Gölge yazar kimdir, ne yapar, niçin var?

Kitap çıkarmak isteyen, ama yazma konusunda donanımı veya yeteneği olmayan kişiler çözümü gölge yazarlarda buluyor. Peki, gölge yazar kimdir ve ne yapar? Görünen ile gölge yazar arasında ne tür ticari ve ahlaki bağ vardır? Nobel alan gölge yazar var mı? Korkut Akın yazdı.

Bazen bir kitap okuruz; bildiğimiz, tanıdığımız bir ünlü, bir şöhret yazmıştır, üstelik iyi de yazmıştır; ama konuşurken bile Türkçeyi iyi kullanamayan biri nasıl böyle güzel yazmıştır, şaşar kalırız.

Yahut görürüz; bir iş insanı, bir bilim insanı, bir yönetici, bir CEO, bir siyasetçi, bir şöhret çıkar karşımıza kitapla. Sanırız ki, her bir satırını kendi yazmıştır.

Sonra içimizde bir şüphe serpilip büyür, hatta yeşerir ve meyveye durur: Galiba yazan o değil. O yazmadıysa kim yazdı o zaman? Bu tür kitapların arkasında kimler var, amaç ne? İnsanlar niçin gölge (hayalet) yazarlara ihtiyaç duyarlar?

Cervantes diye biri

Derler ki, biri, bir gün, yazdıklarını getirmiş Cervantes’e, “Sen yazarsın, bir bak bakalım, nasıl bir roman, işe yarar mı?” Dosyayı okuyan Cervantes, “Öyle yazılmaz, böyle yazılır!” diyerek ortaya çıkarmış Don Kişot’u.

Doğruluk payı hayli düşük bir söylenti bu. Zira biliyoruz ki, La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote kayda geçen ilk roman örneği. İspanya’nın Alcala de Heneras kasabasında, yoksul bir sağlık memurunun yedi çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Miguel de Cervantes Saavedra, donanmanın ambar memuruyken hesapları iyi tutamadığı ve kasa açık verdiği için düştüğü hapiste yazıyor bu romanı. 1605 tarihinde yayınlanıyor ve pek seviliyor.

Eğer Don Kişot bugün yazılmış olsa yayımlanır, bunca ilgi görür müydü? İşte bu şüpheli… Ancak, “Don Kişot’u Cervantes yazmış olmayabilir!” türünde birçok rivayet, bugün de dolaşır aramızda. Galiba okurla buluşan eserin serüvenini yazarın belirlemesi mümkün değil.

Yıllar önce, üç arkadaş konuşuyorduk. İkimiz yazan çizen insanlardık. Üçüncümüz bir konu anlatmıştı; çok etkileyici… O kadar etkilenmiştim ki, kendimi tutamayıp yazmıştım. Sonra diğer arkadaşımın da yazdığını gördüm. İkimizin yazdığı da aynı konuydu, ama çok farklıydı. O daha bir hayal gücüyle düşler dünyasına dalmıştı, bense -yaşımın da etkisiyle olsa gerek- somut bir öyküye… Büyük olasılıkla ikimiz de unuttuk anlatılanı, aradan geçen onca yılda. Aslında o öyküyü anlatan arkadaşımızın “gölge yazarı” idik bir anlamda ikimiz de. Bunu ise şimdi anlıyorum.

Gölge yazarlık da ne ola!

Bilirsiniz işte, herkesin hayatı kendince romandır ve öyle de dillendirir. Ancak hiçbiri de oturup yazmaz o “roman”ı. Herkes yazmalı oysa içinden geçeni; yazamayan çizmeli, oynamalı, boyamalı, oymalı ya da hepsini birden yapmalı…

Hayatının roman olduğuna inananlar birilerini bulup kendi adlarına yazdırırlar neler yaşadılarsa. O birileri işte “gölge yazar” dediklerimiz. Kendi imzalarını atmazlar yazdıklarının altına. Belli bir bedel karşılığı o kişinin imzasıyla yayımlanır yazdıkları eser. Herkes o kişinin yazdığını sanıp övgüler dizer birbiri ardı sıra. Gölge yazara da bir köşede yalnız başına onları seyretmek düşer.

Gölge yazar deyince akla ilk gelenlerden biri Adnan Özyalçıner. Özyalçıner’in şansı, yazdığı, ama imzalayamadığı romanın yazarından kaynaklanıyor: Türkan Şoray.

Hikâye şöyle: Türkan Şoray ününün zirvesinde bir Yeşilçam sultanı. Onun yazacağı romanın satmama olasılığı neredeyse yok. O halde bunun bir yolu bulunmalıydı. Öyle de oldu.

Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilen roman gazeteyi batmaktan kurtardı. Ayrıca, bir başka gölge yazar daha doğurdu o roman: Sennur Sezer.

Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner’in eşiydi ve iyi bir şairdi; romanda bir şiirin yer alması gerekmişti. O şiiri de Sennur Sezer yazmıştı. Elbette Türkan Şoray’ın adıyla…

Ancak öngörülmeyen bir şey gerçekleşti: O şiir öyle tuttu ki, Teoman Alpay tarafından bestelendi ve Belkıs Özener seslendirdi. Bugün dahi severek dinlenen klasikler arasında girdi.

Daha sonra Buruk Acı, 1969’da Nejat Saydam tarafından çekildi. “Tamamen renkli” afiş duyurusuyla tanıtılan filmin senaryosunu Nejat Saydam ile başrol oyuncusu Türkân Şoray’ın yazdığı söylendi tabii.

Burada küçük bir ayrıntının altını belirgin bir şekilde çizmeliyim: Yıllarca Buruk Acı’yı sahiden Türkan Şoray’ın yazıp yazmadığı merak edildi. Kimse gölge şair kim, merak etmedi. Şiirin asilliğinden olsa gerek. Şairin hayatı da şiire dâhil çünkü. Şair şiir olarak yaşıyor çünkü. Şöyle bir süzdü mü karşınızdaki, sizin şair olup olmadığınızı şıp diye anlayabilir çünkü.

Kimler kimler…

Peki, tek örnek mi Buruk Acı? Başka yok mu?

Benim bildiğim birkaç isim daha var. Yazanları biliyorum da, atılan imzaları sormadım bile, kitapların tadı kaçmasın diye. Kim bilir belki de gerçekten çok satanlar da vardır içlerinde…

Sadece edebiyatta değil, farklı alanlardaki farklı çalışmalarda da “gölge yazar”lar var, biliyoruz. Bir iş insanının, bir sporcunun, bir siyasetçinin, bir bürokratın kitabını kendisinin yazmadığı kabulümüzdür, hemen baştan. Kendisi yazanların sayısı, bir elin parmaklarını geçmez. Büyük çoğunluğu hem kurgu bilen hem ritmini koruyan hem ilgi çekmesini sağlayan bir yazarın emeğinin ürünüdür. Edebiyat üzerinden gitmekte yarar var… Bir süre sonra genel kabul görür o kişinin yazarlığı; sürdürenlerin olduğunu biliyorum… ama isim veremem, bağışlayın.

Sektörel bir gazete ve farklı yazarlar

12 Eylül öncesiydi, “Bu sabah devrim olacak!” diye güne başladığımız dönemde, bir etkinlikte yapılacak konuşmanın metnini yazmıştım. Önemli bir toplantıydı ve gerçekten de etkili olmalıydı. “Oğlum da sizin fraksiyondan.” demişti yazmamı öneren. Sonradan sıkı arkadaş olmuştuk, aramızdaki yaş farkına karşın. Dergilere istenen yazıları da ben yazıyordum. Laf aramızda, yerel gazetelere demeçler bile veriyordum, ondan gizli.

80’li yılların başlarında, bir kısa film çektik Rıza Baloğlu (çiçek koksun toprağı) ile… Gazetelere gittik haber yaptırmak için. Kimse ilgilenmedi. Yarın vardı, Ankara’da, keyifli ve etkili bir edebiyat dergisi… Semih Gümüş, “Madem hakkında yazacak kimse bulamadınız kendiniz yazın, o zaman yayımlanır.” dedi ve ilk gölge röportajımı da kendimle yapmış oldum böylelikle, Yarın’da da yayınlandı.

Aradan yıllar geçti, çok şey değişti yaşamımızda… Bir gün, sektörel bir gazete çıkarma hazırlığındaki bir arkadaşım, sektörün en önde gelen biri için yazmamı istedi. “Hayırlı olsun, yolu açık olsun” niteliğinde bir yazı olacağını düşünerek kabul ettim. Meğer başyazarmış. Uzun yıllar onun yazılarını yazdım. Ardından başkaları da geldi. Aynı gazetenin sayfalarında yer alan farklı yazılar için farklı dil tutturmalıydım. Sanırım başardım ki, eksilmediler, arttılar. O başyazar (yani ben), bir gün karar verip sektöre yönelik değil, genel olarak ekonomik, kültürel, yaşama yönelik yazılar yazmaya başladı. Okur başta şaşırdıysa da çabuk kabullendi. İmzayı atan ise o düzeyde olmadığı için kıvranıyordu, belliydi. Yollarımız ayrıldı.

Lüküs Hayat ve Nâzım Hikmet

Edebiyat çevresinde, duyarsınız muhakkak. Birileri bir şekilde kulağınıza fısıldar, söylenti gibi… Çok seyrek olarak kendisi anlatır. Kimse sormaz ama kimin için yazıyorsun, hangi kitap, niye, neden diye…

Edebiyatla yaşıttır herhalde mahlas ya da müstear adla yazmak. Onlarca yazarın yüzlerce adı vardır, şöyle bir bakının. Padişahları alın ele… Koskoca padişah, şiir de mi yazarmış, demesinler diye (belki de “ola ki beğenilmezse dillere düşerim” diye) hepsi mahlas kullanmış. Şaşırmamak elde değil.

Nâzım Hikmet’ten Attila İlhan’a, Aziz Nesin’den Kemal Tahir’e öyle çok ki… Melih Cevdet Anday’ın mahlaslarının sayısı onu buluyor neredeyse. Bir de “Ateş Böceği, Yıldız Böceği, Ağustos Böceği” (Reşat Nuri Güntekin), “İstepne” (Rıfat Ilgaz), İğneyle Kuyu Kazan (Faruk Nafiz Çamlıbel), “Bahri Filefil, Bedri Birdirbir, Fettane Şatifil, Kerami Pestenkerani, Kerim Kihkih, Ord. Prof. Paf-Puf” (Aziz Nesin), “Ben, Bendeniz, Fıkracı, Adsız Yazıcı, İmzasız Adam” (Nâzım Hikmet) gibi gerçekten takma ad olduğu anlaşılan imzalar var. Bunların temelinde yazmak ihtiyacı ve yazdırılmasının engellenmesi yatıyor. Ne yapsın yazarlar; madem engelleniyorlar “gölge yazar” olarak da yazarlar.

Bunları yazarken aklıma gelen bir anıyı da aktarayım izin verirseniz: Cemal Reşit Rey’in ünlü Lüküs Hayat operetinin, “Şişli’de Bir Apartıman” adlı şarkısının sözlerini Nâzım Hikmet yazmış, sakıncalı olduğu için de ne müstear ne mahlas… Doğrudan doğruya gölge yazar olarak… Daha düne kadar o sözlerin Rey’e ait olduğu sanılıyordu.

“Sonu yoktur güzel şarkıların” diyor şair. Ancak şairin şiirce dillendirdiğine uymadığı da oluyor yaşamın. Gölge yazarlık bitiyor örneğin.

Nasıl yani, dediğinizi duyar gibiyim. Yeni bir akım… Yok, akım demeyelim, yeni bir yaklaşım moda diyebiliriz; nehir söyleşiler başlayalı beri gölge yazarlık “gölgede” kaldı. İş insanları, ünlü topçular, popçular ya da siyasi figürler kitap yaz(dır)ıp kendi adlarına yayınlatmak yerine nehir söyleşilerle o heveslerini alıyorlar. Roman yazmak mı? O da olmayıversin artık; bir kitap yeter.

Clinton, Murakami ve diğerleri

Hadi başımızı başka bir yöne çevirelim şimdi de: Hatırlar mısınız, Amerika’nın eski dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın anılarını yazdığı Hard Choices (Zor Seçimler) adlı kitabı çıktığında ortalık biraz karışmıştı. Çünkü hemen hemen herkes biliyordu ki, Bayan Clinton bu kitabı yazacak kalem gücüne sahip değildi. Kitap, ücreti mukabilinde hayalet yahut gölge bir yazara yazdırılmıştı.

Dedikoduların ayyuka çıkma sebebi, basit bir nedene dayanıyordu aslında. Clinton’ın önceki kitaplarında gölge yazarlarla çalıştığı ortaya çıkmıştı çünkü.

Sık sık Nobel adaylığıyla gündeme gelen Haruki Murakami’nin 1Q84 adlı romanını okuyanlar bilirler. Romanın kahramanı Tengo geçimini gölge yazarlık yaparak sağlar. Kendi kitabını ise yazamaz bir türlü.

Benzer bir duruma, eski bir gazeteci ve BBC muhabiri olan Robert Harris’in aynı isimli çok satan Hayalet Yazar romanında da tesadüf ederiz. 2010 yılında beyaz perdeye uyarlanan film, eski İngiliz başbakanının anılarını yazmakla görevlendirilmiş bir hayalet yazarı konu alır. Kitap için araştırma yaparken asla bilmemesi gereken pek çok sırra ulaşır yazar ve hayatı asla eskisi gibi olmaz.

Öte yandan, 1988’den beri Premiere dergisinde, Entertainment Weekly’de; 2017’den bu yana da New Yorker’da yazıları yayımlanan Libby Gelman-Waxner’ın, aslında yazar ve senarist Paul Rudnick olduğunu yenilerde öğrendik. Rudnick, blogunda Waxner’in yakın bir dostu olduğuna dair dedikodular olduğunu belirtiyor ve dedikoduları yalanlamıyor.

Rağbet gören bir meslek

Gölge yazarlık, ara ara kişilerin bireysel olarak yaptıkları bir uğraş olsa da, artık bir şirket veya yayınevi bünyesinde ekip halinde bu işi ifa eden yazarlar mevcut. Şöyle söyleyelim: Sizin adınıza kitap, roman, hikâye, senaryo, tez, köşe yazısı, konuşma ve sunum metni hazırlayan ve yayıncılık dünyasında bir hayli ilgi gören bir meslek artık gölge yazarlık.

Hadi bir adım ileri gidelim: Bilhassa siyasetçilerin, sahne sanatçılarının, akademisyenlerin ve iş dünyasından ünlü isimler, gölge yazarlara dudak uçuklatan rakamlar ödüyorlar. Siparişi (!) veren kişi bilsin veya bilmesin, gölge yazarın kimliği açıklanmıyor; bir uzmanın yardımına başvurulsa dahi gerekmedikçe ilan edilmiyor. Çok çok nadiren gölge yazarın ismi açıklanıyor; o da teşekkür bölümünde…

Bir de “ortak yazar” olarak görünenler var tabii… Bilinen önde, bilinmeyen arkada… Arkadaki eseri yazıyor, öndeki sahipleniyor. Alkışı öndeki, belli bir ücreti ise arkadaki alıyor. Ve susuyor.

Nobel ödüllü yazarların da gölgesi var

Clinton’ın kitabı kadar olmasa da John F. Kennedy’nin de eserini bir gölge yazara yazdırdığının ortaya çıkması, yayın ve siyaset dünyasını biraz çalkaladı.

Gelin görün ki, kimseyi şaşırtmadı. Zira temel meziyeti yazmak olmayan bir siyasetçinin gölge yazar kullanması doğal sayılabilirdi.

Peki, temel uğraşı, asıl meziyeti yazmak olanların da gölge yazarla çalışmasına ne demeli?

1989’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan İspanyol yazar Camilo Jose Cela geliyor hemen aklıma. Hatırlayalım hemen: 2002’de öldüğünde, koca bir gölge yazar ordusuyla senelerce çalıştığı iddia edilmişti. Rivayete göre gölge yazarlar Cela’ya karakter oluşturma ve üslup katma konusunda epey yardımcı olmuşlar.

Çocuk edebiyatının üretken yazarı Thomas Brezina için de söylenir bu. Biraz tersi işler gerçi onda: Konuyu ve karakterleri bulan Brezina’dır; hikâyeyi genişleten ve karakteri canlandıran ise gölge yazarlar.

Meşhur olup da aynı zamanda gölge yazarlık yapan kişiler de var. Bunlardan bazıları şunlar: Katherine Anne Porter, Kingsley Amis, James Ramsey Ullman ve H.P. Lovecraft…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Kasım 2022’de yayımlanmıştır.

Korkut Akın
Korkut Akın
KORKUT AKIN – Yazar, sinemacı ve gazeteci. 1 Nisan 1958 doğumlu. Eskişehir İletişim Fakültesi, Sinema-TV Bölümü 1981 mezunu. İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik yüksek lisansı yaptı, İşletme İktisadı Enstitüsü’nde de ihtisas. Yeşilçam’da reji asistanlığı ve senaryo yazarlığı görevlerinde bulundu. Televizyonlarda kültür sanat programları çekti. Müjdat Gezen Sanat Merkezi ve İstanbul Aydın Üniversitesi’nde sinema dersleri verdi. Okumayı, izlemeyi ve gezmeyi sever. Ödülleri: İFSAK 5. Ulusal Kısa Film Yarışması Büyük Ödül (1983): Voli. REPAŞ 10. yıl Etkinlikleri Kısa Film Ödülü (1986): Gelincik. İzmir Karşıyaka Belediyesi “İnsan Hakları” Konulu Kısa Film Yarışması Mansiyon (1990): Hişt Hişt! O. M. Arıburnu Birincilik Ödülü (1991): Hayat Ne Tatlı. 42. Berlin Video-Fest. Büyük Ödül Adayı (1992): Hişt Hişt! Çağdaş Gazeteciler Derneği Yılın TV Programı Ödülü (1993): İstanbul Sayfaları.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Gölge yazar kimdir, ne yapar, niçin var?

Kitap çıkarmak isteyen, ama yazma konusunda donanımı veya yeteneği olmayan kişiler çözümü gölge yazarlarda buluyor. Peki, gölge yazar kimdir ve ne yapar? Görünen ile gölge yazar arasında ne tür ticari ve ahlaki bağ vardır? Nobel alan gölge yazar var mı? Korkut Akın yazdı.

Bazen bir kitap okuruz; bildiğimiz, tanıdığımız bir ünlü, bir şöhret yazmıştır, üstelik iyi de yazmıştır; ama konuşurken bile Türkçeyi iyi kullanamayan biri nasıl böyle güzel yazmıştır, şaşar kalırız.

Yahut görürüz; bir iş insanı, bir bilim insanı, bir yönetici, bir CEO, bir siyasetçi, bir şöhret çıkar karşımıza kitapla. Sanırız ki, her bir satırını kendi yazmıştır.

Sonra içimizde bir şüphe serpilip büyür, hatta yeşerir ve meyveye durur: Galiba yazan o değil. O yazmadıysa kim yazdı o zaman? Bu tür kitapların arkasında kimler var, amaç ne? İnsanlar niçin gölge (hayalet) yazarlara ihtiyaç duyarlar?

Cervantes diye biri

Derler ki, biri, bir gün, yazdıklarını getirmiş Cervantes’e, “Sen yazarsın, bir bak bakalım, nasıl bir roman, işe yarar mı?” Dosyayı okuyan Cervantes, “Öyle yazılmaz, böyle yazılır!” diyerek ortaya çıkarmış Don Kişot’u.

Doğruluk payı hayli düşük bir söylenti bu. Zira biliyoruz ki, La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote kayda geçen ilk roman örneği. İspanya’nın Alcala de Heneras kasabasında, yoksul bir sağlık memurunun yedi çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Miguel de Cervantes Saavedra, donanmanın ambar memuruyken hesapları iyi tutamadığı ve kasa açık verdiği için düştüğü hapiste yazıyor bu romanı. 1605 tarihinde yayınlanıyor ve pek seviliyor.

Eğer Don Kişot bugün yazılmış olsa yayımlanır, bunca ilgi görür müydü? İşte bu şüpheli… Ancak, “Don Kişot’u Cervantes yazmış olmayabilir!” türünde birçok rivayet, bugün de dolaşır aramızda. Galiba okurla buluşan eserin serüvenini yazarın belirlemesi mümkün değil.

Yıllar önce, üç arkadaş konuşuyorduk. İkimiz yazan çizen insanlardık. Üçüncümüz bir konu anlatmıştı; çok etkileyici… O kadar etkilenmiştim ki, kendimi tutamayıp yazmıştım. Sonra diğer arkadaşımın da yazdığını gördüm. İkimizin yazdığı da aynı konuydu, ama çok farklıydı. O daha bir hayal gücüyle düşler dünyasına dalmıştı, bense -yaşımın da etkisiyle olsa gerek- somut bir öyküye… Büyük olasılıkla ikimiz de unuttuk anlatılanı, aradan geçen onca yılda. Aslında o öyküyü anlatan arkadaşımızın “gölge yazarı” idik bir anlamda ikimiz de. Bunu ise şimdi anlıyorum.

Gölge yazarlık da ne ola!

Bilirsiniz işte, herkesin hayatı kendince romandır ve öyle de dillendirir. Ancak hiçbiri de oturup yazmaz o “roman”ı. Herkes yazmalı oysa içinden geçeni; yazamayan çizmeli, oynamalı, boyamalı, oymalı ya da hepsini birden yapmalı…

Hayatının roman olduğuna inananlar birilerini bulup kendi adlarına yazdırırlar neler yaşadılarsa. O birileri işte “gölge yazar” dediklerimiz. Kendi imzalarını atmazlar yazdıklarının altına. Belli bir bedel karşılığı o kişinin imzasıyla yayımlanır yazdıkları eser. Herkes o kişinin yazdığını sanıp övgüler dizer birbiri ardı sıra. Gölge yazara da bir köşede yalnız başına onları seyretmek düşer.

Gölge yazar deyince akla ilk gelenlerden biri Adnan Özyalçıner. Özyalçıner’in şansı, yazdığı, ama imzalayamadığı romanın yazarından kaynaklanıyor: Türkan Şoray.

Hikâye şöyle: Türkan Şoray ününün zirvesinde bir Yeşilçam sultanı. Onun yazacağı romanın satmama olasılığı neredeyse yok. O halde bunun bir yolu bulunmalıydı. Öyle de oldu.

Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilen roman gazeteyi batmaktan kurtardı. Ayrıca, bir başka gölge yazar daha doğurdu o roman: Sennur Sezer.

Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner’in eşiydi ve iyi bir şairdi; romanda bir şiirin yer alması gerekmişti. O şiiri de Sennur Sezer yazmıştı. Elbette Türkan Şoray’ın adıyla…

Ancak öngörülmeyen bir şey gerçekleşti: O şiir öyle tuttu ki, Teoman Alpay tarafından bestelendi ve Belkıs Özener seslendirdi. Bugün dahi severek dinlenen klasikler arasında girdi.

Daha sonra Buruk Acı, 1969’da Nejat Saydam tarafından çekildi. “Tamamen renkli” afiş duyurusuyla tanıtılan filmin senaryosunu Nejat Saydam ile başrol oyuncusu Türkân Şoray’ın yazdığı söylendi tabii.

Burada küçük bir ayrıntının altını belirgin bir şekilde çizmeliyim: Yıllarca Buruk Acı’yı sahiden Türkan Şoray’ın yazıp yazmadığı merak edildi. Kimse gölge şair kim, merak etmedi. Şiirin asilliğinden olsa gerek. Şairin hayatı da şiire dâhil çünkü. Şair şiir olarak yaşıyor çünkü. Şöyle bir süzdü mü karşınızdaki, sizin şair olup olmadığınızı şıp diye anlayabilir çünkü.

Kimler kimler…

Peki, tek örnek mi Buruk Acı? Başka yok mu?

Benim bildiğim birkaç isim daha var. Yazanları biliyorum da, atılan imzaları sormadım bile, kitapların tadı kaçmasın diye. Kim bilir belki de gerçekten çok satanlar da vardır içlerinde…

Sadece edebiyatta değil, farklı alanlardaki farklı çalışmalarda da “gölge yazar”lar var, biliyoruz. Bir iş insanının, bir sporcunun, bir siyasetçinin, bir bürokratın kitabını kendisinin yazmadığı kabulümüzdür, hemen baştan. Kendisi yazanların sayısı, bir elin parmaklarını geçmez. Büyük çoğunluğu hem kurgu bilen hem ritmini koruyan hem ilgi çekmesini sağlayan bir yazarın emeğinin ürünüdür. Edebiyat üzerinden gitmekte yarar var… Bir süre sonra genel kabul görür o kişinin yazarlığı; sürdürenlerin olduğunu biliyorum… ama isim veremem, bağışlayın.

Sektörel bir gazete ve farklı yazarlar

12 Eylül öncesiydi, “Bu sabah devrim olacak!” diye güne başladığımız dönemde, bir etkinlikte yapılacak konuşmanın metnini yazmıştım. Önemli bir toplantıydı ve gerçekten de etkili olmalıydı. “Oğlum da sizin fraksiyondan.” demişti yazmamı öneren. Sonradan sıkı arkadaş olmuştuk, aramızdaki yaş farkına karşın. Dergilere istenen yazıları da ben yazıyordum. Laf aramızda, yerel gazetelere demeçler bile veriyordum, ondan gizli.

80’li yılların başlarında, bir kısa film çektik Rıza Baloğlu (çiçek koksun toprağı) ile… Gazetelere gittik haber yaptırmak için. Kimse ilgilenmedi. Yarın vardı, Ankara’da, keyifli ve etkili bir edebiyat dergisi… Semih Gümüş, “Madem hakkında yazacak kimse bulamadınız kendiniz yazın, o zaman yayımlanır.” dedi ve ilk gölge röportajımı da kendimle yapmış oldum böylelikle, Yarın’da da yayınlandı.

Aradan yıllar geçti, çok şey değişti yaşamımızda… Bir gün, sektörel bir gazete çıkarma hazırlığındaki bir arkadaşım, sektörün en önde gelen biri için yazmamı istedi. “Hayırlı olsun, yolu açık olsun” niteliğinde bir yazı olacağını düşünerek kabul ettim. Meğer başyazarmış. Uzun yıllar onun yazılarını yazdım. Ardından başkaları da geldi. Aynı gazetenin sayfalarında yer alan farklı yazılar için farklı dil tutturmalıydım. Sanırım başardım ki, eksilmediler, arttılar. O başyazar (yani ben), bir gün karar verip sektöre yönelik değil, genel olarak ekonomik, kültürel, yaşama yönelik yazılar yazmaya başladı. Okur başta şaşırdıysa da çabuk kabullendi. İmzayı atan ise o düzeyde olmadığı için kıvranıyordu, belliydi. Yollarımız ayrıldı.

Lüküs Hayat ve Nâzım Hikmet

Edebiyat çevresinde, duyarsınız muhakkak. Birileri bir şekilde kulağınıza fısıldar, söylenti gibi… Çok seyrek olarak kendisi anlatır. Kimse sormaz ama kimin için yazıyorsun, hangi kitap, niye, neden diye…

Edebiyatla yaşıttır herhalde mahlas ya da müstear adla yazmak. Onlarca yazarın yüzlerce adı vardır, şöyle bir bakının. Padişahları alın ele… Koskoca padişah, şiir de mi yazarmış, demesinler diye (belki de “ola ki beğenilmezse dillere düşerim” diye) hepsi mahlas kullanmış. Şaşırmamak elde değil.

Nâzım Hikmet’ten Attila İlhan’a, Aziz Nesin’den Kemal Tahir’e öyle çok ki… Melih Cevdet Anday’ın mahlaslarının sayısı onu buluyor neredeyse. Bir de “Ateş Böceği, Yıldız Böceği, Ağustos Böceği” (Reşat Nuri Güntekin), “İstepne” (Rıfat Ilgaz), İğneyle Kuyu Kazan (Faruk Nafiz Çamlıbel), “Bahri Filefil, Bedri Birdirbir, Fettane Şatifil, Kerami Pestenkerani, Kerim Kihkih, Ord. Prof. Paf-Puf” (Aziz Nesin), “Ben, Bendeniz, Fıkracı, Adsız Yazıcı, İmzasız Adam” (Nâzım Hikmet) gibi gerçekten takma ad olduğu anlaşılan imzalar var. Bunların temelinde yazmak ihtiyacı ve yazdırılmasının engellenmesi yatıyor. Ne yapsın yazarlar; madem engelleniyorlar “gölge yazar” olarak da yazarlar.

Bunları yazarken aklıma gelen bir anıyı da aktarayım izin verirseniz: Cemal Reşit Rey’in ünlü Lüküs Hayat operetinin, “Şişli’de Bir Apartıman” adlı şarkısının sözlerini Nâzım Hikmet yazmış, sakıncalı olduğu için de ne müstear ne mahlas… Doğrudan doğruya gölge yazar olarak… Daha düne kadar o sözlerin Rey’e ait olduğu sanılıyordu.

“Sonu yoktur güzel şarkıların” diyor şair. Ancak şairin şiirce dillendirdiğine uymadığı da oluyor yaşamın. Gölge yazarlık bitiyor örneğin.

Nasıl yani, dediğinizi duyar gibiyim. Yeni bir akım… Yok, akım demeyelim, yeni bir yaklaşım moda diyebiliriz; nehir söyleşiler başlayalı beri gölge yazarlık “gölgede” kaldı. İş insanları, ünlü topçular, popçular ya da siyasi figürler kitap yaz(dır)ıp kendi adlarına yayınlatmak yerine nehir söyleşilerle o heveslerini alıyorlar. Roman yazmak mı? O da olmayıversin artık; bir kitap yeter.

Clinton, Murakami ve diğerleri

Hadi başımızı başka bir yöne çevirelim şimdi de: Hatırlar mısınız, Amerika’nın eski dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın anılarını yazdığı Hard Choices (Zor Seçimler) adlı kitabı çıktığında ortalık biraz karışmıştı. Çünkü hemen hemen herkes biliyordu ki, Bayan Clinton bu kitabı yazacak kalem gücüne sahip değildi. Kitap, ücreti mukabilinde hayalet yahut gölge bir yazara yazdırılmıştı.

Dedikoduların ayyuka çıkma sebebi, basit bir nedene dayanıyordu aslında. Clinton’ın önceki kitaplarında gölge yazarlarla çalıştığı ortaya çıkmıştı çünkü.

Sık sık Nobel adaylığıyla gündeme gelen Haruki Murakami’nin 1Q84 adlı romanını okuyanlar bilirler. Romanın kahramanı Tengo geçimini gölge yazarlık yaparak sağlar. Kendi kitabını ise yazamaz bir türlü.

Benzer bir duruma, eski bir gazeteci ve BBC muhabiri olan Robert Harris’in aynı isimli çok satan Hayalet Yazar romanında da tesadüf ederiz. 2010 yılında beyaz perdeye uyarlanan film, eski İngiliz başbakanının anılarını yazmakla görevlendirilmiş bir hayalet yazarı konu alır. Kitap için araştırma yaparken asla bilmemesi gereken pek çok sırra ulaşır yazar ve hayatı asla eskisi gibi olmaz.

Öte yandan, 1988’den beri Premiere dergisinde, Entertainment Weekly’de; 2017’den bu yana da New Yorker’da yazıları yayımlanan Libby Gelman-Waxner’ın, aslında yazar ve senarist Paul Rudnick olduğunu yenilerde öğrendik. Rudnick, blogunda Waxner’in yakın bir dostu olduğuna dair dedikodular olduğunu belirtiyor ve dedikoduları yalanlamıyor.

Rağbet gören bir meslek

Gölge yazarlık, ara ara kişilerin bireysel olarak yaptıkları bir uğraş olsa da, artık bir şirket veya yayınevi bünyesinde ekip halinde bu işi ifa eden yazarlar mevcut. Şöyle söyleyelim: Sizin adınıza kitap, roman, hikâye, senaryo, tez, köşe yazısı, konuşma ve sunum metni hazırlayan ve yayıncılık dünyasında bir hayli ilgi gören bir meslek artık gölge yazarlık.

Hadi bir adım ileri gidelim: Bilhassa siyasetçilerin, sahne sanatçılarının, akademisyenlerin ve iş dünyasından ünlü isimler, gölge yazarlara dudak uçuklatan rakamlar ödüyorlar. Siparişi (!) veren kişi bilsin veya bilmesin, gölge yazarın kimliği açıklanmıyor; bir uzmanın yardımına başvurulsa dahi gerekmedikçe ilan edilmiyor. Çok çok nadiren gölge yazarın ismi açıklanıyor; o da teşekkür bölümünde…

Bir de “ortak yazar” olarak görünenler var tabii… Bilinen önde, bilinmeyen arkada… Arkadaki eseri yazıyor, öndeki sahipleniyor. Alkışı öndeki, belli bir ücreti ise arkadaki alıyor. Ve susuyor.

Nobel ödüllü yazarların da gölgesi var

Clinton’ın kitabı kadar olmasa da John F. Kennedy’nin de eserini bir gölge yazara yazdırdığının ortaya çıkması, yayın ve siyaset dünyasını biraz çalkaladı.

Gelin görün ki, kimseyi şaşırtmadı. Zira temel meziyeti yazmak olmayan bir siyasetçinin gölge yazar kullanması doğal sayılabilirdi.

Peki, temel uğraşı, asıl meziyeti yazmak olanların da gölge yazarla çalışmasına ne demeli?

1989’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan İspanyol yazar Camilo Jose Cela geliyor hemen aklıma. Hatırlayalım hemen: 2002’de öldüğünde, koca bir gölge yazar ordusuyla senelerce çalıştığı iddia edilmişti. Rivayete göre gölge yazarlar Cela’ya karakter oluşturma ve üslup katma konusunda epey yardımcı olmuşlar.

Çocuk edebiyatının üretken yazarı Thomas Brezina için de söylenir bu. Biraz tersi işler gerçi onda: Konuyu ve karakterleri bulan Brezina’dır; hikâyeyi genişleten ve karakteri canlandıran ise gölge yazarlar.

Meşhur olup da aynı zamanda gölge yazarlık yapan kişiler de var. Bunlardan bazıları şunlar: Katherine Anne Porter, Kingsley Amis, James Ramsey Ullman ve H.P. Lovecraft…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Kasım 2022’de yayımlanmıştır.

Korkut Akın
Korkut Akın
KORKUT AKIN – Yazar, sinemacı ve gazeteci. 1 Nisan 1958 doğumlu. Eskişehir İletişim Fakültesi, Sinema-TV Bölümü 1981 mezunu. İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik yüksek lisansı yaptı, İşletme İktisadı Enstitüsü’nde de ihtisas. Yeşilçam’da reji asistanlığı ve senaryo yazarlığı görevlerinde bulundu. Televizyonlarda kültür sanat programları çekti. Müjdat Gezen Sanat Merkezi ve İstanbul Aydın Üniversitesi’nde sinema dersleri verdi. Okumayı, izlemeyi ve gezmeyi sever. Ödülleri: İFSAK 5. Ulusal Kısa Film Yarışması Büyük Ödül (1983): Voli. REPAŞ 10. yıl Etkinlikleri Kısa Film Ödülü (1986): Gelincik. İzmir Karşıyaka Belediyesi “İnsan Hakları” Konulu Kısa Film Yarışması Mansiyon (1990): Hişt Hişt! O. M. Arıburnu Birincilik Ödülü (1991): Hayat Ne Tatlı. 42. Berlin Video-Fest. Büyük Ödül Adayı (1992): Hişt Hişt! Çağdaş Gazeteciler Derneği Yılın TV Programı Ödülü (1993): İstanbul Sayfaları.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

2
0
Would love your thoughts, please comment.x