İnsanın, insanlardan başka dostları da var. Hatta bazen kedilerin, köpeklerin, daha başka hayvanların insanlardan daha iyi dostlar olageldiğini kim bilmez ki?
Bu tarih boyunca böyleydi. Bazen biri ev, öteki ise bir kasap kedisi olarak bir şiirde, bazen bir filmde, bazen bir evde, bazen sokaklarda, bazen avlu duvarında güneşlenirken, bazen bir romanın serüvenini renklendirirken görürüz kedileri. Filmlerde tıpkı gerçek hayattaki gibi; köpekler sadakati, kediler başına buyruk kendi kurallarını işleten insanı temsil etmektedir. Bu tesadüf değil, çünkü insanlığın sözlü, yazılı ya da görsel serüveninde onlar daima vardı. Kedi kendisine bağlayan şu doğasıyla, insanı daima peşinden sürüklemiştir. İçinden kedi geçen hikâyeler de hep hayatımızda olmuştur.
Panait Istrati’nin Arkadaş başlıklı romanında yaşlı kahramanımızla yaşlı, sadık köpeğinin aynı anda ölmesini unutmak mümkün mü? İkilinin ölümü, sadakatin sembolü! Kediler köpekler gibi değil ama… Onlar, öleceklerini anlayınca basıp giden hayli vakur hayvanlar.
Anımsamalar bizi yenileyecektir
Şimdi kamera konumunu değiştirip, konuya başka bir açıdan bakalım: İnsanı mahveden hiç kuşkusuz yaşadığı hayatı bir aşamadan sonra artık olağan görmeye başlamasıdır. Tabiata ait hayvanların evlerimizdeki varlığı, pencereden izlediğimiz manzaranın intizamı, kuşların göğün boşluğunda uçuşu, mevsimi gelince ağaçların çiçeğe durması… Tüm bu mucizevi olayları bizler kanıksadık ve bu nedenle görememeye başladık.
Demem o ki; hayvanlarla birlikte yaşamanın o büyüleyici güzelliği, alışkanlığa kurban ediliyor. Genel olarak hayvanlar, özel olarak kedilerle birlikte yaşamanın mucizevi güzelliğinin her an farkında kalarak öyle bir hayat her an duyumsanabilir mi?
Hayvanlarla birlikte yaşamaya alışınca büyülü birliktelik elbette monoton hale gelecektir. Bu nedenle hayvanlarla yaşamanın o unutulmuş veya büyüsü yitirilmiş hakikatine yeniden erişebilmek için bir an içinde yaşanılan o hayata yabancılaşmak gerekiyor. Evde kedilerle sürdürülen bir yaşantıya şöyle bir dışarıdan ve yenilenmiş bir gözle bakmanın aracı onlarla ortak serüvenlerde buluşmak olabilir. Filmlerde ve romanlarda hikâye insan ve hayvan dostluğu üzerineyse eğer o birliktelik bize yeniden mucizevi gelmeye başlayacaktır. Yaşanan bir ortam, çevredeki nesneler, daha başka hayvanların varlığı… Bu zaten kendiliğinden mucizevidir! Hayat daima ileri doğrudur, ancak anımsamalar zihinsel coşkumuzu arzulu ve diri tutar.
Sinemada bir metafor olarak kedi
Kediler sokakta insanlara sokulup kendilerini okşatmak ister. Bu sevginin kökleri çok derindedir. Çünkü kedilerin insan hayatında öncelikli bir yeri var. Onların öncelikli olmalarının nedeni insanın yaşadığı her yerde yaşayabilmeleridir. Kamerasını hayata yönelten yönetmenler, bu kedilerin güzelliğini, ayrıksılığını ve arkadaşlığını ilgiyle takip ederek kökleri çok derinlerde bulunan insan-kedi ilişkisini yeniden üretirler.
Filmlerde kediler sahiplenildikleri evlerde kendi özel hayatlarını yaşarlarken, ortalıktaki varlıklarının sakil durmaması o köklü geçmiş nedenine dayanır. Şu hallerine bir bakın. Şu vakur duruşlarıyla yerleşik hayatı hayli içselleştirmiş görünüyorlar. Öte yandan, ev sakinleriyle ilginç ilişkiler kuruyorlar! Böylece kedi, serüveni anlatılan insanların hayatının ve onların hikâyesinin hem önemli bir parçası, hem de filmin dikkate değer kahramanlarından biri haline geliyor.
Anımsayın bir; kimi filmlerde doğrudan bir kedinin ‘kedi’ kimliğiyle yaşadığı serüvenin peşinden sürükleniriz. Kimi zaman da kediler, bir kişiliğin metaforu/eğretilemesi olarak sinema perdesinde karşımıza çıkar. Kedilere başrol verilen Aristokediler çizgi filmi; aristokrat, yani bir eve kabul edilmiş kedilerle, onlar kadar şanslı olmayan sokak kedilerinin çatışmasından eğlence çıkartır. İçinden harikulade caz müziği geçen zengin kız-fakir oğlan hikâyesi!
Kedileri iyi tanı! Çünkü belki de insan kendini ve hayatı, en iyi kedilerle tanır. Şu başroldeki Düşes lakaplı kedi gibi her biri apayrı karaktere ve kişiliğe sahip! İnsanları kedilere çeken bu farklı ve güçlü karakterleri olmalı. Kedi (2023) filminde Paris Hilton gibi ünlü kişiler ve aktörler rol alsa da Mike Myers’in canlandırdığı insan kılığındaki kedi veya kedi kılığındaki insan, şu kedilerin nedenli “oyuncu” hayvanlar olduğunu kanıtlıyor.
Yo! Hafife alamazsınız! Bunların içinde insan ruhu var ya da şu kediler insan karakterine sahip. Gözlerdeki anlama bak! Her şeyi anlıyor!
A Street Cat Named Bob (Bob Adında Bir Sokak Kedisi) adlı filmde eski bir eroinman bunlardan birini sokakta bulmuştu ya hani, anımsayın. Adam o kediyi hayatına alarak tüm hayatının değiştirilmesine izin vermişti. Bu bir kediyle arkadaşlık kurmanın ödülü! Çekinecek ne var? Bir kedinin, nasıl iyileştirdiğini göster bize, Bob!
Filmlerden şair kucağına dönüş
Anımsar mısınız Oblomov-kedi Garfield’i? Her serüvene erinerek atılıp olayların komik halleri peşinde bizi nasıl sürüklemişti? Hayata dokunuş, kedi-insan bağını bir kez daha gösterdi.
Paul Schrader’in yönettiği erotik ve korku filmi Cat People (Kedi Kız) ise bir zamanlar en güzel kadın denilen Nastassja Kinski’nin kişiliğinin metaforu: Kedi! Kedinin kişiliğinin sergilendiği harikulade bir hikâye kedi-dişi-insan… Henüz ilk aşkında bilinçaltı kedi halinde ayaklanan genç kadın böylece vahşi siyah leopara dönüşerek, cinsel uyanışıyla korku ve dehşeti “kedi insanları” aklımıza sokmuştu.
Burada Carl Gustav Jung da anımsanmalıdır: “Bilinçaltının ortak çevirimi!” Cat People filminin derin sırrı: Erkeğin kadınını leopara kurban ettiği eski zaman bütünleşmesi!
Kediler, en fazla da şairlerin arkadaşıdır belki de. Kedinin şairi rahatlatan tarafı evrimini tamamlamış, nadir bir tür olmasına bağlanabilir mi? Şimdi kalkıp gitse kediler sokaklarımızdan, hayatlarımızdan, evlerimizden; en fazla şairlere dokunur bu terk ediliş, yalnız yaşayan kadınlara bir de ve belki çocuklara, belki çocukluğumuza…
Bulgakov’un kara kedisi ya da öteki kediler
Mihail Bulgakov’un, Usta ile Margarita başlıklı şu harikulade romanında insan tarzında yürüyebiliyordu bir kedi. Bununla yetinmiyor, insan gibi konuşuyordu. Bunlar daha bir şey mi? Behemoth ismini gururla taşıyan o kibir anıtı, ortalıklarda azılı satranç müptelası gibi dolaşıyor. Devasa gövdeyle, bir kurt kedi! Öyle tuhaf ki! Arka ayakları üzerinde insan gibi yürümeye cüret ediyor. Güzelliğiyle kar altında süzülen Moskova kentinin sakinleri, onu izlerken halüsinasyon gördüğünü sanıyor!
Usta ile Margarita romanının okuyucularını o kadar kolaylıkla içine çeken Bulgakov’un dil ustalığı kadar o ilginç devasa kedidir de! İnsan gibi bir kedi, kedi gibi bir insan bu Behemoth! Kısa, şişman, yırtık şapkalı! Bir macera adamı! Gerçekten peşine düşülmeye değer. Her yerde, özellikle Moskova sokaklarında yanında daima meslektaşı Koroviev Fagot da var. İşte bir kedi! Behemoth insan davranışlarıyla şaşırtıcı. Galiba veya kesinlikle bir insan o!
Sürahiden kendine su dolduruşuna bakar mısınız? Şu tramvaya binişine! İnsanlara pati sallıyor. Muzip şey! Bakın! Tramvay ücretini ödüyor. Şu bıyık büküş! Haksız mı Moskovalı, onun ortadan kaybolmasından sonra sokaklarda siyah kedileri toplamakta? Bu kara kedinin kafasının içi hayli karışık. İnsanlar gibi, farklı mizaçlarını kendi kendine bir araya getiriyor. Kapıları açması, kadınlara hükmedişi, insanları salon beyefendileri gibi selamlayışı… Hatta felsefe yapıp akıl yürüterek münazaralarda bulunması… Bugüne dek yalnız Johann Wolfgang von Goethe için söylenen bir söz artık devasa kedi Behemoth için söylenebilir: İşte bir adam!
Edgar Allan Poe’nun Kara Kedi başlıklı kitabının içinde de beş öykü var. Bu kitapta yer alan ilk hikâye kara kedi üzerinden ilerliyor. Bir, kedi ve gerilim serüveni ortaya çıkıyor.
Bütün bir hayatı değiştiren kedinin hikayesi
Nils Uddenberg’in Kedim ve Ben başlıklı kitabında, bir hayvanla yaşamayı aklından bile geçirmeyen Nils Uddenberg bir kış günü, donmak üzereyken, sokakta rastladığı bir kediyi evine, dolayısıyla da hayatına almasıyla bütün hayatı değişiyor. Kedi, doğası gereği öyle bir varlık; kimi kentler gibi… O kentlere gelenler, orayı değiştiremezler, eninde sonunda oraya benzerler. Kedi işte öyle bir hayvan; Nils Uddenberg, kedi-insan arasındaki ilişkiyi bu açıdan ele alıyor; çünkü kedilerin insanlarınkine benzer duygular taşıyabileceğini öngörüyor. Böylece, insanların kedilere niçin öylesine sıkı bağlandığını ve o köklü bağlılığın ne mana taşıdığını gözlemeye başlıyor.
Doris Lessing ise Kedilere Dair başlıklı kitabında, kedilerin, örneğin koyunlar gibi birörnek karaktere sahip olmadığını, her birinin (tıpkı insanlar gibi) özgün karakteri bulunduğunu öngördüğü için, kitabı (kitabının başlığına bakmayın siz) kedilere dair değil de, hayatına giren kedilere dairdir. Hatta kitabında anlattıkları, kendi kedilerinin hiç değiştirilmemiş hüzün dolu kedi hikâyeleridir.
Bir fenomen
Tam burada yeniden Mihail Bulgakov’un romanına dönülebilir. Çünkü Behemoth, sanki tüm kedi hikâyelerinin aynı başkahramanı gibi dolaşmaktadır.
Bulgakov’un kedisinin tavırlarında bir kabadayı, hatta dolandırıcı havası yok değil. İşte o sevimli fırlama kendi vahşetinden zevk alarak kendine ve romana ilgimizi iyice güçlendiriyor. O ne kirli oyunlar! İnsanı çıldırtmaktan keyif alıyor.
Bulgakov, kara kediden, okuyucularını peşinden merakla sürükleyen bir çağdaş mit yaratmış bulunuyor. Behemoth, akıllı olduğu kadar da yaratıcı! Özgün şakaları ve esprileri, bu nedenle okuyucular tarafından kolaylıkla anımsanır. Öyle ki onun esprilerini hangi ahmak kısa süreli belleğine atar ki! Anımsamalar, yaşanmışlıkları daima süslerken…
Behemoth, Moskovalıların değişik şanssızlıklarına komik kişiliğiyle kendi yol açmamış tavırlarıyla her işten kolayca sıyrılır, fakat daireyi yakmış, sorunların müsebbibi ve saygın başkent sakinlerini cezalandıran bir kişi halinde ortaya çıkacaktır. Kötülüğün güçlerinin o ebedi sembolü Behemoth, sonunda okuyucunun karşısına Şeytan’ın temsili bir genç olarak gelir. Zaten adı mitolojiden çekilip alınmadır.
Kedi ve kadın, dolayımsız olarak da dişilik daima yan yana getirilir. Colette de, kitabının başlığını Dişi Kedi olarak bu nedenle tayin etmiş olmalıdır. Öyledir de; genç bir kadın, genç bir erkek ve dişi bir kedi, hikâyede bir üçgeni oluşturur. Kedi karakter olarak kıskançlığı yaşar ama bu duygusunu kolay belli etmeyecek kadar da vakur bir hayvandır. Dişi Kedi hikâyesi de, bunun üzerine kurulmuştur. Böylece Colette, evrenselliği tartışma götürmez kıskançlık halini bir kedi üzerinden derinleştirmiştir. Okuyucuyu sarsıp kıskançlık hakkında kendisini sorgularken çıplak bir hale getirmiştir. Kadının sevgilisi, kadını kedisi Saha’dan kıskanmaktadır. Bir süre sonra da adam, kadının hayatında kedisinden başkasına yer olmadığını fark eder. Zaten anlatılan hikâye, bu fark etme sürecinde yaşanır. Gerçek dünyada yalnız kalan kadınların kedilerine sarılmasının, ancak hayatlarına bir adam katıldığında kadınların kedilerden vaz geçmelerinin tersi bir durum. Colette’in hikâyesi de zaten bu nedenle ilginç hale gelmektedir.
Kedi, romanlarda olduğu kadar sinemada önemli bir figür, bazen de önemli bir karakter! Çünkü her kedi, kamera karşısında inandırıcıdır. Onun rolü vardır, ama asla oynamayacağı için, kedi kendiliğinden üstün nitelikte bir oyuncudur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 27 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.