden etkilenir. İlk eylemi de saç uzatmak olur.

O dönem uzun saçlı erkek, hoşgörü sınırlarını zorlayan bir şeydi. Hele de bu erkek, tuhaf giysiler giyiyor, acayip kolyeler takıyorsa…

İlkin ailesi tepki gösterir. Sonra toplum…

Defalarca dayak yer, lakin pes etmez. İşin tuhafı, fevkalade maharetlidir. Dayak yiye yiye dayak atmasını öğrenir. Öyle ki, filmlerde koca Bizans’ı tek başına dize getiren Cüneyt Arkın’ı bile sokak sokak kovalar.

Derken ‘Kızları Da Alın Askere’ patlar

Erkin Koray, eğitimini yarıda bırakmaz. Mezun olduktan sonra kendini müziğe adar ama…

İkinci 45’lik 1967’de ulaşır sevenlerine. Albümün bir yüzünde Kızları Da Alın Askere, diğer yüzünde Aşk Oyunu adlı eserler bulunur.

Erkin Koray’ın rock ve Beat anlayışını müzikte buluşturma çabası kendini “Ceviz Oynamaya Geldim Odana” adlı denemesiyle başlar.

Çok geçmeden de İngiltere’nin yolunu tutar. Ardından Almanya’ya uzanır. Dünya yıldızı olmak gibi bir muradı yoktur sanılanın aksine. Farklı bir “istikbal”in peşindedir o.

İşte bu süreçte rock’tan hard rock’a sıçrar. Bu yönelişin ilk meyveleri aslında 1969’da, Yeraltı Dörtlüsü olarak vitrinde gözüktüğü döneme denk gelir. Belli notaları, belli sıralarla yan yana üst üste getirmekle uğraşmaz; akor yürüyüşlerini değiştirir. Sözlerle uğraşır. Yanıt arar: Kim olduğunun yanıtını… Evrende hangi amaçla yer kapladığının yanıtını… Nereye gideceğinin yanıtını…

Sık sık Cihangir’de, Köşe Palas’ta takılır. Öyle ki, o süreçte kendilerini bir müzik grubu olmaktan çok, bir felsefe atölyesi olarak görürler.

Nitekim, bir gece ansızın bastıran kar kemikleri donduracak seviyeye gelince, ev sahibinin mobilyalarını çekinmeden şöminede yakarlar.

John Lennon’ın teklifini elinin tersiyle iter

Yeraltı Dörtlüsü, denilebilir ki, Türkiye’deki underground müziğin öncülerindendir. Grupta Erkin Koray’ın yanında davulda Sedat Avcı, ikinci gitarda Ataman Hakman ve basgitarda Aydın Buyar Şencan yer alır.

Grup ilk konserini Ocak 1970’te İstanbul Kent Sineması’nda verir. Bu konserin ilk bölümünde Cream, Jethro Tull ve Pink Floyd gibi dönemin ünlü rock gruplarının şarkılarını yorumlarken ikinci bölümünde bu rock soundunu Koray’ın kendi şarkılarına uygularlar.

Ancak grup, Koray’ın 1971’de Avrupa’ya gitme kararı sonrası dağılır.

Mayıs 1971’de Erkin Koray, Hey dergisinde çalışan dostu Arda Uskan ile Cannes Film Festivali’ne gider. Burada John Lennon ve Yoko Ono’nun yarattığı kısa film Apotheosis‘i izler. Filmin sonunda Koray, gösterime katılan Lennon ile konuşup bir görüşme ayarlar. Bir gün sonra Koray ve Uskan, Lennon ve Ono ile görüşür. Bu görüşmede Koray, Lennon’a yeni şarkısı “Mesafeler”i dinletir. Şarkıyı dinleyen Lennon, kendisine Avrupa’da kalmasını teklif etse de, Koray bu teklifi kabul etmez.

1971 yılının yazı biterken Türkiye’ye dönen Erkin Koray, Super Group adını verdiği yeni bir grup kurar. Burada da Sedat Avcı ile çalışır ama. Bas gitara ise Almanya’da tanıştığı Jerzy Ziembrowski’yi getirir.

Grup, underground ve psychedelic bir müzik yapacağını açıklar. Lakin Yağmur / Aşka İnanmıyorum ve Sen Yoksun Diye/ Goca Dünya şarkılarını kaydedip dağılır.

Ağustos 1972’de Bunalımlar grubundan gitarist Aydın Cakus ve baterist Nur Yenal’ın yanına genç bas gitarist Özkan Uğur’u alarak Ter grubunu kuran Koray, bu grupla Kasım ayında Hor Görme Garibi / Züleyha 45’liğini çıkarır.

Daha sonrasında, Ankara’da on beş bin kişinin katıldığı bir konserin ortasında Koray’ın gitarının teli kopar. Bunun üzerine sahneden iner ve grup ile iletişimini kopararak bir daha onlarla çalmaz.

Artık ‘tek başına’ yürümek ister

Bu grup denemeleri sonrasında Koray, genellikle solo çalışmalara yönelir.

Türkiye’deki müzik listelerinde üst sıralarda yer alan klasikleşmiş birçok esere bu dönemde imza atar.

1973’te birkaç sene önce Lennon’a çaldığı “Mesafeler” 45’lik olarak yayınlanır. Arka yüzünde “Silinmeyen Hatıralar” şarkısı yer alır.

Bu sırada Koray, 19 Ekim 1973’te Müge Duruman ile evlenir.

1974 yılı ise Koray’ın en başarılı yıllarından biri olur. Bu dönemde “Şaşkın / Eyvah”, “Krallar / Dost Acı Söyler” ve “Feshupanallah / Komşu Kızı” 45’liklerini çıkarır.

“Krallar” plağının kapağında kendi çizimini kullanır.

“Feshupanallah”ın kapağında ise yüzü boyalı bir halde yer alır.

Bu dönemde Koray, Nazilli Saray Sineması’nda bir konser verir ve baterist Örerel, bu konseri mono şekilde kaydeder. Kayıtlar yıllar sonra Live in Nazilli 1974 adıyla resmi olmayan bir bootleg olarak piyasaya sürülür.

Yıllar sonra “Feshupanallah”ın bestecisi konusunda tartışmalar ortaya çıkar ve şarkının aslında Romeo Lahoud tarafından “Weily Weily” olarak yazıldığı ve 1970’te piyasaya sürüldüğü iddia edilir.

1975 yılının başında Koray’ın ilk LP’si Elektronik Türküler albümünde kendisine Sedat Avcı ile bas gitarist Ahmet Güvenç eşlik eder.

Erkin Koray 1975-1984 yılları arasında kısa sürelerde Türkiye’ye gelişleri dışında Hollanda, Almanya ve Kanada’da yaşar.

Hakkında pek fazla bilgi olmayan bu dönemde Estarabim, Arap Saçı gibi çok bilinen eserlerini yayımlar.

Koray, 1977 yılında Erkin Koray Tutkusu adlı LP’yi yayınlanır. Ve takibinde soluğu Avrupa’da alır.

70’li yılların sonlarına doğru The Great Error adlı bir grup kurar ve çıktığı Avrupa turnesi sonrası ülkesine döner. Artık tek başına yürümek düşüncesindedir.

Arabeskten önce ‘hindubesk’ vardı

Erkin Koray, 1982’de Benden Sana albümünü yayınlar. Albümün bir kısmını Almanya’da Köln ve Hamburg’da kaydeder. Kalanını İstanbul’da tamamlar.

Albümdeki şarkıların bir kısmı (Meyhanede, Öyle Bir Geçer, Sayın Arkadaşım Osman) Hint müzisyenlerin bestelerine Erkin Koray’ın Türkçe yazdığı sözlerden oluşur.

İşte bu dönemine Hindubesk adı verilir.

Bir sene sonra ise İlla Ki albümü gelir.

Bu albüm içindeki şarkılar kadar, Nuri Kurtcebe’nin çizdiği albüm kapağı ve plak versiyonunun şeffaf olmasıyla da dikkat çeker.

Miksajı Köln’de yapılan albümde İlla Ki, Deli Kadın, Tek Başına gibi hit şarkıların yanında Kızları da Alın Askere ve Hop Hop Gelsin gibi eski şarkıların da yeni yorumları yer alır.

Türkiye’ye kesin dönüşünün ardından, ailevi sorunlarından dolayı kendisi için pek verimli geçmeyen 1985-1990 yılları arasında belki en çok bilinen çalışması olan Çöpçüler ile büyük bir çıkış yapar.

Çöpçüler’in de yer aldığı Ceylan albümü 1985’te yayınlanır.

Bu dönemin diğer önemli ve özgün eserlerinden biri de 1986’da yayınlanan Gaddar albümüdür.

Ancak maddi sıkıntılar, sanatçıyı tek bir sentezleyici eşliğinde kaydedilen Çukulatam Benim (1987) gibi düşük bütçeli yapımlara zorlar.

Bu albümde de Şaşkın ve Sana Bir Şeyler Olmuş şarkılarının taverna müziği tadındaki yorumları bulunur.

1989’da Hay Yam Yam albümü çıkar.

Bu albümde klip çektiği Hayat Katarı şarkısı Kemal Sunal’ın oynadığı filmlerden Abuk Subuk 1 Film filminde kullanılır.

1990 yılında yayınladığı Tamam Artık albümü de önceki albümlerinden farklı olmayan bir şekilde eski ve yeni şarkıların karışık bulunduğu bir albüm olur.

TRT tarafından dışlanır

Erkin Koray’ın hayatı genellikle ekonomik sıkıntılarla geçer. Yaptığı çıkışlar, popüler olan çalışmaları onu maddi açıdan rahatlatmaya yetmez.

Dahası, sıra dışı şarkı sözleri, kendine özgü vokal biçemi, uzun saçları, özgün kıyafetleri ve bunun gibi daha birçok nedenle dönemin yayın tekeli olan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından dışlanır.

Eserlerinin neredeyse tamamı yakın zamanlara kadar, TRT denetimi tarafından yayımlanmaya uygun görülmez.

1996 yılına kadar süren bir sessizliğe gömülür. İddialı ve görece yüksek bütçeli Gün Ola Harman Ola albümü ile sessizliğini bozar. Hayal kırıklığı yaratır bu albüm. 1999 yılında ise Devlerin Nefesi adlı son albümü çıkar.

Erkin Koray – bir kaleydoskopun farklı yüzleri

Erkin Koray, siyasetle dahi gel-git’li bir ilişki kurar. Tıpkı müzikle ve hayatla kurduğu gibi…

Mesela neden MHP’ye oy verdiğiyle ilgili bir soruyu, “Yaptıysak vardır bir bildiğimiz, yoksa ben ne sağcıyım ne de solcu” diye yanıtlar.

Bu sağcılık ve solculuk meselesi ilginçtir. 70’lerde çıkan Hey dergisinin kapağında Barış Manço sağda, Cem Karaca soldadır. Ona “Siz ne taraftasınız?” diye sorulunca, eliyle gökyüzünü gösterir: Ben yukardayım!

Yukarılardan aşağı inip sıradan fanilerin kısır politik tartışmasında saf tutmaya karar verdiğine göre bir bildiği vardır muhakkak.

Doğrusu, aidiyetleri sanıldığı kadar yüksek olmayan biriydi Erkin Koray – istisnalar dışında. Kızı gibi, müziği gibi… Kaldı ki müzikte bile bir şeyde diretmek yerine ‘arama’yı tercih ederdi daha çok.

O, kanıksanmış, kemikleşmiş her şeye karşıydı hemen hemen. Mesela Eurovision’un dansözler yarışması olduğunu savunmuştu. MHP ile İşçi Partisi’nin birleşmesini de…

Çağının adamı değildi. Zamanının ötesinde yaşadı hep. Bundandır ki, pek anlaşılmadı; ya çok sevildi ya da çok taşlandı. Nadiren anlaşıldı.

Yine de mücadelesinden vazgeçmedi. Doğru bildiğini ısrarla savundu. Dik duruşunu daima korudu.

Şimdi umalım ki, ardında bıraktıkları kabul görsün ve kalıcılığa ulaşsın.

Ulaşsın, çünkü ‘barış’ diye diye “güller bitti dilinde”.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 8 Ağustos 2023’te yayımlanmıştır.

Murat Batmankaya
Murat Batmankaya
Ankara Üniversitesi, BYYO, Radyo Televizyon Bölümü'nden 1992'de mezun oldu. Kısa bir süre TRT'de çalıştı. Yönetmenliğini Ertem Göreç'in, yapımcılığını Behlül Dal'ın üstlendiği "Birinci Meclis" belgeselinde oynadı. Attilâ İlhan'ın "Cinayet Saati" adlı şiirini kısa metraj formatında sinemaya uyarladı. Sonrasında mesleki yaşamını Almanya'da sürdürdü. Pro7 ve RTL'de kameramanlıktan program yapımcılığına yükseldi. 1996-2000 arası Hürriyet ve Sabah'ta muhabirlik ve editörlük; 1 Numara Hearst grubu adına çıkardığı üç dergide de yayın yönetmenliği yaptı. Üç yıl Radikal Kitap'a "Geçmiş Zaman Tesellileri", 2 yıl da Aydınlık Kitap'a "Cümle Kapısı" üst başlığıyla denemeler yazdı. Halen Çizmeli Kedi Yayınları'nın sahibi...

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Erkin Koray’ın ‘barış’ diye diye “güller bitti dilinde”

Doğrusunu söylemek gerekirse ilkin ‘cesur’, sonra ‘huysuz’ ve nihayetinde ‘aklı sık sık karışan’, ruhsal ve bedensel serüvenler yaşayan biriydi Erkin Koray. En önemlisi de: İlklerin insanıydı. Dünya yıldızı olmak gibi bir muradı yoktu; farklı bir “istikbal”in peşindeydi o. Murat Batmankaya yazdı.

Bizde böyledir; kör ölür badem gözlü olur. Arkasından ağıtlar yakarız, ayalarımız şişene kadar alkışlarız, ‘yerin doldurulamaz’ deriz ve ekleriz: Seni asla unutmayacağız!

Dün Uğur Mumcu’da, Ahmet Taner Kışlalı’da da yaşandı bu; bugün Erkin Koray’da yaşanacak, yarın kim bilir kimde…

Beceremediğimiz şey şu: Özel, farklı yahut özgün olduğuna inandığımız kişileri yaşarken alkışlamayı, ona üretimini özgürce yapabileceği ortamlar sunmayı ya ihmal ediyoruz ya da önemsemiyoruz. Üçüncü bir olasılık da var tabii, ama onu söylemeye dilim varmıyor: Değerini ancak ölünce anlıyoruz!

Ülkesinden kilometrelerce uzakta (Kanada), 81 yaşında, hayata gözlerini kapatan Erkin Koray hakkında söylenecek her şey, aslında biraz eksik kalacaktır.

Eksik kalacaktır, çünkü hayatını vitrine yerleştirip bu sahte yıldızlar ve yalancı şatafat üzerinden akçeler devşirmeye yanaşmadığı için hakkında bildiklerimiz sınırlı.

Öte yandan, en popüler olduğu günlerde dahi yalnız olan birinden söz ediyoruz. Sürekli akıntıya karşı kürek çeken birinden. Ezberleri bozan birinden… İtilen kakılan, iftiralara uğrayan, sokak ortasında, konser çıkışında dövülen birinden…

Evet; bir yıldız daha kaydı dünya göğünden. Yedi yıl önce taşındığı Kanada’da, “Canlar! Ayrı kaldığımız süre içinde tabii ki yeni eserler yaptım. Bunların hepsini kızım Damla’ya, Kanada Weagle Records firmasından size ulaştırması için bırakıyorum” dedikten sonra akciğer rahatsızlığı ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle hayata gözlerimi yumdu; sessiz sedasız çekildi aramızdan.

Kalem ve kılıç

Doğrusunu söylemek gerekirse ilkin ‘cesur’, sonra ‘huysuz’ ve nihayetinde ‘aklı sık sık karışan’, ruhsal ve bedensel serüvenler yaşayan biriydi. En önemlisi de: İlklerin insanıydı.

Hayata geçirdiği yeniliklerin çoğu temel uğraşı olan müzik alanındaydı. Ama eğitime dair de söyleyecekleri vardı, siyasete dair de… Ve felsefe tabii.

Hemen hemen her şeyini miras bıraktığı kızı Damla’yı bu sebeple zorunlu eğitimin dışında tutmak için çok çabaladı. Zira itirazı vardı ders kitaplarındaki çocuklarını öldüren padişahlara. Bastonla sokakta köpek kovalayan Nasreddin Hoca’ya…

Ayrıca mizahçı yanı pek bilinmez. Bülent Cevdet Karaköre ve Cihan Demirci’nin iteklemesiyle ‘her şeye muhalif’ çizgisini burada da gösterdi.

Lakin o hayat (kılıç) ile sanatı (kalem) birbirinden ayrı görmezdi pek. Yani ne salt kalemden yanaydı ne de salt kılıç; yerine göre ikisini de kullanırdı. Kullandı mı da iyi kullanırdı.

Şimdi müsaadenizle biraz ayrıntılara girelim. Bakalım hafızalarda kalan Erkin Koray ile gerçek Erkin Koray ne kadar örtüşüyor?

Harika Çocuk olmasına ramak kalmışken

Erkin Koray, 24 Haziran 1941 tarihinde, Yeşilçam’ın neredeyse tüm köşklü filmlerinin çekildiği meşhur Kani Bey arazisindeki evde (İstanbul – Ethemefendi) açar gözlerini dünyaya. Babası demiryolları müfettişi ve klasik müzik tutkunu Enver Bey, annesi ise Şerif Yüzbaşıoğlu, Ayhan Yünkuş ve Önder Bali gibi müzisyenlere eğitmenlik yapan Şehir ve Radyo Senfoni Orkestrası piyanisti Vecihe Hanım’dır. Ailenin ilk oğludur.

Erkin Koray, küçük yaşlarda annesi Vecihe Hanım’dan piyano eğitimi alır. Hünerlidir. Kısa sürede ilerleme kaydeder. O dönemin ‘harika çocuk’larından biri olmaya ramak kalmışken, huysuzluk eder, ayak direr ve gitarda karar kılar.

İstanbul Alman Lisesi’nde eğitim gördüğü yıllarda, arkadaşları ile kurduğu amatör topluluk; Erkin Koray ve Ritimcileri ile dönemin popüler şarkılarını çalar.

Cemalim, Köprüden Geçti Gelin gibi çalışmaları ile Türk Halk Müziği’ne, Nihansın Dideden, Kıskanırım gibi parçalar ile Türk Sanat Müziği’ne farklı bir soluk katar. Henüz tay tay durmakta olan Anadolu Rock tarzının omurgasını oluşturur çalışmaları.

İlerde yollarının kesişeceği Özkan Uğur gibi küçük, mütevazı mekânlarda çeşitli programlar yapar.

Ve bir süre sonra gitardan sıkılır ve elektrogitara geçer. İlklerden biridir bu alanda da…

Farklı tınıların ve yeni enstrümanların peşine düştüğü akşamlardan birinde, takvim yaprakları 1962’yi gösterdiğinde, bir teklif alır. Bir 45’lik teklifi…

Bir yüzünde Bir Eylül Akşamı, diğer yüzünde It’s So Long’un bulunduğu ilk 45’liği 1966 yılında piyasaya sürülür. Yani aldığı tekliften tam 4 yıl sonra.

Dayak yiye yiye atmasını öğrenir

İlk 45’lik çıkmadan önce askere gider Erkin Koray. Askerden sonra soluğu Hamburg’da alır. Burada The Hiccups adlı bir Alman grubu ile 2,5 ay kadar çalışır. Yine duramaz ve ülkesine döner. Dönerken The Hiccups’un bas gitaristi Bernhard Weber’i de beraberinde getirir. İkiliye gitarist İlder Tokcan ve Fikret Zolan katılır daha sonra.

Almanya’da Beat ile tanışır. Onların felsefesinden etkilenir. İlk eylemi de saç uzatmak olur.

O dönem uzun saçlı erkek, hoşgörü sınırlarını zorlayan bir şeydi. Hele de bu erkek, tuhaf giysiler giyiyor, acayip kolyeler takıyorsa…

İlkin ailesi tepki gösterir. Sonra toplum…

Defalarca dayak yer, lakin pes etmez. İşin tuhafı, fevkalade maharetlidir. Dayak yiye yiye dayak atmasını öğrenir. Öyle ki, filmlerde koca Bizans’ı tek başına dize getiren Cüneyt Arkın’ı bile sokak sokak kovalar.

Derken ‘Kızları Da Alın Askere’ patlar

Erkin Koray, eğitimini yarıda bırakmaz. Mezun olduktan sonra kendini müziğe adar ama…

İkinci 45’lik 1967’de ulaşır sevenlerine. Albümün bir yüzünde Kızları Da Alın Askere, diğer yüzünde Aşk Oyunu adlı eserler bulunur.

Erkin Koray’ın rock ve Beat anlayışını müzikte buluşturma çabası kendini “Ceviz Oynamaya Geldim Odana” adlı denemesiyle başlar.

Çok geçmeden de İngiltere’nin yolunu tutar. Ardından Almanya’ya uzanır. Dünya yıldızı olmak gibi bir muradı yoktur sanılanın aksine. Farklı bir “istikbal”in peşindedir o.

İşte bu süreçte rock’tan hard rock’a sıçrar. Bu yönelişin ilk meyveleri aslında 1969’da, Yeraltı Dörtlüsü olarak vitrinde gözüktüğü döneme denk gelir. Belli notaları, belli sıralarla yan yana üst üste getirmekle uğraşmaz; akor yürüyüşlerini değiştirir. Sözlerle uğraşır. Yanıt arar: Kim olduğunun yanıtını… Evrende hangi amaçla yer kapladığının yanıtını… Nereye gideceğinin yanıtını…

Sık sık Cihangir’de, Köşe Palas’ta takılır. Öyle ki, o süreçte kendilerini bir müzik grubu olmaktan çok, bir felsefe atölyesi olarak görürler.

Nitekim, bir gece ansızın bastıran kar kemikleri donduracak seviyeye gelince, ev sahibinin mobilyalarını çekinmeden şöminede yakarlar.

John Lennon’ın teklifini elinin tersiyle iter

Yeraltı Dörtlüsü, denilebilir ki, Türkiye’deki underground müziğin öncülerindendir. Grupta Erkin Koray’ın yanında davulda Sedat Avcı, ikinci gitarda Ataman Hakman ve basgitarda Aydın Buyar Şencan yer alır.

Grup ilk konserini Ocak 1970’te İstanbul Kent Sineması’nda verir. Bu konserin ilk bölümünde Cream, Jethro Tull ve Pink Floyd gibi dönemin ünlü rock gruplarının şarkılarını yorumlarken ikinci bölümünde bu rock soundunu Koray’ın kendi şarkılarına uygularlar.

Ancak grup, Koray’ın 1971’de Avrupa’ya gitme kararı sonrası dağılır.

Mayıs 1971’de Erkin Koray, Hey dergisinde çalışan dostu Arda Uskan ile Cannes Film Festivali’ne gider. Burada John Lennon ve Yoko Ono’nun yarattığı kısa film Apotheosis‘i izler. Filmin sonunda Koray, gösterime katılan Lennon ile konuşup bir görüşme ayarlar. Bir gün sonra Koray ve Uskan, Lennon ve Ono ile görüşür. Bu görüşmede Koray, Lennon’a yeni şarkısı “Mesafeler”i dinletir. Şarkıyı dinleyen Lennon, kendisine Avrupa’da kalmasını teklif etse de, Koray bu teklifi kabul etmez.

1971 yılının yazı biterken Türkiye’ye dönen Erkin Koray, Super Group adını verdiği yeni bir grup kurar. Burada da Sedat Avcı ile çalışır ama. Bas gitara ise Almanya’da tanıştığı Jerzy Ziembrowski’yi getirir.

Grup, underground ve psychedelic bir müzik yapacağını açıklar. Lakin Yağmur / Aşka İnanmıyorum ve Sen Yoksun Diye/ Goca Dünya şarkılarını kaydedip dağılır.

Ağustos 1972’de Bunalımlar grubundan gitarist Aydın Cakus ve baterist Nur Yenal’ın yanına genç bas gitarist Özkan Uğur’u alarak Ter grubunu kuran Koray, bu grupla Kasım ayında Hor Görme Garibi / Züleyha 45’liğini çıkarır.

Daha sonrasında, Ankara’da on beş bin kişinin katıldığı bir konserin ortasında Koray’ın gitarının teli kopar. Bunun üzerine sahneden iner ve grup ile iletişimini kopararak bir daha onlarla çalmaz.

Artık ‘tek başına’ yürümek ister

Bu grup denemeleri sonrasında Koray, genellikle solo çalışmalara yönelir.

Türkiye’deki müzik listelerinde üst sıralarda yer alan klasikleşmiş birçok esere bu dönemde imza atar.

1973’te birkaç sene önce Lennon’a çaldığı “Mesafeler” 45’lik olarak yayınlanır. Arka yüzünde “Silinmeyen Hatıralar” şarkısı yer alır.

Bu sırada Koray, 19 Ekim 1973’te Müge Duruman ile evlenir.

1974 yılı ise Koray’ın en başarılı yıllarından biri olur. Bu dönemde “Şaşkın / Eyvah”, “Krallar / Dost Acı Söyler” ve “Feshupanallah / Komşu Kızı” 45’liklerini çıkarır.

“Krallar” plağının kapağında kendi çizimini kullanır.

“Feshupanallah”ın kapağında ise yüzü boyalı bir halde yer alır.

Bu dönemde Koray, Nazilli Saray Sineması’nda bir konser verir ve baterist Örerel, bu konseri mono şekilde kaydeder. Kayıtlar yıllar sonra Live in Nazilli 1974 adıyla resmi olmayan bir bootleg olarak piyasaya sürülür.

Yıllar sonra “Feshupanallah”ın bestecisi konusunda tartışmalar ortaya çıkar ve şarkının aslında Romeo Lahoud tarafından “Weily Weily” olarak yazıldığı ve 1970’te piyasaya sürüldüğü iddia edilir.

1975 yılının başında Koray’ın ilk LP’si Elektronik Türküler albümünde kendisine Sedat Avcı ile bas gitarist Ahmet Güvenç eşlik eder.

Erkin Koray 1975-1984 yılları arasında kısa sürelerde Türkiye’ye gelişleri dışında Hollanda, Almanya ve Kanada’da yaşar.

Hakkında pek fazla bilgi olmayan bu dönemde Estarabim, Arap Saçı gibi çok bilinen eserlerini yayımlar.

Koray, 1977 yılında Erkin Koray Tutkusu adlı LP’yi yayınlanır. Ve takibinde soluğu Avrupa’da alır.

70’li yılların sonlarına doğru The Great Error adlı bir grup kurar ve çıktığı Avrupa turnesi sonrası ülkesine döner. Artık tek başına yürümek düşüncesindedir.

Arabeskten önce ‘hindubesk’ vardı

Erkin Koray, 1982’de Benden Sana albümünü yayınlar. Albümün bir kısmını Almanya’da Köln ve Hamburg’da kaydeder. Kalanını İstanbul’da tamamlar.

Albümdeki şarkıların bir kısmı (Meyhanede, Öyle Bir Geçer, Sayın Arkadaşım Osman) Hint müzisyenlerin bestelerine Erkin Koray’ın Türkçe yazdığı sözlerden oluşur.

İşte bu dönemine Hindubesk adı verilir.

Bir sene sonra ise İlla Ki albümü gelir.

Bu albüm içindeki şarkılar kadar, Nuri Kurtcebe’nin çizdiği albüm kapağı ve plak versiyonunun şeffaf olmasıyla da dikkat çeker.

Miksajı Köln’de yapılan albümde İlla Ki, Deli Kadın, Tek Başına gibi hit şarkıların yanında Kızları da Alın Askere ve Hop Hop Gelsin gibi eski şarkıların da yeni yorumları yer alır.

Türkiye’ye kesin dönüşünün ardından, ailevi sorunlarından dolayı kendisi için pek verimli geçmeyen 1985-1990 yılları arasında belki en çok bilinen çalışması olan Çöpçüler ile büyük bir çıkış yapar.

Çöpçüler’in de yer aldığı Ceylan albümü 1985’te yayınlanır.

Bu dönemin diğer önemli ve özgün eserlerinden biri de 1986’da yayınlanan Gaddar albümüdür.

Ancak maddi sıkıntılar, sanatçıyı tek bir sentezleyici eşliğinde kaydedilen Çukulatam Benim (1987) gibi düşük bütçeli yapımlara zorlar.

Bu albümde de Şaşkın ve Sana Bir Şeyler Olmuş şarkılarının taverna müziği tadındaki yorumları bulunur.

1989’da Hay Yam Yam albümü çıkar.

Bu albümde klip çektiği Hayat Katarı şarkısı Kemal Sunal’ın oynadığı filmlerden Abuk Subuk 1 Film filminde kullanılır.

1990 yılında yayınladığı Tamam Artık albümü de önceki albümlerinden farklı olmayan bir şekilde eski ve yeni şarkıların karışık bulunduğu bir albüm olur.

TRT tarafından dışlanır

Erkin Koray’ın hayatı genellikle ekonomik sıkıntılarla geçer. Yaptığı çıkışlar, popüler olan çalışmaları onu maddi açıdan rahatlatmaya yetmez.

Dahası, sıra dışı şarkı sözleri, kendine özgü vokal biçemi, uzun saçları, özgün kıyafetleri ve bunun gibi daha birçok nedenle dönemin yayın tekeli olan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından dışlanır.

Eserlerinin neredeyse tamamı yakın zamanlara kadar, TRT denetimi tarafından yayımlanmaya uygun görülmez.

1996 yılına kadar süren bir sessizliğe gömülür. İddialı ve görece yüksek bütçeli Gün Ola Harman Ola albümü ile sessizliğini bozar. Hayal kırıklığı yaratır bu albüm. 1999 yılında ise Devlerin Nefesi adlı son albümü çıkar.

Erkin Koray – bir kaleydoskopun farklı yüzleri

Erkin Koray, siyasetle dahi gel-git’li bir ilişki kurar. Tıpkı müzikle ve hayatla kurduğu gibi…

Mesela neden MHP’ye oy verdiğiyle ilgili bir soruyu, “Yaptıysak vardır bir bildiğimiz, yoksa ben ne sağcıyım ne de solcu” diye yanıtlar.

Bu sağcılık ve solculuk meselesi ilginçtir. 70’lerde çıkan Hey dergisinin kapağında Barış Manço sağda, Cem Karaca soldadır. Ona “Siz ne taraftasınız?” diye sorulunca, eliyle gökyüzünü gösterir: Ben yukardayım!

Yukarılardan aşağı inip sıradan fanilerin kısır politik tartışmasında saf tutmaya karar verdiğine göre bir bildiği vardır muhakkak.

Doğrusu, aidiyetleri sanıldığı kadar yüksek olmayan biriydi Erkin Koray – istisnalar dışında. Kızı gibi, müziği gibi… Kaldı ki müzikte bile bir şeyde diretmek yerine ‘arama’yı tercih ederdi daha çok.

O, kanıksanmış, kemikleşmiş her şeye karşıydı hemen hemen. Mesela Eurovision’un dansözler yarışması olduğunu savunmuştu. MHP ile İşçi Partisi’nin birleşmesini de…

Çağının adamı değildi. Zamanının ötesinde yaşadı hep. Bundandır ki, pek anlaşılmadı; ya çok sevildi ya da çok taşlandı. Nadiren anlaşıldı.

Yine de mücadelesinden vazgeçmedi. Doğru bildiğini ısrarla savundu. Dik duruşunu daima korudu.

Şimdi umalım ki, ardında bıraktıkları kabul görsün ve kalıcılığa ulaşsın.

Ulaşsın, çünkü ‘barış’ diye diye “güller bitti dilinde”.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 8 Ağustos 2023’te yayımlanmıştır.

Murat Batmankaya
Murat Batmankaya
Ankara Üniversitesi, BYYO, Radyo Televizyon Bölümü'nden 1992'de mezun oldu. Kısa bir süre TRT'de çalıştı. Yönetmenliğini Ertem Göreç'in, yapımcılığını Behlül Dal'ın üstlendiği "Birinci Meclis" belgeselinde oynadı. Attilâ İlhan'ın "Cinayet Saati" adlı şiirini kısa metraj formatında sinemaya uyarladı. Sonrasında mesleki yaşamını Almanya'da sürdürdü. Pro7 ve RTL'de kameramanlıktan program yapımcılığına yükseldi. 1996-2000 arası Hürriyet ve Sabah'ta muhabirlik ve editörlük; 1 Numara Hearst grubu adına çıkardığı üç dergide de yayın yönetmenliği yaptı. Üç yıl Radikal Kitap'a "Geçmiş Zaman Tesellileri", 2 yıl da Aydınlık Kitap'a "Cümle Kapısı" üst başlığıyla denemeler yazdı. Halen Çizmeli Kedi Yayınları'nın sahibi...

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x