Kral kaybederse: Televizyon, sosyal medya ve algoritma ekonomisi

21 Kasım Dünya Televizyon Günü… Bir zamanlar televizyon evlerin tartışmasız kralıydı ve toplumsal ritmi belirlerdi. Peki, sosyal medya televizyonu tahtından indirdi mi? Televizyon gücünü tamamen yitirdi mi yoksa dönüşüyor mu? Dr. Özgür Erkut Şahin yazdı.

Hatırlıyorum, 7-8 yaşlarındaydım, yıl 1977-1978, evimize televizyon geldi. Annem üzerine bir vazo ve dantel örtü yerleştirdi. Evin en güzel köşesi onundu. Tam bir kraldı. Günde 2 saat yayın vardı ve komşular her akşam bizdeydi. Sıcak bir ortam ve her an sohbetin olduğu evler vardı. Televizyon, bir zamanlar evin tartışmasız kralıydı ve toplumsal ritmi belirlerdi.

Ancak bugün, bu tek yönlü otorite, akıllı telefonlardan yükselen sosyal medya fısıltısıyla sallanıyor. Bu, dikkatimizin, zamanımızın ve toplumsal ritmimizin yeniden tanımlandığı büyük bir dönüşümün habercisidir.

Televizyonun altın çağı: Tek yönlü plak

Televizyon, 1950’lerde evlere girmesinden 1990’lardaki %90 hane erişimine kadar, dünyayı oturma odalarına taşıyan pasif bir deneyim sundu. O, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda ulusal bir senkronizasyon aracıydı.

Ana haber bülteninin başlama saati veya popüler bir dizinin final bölümü, herkesin evindeki ortak bir andı. Ertesi gün iş yerinde, okulda konuşulan tek konu buydu. Bu, zorunlu ama birleştirici bir “randevulu izleme” kültürü oluşturmuştu.

Televizyonun otoriter ritmi, toplumsal gündemi tek bir merkezden yönetiyor, kültürel kimliğimizi ortak anılarla beziyordu. Tüplüden ince ekranlara evrilse de temel deneyim aynı kaldı: İzleyici, yayın akışına uymak zorundaydı.

Dijital hücum: Algoritmaların zaferi

Sosyal medyanın yükselişi, televizyonun pasif modeline karşı bir isyan gibidir; bize katılım ve kişiselleştirme imkânı sunarak mikrofonu izleyicilere uzattı. Bu, pasif bir izleyiciden aktif bir katılımcıya geçiştir. Artık sadece izlemiyoruz; yorumluyor, eleştiriyor, paylaşıyor ve yeniden üretiyoruz.

Algoritmaların bizi eğlendirmesi, bu yeni kültürel önceliğin bir sonucudur. Geleneksel yayınlar sizin ne zaman izleyeceğinize karar verirken, VOD (Video On Demand- İsteğe bağlı video) ve sosyal medya platformları, sizin ne istediğinizi temel alarak anında sunar.

2023 küresel raporları, 4.76 milyar kullanıcıya ulaşan sosyal medyanın erişim gücünü kanıtlıyor. Özellikle ABD gibi kritik pazarlarda sosyal medya, televizyonu geçerek ana haber kaynağı haline geldi. Bu durum, bilginin akışının editörlerin kontrolünden çıkıp, bireysel algoritmaların kontrolüne geçtiğini gösteriyor. Türkiye’de dahi sosyal medya kullanımı (3 saat 4 dakika), televizyon izleme süresini (2 saat 14 dakika) geride bırakmıştır. Bu, basit bir tercih değil, kültürel önceliğin kesin bir değişimidir.

Marka tanımada sosyal medya reklamlarının (%36.8) geleneksel televizyon reklamlarından (%35.6) daha etkili hale gelmesi de, ekonomik gücün artık bireysel cihazlardaki kaydırılabilir ekranlarda olduğunu kanıtlar.

Algoritma ekonomisi ve kuşaklar

Sosyal medyanın başarısı, içeriğinden çok dikkatimizi optimize etmesinden kaynaklanıyor.

Bugün, teknoloji şirketlerinin rekabet ettiği yeni kıt kaynak paradan çok, bizim dikkatimizdir. Bu düzene algoritma ekonomisi adını verebiliriz. Bu ekonomi, her “tık” ve “kaydırmanın” bir veri parçasına dönüştüğü, bu verinin algoritmaları besleyerek bizi ekranda tutma döngüsünü güçlendirdiği bir sistem üzerine kuruludur.

Algoritmalar, bizi mutlu etmek için değil, sürekli meşgul tutarak daha fazla reklam gösterimi sağlamak için tasarlanmıştır.

Dijital yerliler vs. Dijital göçebeler

Bu yeni ekonomi, kuşaklar arasındaki uçurumu derinleştiriyor:

Dijital Göçebeler (Örn: X Kuşağı ve Üstü): Dijital göçebeler, televizyonun ritmiyle büyümüş, zorunlu izleme kültürünü benimsemişlerdir. Onlar için televizyon, rahatlama ve güvenilir bir haber kaynağı anlamına gelir. Sosyal medyayı genellikle iletişim, bilgi takibi ve ilgi alanlarına yönelik spesifik gruplar için kullanırlar; ancak temel eğlence ve haber tüketim alışkanlıkları televizyon yayıncılığının öncülüğünde kalır.

Dijital Yerliler (Örn: Z Kuşağı ve Alfa Kuşağı): Dijital yerliler, internet ve mobil cihazlarla doğmuşlardır. Onlar için içerik anlık, kişiselleştirilmiş ve kesilebilir olmalıdır. Bir videonun 30 saniyesinde sıkılırlarsa, anında kaydırıp bir sonraki içeriğe geçerler (TikTok kültürü). Televizyon izleme sürelerinin düşüklüğü ve sosyal medya kullanım sürelerinin fazlalığı bu kuşağın en belirgin özelliğidir. Onlar, televizyonu pasif bir kutu olarak değil, VOD veya IPTV (İnternet Protokolü Televizyonu) aracılığıyla kendilerine hizmet eden bir dev ekran olarak görürler.

Bu “sürekli meşguliyet” hali, dikkat süremizi (ortalama 8 saniye) kısaltmakla kalmıyor, aynı zamanda sosyal yapımızı da bozuyor. Artık “izleyici” değil, dikkat süremizin sürekli ölçüldüğü bu ekonominin ürünü olduğumuz gerçeği, deneyimin kalitesini düşürüyor.

Bağlantının arttığı bu çağda, 18–25 yaş arası gençlerin %61’inin “sıklıkla yalnız hissettiğini” belirtmesi ironik bir paradoksu işaret ediyor: Sanal iletişimin derinlikten yoksunluğu nedeniyle bağlantı artarken, bağ hissi azalıyor. Algoritma, bize sadece bizimle aynı fikirde olanların yankısını sunarak, bizi kişiselleştirilmiş bir izolasyon odasına hapsediyor.

Televizyon yenildi mi? Geleceğin ekranı nasıl olacak?

Televizyon yenilmedi; sadece bir metamorfoz yaşıyor. Büyük hikaye anlatıcılığı gücünü koruyor, ancak dağıtım mekanizmasını kökten değiştirdi ve mobilite ile birleşiyor, önündeyse bazı tehditler var:

1. 5G ve kesintisiz akış: Televizyonu tehdit eden en büyük altyapısal güç, sosyal medyanın kendisi değil, 5G teknolojisinin getirdiği kesintisiz hız ve düşük gecikmedir. 5G, yüksek çözünürlüklü (4K/8K) mobil akışı mümkün kılarak, büyük ekran bağımlılığını azaltıyor. Bu altyapısal devrim, geleneksel yayınların yerini alan IPTV’nin (Internet Protocol Television) yaygınlaşmasıyla birleşti. IPTV ve 5G sayesinde, kullanıcılar artık içeriklerini büyük bir ekran kalitesinde, ancak mobil özgürlükle tüketebiliyorlar. Bu, TV’nin sadece evde izlenen bir cihaz olma statüsünü tehdit eden en önemli faktördür.

2. VOD ve arka arkaya izleme (binge-watching) kültürü: Netflix ve Prime Video gibi VOD platformları, içeriği kişisel kontrolle birleştirdi. Bu, geleneksel TV’nin haftalık yayın ritmini tamamen reddeden arka arkaya izleme (binge-watching) kültürünü doğurdu. Artık diziler, izleyicinin duraksama düğmesine basma isteğine göre, tek bir sinema filmi gibi tasarlanıyor; senaryo yazımından prodüksiyona kadar tüm endüstri bu yeni anlatım tarzına uyum sağlıyor. Bu yeni format, televizyon içeriğinin kontrolünü tamamen izleyiciye vermiştir.

3. TV’nin sosyalleşmesi: Artık TV içeriği, sosyal medyanın ana konuşma yakıtı haline geldi. Televizyon, pasif alıcıdan etkileşimli bir içerik merkezine evrildi.

Bu evrim, ikinci ekran (second screen) fenomeni ile somutlaştı. İzleyici, ana ekranda (TV) içeriği takip ederken, ikinci ekranda (telefon veya tablet) o içerikle ilgili canlı yorumlar yapıyor, oylamalara katılıyor veya karakterler hakkında spekülasyon yapıyor. Bu, televizyonun yarattığı ortak ritmin sosyal medyaya taşınmasıdır.

Yayıncılar dahi, popüler dizileri için özel hashtag’ler oluşturarak bu akışı teşvik eder; izleyiciyi pasif bir tüketiciden, markanın gönüllü tanıtımını yapar hale geldiler. Artık bir dizi, reytinginin yanı sıra sosyal medyada kaç saat TT (Trend Topic) kaldığıyla da değerlendiriliyor. Bu, televizyonun sosyal medyaya yenilmekten çok, onu bir uzantısı olarak kullanmayı öğrendiğinin en güçlü kanıtıdır.

Asıl kaybedilen ne?

Televizyon, yayın akışının kontrolünü kaybetse de, hikaye anlatıcılığının ve büyük ekran deneyiminin gücünü koruyor. Krallığını, kendi kurduğu dijital çocuklarıyla paylaşmak zorunda kaldı. Ancak bu güç savaşının asıl kaybedeni ne televizyon ne de kazananı sosyal medyadır; asıl kaybedilen şey, dikkatimiz ve birlikte yaşama ritmimizdir.

Geleneksel TV, bizi evdeki ortak bir odağa yönlendirirken, sosyal medya bizi milyonlarca farklı, kişiselleştirilmiş odaya böldü. Bağlantılı olma hissiyatı artarken, gerçek bağlarımız zayıflıyor. 18-25 yaş aralığındaki gençlerin %61’inin yalnız hissetmesi, teknolojik ilerlemenin toplumsal maliyetini gözler önüne seriyor.

Belki de bu çağın en büyük devrimi, teknolojiyi değil, dikkatimizi yeniden tasarlamak olacaktır. Zihnimizi kimin şekillendirdiğini fark etmek, bilinçli seçimlerle içeriğimizi yönetmek ve en önemlisi. Ekranların ötesinde, birbirimizle gerçek anlamda bağ kurmayı yeniden öğrenmek. Bir ekrandan değil, bir kalpten bağlanmayı…

Televizyonun dönüşümü bize, “Ne izlediğimizden çok, nasıl izlediğimizin” önemli olduğunu hatırlatıyor.

Kaynaklar:

1)   Clicks’us. (2023, 1 Ağustos). We Are Social 2023 Global ve Türkiye Raporu. https://www.clicksus.com/we-are-social-2023-global-ve-turkiye-raporu

2)   Reuters Enstitüsü | Gazetecilik, Medya ve Teknoloji: 2025 Tahmin ve Eğilimler Raporu. https://raporbulteni.com/reuters-enstitusu-gazetecilik-medya-ve-teknoloji-2025-tahmin-ve-egilimler-raporu

3)   Çetinkaya, A., Arslan, A., Şahin, Ö. E., & Kırık, A. M. (2015). Televizyon izleme davranışına sosyal medya ve ikincil ekran kullanımının etkileri. Sobider Sosyal Bilimler Dergisi, *(2)*4, 151–168.

4)   Aytekin, Ç., Şahin, Ö. E., & Düvenci, A. (2008). Kişisel televizyon: IPTV. Akademik Bilişim Konferansı Bildirileri (ss. 67-70). Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi.

Özgür Erkut Şahin
Özgür Erkut Şahin
Dr. Özgür Erkut Şahin - Teknolojinin hızla ilerlediği bir dönemde, iletişimin ve etkileşimin ne kadar önemli olduğunu sürekli vurgulayan bir akademisyen ve uzmandır. Ona göre, bilgisayarlarla ve makinelerle yaşadığımız iletişim sorununu çözmenin anahtarı, yine etkileşimi doğru ve etkili kullanmaktan geçiyor. Eğitim hayatına Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde başladı, daha sonra Avustralya Charles Sturt University'de Uluslararası İşletme ve Bilgi Teknolojileri okudu. Doktorasını Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilişim Bölümü'nde tamamladı. Özellikle Yapay Sinir Ağları ve İnsan-Bilgisayar Etkileşimi üzerine yaptığı tez, etkileşimin sadece o an yaşanan bir şey olmadığını, gelecekteki süreçleri de içerdiğini gösteriyor. Kendisi de bu görüşe yürekten inanıyor. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Bilgisayar Programcılığı ve Eğitim Fakültesi BÖTE bölümlerinde uzun süre programlama ve teknoloji dersleri verdi. Şu anda ise akademik çalışmaların yanında Gamer Teknoloji adlı robot firmasının kurucu ortağı ve yöneticisi olarak, teorik bilgisini pratik çözümlere dönüştürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kral kaybederse: Televizyon, sosyal medya ve algoritma ekonomisi

21 Kasım Dünya Televizyon Günü… Bir zamanlar televizyon evlerin tartışmasız kralıydı ve toplumsal ritmi belirlerdi. Peki, sosyal medya televizyonu tahtından indirdi mi? Televizyon gücünü tamamen yitirdi mi yoksa dönüşüyor mu? Dr. Özgür Erkut Şahin yazdı.

Hatırlıyorum, 7-8 yaşlarındaydım, yıl 1977-1978, evimize televizyon geldi. Annem üzerine bir vazo ve dantel örtü yerleştirdi. Evin en güzel köşesi onundu. Tam bir kraldı. Günde 2 saat yayın vardı ve komşular her akşam bizdeydi. Sıcak bir ortam ve her an sohbetin olduğu evler vardı. Televizyon, bir zamanlar evin tartışmasız kralıydı ve toplumsal ritmi belirlerdi.

Ancak bugün, bu tek yönlü otorite, akıllı telefonlardan yükselen sosyal medya fısıltısıyla sallanıyor. Bu, dikkatimizin, zamanımızın ve toplumsal ritmimizin yeniden tanımlandığı büyük bir dönüşümün habercisidir.

Televizyonun altın çağı: Tek yönlü plak

Televizyon, 1950’lerde evlere girmesinden 1990’lardaki %90 hane erişimine kadar, dünyayı oturma odalarına taşıyan pasif bir deneyim sundu. O, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda ulusal bir senkronizasyon aracıydı.

Ana haber bülteninin başlama saati veya popüler bir dizinin final bölümü, herkesin evindeki ortak bir andı. Ertesi gün iş yerinde, okulda konuşulan tek konu buydu. Bu, zorunlu ama birleştirici bir “randevulu izleme” kültürü oluşturmuştu.

Televizyonun otoriter ritmi, toplumsal gündemi tek bir merkezden yönetiyor, kültürel kimliğimizi ortak anılarla beziyordu. Tüplüden ince ekranlara evrilse de temel deneyim aynı kaldı: İzleyici, yayın akışına uymak zorundaydı.

Dijital hücum: Algoritmaların zaferi

Sosyal medyanın yükselişi, televizyonun pasif modeline karşı bir isyan gibidir; bize katılım ve kişiselleştirme imkânı sunarak mikrofonu izleyicilere uzattı. Bu, pasif bir izleyiciden aktif bir katılımcıya geçiştir. Artık sadece izlemiyoruz; yorumluyor, eleştiriyor, paylaşıyor ve yeniden üretiyoruz.

Algoritmaların bizi eğlendirmesi, bu yeni kültürel önceliğin bir sonucudur. Geleneksel yayınlar sizin ne zaman izleyeceğinize karar verirken, VOD (Video On Demand- İsteğe bağlı video) ve sosyal medya platformları, sizin ne istediğinizi temel alarak anında sunar.

2023 küresel raporları, 4.76 milyar kullanıcıya ulaşan sosyal medyanın erişim gücünü kanıtlıyor. Özellikle ABD gibi kritik pazarlarda sosyal medya, televizyonu geçerek ana haber kaynağı haline geldi. Bu durum, bilginin akışının editörlerin kontrolünden çıkıp, bireysel algoritmaların kontrolüne geçtiğini gösteriyor. Türkiye’de dahi sosyal medya kullanımı (3 saat 4 dakika), televizyon izleme süresini (2 saat 14 dakika) geride bırakmıştır. Bu, basit bir tercih değil, kültürel önceliğin kesin bir değişimidir.

Marka tanımada sosyal medya reklamlarının (%36.8) geleneksel televizyon reklamlarından (%35.6) daha etkili hale gelmesi de, ekonomik gücün artık bireysel cihazlardaki kaydırılabilir ekranlarda olduğunu kanıtlar.

Algoritma ekonomisi ve kuşaklar

Sosyal medyanın başarısı, içeriğinden çok dikkatimizi optimize etmesinden kaynaklanıyor.

Bugün, teknoloji şirketlerinin rekabet ettiği yeni kıt kaynak paradan çok, bizim dikkatimizdir. Bu düzene algoritma ekonomisi adını verebiliriz. Bu ekonomi, her “tık” ve “kaydırmanın” bir veri parçasına dönüştüğü, bu verinin algoritmaları besleyerek bizi ekranda tutma döngüsünü güçlendirdiği bir sistem üzerine kuruludur.

Algoritmalar, bizi mutlu etmek için değil, sürekli meşgul tutarak daha fazla reklam gösterimi sağlamak için tasarlanmıştır.

Dijital yerliler vs. Dijital göçebeler

Bu yeni ekonomi, kuşaklar arasındaki uçurumu derinleştiriyor:

Dijital Göçebeler (Örn: X Kuşağı ve Üstü): Dijital göçebeler, televizyonun ritmiyle büyümüş, zorunlu izleme kültürünü benimsemişlerdir. Onlar için televizyon, rahatlama ve güvenilir bir haber kaynağı anlamına gelir. Sosyal medyayı genellikle iletişim, bilgi takibi ve ilgi alanlarına yönelik spesifik gruplar için kullanırlar; ancak temel eğlence ve haber tüketim alışkanlıkları televizyon yayıncılığının öncülüğünde kalır.

Dijital Yerliler (Örn: Z Kuşağı ve Alfa Kuşağı): Dijital yerliler, internet ve mobil cihazlarla doğmuşlardır. Onlar için içerik anlık, kişiselleştirilmiş ve kesilebilir olmalıdır. Bir videonun 30 saniyesinde sıkılırlarsa, anında kaydırıp bir sonraki içeriğe geçerler (TikTok kültürü). Televizyon izleme sürelerinin düşüklüğü ve sosyal medya kullanım sürelerinin fazlalığı bu kuşağın en belirgin özelliğidir. Onlar, televizyonu pasif bir kutu olarak değil, VOD veya IPTV (İnternet Protokolü Televizyonu) aracılığıyla kendilerine hizmet eden bir dev ekran olarak görürler.

Bu “sürekli meşguliyet” hali, dikkat süremizi (ortalama 8 saniye) kısaltmakla kalmıyor, aynı zamanda sosyal yapımızı da bozuyor. Artık “izleyici” değil, dikkat süremizin sürekli ölçüldüğü bu ekonominin ürünü olduğumuz gerçeği, deneyimin kalitesini düşürüyor.

Bağlantının arttığı bu çağda, 18–25 yaş arası gençlerin %61’inin “sıklıkla yalnız hissettiğini” belirtmesi ironik bir paradoksu işaret ediyor: Sanal iletişimin derinlikten yoksunluğu nedeniyle bağlantı artarken, bağ hissi azalıyor. Algoritma, bize sadece bizimle aynı fikirde olanların yankısını sunarak, bizi kişiselleştirilmiş bir izolasyon odasına hapsediyor.

Televizyon yenildi mi? Geleceğin ekranı nasıl olacak?

Televizyon yenilmedi; sadece bir metamorfoz yaşıyor. Büyük hikaye anlatıcılığı gücünü koruyor, ancak dağıtım mekanizmasını kökten değiştirdi ve mobilite ile birleşiyor, önündeyse bazı tehditler var:

1. 5G ve kesintisiz akış: Televizyonu tehdit eden en büyük altyapısal güç, sosyal medyanın kendisi değil, 5G teknolojisinin getirdiği kesintisiz hız ve düşük gecikmedir. 5G, yüksek çözünürlüklü (4K/8K) mobil akışı mümkün kılarak, büyük ekran bağımlılığını azaltıyor. Bu altyapısal devrim, geleneksel yayınların yerini alan IPTV’nin (Internet Protocol Television) yaygınlaşmasıyla birleşti. IPTV ve 5G sayesinde, kullanıcılar artık içeriklerini büyük bir ekran kalitesinde, ancak mobil özgürlükle tüketebiliyorlar. Bu, TV’nin sadece evde izlenen bir cihaz olma statüsünü tehdit eden en önemli faktördür.

2. VOD ve arka arkaya izleme (binge-watching) kültürü: Netflix ve Prime Video gibi VOD platformları, içeriği kişisel kontrolle birleştirdi. Bu, geleneksel TV’nin haftalık yayın ritmini tamamen reddeden arka arkaya izleme (binge-watching) kültürünü doğurdu. Artık diziler, izleyicinin duraksama düğmesine basma isteğine göre, tek bir sinema filmi gibi tasarlanıyor; senaryo yazımından prodüksiyona kadar tüm endüstri bu yeni anlatım tarzına uyum sağlıyor. Bu yeni format, televizyon içeriğinin kontrolünü tamamen izleyiciye vermiştir.

3. TV’nin sosyalleşmesi: Artık TV içeriği, sosyal medyanın ana konuşma yakıtı haline geldi. Televizyon, pasif alıcıdan etkileşimli bir içerik merkezine evrildi.

Bu evrim, ikinci ekran (second screen) fenomeni ile somutlaştı. İzleyici, ana ekranda (TV) içeriği takip ederken, ikinci ekranda (telefon veya tablet) o içerikle ilgili canlı yorumlar yapıyor, oylamalara katılıyor veya karakterler hakkında spekülasyon yapıyor. Bu, televizyonun yarattığı ortak ritmin sosyal medyaya taşınmasıdır.

Yayıncılar dahi, popüler dizileri için özel hashtag’ler oluşturarak bu akışı teşvik eder; izleyiciyi pasif bir tüketiciden, markanın gönüllü tanıtımını yapar hale geldiler. Artık bir dizi, reytinginin yanı sıra sosyal medyada kaç saat TT (Trend Topic) kaldığıyla da değerlendiriliyor. Bu, televizyonun sosyal medyaya yenilmekten çok, onu bir uzantısı olarak kullanmayı öğrendiğinin en güçlü kanıtıdır.

Asıl kaybedilen ne?

Televizyon, yayın akışının kontrolünü kaybetse de, hikaye anlatıcılığının ve büyük ekran deneyiminin gücünü koruyor. Krallığını, kendi kurduğu dijital çocuklarıyla paylaşmak zorunda kaldı. Ancak bu güç savaşının asıl kaybedeni ne televizyon ne de kazananı sosyal medyadır; asıl kaybedilen şey, dikkatimiz ve birlikte yaşama ritmimizdir.

Geleneksel TV, bizi evdeki ortak bir odağa yönlendirirken, sosyal medya bizi milyonlarca farklı, kişiselleştirilmiş odaya böldü. Bağlantılı olma hissiyatı artarken, gerçek bağlarımız zayıflıyor. 18-25 yaş aralığındaki gençlerin %61’inin yalnız hissetmesi, teknolojik ilerlemenin toplumsal maliyetini gözler önüne seriyor.

Belki de bu çağın en büyük devrimi, teknolojiyi değil, dikkatimizi yeniden tasarlamak olacaktır. Zihnimizi kimin şekillendirdiğini fark etmek, bilinçli seçimlerle içeriğimizi yönetmek ve en önemlisi. Ekranların ötesinde, birbirimizle gerçek anlamda bağ kurmayı yeniden öğrenmek. Bir ekrandan değil, bir kalpten bağlanmayı…

Televizyonun dönüşümü bize, “Ne izlediğimizden çok, nasıl izlediğimizin” önemli olduğunu hatırlatıyor.

Kaynaklar:

1)   Clicks’us. (2023, 1 Ağustos). We Are Social 2023 Global ve Türkiye Raporu. https://www.clicksus.com/we-are-social-2023-global-ve-turkiye-raporu

2)   Reuters Enstitüsü | Gazetecilik, Medya ve Teknoloji: 2025 Tahmin ve Eğilimler Raporu. https://raporbulteni.com/reuters-enstitusu-gazetecilik-medya-ve-teknoloji-2025-tahmin-ve-egilimler-raporu

3)   Çetinkaya, A., Arslan, A., Şahin, Ö. E., & Kırık, A. M. (2015). Televizyon izleme davranışına sosyal medya ve ikincil ekran kullanımının etkileri. Sobider Sosyal Bilimler Dergisi, *(2)*4, 151–168.

4)   Aytekin, Ç., Şahin, Ö. E., & Düvenci, A. (2008). Kişisel televizyon: IPTV. Akademik Bilişim Konferansı Bildirileri (ss. 67-70). Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi.

Özgür Erkut Şahin
Özgür Erkut Şahin
Dr. Özgür Erkut Şahin - Teknolojinin hızla ilerlediği bir dönemde, iletişimin ve etkileşimin ne kadar önemli olduğunu sürekli vurgulayan bir akademisyen ve uzmandır. Ona göre, bilgisayarlarla ve makinelerle yaşadığımız iletişim sorununu çözmenin anahtarı, yine etkileşimi doğru ve etkili kullanmaktan geçiyor. Eğitim hayatına Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde başladı, daha sonra Avustralya Charles Sturt University'de Uluslararası İşletme ve Bilgi Teknolojileri okudu. Doktorasını Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilişim Bölümü'nde tamamladı. Özellikle Yapay Sinir Ağları ve İnsan-Bilgisayar Etkileşimi üzerine yaptığı tez, etkileşimin sadece o an yaşanan bir şey olmadığını, gelecekteki süreçleri de içerdiğini gösteriyor. Kendisi de bu görüşe yürekten inanıyor. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Bilgisayar Programcılığı ve Eğitim Fakültesi BÖTE bölümlerinde uzun süre programlama ve teknoloji dersleri verdi. Şu anda ise akademik çalışmaların yanında Gamer Teknoloji adlı robot firmasının kurucu ortağı ve yöneticisi olarak, teorik bilgisini pratik çözümlere dönüştürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x