İstanbul’un karanlık yüzü – Sırlar, mekânlar, olaylar

“İstanbul insanı yoran, ama yorgunluğu güzel olan bir şehir. Tam kırk yıldır sokaklarında dolaşmaktan, o muazzam tarihi yapılarına, evlerine kafamı kaldırıp merakla ve hayretle bakmaktan usanmadığım bir şehir. Eh, böylesi kadim bir şehrin de ne güzelliği biter, ne sırları, ne de efsaneleri…” Zeynep Kasap yazdı.

İstanbul; içi hazinelerle dolu şehir. Hazineyi bulmak isteyenin anahtar avucunda. Ama açınca kilidi yeni bir hazine sandığı daha çıkar ortaya. Görebilene ne mutlu. Öyle ya görmeyi bilmek de marifet. Veya görebilmek de bir sır, bir tılsım…

İçinde yaşayıp da güzelliklerini gör(e)meyenler geliyor aklıma. Kederleniyorum.

Kabul; İstanbul kaosu, karmaşası, yorgunluğu bitmeyen bir şehir. Doğma büyüme bir İstanbullu olarak katılıyorum bu sözlere. Ama yanına birkaç cümle ekleyerek.

İstanbul insanı yoran, ama yorgunluğu güzel olan bir şehir. Tam kırk yıldır sokaklarında dolaşmaktan, o muazzam tarihi yapılarına, evlerine kafamı kaldırıp merakla ve hayretle bakmaktan usanmadığım bir şehir. Her gün yeni bir sırrını güzelliğini açan mucizevi bir şehir. Yüzyıllardır yazıla yazıla, kazıla kazıla gizleri bitmeyen bir şehir.

Eh, böylesi kadim bir şehrin de ne güzelliği biter, ne sırları, ne de efsaneleri… Taşı toprağı altın sonuçta. Abartıyorsun diyenler bulunan gömüleri araştırıversinler. Taşı toprağı sır dolu. Bunu da en çok İstanbullular bilir.

İstanbul’un gizemlerini anlatmaya sayfalar yetmez. Bu yüzden de anlata anlata bitirememiş kimse. Tam her sırrını çözdük derken yeni bir sırra gebe. Velhasıl size anlatacağım sır ve efsaneler de maalesef sınırlı sayıda olacak.

Birkaçına başlayalım hemen.

Pierre Loti Tepesi – Cellat Mezarlığı

İstanbul’a ilk defa gelenlerin de, İstanbul’da yaşayanların da her fırsatta gitmek için can attığı muhteşem Haliç manzarasına sahip Pierre Loti Tepesi’nde bulunan çay bahçesinde çayını kahveni alıp kurulursun manzaraya ve dalarsın hayallere. Eyüp’te bulunan bu güzel tepeye Âşıklar Tepesi de derler.

Peki, bu romantik tepede Cellat Mezarlığı olduğunu biliyor muydunuz? Yanlış duymadınız dünyanın tek cellat mezarlığı buradaymış. Nefesimizi kesen güzellikteki bir tepede nefes kesenler yatarmış da haberimiz yokmuş. Günümüzde cellat mezarlığı normal mezarlıkla birbirine karışmış durumda.

Pierre Loti mezarlığında nice Türk büyükleri şairler yazarlar evliyalar yatar. Hepsini bilirdik, duyardık da Cellat Mezarlığından çok az söz edilir nedense. Osmanlı İmparatorluğu’nda görevli olan bu cellatlar öldükten sonra üzerlerine beddua okunmasın, aileleri dışlanmasın diye mezar taşlarına isimleri ya da onlara dair herhangi bir bilgi yazılmazmış.

Cellat Mezarlığı

Cellatlardan konu açılmışken, Topkapı Sarayı’nda bir de Cellat Çeşmesi vardır. Bu çeşmeye Siyaset Çeşmesi de denir. İdama mahkûm olanların başları burada kesilir, cellatlar satır ve bıçaklarındaki kanı bu çeşmede yıkayıp temizlermiş.

Osmanlı’da idam cezasını dilsiz ve sağırlardan oluşan cellatlar yerine getirirmiş. Vatan hainlerinin casuslukların infazı ise Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda gerçekleşirmiş.

Biraz vahşetle başlamış olabiliriz o zaman başka bir aşka galata ya geçelim.

Galata Kulesi

İlk olarak 507-508 yılları arasında Bizans İmparatoru Justinianos tarafından Fener Kulesi olarak inşa edilen Galata Kulesi, Cenevizliler zamanında Savunma Kulesi’ne dönüştürülür.

İstanbul’un fethi sonrasında da Osmanlılara geçer ve bir dönem zindan olarak kullanılır. Günümüzde ise müze…

Kuleye kimi İstanbul’u seyretme niyetiyle çıkıyor kimi dilek dilemek için…

Bir Roma efsanesine göre Galata Kulesi’ne ilk kiminle çıkarsan onunla evlenirsin. İlk kez birlikte çıkan erkekle kadın mutlaka evlenir diyen ve inanan da çok.

Bir umutla buraya sevdiceğiyle çıkanlar da var, aman es kaza efsane gerçek olur kankamızla evlenmeyelim diye kaçan da…

Galata’ya sevdiği ile çıkıp evlenenler var. Son anda bir aksilik olup çıkamayan akabinde ayrılan da. Sizce tesadüf mü, yoksa var mı bu efsane de bir gerçeklik payı?

Ben efsanelere pek inanmam. Galata Kulesi’ne bir kez ve tek olarak çıkmıştım. Hâlâ tekim. Karar sizin efendim.

Kiminle çıkarsanız çıkın, o atmosfere, o manzaraya hayran kalarak döneceğinizden eminim.

Rüyalardaki Kilise Ayasofya

Hayaller ve umutlardan rüyalara geçelim.

Bizans İmparatoru Justinianus Ayasofya’yı yaptırmak için en ünlü mimarları İstanbul’a davet eder ve yaptıracağı kilise için birer taslak çizmelerini ister. Ne var ki çizilen hiçbir taslak onun içine sinmez. Bir gece üzgün bir şekilde uyuyakalır. Rüyasında Ayasofya’nın kurulacağı yerde sağına soluna bakıp her köşe de durup biraz bekleyen temiz yüzlü bir ihtiyar görür. Elinde bir levha, levhanın üzerinde de bir kilise resmi vardır. Bu resim imparatorun hayalindeki kilisedir. Sabah uyanınca sevinçle mimarını çağırır ve rüyasındaki kiliseyi tarif ederek çizmesini ister. Mimar şaşkınlıkla elindeki çizimi gösterir. İmparatorun tarif ettiği kilisedir bu. Mimar imparatorla aynı gece bir rüya görmüş, unutmamak için sabaha kadar çalışıp onu kâğıda çizmiştir.

İşte Ayasofya’ya birazda bu yüzden ‘rüyalardaki kilise’ denir.

Rüya demişken, Evliya Çelebi, peygamber efendimizi gördüğü bir gece rüyasında, “Şefaat ya Resulallah” diyeceği yerde, dili sürçerek, “Seyahat ya Resulallah” deyiverir. Böylece ömrü yollarda, ülkelerde ve şehirlerde geçirir. Ve on ciltlik Seyahatname adlı meşhur gezi kitabını yazar.

Evliya Çelebi, seyahatnamesinin “Ayasofya’nın tılsımları” bölümünde şunları paylaşır:

“Camide 361 kapı vardır. Fakat 100’ü çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere daha saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha büyüktür. Bunun tahtalarının Hazreti Nuh’un Cudi Dağı’ndaki gemisinin enkazından olduğu söylenmektedir.”

Boğazın zarif kulesi ve sırları

Kız Kulesi hakkında birçok efsane ve hikâye var. En çok bilineni yılan tarafından sokulan prensestir.

Zamanın Kâhini, Bizans İmparatoru’na, kızının on sekizinci yaşına basmadan zehirli bir yılan tarafından sokularak öleceğini söyler. İmparator denizin ortasındaki küçük adaya bir kule yaptırır ve kızını oraya yerleştirir. Bu adaya imparatordan başkası ayak basamaz. Yalnızca prensese yemek bırakılır ve dönülür. Prenses on sekizinci yaşına basmak üzereyken imparator kızına çok sevdiği meyvelerden bir sepet yaptırılıp gönderilmesini ister. Fakat sepetin içine meyvelerin arasına gizlenmiş yılan, prensesi ısırarak ölümüne neden olur.

İmparator yasa boğulur, toprağa koyarsa, yılanların kızının narin bedenine daha fazla zarar vereceklerini düşünerek prensesin bedenini mumyalatır ve pirinçten yaptırdığı bir tabuta koydurtur.

Tabutun üzerinde, “Tehlike var. Bu tabuta sakın dokunmayın” yazdığı söylenir.

Bu tabutun Ayasofya’daki tabut olduğu da rivayetler arasında. İlginç olan şey ise bu tabutun üzerinde iki tane yılan deliğinin olmasıdır.

Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bulunan tabutun üzerinde “Tehlike var. Bu tabuta sakın dokunmayın” yazar. Çünkü bir başka rivayete göre, tabuta dokunulursa büyük bir gürültü başlıyor ve tüm yapı sallanıyormuş.

Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre tabutun koruyuculuğunu üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.

Ayasofya’nın üçüncü kez inşa edildiğini düşününce insan ürpermeden edemiyor doğrusu.

Kız Kulesi hakkında bahsedilen bir şey de Kız Kulesi’nin altında gizli tüneller ve odalar olduğudur.

Antika Koleksiyoncusu Sir Francis Crick, eline geçen bir defter içindeki çizimlerden yola çıkarak araştırma yapmak üzere İstanbul’a gelir. Defterdeki çizime göre Kız Kulesi’nin altında bir tünel gözükmektedir. O zamanın Türkiye’deki İngiltere Büyükelçisi ile bağlantı kurar ve araştırma izni ister. Kendisine bir koruma ile beş günlük izin verilir.

Elindeki deftere göre geçidin olması gereken yere geldiğinde kocaman bir kayadan başka bir şey bulamaz. Bunun üzerine ertesi gün o kayanın kırılması yönünde planlar yapar ve koruma memuruna o gün sadece gezeceklerini, keşif yapacaklarını, başka bir şey yapmayacaklarını ve yalnız çalışırlarsa daha hızlı sonuç alacaklarını, bu yüzden gelmemesini belirtir. Korumayı atlatan Sir, yaveri ile kuleye gider ve kayayı kırmaya başlar, fakat kırdıklarını kayanın ardından bir kaya daha çıkar. Onu da kırmayı başardıktan sonra bir tünelle karşılaşır. Tünelin sonunda bir kapı vardır. Zorla eritip açtığı kapının arkası dar ve karanlık bir geçittir.

İçerisi odacıklardan meydana gelmekte, bu odalarda çürümüş masa, sandalye kalıntıları ve bir cüceye ait olduğunu düşündüğü minik bir kılıç vardır. Söz konusu kılıç, araştırmalarına göre 2000 yıllık çıkar. Yaşadıklarını ve bulduklarını kimseye anlatmadan ölen Sir Crick’in sırrı 2004 yılında vefat ettiğinde bir yakını tarafından, banka kasasında sakladığı fotoğraf ve defterleri ile ortaya çıkarılır.

İstanbul’un gizli tünelleri, geçitleri Kız Kulesi ile bitmiyor elbette. Tarih kitaplarına konu olan, halk arasında kulaktan kulağa yayılan, bazı geçitlerin de yeni kazılarla, eski evlerin yıkılmasıyla, metro ya da Marmaray yapımı sırasında ortaya çıktığını bir çoğumuz biliyoruz. Bazılarına haberlerden bazılarına da bizzat şahit olmuşuzdur.

İstanbul un altı da üzeri kadar büyüleyici ve merak uyandırıcı.

Her birinde sırlar, gizemler, medeniyetler…

Dikilitaş’ın gözleri

Kız Kulesi’nden çıkıp Avrupa yakasına geçiyorum. Sultanahmet Meydanı’nda M.Ö 15. yüzyılda yaptırılan Dikilitaş’ın önünde duruyorum.

Taşı, Roma İmparatoru Theodosius Mısır’dan getirterek şimdiki yerine yerleştirtmiş.

Antik Mısır döneminde güneş tanrısı Ra’yı sembolize eden dikili taşlar, Mısır mimarisinde önemli bir yere sahip. Bu taşlar dünyanın birçok yerindeki önemli şehirlerde bulunur ve birçok sır barındırdığına dair inanışlar vardır.

İstanbul’daki Dikilitaş bunların en önemlilerinden biridir.

Şu taşın bir dili olsa da konuşsa, demek istiyorum, ama o bana, dilim yok, gözlerim var, diye cevap veriyor. Yoksa Dikilitaşların üzerinde her tarafı gözleyen varlıkların olduğu söylentisi doğru mu? Kim bilir.

Moda’da Dame de Sion Okulu

Yeraltı tünelleri deyince aklımıza Moda, hele hele Dame de Sion pek gelmez.

Moda adı nereden geliyor, tam olarak bilinmiyor. Bir rivayete göre Motta’dan geliyor. Motta, çevresi sularla çevrili şato demek. İşin hoş tarafı, Moda burnunda böyle bir şatonun varlığı bilinmiyor. Kulaktan kulağa nesilden nesile aktarılan bir hikâye olsa gerek.

Bildiğimiz şey, İstanbul’un meşhur yeraltı tünelleri ve geçitlerinin burada da bulunduğu.

Pınar Erkan’ın aktardığına göre; Moda’da eskiden bir manastır varmış. Bütün Moda Burnu bu manastırın bağları imiş. İşte bu manastırın altından Moda Deniz Kulübü’nün olduğu noktaya kadar bir tünel uzandığı söylenir.

Moda’daki Dame de Sion Kız Okulu binasının altından Moda burnunda denize kavuşan bir tünel bulunduğu veya Yeldeğirmeni’nde geçen yüzyılda çok revaçta olan misyoner okullarının altında yakınlarındaki dini yapılara bağlanan gizli geçitler olduğu rivayetleri de söz konusu.

İstanbul’un kuruluş hikâyesi

İstanbul, İstanbul deyip durduk. Son sözleri onun kuruluş hikâyesine ayırmazsak haksızlık etmiş oluruz.

Hans Hermann Russack, İstanbul’un kuruluşuyla ilgili şu efsaneden söz ediyor:

“Krizopolis’te (Üsküdar) rakibi Licinus’u yenen Konstantinos, bir gece rüyasında Roma İmparatorluğu’nun batmak üzere olduğunu gördü. İmparator, eski Roma’nın temelini kuran Ene’nin memleketi Ilion’a (Truva) gidip orada yeni başkentini kurmaya karar verdi. Burada, Roma’ya beşik olan Truva, eskisinden de güzel yapılacak ve Roma şehriyle imparatorluğunun yıkılmasından bu suretle kaçınılacaktı.

Kayser Konstantinos, Ajaks’ın mezarını merkez tutarak bizzat yeni başkentinin hudutlarını çizmeye başladı. Duvarlar yükseliyor, şehrin kapıları meydana çıkmaya başlıyordu. Tam o sırada Kayser bir rüya daha gördü. Paçavralara bürünmüş bir kadın kendisinden giyecek dileniyordu.

Tabirciler kaysere, başka bir yıkık şehri tekrar meydana getirmesini söylediler. Konstantinos son ve kesin zaferini kazandığı Khalkedon’u (Kadıköy) hatırladı ve Truva’nın yarı tamamlanmış duvar ve kulelerini olduğu gibi bırakarak, Khalkedon’da yeniden ölçüp biçmeye başladı. Fakat gökten inen görkemli bir kartal, kayserin elinden ölçü ipini kaptı ve denizi aşarak eski Bizans şehrinin kapısı önüne bıraktı.

Konstantinos Tanrı’nın işaretini anlamakta gecikmedi ve kartalın ölçü ipini düşürdüğü Bizans duvarları önünde tekrar işe koyulup yeni Roma’nın hudutlarını çizmeye başladı. Elinde mızrağı, ağır ağır yeni başkentinin hudutlarını adımlıyordu. Maiyeti, imparatorun denizden denize, Haliç ile Marmara arasındaki bomboş tarlalar üzerinde ne kadar geniş bir hudut adımladığına hayret etmeye başladı; “Efendimiz, daha nereye kadar gideceğiz?” diye sorduklarında, Konstantinos cevap verdi: “Önümden giden duruncaya kadar!” Çünkü imparatorun önünde, maiyetinin göremediği bir melek, durmadan yol gösteriyordu. Nihayet melek, Marmara kıyılarına gelince durdu ve imparator oraya mızrağını saplayarak şehrin hududunu çizmiş oldu. İşte İstanbul’un ilk hududu böyle çizildi ve surlar bu ilahi işarete göre inşa edildi.”[1]

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Hans Hermann Russack, “İstanbul ve Efsaneleri”, İstanbul 1453-1953 (Resimli Hayat ilâvesi), İstanbul 1953, s. 32-33.

Zeynep Kasap
Zeynep Kasap
Zeynep Kasap - Şair, öykü ve deneme yazarı. İstanbul doğumlu. Memleketi Konya. Çeşitli dergilerde yazıları yayımlanmakta. İki öykü ve bir şiir kitabı var. 21 Kadın 21 Öykü kollektif kitapta bir öyküsüyle yer aldı. Hayat boyu öğrenmeyi savunuyor. Yeni Medya ve Gazetecilik okuyor; özel bir şirkette çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İstanbul’un karanlık yüzü – Sırlar, mekânlar, olaylar

“İstanbul insanı yoran, ama yorgunluğu güzel olan bir şehir. Tam kırk yıldır sokaklarında dolaşmaktan, o muazzam tarihi yapılarına, evlerine kafamı kaldırıp merakla ve hayretle bakmaktan usanmadığım bir şehir. Eh, böylesi kadim bir şehrin de ne güzelliği biter, ne sırları, ne de efsaneleri…” Zeynep Kasap yazdı.

İstanbul; içi hazinelerle dolu şehir. Hazineyi bulmak isteyenin anahtar avucunda. Ama açınca kilidi yeni bir hazine sandığı daha çıkar ortaya. Görebilene ne mutlu. Öyle ya görmeyi bilmek de marifet. Veya görebilmek de bir sır, bir tılsım…

İçinde yaşayıp da güzelliklerini gör(e)meyenler geliyor aklıma. Kederleniyorum.

Kabul; İstanbul kaosu, karmaşası, yorgunluğu bitmeyen bir şehir. Doğma büyüme bir İstanbullu olarak katılıyorum bu sözlere. Ama yanına birkaç cümle ekleyerek.

İstanbul insanı yoran, ama yorgunluğu güzel olan bir şehir. Tam kırk yıldır sokaklarında dolaşmaktan, o muazzam tarihi yapılarına, evlerine kafamı kaldırıp merakla ve hayretle bakmaktan usanmadığım bir şehir. Her gün yeni bir sırrını güzelliğini açan mucizevi bir şehir. Yüzyıllardır yazıla yazıla, kazıla kazıla gizleri bitmeyen bir şehir.

Eh, böylesi kadim bir şehrin de ne güzelliği biter, ne sırları, ne de efsaneleri… Taşı toprağı altın sonuçta. Abartıyorsun diyenler bulunan gömüleri araştırıversinler. Taşı toprağı sır dolu. Bunu da en çok İstanbullular bilir.

İstanbul’un gizemlerini anlatmaya sayfalar yetmez. Bu yüzden de anlata anlata bitirememiş kimse. Tam her sırrını çözdük derken yeni bir sırra gebe. Velhasıl size anlatacağım sır ve efsaneler de maalesef sınırlı sayıda olacak.

Birkaçına başlayalım hemen.

Pierre Loti Tepesi – Cellat Mezarlığı

İstanbul’a ilk defa gelenlerin de, İstanbul’da yaşayanların da her fırsatta gitmek için can attığı muhteşem Haliç manzarasına sahip Pierre Loti Tepesi’nde bulunan çay bahçesinde çayını kahveni alıp kurulursun manzaraya ve dalarsın hayallere. Eyüp’te bulunan bu güzel tepeye Âşıklar Tepesi de derler.

Peki, bu romantik tepede Cellat Mezarlığı olduğunu biliyor muydunuz? Yanlış duymadınız dünyanın tek cellat mezarlığı buradaymış. Nefesimizi kesen güzellikteki bir tepede nefes kesenler yatarmış da haberimiz yokmuş. Günümüzde cellat mezarlığı normal mezarlıkla birbirine karışmış durumda.

Pierre Loti mezarlığında nice Türk büyükleri şairler yazarlar evliyalar yatar. Hepsini bilirdik, duyardık da Cellat Mezarlığından çok az söz edilir nedense. Osmanlı İmparatorluğu’nda görevli olan bu cellatlar öldükten sonra üzerlerine beddua okunmasın, aileleri dışlanmasın diye mezar taşlarına isimleri ya da onlara dair herhangi bir bilgi yazılmazmış.

Cellat Mezarlığı

Cellatlardan konu açılmışken, Topkapı Sarayı’nda bir de Cellat Çeşmesi vardır. Bu çeşmeye Siyaset Çeşmesi de denir. İdama mahkûm olanların başları burada kesilir, cellatlar satır ve bıçaklarındaki kanı bu çeşmede yıkayıp temizlermiş.

Osmanlı’da idam cezasını dilsiz ve sağırlardan oluşan cellatlar yerine getirirmiş. Vatan hainlerinin casuslukların infazı ise Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda gerçekleşirmiş.

Biraz vahşetle başlamış olabiliriz o zaman başka bir aşka galata ya geçelim.

Galata Kulesi

İlk olarak 507-508 yılları arasında Bizans İmparatoru Justinianos tarafından Fener Kulesi olarak inşa edilen Galata Kulesi, Cenevizliler zamanında Savunma Kulesi’ne dönüştürülür.

İstanbul’un fethi sonrasında da Osmanlılara geçer ve bir dönem zindan olarak kullanılır. Günümüzde ise müze…

Kuleye kimi İstanbul’u seyretme niyetiyle çıkıyor kimi dilek dilemek için…

Bir Roma efsanesine göre Galata Kulesi’ne ilk kiminle çıkarsan onunla evlenirsin. İlk kez birlikte çıkan erkekle kadın mutlaka evlenir diyen ve inanan da çok.

Bir umutla buraya sevdiceğiyle çıkanlar da var, aman es kaza efsane gerçek olur kankamızla evlenmeyelim diye kaçan da…

Galata’ya sevdiği ile çıkıp evlenenler var. Son anda bir aksilik olup çıkamayan akabinde ayrılan da. Sizce tesadüf mü, yoksa var mı bu efsane de bir gerçeklik payı?

Ben efsanelere pek inanmam. Galata Kulesi’ne bir kez ve tek olarak çıkmıştım. Hâlâ tekim. Karar sizin efendim.

Kiminle çıkarsanız çıkın, o atmosfere, o manzaraya hayran kalarak döneceğinizden eminim.

Rüyalardaki Kilise Ayasofya

Hayaller ve umutlardan rüyalara geçelim.

Bizans İmparatoru Justinianus Ayasofya’yı yaptırmak için en ünlü mimarları İstanbul’a davet eder ve yaptıracağı kilise için birer taslak çizmelerini ister. Ne var ki çizilen hiçbir taslak onun içine sinmez. Bir gece üzgün bir şekilde uyuyakalır. Rüyasında Ayasofya’nın kurulacağı yerde sağına soluna bakıp her köşe de durup biraz bekleyen temiz yüzlü bir ihtiyar görür. Elinde bir levha, levhanın üzerinde de bir kilise resmi vardır. Bu resim imparatorun hayalindeki kilisedir. Sabah uyanınca sevinçle mimarını çağırır ve rüyasındaki kiliseyi tarif ederek çizmesini ister. Mimar şaşkınlıkla elindeki çizimi gösterir. İmparatorun tarif ettiği kilisedir bu. Mimar imparatorla aynı gece bir rüya görmüş, unutmamak için sabaha kadar çalışıp onu kâğıda çizmiştir.

İşte Ayasofya’ya birazda bu yüzden ‘rüyalardaki kilise’ denir.

Rüya demişken, Evliya Çelebi, peygamber efendimizi gördüğü bir gece rüyasında, “Şefaat ya Resulallah” diyeceği yerde, dili sürçerek, “Seyahat ya Resulallah” deyiverir. Böylece ömrü yollarda, ülkelerde ve şehirlerde geçirir. Ve on ciltlik Seyahatname adlı meşhur gezi kitabını yazar.

Evliya Çelebi, seyahatnamesinin “Ayasofya’nın tılsımları” bölümünde şunları paylaşır:

“Camide 361 kapı vardır. Fakat 100’ü çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere daha saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha büyüktür. Bunun tahtalarının Hazreti Nuh’un Cudi Dağı’ndaki gemisinin enkazından olduğu söylenmektedir.”

Boğazın zarif kulesi ve sırları

Kız Kulesi hakkında birçok efsane ve hikâye var. En çok bilineni yılan tarafından sokulan prensestir.

Zamanın Kâhini, Bizans İmparatoru’na, kızının on sekizinci yaşına basmadan zehirli bir yılan tarafından sokularak öleceğini söyler. İmparator denizin ortasındaki küçük adaya bir kule yaptırır ve kızını oraya yerleştirir. Bu adaya imparatordan başkası ayak basamaz. Yalnızca prensese yemek bırakılır ve dönülür. Prenses on sekizinci yaşına basmak üzereyken imparator kızına çok sevdiği meyvelerden bir sepet yaptırılıp gönderilmesini ister. Fakat sepetin içine meyvelerin arasına gizlenmiş yılan, prensesi ısırarak ölümüne neden olur.

İmparator yasa boğulur, toprağa koyarsa, yılanların kızının narin bedenine daha fazla zarar vereceklerini düşünerek prensesin bedenini mumyalatır ve pirinçten yaptırdığı bir tabuta koydurtur.

Tabutun üzerinde, “Tehlike var. Bu tabuta sakın dokunmayın” yazdığı söylenir.

Bu tabutun Ayasofya’daki tabut olduğu da rivayetler arasında. İlginç olan şey ise bu tabutun üzerinde iki tane yılan deliğinin olmasıdır.

Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bulunan tabutun üzerinde “Tehlike var. Bu tabuta sakın dokunmayın” yazar. Çünkü bir başka rivayete göre, tabuta dokunulursa büyük bir gürültü başlıyor ve tüm yapı sallanıyormuş.

Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre tabutun koruyuculuğunu üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.

Ayasofya’nın üçüncü kez inşa edildiğini düşününce insan ürpermeden edemiyor doğrusu.

Kız Kulesi hakkında bahsedilen bir şey de Kız Kulesi’nin altında gizli tüneller ve odalar olduğudur.

Antika Koleksiyoncusu Sir Francis Crick, eline geçen bir defter içindeki çizimlerden yola çıkarak araştırma yapmak üzere İstanbul’a gelir. Defterdeki çizime göre Kız Kulesi’nin altında bir tünel gözükmektedir. O zamanın Türkiye’deki İngiltere Büyükelçisi ile bağlantı kurar ve araştırma izni ister. Kendisine bir koruma ile beş günlük izin verilir.

Elindeki deftere göre geçidin olması gereken yere geldiğinde kocaman bir kayadan başka bir şey bulamaz. Bunun üzerine ertesi gün o kayanın kırılması yönünde planlar yapar ve koruma memuruna o gün sadece gezeceklerini, keşif yapacaklarını, başka bir şey yapmayacaklarını ve yalnız çalışırlarsa daha hızlı sonuç alacaklarını, bu yüzden gelmemesini belirtir. Korumayı atlatan Sir, yaveri ile kuleye gider ve kayayı kırmaya başlar, fakat kırdıklarını kayanın ardından bir kaya daha çıkar. Onu da kırmayı başardıktan sonra bir tünelle karşılaşır. Tünelin sonunda bir kapı vardır. Zorla eritip açtığı kapının arkası dar ve karanlık bir geçittir.

İçerisi odacıklardan meydana gelmekte, bu odalarda çürümüş masa, sandalye kalıntıları ve bir cüceye ait olduğunu düşündüğü minik bir kılıç vardır. Söz konusu kılıç, araştırmalarına göre 2000 yıllık çıkar. Yaşadıklarını ve bulduklarını kimseye anlatmadan ölen Sir Crick’in sırrı 2004 yılında vefat ettiğinde bir yakını tarafından, banka kasasında sakladığı fotoğraf ve defterleri ile ortaya çıkarılır.

İstanbul’un gizli tünelleri, geçitleri Kız Kulesi ile bitmiyor elbette. Tarih kitaplarına konu olan, halk arasında kulaktan kulağa yayılan, bazı geçitlerin de yeni kazılarla, eski evlerin yıkılmasıyla, metro ya da Marmaray yapımı sırasında ortaya çıktığını bir çoğumuz biliyoruz. Bazılarına haberlerden bazılarına da bizzat şahit olmuşuzdur.

İstanbul un altı da üzeri kadar büyüleyici ve merak uyandırıcı.

Her birinde sırlar, gizemler, medeniyetler…

Dikilitaş’ın gözleri

Kız Kulesi’nden çıkıp Avrupa yakasına geçiyorum. Sultanahmet Meydanı’nda M.Ö 15. yüzyılda yaptırılan Dikilitaş’ın önünde duruyorum.

Taşı, Roma İmparatoru Theodosius Mısır’dan getirterek şimdiki yerine yerleştirtmiş.

Antik Mısır döneminde güneş tanrısı Ra’yı sembolize eden dikili taşlar, Mısır mimarisinde önemli bir yere sahip. Bu taşlar dünyanın birçok yerindeki önemli şehirlerde bulunur ve birçok sır barındırdığına dair inanışlar vardır.

İstanbul’daki Dikilitaş bunların en önemlilerinden biridir.

Şu taşın bir dili olsa da konuşsa, demek istiyorum, ama o bana, dilim yok, gözlerim var, diye cevap veriyor. Yoksa Dikilitaşların üzerinde her tarafı gözleyen varlıkların olduğu söylentisi doğru mu? Kim bilir.

Moda’da Dame de Sion Okulu

Yeraltı tünelleri deyince aklımıza Moda, hele hele Dame de Sion pek gelmez.

Moda adı nereden geliyor, tam olarak bilinmiyor. Bir rivayete göre Motta’dan geliyor. Motta, çevresi sularla çevrili şato demek. İşin hoş tarafı, Moda burnunda böyle bir şatonun varlığı bilinmiyor. Kulaktan kulağa nesilden nesile aktarılan bir hikâye olsa gerek.

Bildiğimiz şey, İstanbul’un meşhur yeraltı tünelleri ve geçitlerinin burada da bulunduğu.

Pınar Erkan’ın aktardığına göre; Moda’da eskiden bir manastır varmış. Bütün Moda Burnu bu manastırın bağları imiş. İşte bu manastırın altından Moda Deniz Kulübü’nün olduğu noktaya kadar bir tünel uzandığı söylenir.

Moda’daki Dame de Sion Kız Okulu binasının altından Moda burnunda denize kavuşan bir tünel bulunduğu veya Yeldeğirmeni’nde geçen yüzyılda çok revaçta olan misyoner okullarının altında yakınlarındaki dini yapılara bağlanan gizli geçitler olduğu rivayetleri de söz konusu.

İstanbul’un kuruluş hikâyesi

İstanbul, İstanbul deyip durduk. Son sözleri onun kuruluş hikâyesine ayırmazsak haksızlık etmiş oluruz.

Hans Hermann Russack, İstanbul’un kuruluşuyla ilgili şu efsaneden söz ediyor:

“Krizopolis’te (Üsküdar) rakibi Licinus’u yenen Konstantinos, bir gece rüyasında Roma İmparatorluğu’nun batmak üzere olduğunu gördü. İmparator, eski Roma’nın temelini kuran Ene’nin memleketi Ilion’a (Truva) gidip orada yeni başkentini kurmaya karar verdi. Burada, Roma’ya beşik olan Truva, eskisinden de güzel yapılacak ve Roma şehriyle imparatorluğunun yıkılmasından bu suretle kaçınılacaktı.

Kayser Konstantinos, Ajaks’ın mezarını merkez tutarak bizzat yeni başkentinin hudutlarını çizmeye başladı. Duvarlar yükseliyor, şehrin kapıları meydana çıkmaya başlıyordu. Tam o sırada Kayser bir rüya daha gördü. Paçavralara bürünmüş bir kadın kendisinden giyecek dileniyordu.

Tabirciler kaysere, başka bir yıkık şehri tekrar meydana getirmesini söylediler. Konstantinos son ve kesin zaferini kazandığı Khalkedon’u (Kadıköy) hatırladı ve Truva’nın yarı tamamlanmış duvar ve kulelerini olduğu gibi bırakarak, Khalkedon’da yeniden ölçüp biçmeye başladı. Fakat gökten inen görkemli bir kartal, kayserin elinden ölçü ipini kaptı ve denizi aşarak eski Bizans şehrinin kapısı önüne bıraktı.

Konstantinos Tanrı’nın işaretini anlamakta gecikmedi ve kartalın ölçü ipini düşürdüğü Bizans duvarları önünde tekrar işe koyulup yeni Roma’nın hudutlarını çizmeye başladı. Elinde mızrağı, ağır ağır yeni başkentinin hudutlarını adımlıyordu. Maiyeti, imparatorun denizden denize, Haliç ile Marmara arasındaki bomboş tarlalar üzerinde ne kadar geniş bir hudut adımladığına hayret etmeye başladı; “Efendimiz, daha nereye kadar gideceğiz?” diye sorduklarında, Konstantinos cevap verdi: “Önümden giden duruncaya kadar!” Çünkü imparatorun önünde, maiyetinin göremediği bir melek, durmadan yol gösteriyordu. Nihayet melek, Marmara kıyılarına gelince durdu ve imparator oraya mızrağını saplayarak şehrin hududunu çizmiş oldu. İşte İstanbul’un ilk hududu böyle çizildi ve surlar bu ilahi işarete göre inşa edildi.”[1]

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Hans Hermann Russack, “İstanbul ve Efsaneleri”, İstanbul 1453-1953 (Resimli Hayat ilâvesi), İstanbul 1953, s. 32-33.

Zeynep Kasap
Zeynep Kasap
Zeynep Kasap - Şair, öykü ve deneme yazarı. İstanbul doğumlu. Memleketi Konya. Çeşitli dergilerde yazıları yayımlanmakta. İki öykü ve bir şiir kitabı var. 21 Kadın 21 Öykü kollektif kitapta bir öyküsüyle yer aldı. Hayat boyu öğrenmeyi savunuyor. Yeni Medya ve Gazetecilik okuyor; özel bir şirkette çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x