Edebiyatımızdan ve benim hayatımdan bir Fethi Naci geçti (1927-2008).
Ben nasıl, o güne dek hiç tanımadığım benden önceki kuşaklardan yazarlar için kitaplar yazdım ve o kitapları yazdıktan sonra tanıdımsa onları, Fethi Naci de beni hiç tanımadan ilk kitabım Roman Kitabı üstüne yazarlık serüvenimin başlangıcındaki en önemli yazılardan birini yazdı. Yıl 1991. Adam Yayınları’nda bir yıldır editör olarak çalışıyorum, Fethi Naci ile o güne dek hiç karşılaşmamıştım. Daha önceki yıllar mı? Ben 1985’e kadar Ankara’dayım, Ankara’da yaşayan yazarlar ve şairlerle iç içeyiz, ama İstanbul’da yaşayanlarla ilişkimiz pek yok. Üstelik Fethi Naci’nin ilk kitabı İnsan Tükenmez’in yayımlandığı yıl doğdum (1956).
1991 yılında o beni tanımıyor, ama ben onu kitaplarından tanıyorum. Kitaplarını kaçırmadan okuyorum. Eleştiri yazıları yazmaya karar verdiğim yıllarda, ilk yazılarımı yazıp yayımlamadan önce hem bizden önceki kuşağın eleştiri yazarlarının yazdıklarını okuyorum hem de çevirilerinden bildiğim önemli yazarları, Roland Barthes, Jameson, Eco gibi. Sonradan ne öğrendiysem okuduklarımdan öğrendiğimi hep söylemişimdir. Bu arada Fethi Naci de var. Okuduklarımdan sonra şöyle düşünüyorum: Öğrenmem gerekenleri öğrenmeliyim ki, sonra tümünden bağımsız, kendime özgü, çözümleyici bir eleştiri anlayışına uygun yazılar yazabileyim.
Eleştiri ya yok sayılmış ya da anlaşılmamış bir tür
Nurullah Ataç’tan sonra eleştirileri en çok ses getiren eleştirmen Fethi Naci oldu. Öte yandan, onun sert ve kavgacı eleştiri dili nedeniyle edebiyatımız onun gibi bir eleştirmenin varlığını içselleştirmeye yatkın değildi. Eleştiri ve özeleştiri kültürü olmayan bu toplumun yazarları da her zaman aynı eksiklikten malul oldu. Öteden beri eleştiri ile özeleştiriyi yaşam alanından dışlamış, ikisiyle de hemen hiçbir zaman barışık olmayan bir kültürün içinde, edebiyatımız da eleştiriyi ya yok saymaya çalışmış ya da yanlış anlamıştır.
Gelgelelim bizim gençlik yıllarımızın edebiyat ortamı ile bugünkünü benzer saymamak gerekir. O zaman pek çok şey gibi edebiyat dünyamız da farklıydı. Daha üstün nitelikliydi demiyorum, ama daha sahiciydi. Hem kendi kuşağımızdan yazarlar ve şairlerle iç içe ve daha çok karşılıklı sevgi ve saygı ilişkisi içinde yaşıyorduk hem de bizden önceki kuşakla aramızda sıkı bir bağ ve ilişki vardı.
Neden sonra İstanbul’da Fethi Naci ile yakın olduktan sonra pek çok günümüz birlikte geçti. Ben onun yazdıklarını çoktan beri okuyordum, o da benim yazdıklarımı okumaya başladı, O kadar mı? İstanbul’da fırsat buldukça meyhaneye gidiyoruz. En çok da Memet (Fuat) Ağbi, Cevat (Çapan) Ağbi ve Turgay (Fişekçi) ile birlikte. Yayınevinden arada kaçıp gittiğimiz içki sofralarında neler neler konuşmuşuzdur. Sonra Kuzey Ege’de yıllarca gittiğimiz Karlos’un Troas Motel’inde Naci Ağbi ile birlikte geçen çok günümüz oldu. Geriye dönüp bakıyorum da, 1990’lardan 2000’lerin başlarına kadar yaşadığımız o yılların benzerlerini yeniden yaşamak olanaksız. Artık öyle hayatlar, yazarlar arasında öyle candan ilişkiler yok. İyi ki yaşamışız o yılları.
Eleştirmen yapıtların peşine düşen bir izci mi?
Edebiyatımızda eleştirinin aslında ne olduğunu doğru biçimde anlayamamak ya da eleştiriyi yayımlanan yapıtların peşine düşmek zorunda bir izci gibi görmek, eski bir anlayış. Önceleri hep böyle düşünüldü: Eleştirmen öteki yazarlar ve kitaplar hakkında yazan yazardır. Yani eleştirmenin de öteki yazarlar gibi bir yazar olduğu ve yazdığı yazıları her şeyden önce kendisi için yazdığı pek anlaşılmamıştır. Bugün eleştiriyi hâlâ böyle anlayanlar var.
Bu düzeyde Fethi Naci’nin anlaşılması da beklenemezdi. Elbette Fethi Naci yazılarını daha çok kitaplar üstüne ya da kitaplardan yola çıkarak yazdı. Kılı kırk yaran, keskin bir gözü vardı. Okuduğu bir romanın satır aralarındaki kusurları hemen görebiliyordu. Kusurları dile getirmekten onun kadar çekinmeyen bir yazar da tanımadım. İsterse en yakın arkadaşının kitabı olsun, ne düşünüyorsa sakınıp gizlemeden yazardı. Böyle bir yazarlık tutumuna bugün pek rastlanmıyor. Bu yüzden pek çok yazar ona kırgın, küskün kalmıştır. Bir keresinde kendisine küsen yazarların bir listesini yapmıştı.
Gelin görün ki, Fethi Naci’siz de edememiştir edebiyatımız.
Yaşar Kemal üstüne ilk önemli saptamaları o yaptı
Onun ne yazdığı her zaman merak edilirken kendi konumunu onun yazdıklarına göre belirleyen yazarlar da az değildi.
Kendi kuşağında bunun daha çok böyle olduğu belirtilebilir. Üstelik onun Ataç’tan sonra, Ataç’tan beklenenlere yeni bir karşılık verdiği de kuşkusuzdu. Hem de düşünsel ve yazınsal bakımdan daha yeni bir bakış açısı, Marksizmi içselleştirmiş eleştiri anlayışıyla.
Bu duruş biçimi eleştirmenliğine bir gönül borcumuz oluşunun nedenleri arasındadır. Öte yandan, değil mi ki eleştiriden uzak durmaya çalışılmıştır, onun, yargılarını apaçık, dolaysız biçimde yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmemesi de örnek alınmalı.
Asıl olansa elbette yapıtları, özellikle çağdaş Türk romanını başından bugüne kuşatan sayılması bile zor yazıları, Yüzyılın 100 Romanı kitabı. Bir yandan yeterince değerlendirilmemiş yazarları özgün yorumlarla çözümlerken öbür yandan yerleşik yargıların dışında bakış açıları getirmişti.
Sözgelimi bütün heybetiyle edebiyatımızın önünde duruşuna karşın doğru düzgün değerlendirilemeyen Yaşar Kemal üstüne de ilk önemli saptamaları Fethi Naci yapmıştır.
Demek ki yazmaya başladığı 1950’lerden bugüne yarattığı birikimin edebiyatımızın değerli kalıtları arasında olduğunu pekâlâ belirtebiliriz.
Algı yetersizliği
Onun açık sözlülüğünü eleştirmenin gözüpekliği olarak görmek de yanılgı aslında. Yapıtlarını olumsuz eleştirilerle çözümlediği yazarların tepkilerini göze almak zorunda kalmak bir eleştirmen için ne denli yıpratıcıdır, bunu Fethi Naci’yi tanıyanlar bilir. Fethi Naci bu algı yetersizliğinden hoşnut değildi ve bu yüzden de özellikle son yıllarında eleştiriden uzaklaşmaya başlamıştı. Sonra yazmayı da kesti.
Nasıl olsa bugünün yazarı eleştiriyle iç içe yaşamak istemiyor, bugünün edebiyatı artık eleştiriyi gereksizleştiriyordu. Bir değer ayrışması da denebilir buna. Fethi Naci belki de sezgisel biçimde kendini yıpratmak yerine kıyıya çekilmesinin daha yerinde olacağını düşünüyordu. Haksız da değildi.
Peki, eleştiri bugün de onunki gibi mi yazılmalıdır?
Bir yaratıcı düşünme biçimi olarak eleştiri de yerinde saymaz, bugün eleştiri bizden önceki kuşağın eleştiri anlayışının da ötesinde, yazardan ve kitaptan bağımsız, yazarının kendine özgü düşüncelerinden ve anlatı biçiminden çıkan, yazınsal bir metin olarak alınıyor. Belki bugün Fethi Naci’nin bıraktığı yerden daha yukarı taşınarak kendini kurtaracaktır eleştiri.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 8 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.