Balık Hafıza adlı kitabın yazarı, Fransız araştırmacı Bruno Patio’ya göre 21. yüzyıl insanının dikkat süresi 9 saniyeye kadar düşmüş durumda, yani durumumuz bir akvaryum balığından sadece 1 saniye daha iyi.
Belki de tam olarak böyle değildir, okuduğumuz metne odaklanma kapasitemiz biraz olsun kalmıştır. Öyle olmalı ki, hâlâ Türkiye’de ve dünyada kitap okunuyor.
Yayıncılık, pek çok coğrafyada kültür-sanat endüstrilerinin en büyük dalı. Her yıl milyonlarca kitap basılıyor, yüzbinlerce çeşit yeni kitap raflarda yerini alıyor. Türkiye’de yılda basılan kitap sayısı, ders kitapları hariç, iki yüz milyon adetin üstünde. Sadece kültür yayıncılığında otuz binden fazla yeni kitap çeşidi çıkıyor. İnsanlar hâlâ yeni fikirleri ve hayal gücünü önemsiyor…
Bu işin iyi kısmı. Ama bir de kötü kısmı var. Orada bugünkü uygarlığımızı borçlu olduğumuz kitabın geleceğine dair karamsarlığa kapılmamıza yol açacak pek çok veri yer alıyor.
Kitap mı okunmuyor, okur mu azalıyor?
Türkiye Yayıncılar Birliği geçen yıl, 2024 Pazar Raporu’nda (2025 raporu daha yayımlanmadı) yayıncılığın yüzde 12 küçüldüğünü duyurmuştu.
Avrupa Yayıncılar Birliği’nin Frankfurt Kitap Fuarı’nda yaptığı sunumu dinleme fırsatı buldum. Orada da Türkiye’de olduğu gibi kitap satışlarının azaldığından bahsedildi. Bir önceki yıla göre satışlar yüzde 5 düşmüş… Tabii devasa bir endüstri için vahim bir rakam bu. Aynı raporun verilerine göre bunun sebeplerinden biri, kitap fiyatları… Evet, inanılmaz ama, Avrupa’da da bundan yakınanlar var! Anlaşılan, kitabın mümkünse bedava olmasını dilemek insan olmanın gereği.
Yine o rapora referansla Avrupa’nın durumunu özetleyeyim: Avrupalıların yüzde 47,2’si artık hiç kitap okumuyor. Yaş azaldıkça okuma oranı da azalıyor. 16 yaş altındakilerin durumu biraz daha iyi görünüyor, ama onların okulda zorla kitap okuttuklarını da hesaba katmak lazım. Kadınlar dünyanın her yerinde erkeklerden daha çok kitap okuyor. İşin ilginci eğitim seviyesi kitap okuma oranlarına etki etmiyor; en azından Avrupa’da durum böyle. Kitap okumayan Avrupalılar’a ‘neden?’ diye sorulmuş: yüzde 51 bunu fiyatlara bağlamış; yani kitap daha ucuz olsa daha fazla okurlarmış. Ama yüzde 21 var ki neden okumadığını bile bilmiyor, bir sebebi yok, kitap denilen şeyle ilgilenmiyor ve bunun üstüne hiç düşünmemiş. İşte kitabı hayatından tamamen çıkartan bu kitle en endişe verici grubu oluşturuyor.
Okumayan kitle: Asıl endişe verici olan
İngiliz Okuma Ajansı’nın (evet, orada böyle bir kurum var) yaptırdığı bir araştırmadan da benzer sonuçlar alınmış. 16-24 yaş arası gençlerin dörtte biri hiç okumadığını itiraf ederken yüzde 44’ü düzensiz okur olduklarını söylüyor. Öte yandan 55 yaş üstü yetişkinlerin yüzde 62’si haftada bir kitap okuyan düzenli okurlar. Belli ki yayıncılık endüstrisini onlar ayakta tutuyor.
Aynı araştırmada insanlara, ‘Kitap okumanızın önündeki engel nedir?’ diye sorulmuş. Araştırmaya katılanların üçte biri ‘zaman bulamamak’ yanıtını vermiş. Yüzde 20 sosyal medyanın dikkatlerini bozmasını gerekçe gösterirken yüzde 13 ise depresyon, anksiyete gibi bir takım ruhsal sorunlara işaret etmiş. On yetişkinden biri okuduklarını bitiremediklerini, birkaç dakikadan fazla bir şeye odaklanamadıklarını anlatmışlar… Anketlere cevap verenlerin yüzde 23’ü ise o milyonlarca kitap içinde kendilerini ilgilendiren bir şeyler bulamamaktan yakınıyormuş… Düzensiz okurlar tekrar okuma alışkanlığı edinebilmek için kendilerine ayıracak daha fazla vakit, daha kısa çalışma saatleri, kitap seçerken rehberlik edilmesi, sosyal medyaya daha az vakit ayırmak ve kitaplara daha kolay erişebilmek gibi şeyler talep etmiş.
Z kuşağı kitabı terk mi ediyor, yeniden mi keşfediyor?
Gençlerde okuma oranları azalıyor, ama biliyoruz ki Z kuşağının bir kısmı da kitap okumayı tutkuyla seviyor. Bunu anlamak için İngilizler’in araştırmalarına bakmaya gerek yok. Birkaç hafta önce, Aralık ayının ilk günlerinde gerçekleşen 2025 İstanbul Kitap Fuarı için Beylikdüzü TÜYAP’a gidenler binlerce kişilik imza kuyruklarını da görmüştür… Devasa salonlarda yılan gibi kıvrıla kıvrıla ilerleyen, birbirinin içine geçen, ilerlemesi saatler süren o imza kuyruklarında bekleyenlerin hemen hepsi 16-24 yaş arası genç okurlar.
Gençlik edebiyatı Türkiye’de ve dünyanın hemen her ülkesinde milyonlarca genci kendine çekiyor. Yepyeni gencecik yazarlar ve okurlardan oluşan bir kitle var ve içlerinden hiç değilse bazılarının çoluk çocuğa karıştıklarında da kitap okumaya devam edeceklerini umuyoruz. Nitekim geçen yıl kendi kitap kulübünü kuran 22 yaşındaki manken Kaia Gerber (kendisi Cindy Crawford’un kızı olur), ‘Kitaplar hep hayatımın aşkı oldu. Kitap okumak çok seksi bir şey’ demiş. Z kuşağının kitaplarla kendine has bir ilişkisi var ve ileride bizim klasik saydığımız yazarları okuyacaklar mı, doğrusu biraz şüpheliyim…
Peki, neden daha az okuyoruz?
İngiliz Okuma Ajansı’nın yukarıda değindiğimiz raporunun ardından The Guardian gazetesi uzmanlara ‘Ne yapmalı?’ diye sormuş. Daha çok kitap okuyabilmek için yapılması gerekenleri altı maddede özetlemişler. Bu tavsiye listesinin başında tabii ki cep telefonları var.
Liste şöyle:
- Kitap okurken cep telefonlarınızı kendinizden mümkün olduğu kadar uzağa, mümkünse bir başka odaya bırakın.
- Kâğıda basılı kitaplar okuyun ve üstlerine notlar almaktan çekinmeyin.
- Beyninizi yeniden eğitin, okuma alışkanlığınızı tekrar kazanın.
- Kitap okumak için kendinize göre en iyi yeri ve zamanı belirleyin.
- Okumayı zorla yapılan bir iş, bir vazife gibi görmeyin; zevk alacağınız şeyler okuyun.
- Sesli kitap dinleyin, kitapların içinde geçirilen her dakika kârdır.
Neden böyle oldu?
Dijital devrimin ilk yıllarında kâğıda basılı kitabın sonunun geleceğinden neredeyse hepimiz emindik. Artık kitap dijital olarak yayılacak ve ekrandan okunacaktı. Biraz öyle oldu hakikaten, ama sadece ‘biraz’. Bugün hâlâ en çok kâğıda basılı kitap okunuyor ve e-kitap, sesli kitap dediğimiz dijital formatlar toplamın çok azını oluşturuyor. Kitap okuyanlar basılı kitabı tercih ediyor; romanların, anıların, araştırmaların somut bir nesneye dönüştüğü ve zamana meydan okuyan, sadece kendisine ait bir obje olarak rafta beklediği klasik formatı tercih ediyor. Sorun kitabın basılı ya da dijital olarak formatlarından hangisinin tercih edildiği değil, sorun artık kitap okunmuyor olması.
Kitaplara olan duygusal bağımlılığımız bu duruma üzülmemize neden oluyor. Sahip olduğumuz uygarlığın tüm önemli aşamalarının ve inceliklerinin kitaplar sayesinde gelişip aktarıldığını, insanı insan yapan temel özelliklerin birçoğunu kitapların dünyasına borçlu olduğumuzu düşündüğümüzde ise türümüzün geleceği için endişeye kapılıyoruz. Neden böyle olduğu, neden daha az kitap okuduğumuz önemli bir soru ve yanıtını aramaya devam etmek gerek.
Ekran çağı ve sosyal medyanın sessiz işgali
Dünyanın her yerinde kitaplar yavaş yavaş daha pahalı hale geliyor, araştırmalar bunu gösteriyor; yani insanların fiyatlardan yakınmaları boşuna değil. Ya da hayat koşulları her yerde daha da ağırlaşıyor, çalışma saatleri ve sorumluluklar ve iş hayatı stresi hiç azalmıyor… Ama tüm bunlar temel sebep değil bana sorarsanız; hatta kitaplardan gittikçe uzaklaşmamıza yönelik bahaneler. Artık daha az kitap okuyoruz, çünkü öğrenmek, kendimizi geliştirmek ve eğlenmek için artık başka kaynaklara başvuruyoruz.
Dijital devrimin bizi ekrana bağlayan en önemli adımı sosyal medya oldu. Facebook, Twitter, Instagram ve diğer kanallar bizi yankı odalarına hapsedip yalandan bir çevrede saatlerimizi geçirmemizi sağlıyor. Sürekli oradaki temsilimizle alakalıyız ve kimlerin neler yaptığını merak etmekten kendimizi alamıyoruz. O nedenle, uyku hariç günün her saati gözümüz ekranda. Telefon ekranından sosyal medya hesaplarımızı kontrol ederken bir yandan neler yapmıyoruz ki? Yapmamamız gereken her şeyi yapıyoruz. Mesela bir yandan da televizyon seyrediyoruz.
İzleme kültürünün yükselişi
YouTube bir sosyal medya olarak hayatımıza çoğundan önce girdi. İletişim kültüründe devrimsel bir etki yarattı. Ondan önce her tür mesajı, bilgiyi, hayali yaymak için yazmak en iyi yoldu. Artık video çekmek gerekiyor. Çünkü insanlar bunu daha kolay tüketebiliyorlar.
Okumak sonuçta bir çaba gerektirir, öğrenilmesi gereken bir beceridir. İzlemek ise en doğal en basit şey, izleyen insan son derece pasiftir ve hiçbir çaba göstermez…
İzleyen insan, dikkatini odaklamak için daha az gayret harcar; günümüzün ‘balık hafızası’na uygun bir eylemdir ‘izlemek’. Bu nedenlerle artık temel eylemimiz izlemek. ‘İzlemek’ o kadar yaygınlaştı ki, videosunu seyretmeden bir şeyi öğrenemeyen, anlamayan, dinlemeyen bir kuşak yetişti. YouTube videoları gazete haberlerinin, yorumlarının, aşçıların, tesisatçıların, şoförlerin, gurmelerin… uzmanlık isteyen her şeyin yerini aldı. İnsanlar hiç durmadan video üretip tüketirken bir önemli şey daha oldu.
Bildiğimiz televizyon yayınları değişti. Havadan yayının yerini, Amerika’nın çok yaygın kablolu tv kanalları gibi özel içerik üretip dağıtan dijital platformlar aldı. Türkiye’nin Digitürk ile tanıdığı ve nihayet Netflix’le simgeleşen dijital platformlar herkesin boş vaktinin son kırıntılarını da emip bitirdi.
Netflix etkisi
Bugün üç kişi bir araya geldiğinde mutlaka bir Netflix (ya da başka bir platformun) dizisi konuşuluyor. Kitap okumasını beklediğimiz eğitimli kesim, hatta yazarlar, hatta yayıncılar kitap okumak yerine durup dinlenmeden sezonlar dolusu Netflix dizisi seyrediyor. Netflix bu insanların nitelikli hikâye dinleme ihtiyacını sonuna kadar tatmin ediyor.
Televizyon 1960’lardan bu yana dalga dalga dünyada yayılıyor. Ama kitap okuma oranları hiç azalmadı, hep arttı. 2010’lara kadar böyle geldi. Dünya 2020’lerde sosyal medya ve dijital platformların etkisine girdikten sonra işler değişti.
Eskiden televizyonlarda yayımlanan diziler ve programlar belirli klişelerin yeniden üretiminden ibaretti ve kitap okurunu çalamıyordu. Ama şimdi dünyanın her yerinde bizzat romancıların yazdığı senaryoları usta ekipler nitelikli dizilere dönüştürüyor ve o dizilerin sonsuz çeşitliliği, kolay ulaşılır olması ve ucuzluğu karşısında insanlar kitapları bir kenara koyup dizi seyretmeye koyuluyor. Arada bir ekranda sosyal medya hesaplarını kontrol etmek kaydıyla…
İşte bu denklemde kitaba ayırdığımız yer hızla azalıyor. İngiltere’deki araştırmalarla bizim yayıncı birliklerinin açıkladığı rakamların bu noktaya gelmesinin sebebi bu. Netflix etkisi.
Hikâye ihtiyacı bitmedi, sadece yön değiştirdi
Netflix, nitelikli hikâye dinleme ihtiyacı duyan herkesi kendine çekiyor. İzlemenin kolaylığı, pasifliği ve pratikliği en büyük avantajı. Artık dünyanın farklı coğrafyalarından insanların hayatlarını, savaştan aşka insanlığın bin bir halini, kadın ya da erkek karakterlerin dönüşümünü yaşadıkları çatışmaları televizyon dizilerinde izleyip kalın kalın romanlar okumuş kadar oluyoruz.
Okuma alışkanlığının temelinde bu hikâye ihtiyacı, yani öykü ve roman yer aldığı için kitaplarla olan ilişki hızla zayıflıyor. Netflix ve benzerleri edebiyatın zenginliğini ve yaratıcılığını ne kadar taklit edebiliyor? diye sorarsanız, ‘Pek az’ diye yanıtlayabilirim. Fakat bu karşılaştırma bambaşka bir yazının konusu olabilir. Şimdilik, insanların bestseller roman okumak yerine televizyon seyrettiklerini söylemekle yetinelim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 24 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.



