Bazı insanlar farklı doğar. Varlıkları diğerlerinden farklıdır. Bu fark o insanları özel, bazen de popüler kılar.
Müslüm Gürses de böyle bir insandı. Doğduğu dakikadan son nefesini verdiği saniyeye kadar hep farklı oldu. Hep konuşuldu, hep tartışıldı. Dramlarla dolu çocukluk yılları, kardeşinin vefatı, zalim bir baba, öldü denip morga kaldırıldıktan sonra nefes aldığının görülüp morgdan çıkartılması, yokluk içinde geçen gençlik yılları. Bunları herkes yaşamaz. Kimisinin kaderinde zengin bir aile çocuğu olarak doğmak vardır. Kimisinin ise yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğmak ve yokluk içinde büyümek vardır. Müslüm Gürses ikinci kategoride olan bir insandı. Onun trajedisi doğduğu gün başlamıştı.
Müslüm Gürses’in çocukluğundan beri yaşadığı travmalar onun daha sonraki yıllarda acı dolu şarkıları seslendirmesinde etken olan en önemli faktör olmuştur. Acıyı yaşadığınız zaman anlatabilirsiniz, keza mutluluğu da öyle, tüm duyguları yaşamadan anlatamazsınız. Ayrıca ne kadar derin yaşarsanız o kadar iyi anlatırsınız. Müslüm Gürses derin yaşadı. Zorlukları hissetti ve sırası geldiğinde şarkılarında hissettirdi.
Çay bahçesinden neonlara giden sahne yolculuğu
Müzikteki yolu çok uzundur Müslüm Gürses’in. Adımları çok yavaş attı. 1965 yılında çay bahçelerinde şarkılar söylerken bir yandan da terzilik, çıraklık, artık Allah ne verdiyse o işi yapıp ailesine baktı.
Eskiden gençlerin önünü açmak için çok güzel müzik yarışmaları yapılırdı. Bu müzik yarışmaları bugün şöhret olan pek çok insanın kapılarını aralamasına neden olmuştur. İşte onlardan biri. Sene 1967 ve Adana Aile Çay Bahçesi bir yarışma düzenliyor. Babasının bütün engellemelerine rağmen Müslüm Gürses o yarışmaya katılıyor ve birinci oluyor.
Hep ters gidecek değil ya, arada güzel şeyler de olur insanın hayatında. Müslüm Gürses’in de hayatında yaşadığı ilk güzel olay bu yarışmada aldığı birinciliktir. Bu birincilik onun müzik kariyerinde bir vites olur ve hemen ardından 45’lik plaklar yayınlamaya başlar. Birkaç tökezleyen plaktan sonra bir yüzünde “Sevda Yüklü Kervanlar”, diğer yüzünde ise “Vurma Güzel Vurma” adlı 45’liği o dönem için rekor sayılabilecek bir satış yakalar. Plak 300 binin üzerinde satar.
Acıyı anlatan şarkılarla duygulara dokundu
Müslüm Gürses çok çalışkan bir insandı. Türkiye’de Zeki Müren ile beraber en çok şarkısı yayınlanan şarkıcıdır. Dur durak bilmeden ardı ardına plaklar yayınladı. 1980 yılına gelindiğinde ise 2 milyondan fazla satan “Esrarlı Gözler” adlı albümü piyasaya sürüldü. Bu albüm onun dönüm noktası oldu. 1980 yılından itibaren şöhreti Türkiye geneline yayıldı. İlk plağından itibaren her seslendirdiği şarkıda “acı”yı anlattı. Acıyı anlatırken, isyan, çaresizlik ve melankolik, hatta depresif bir söylem edindi. Nerdeyse tüm şarkılarında hayatta istediği mutluluğu – ki bu genelde aşktır – bulamayan bir insanın acılarını anlattı. Yoksulluğu anlattı. Şarkılarından en çok işlediği konular aşk ve yoksulluk oldu. Yoksulluktan kurtulamayan veya sevdiği insana kavuşamayan insanın isyanını anlattı. Bunu anlatırken de hep bir suçlu aradı. Bu suçlu ise genelde kader oldu.
Bu aslında hiç de hafife alınmaması gereken bir konu. Bir coğrafyada kaç mutlu insan vardır? Hele o coğrafyada sosyolojik ve kültürel bir değişim yaşanıyor ve bu değişim sancılı ilerliyorsa.
Anadolu’dan İstanbul’a ve Almanya’ya olan göç, Türkiye için çok önemlidir. Sosyolojik açıdan ülkenin kültürel kodlarını etkilemiştir. Bu göç dalgasında umudu arayanlar, aşkı arayanlar, parayı arayanlar vardır. Arayan çoktur, ama bulan azdır. Tıpkı yetmişlerde Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı” şarkısında anlattığı gibi, sosyetik kızlar hiçbir zaman yoksul gençlere gönül vermemişlerdir. Cem Karaca, “işçisin sen, işçi kal” diyerek çaresizliğine çözüm bulurken, Müslüm Gürses isyanını kaderi suçlayarak bastırmıştır.
Dinleyici onda kendini buldu
Yoksulluğu, aşksızlığı anlatan bir insanla kim ortak bir paydada buluşabilir? Tabii ki aynı duyguları yaşayan çaresiz insanlar. İşte böyle gelişti Müslüm Gürses’in dinleyici kitlesi. Amerikan ambargosu ile geçen yetmişli yıllar, 12 Eylül darbesi, Amerikan liberal sistemini dayatan Özal’lı yıllar… Hepsi de aslında Müslüm Gürses’in şarkılarında tarif ettiği yoksulluğu ve yalnızlığı arttıran faktörler oldu. Ülkede mutsuz insan sayısı arttıkça Müslüm Gürses ile ortak paydada buluşan paydaşların da sayısı arttı. Derdine derman bulamayanlar onun şarkılarıyla avundular. O şarkılarında o mutsuz insanlar adına konuştu. Dinleyici kendini buldu Müslüm Gürses’te. Derken paydaşlık büyüdü ve Müslüm Gürses onların Müslüm Babaları oldu.
Müslüm Baba’nın ortaya çıkışı
Seksenli yıllarda Müslüm Baba tanımlaması gelişti. Ona baba denmesinin tek nedeni şarkılarında yaşadıkları duygu paydaşlığı mıydı? Hayır! Onun duruşunda da vardı bu babalık. Hep sakin, ağır başlı ve statik bir beden dili ile seslendi dinleyicisine. Bu hepimizin çok iyi bildiği, belki bazılarımızın yaşama fırsatı bulduğu klasik baba figürüydü. Bu beden dili Müslüm Baba’da da vardı.
Sadece şarkıları ve beden dili onu Müslüm Baba yapmadı ama. Daha ilkokuldayken annesi işe gittiğinde kardeşi Ahmet’e o bakmak zorundaydı. Yaşıtları misket oynarken o kardeşine bakıyordu. Babalık ona çocukluktan kalan bir roldü.
Albümleri kesinlikle kalitesiz değildi
Her arabesk sanatçısına olduğu gibi Müslüm Gürses’e de elitler kötü davrandı. Kimisi “avam” dedi, kimisi “kıro”, kimisi “köylü” deyip hor gördü. Şarkılarında söylediğini yaşattı ona elit kesim. Oysa ona çok büyük bir haksızlık yapıldı. Müslüm Gürses’in müziği kesinlikle kalitesiz değildi. Özellikle seksenli yıllarda yayınladığı albümlerin gerek kayıt kalitesi gerekse orkestrasyonu son derece yüksekti. Bu albümler analog stüdyolarda dönemin en iyi müzisyenleri ile kaydedilmişti. Kayıtlarını Türkiye’nin en iyi tonmaysteri İhsan Apça yapmıştı. Çoğu albüm o dönem Türkiye’nin en iyi müzik kayıt stüdyolarından biri olan İstanbul Ses Kayıt Stüdyosu’nda yapılmıştı. Kayıt ve mixlerdeki stereofoniyi bugün hiçbir albümde göremeyiz. O dönem bir Ajda Pekkan nerede çalışıyorsa, bir Sezen Aksu nerede hangi stüdyoda çalışıyorsa Müslüm Baba da aynı yerlerde albümlerini kaydediyordu.
Müzikal anlamda Müslüm Gürses’in özellikle mix ve orkestrasyon konusunda çok iyi olan sayısız albümü vardır. Mesela 1981 yılında yayınlanan “Sen Mutlu Ol”, 1982 yılında yayınlanan “Tanrı İstemezse” ile başlayan albümlerinin müzikal anlamda elitlerin sevdiği müzikten hiçbir farkı yoktur. Hele 1986 yılında yayınlanan “Küskünüm” adlı albümü bir dinlemenizi tavsiye edeceğim. Bu albüm yıllar sonra Kanal D’de yayınlanan “Camdaki Kız” dizisinde kullanılan “Seni Yazdım” adlı şarkı sayesinde tekrar gündeme geldi.
Müslüm Gürses felsefesi yaşamın kendisi
Müslüm Gürses’in şarkıları biriktikçe onun gibi yaşayanların, onun gibi düşünenlerin “Müslüm Gürses Felsefesi” dediği bir yaşam tarzı çıktı ortaya. Bu felsefe aslında Müslüm Baba’nın şarkılarında anlattıkları ve onun beden dilinden ortaya çıkan bir yaşam biçimiydi. Müslüm Baba’nın şarkılarında karamsarlık vardır, ama karamsarlığın da bir limiti vardır. Hiçbir zaman çare ölüm değildir. Kadere sesleniş, kadere küskünlük, hatta isyankârlık vardır, ama hiçbir zaman kaderi yazan yaratana bir isyan yoktur.
Aşk onun için çok önemlidir. Aşk temalı şarkılarını incelediğinizde romantik akımı temsil eden bir duruş göreceksiniz. Nedir bu duruş? Aşk çok önemlidir. Tek eşlilik önemlidir. Sevilen, âşık olunan insan kendisinin de bir şarkısında söylediği gibi “tarifi imkansız güzellik” taşır.
Sevenler büyük sever
“Camdaki Kız” dizisindeki Nalan’a âşık olan Hayri, bir yandan onun hayırsız eşi Sedat Koroğlu’nun ona vermediği değeri görür diğer yandan da ona olan aşkını yüreğinde taşır. Yasak bir aşktır. Nalan evlidir. Hayri hiçbir zaman onunla birlikte olamayacaktır. Hayri, Nalan’ı, “böyle bir aşk görülmemiş dünyada, ne geçmişte ne de bundan sonra da…” şeklinde sever. Yani büyük sever. Tam bu sırada Müslüm Baba’nın “Seni Yazdım” şarkısı girer. Hayri dizide her Nalan’ın düşündüğünde bu şarkıyı dinler.
Müslüm Gürses’in tüm şarkılarındaki aşk bu tür aşktır. Kavuşulamayan sevgilinin ardından da “yakıp bütün aşkımı kötü maziye gömdüm, yaşanılan sevdayı seni kalbime gömdüm.” der ve aşkını içinde yaşar. Bir nevi platonik aşklardır. Âşık olan kişi asla yasak aşk yaşamaz, âşık olduğu kişiyi uzaktan sever, eğer yakınlarında bir yerdeyse de onu kollar. Özetle romantik âşıklardır Müslüm Gürses felsefesine inananlar. Günümüzde yaşanan neo-liberal ekonomilerin desteklediği aşk tiplerinin henüz yeni yeni göründüğü dönemlerde Müslüm Gürses şarkıları bir nevi bu sistemin aşklarına da karşı koymuştur. Vefa, bu felsefenin olmazsa olmazıdır. Müslüm Baba şarkılarında ara ara vefasız insanlara da sitemde bulunur.
Kadere inanan bir felsefe
Ve tabii ki kader. Kadersizliğe vurgu yapar sık sık. Elitler kader kavramına inanmadığı için onun kadersizliğe olan isyanını da eleştirmiştir. Oysa biraz astroloji ile bilimsel olarak ilgilenen herkes kader denen bir olgunun olduğunu ve bunun bazı insanlarda olumlu gelişmeler, bazı insanlarda olumsuz gelişmeler getirdiğini bilir. Çok yakın bir astrolog dostumla bir astrolojik harita üzerinde çalışıyorduk. Hiç unutmam, olay dönüp dolaşıp “kader” denen olguya gelmişti. O gün ben de isyanla arkadaşıma “yahu abi, o zaman arabeskçilerin anlattığı her şey doğru…” diye isyan etmiştim.
İşi müzik, ofisi stüdyo, mesaisi şarkı söylemekti
Müslüm Gürses çok çalışkan bir insandı. Onun hayatı hep müzikle geçerdi. Çok araştırdım, soruşturdum. Beni çok şaşırtan bir olayla karşılaştım. Mesela Müslüm Gürses her gün stüdyoya gidermiş. Ofisine giden bir personel gibi. Onun da işi müzik, ofisi ise stüdyoymuş. Her gün stüdyoya gider ve çalışırmış. Sürekli şarkılar seslendirip kaydedermiş. Öyle diğer şöhretler gibi ‘bir albüm tuttu, birkaç konser vereyim sonra da sefasını süreyim’ kafası yokmuş. Stüdyoda şarkıları seslendirirken hep “nasıl anlatabildim mi?” diye sorarmış.
Onun derdi, müzikte bu felsefesini oluşturan duyguları en iyi biçimde aktarmaktı. Şarkı söylemek onun için “bir şeyleri anlatmak”tı. Ofisi gibi gördüğü stüdyoda kayıt yaparken, bir şarkının bir bölümünü tekrar söylemesi gerektiğinde hemen şarkının tamamını seslendirirmiş. Şarkının bir bölümünün arasına girip, o kısa bölümü söyleyip bir önceki söylediği bölümle birleştirmek gibi bir huyu yokmuş. “Olmaz, en baştan okumazsam anlatım bozulur” dermiş. Müslüm Gürses’in yorumcu kişiliğini dinlerken bir başka pencereden dinlemek gerekir.
Özellikle doksanlı yıllardan sonra şarkılarını melodileri yumuşatarak, serbest formda ve konuşur gibi seslendirmiştir. Bu, Fransız müziğinde ekol olan ve orta çağa kadar dayanan chanson türünde görülen bir yorum tarzıdır. Şarkıcı şarkıyı söylerken şarkıyı nota değerinden fazla çıkmadan konuşur gibi, sizinle sohbet eder gibi seslendirir. Müslüm Gürses’in bu formda seslendirdiği çok sayıda şarkısı vardır. Bunu özellikle doksanlı yıllarda seslendirdiği pop müzik cover’larında çok sık uygulamıştır.
Doksanlı yıllar ve açılım dönemi
Doksanlı yıllar Müslüm Gürses müziği için bir açılım dönemi oldu. Müslüm Gürses onu bir türlü kabul etmeyen elitlere nispet edercesine repertuvarına pop müzik şarkılarını da ekledi. Yurt dışında yapılan bir analizde sesinin uç buçuk oktav olduğu söylenen Müslüm Gürses bu dönem hem pop hem de rock şarkılar seslendirdi. Pop müziğin de kendi içinde dahi farklı kırılımları olan sanatçılara ait şarkıları seslendirdi. Zülfü Livaneli, Bülent Ortaçgil, Tarkan, Kenan Doğulu gibi pop müzik yorumcularının yanı sıra Teoman ve Şebnem Ferah gibi rock solistlerin hitlerini coverladı. Seslendirdiği pop ve rock hitlerini kendine has yorumuyla seslendirdi. “Sonuna Kadar”, “İkimizin Yerine”, “Vazgeçtim”, “Böyle Ayrılık Olmaz” ve nicesi. Bu pop şarkıları Müslüm Gürses’in yorumuyla dinleyince ne göreceksiniz biliyor musunuz? Aslında 90’lardan sonra hit olan nerdeyse tüm pop ve hatta rock şarkılarının üstüne pop elbise giydirilmiş birer arabesk şarkı olduğunu göreceksiniz.
Dünyada görülmemiş bir hayran – sanatçı ilişkisi
Ve tabii ki son olarak Müslüm Gürses hayranlarına da değinmem gerekir. Yetmişli ve seksenli yıllarda yoz dedikleri arabesk müziği elitler eleştirirken dönemin TRT’si de bu konuda geride kalmamış ve bu müzik türüne ambargo uygulamıştır. Bu ambargodan Müslüm Gürses de payına düşeni almıştır. Medyada çok fazla görünmek kadar medyada hiç görünmemek de bazen önemli avantajlar getirebilir. Geçmişte arabesk sanatçıları bundan çok faydalandılar. Halk bu yasaklı müziği seslendiren insanları – ki bunlardan biri de Müslüm Gürses’tir – görmek ve onlara dokunmak istemiştir. Bu durum hayran-sanatçı ilişkisine olumlu yönde katkı sağlamıştır.
Müslüm Gürses’in seksenli yıllarda sayıca artan dinleyici kitlesi doksanlarda fanatikleşmiştir. Sanatçı ile hayranları arasında öylesine büyük bir sevgi bağı kurulmuştur ki, bu bağ kendisini şiddetle göstermiştir. Kimisi size sımsıkı sarılarak sever, kimisi ise uzaktan bakarak sever. Herkesin sevgisini gösterme biçimi farklıdır. Müslüm Gürses’in hayranları ise sevgilerini çok daha farklı bir biçimde gösterdiler. Gün geldi konserlerde jiletlediler kendilerini, gün geldi birbirleriyle kavga ettiler. Şiddet ile sevgi yan yanaydı bu ilişkide. Hayranları sevgilerini birbirlerine veya kendilerine şiddet uygulayarak gösteriyordu.
Psikoloji biliminin konusu olan bu sanatçı-hayran ilişkisi dünyada hiçbir sanatçıda görülmemiştir. Müslüm Baba da bu şiddet içeren sevgiden payına düşeni almıştır. 1989 yılında bir konserinde ona gül vermek isteyen bir hayranını engellemek isteyen bir başka hayranı arasında çıkan ve büyüyen arbedede Müslüm Baba da hayranından bir kaza yumruğuna maruz kalmıştır.
Müslüm Gürses’in hayranları onu vefatından sonra da sevmeye devam etti. Sanatçının uzun yıllar beraber çalıştığı müzik yapımcısı Muhteşem Candan bana anlattığında çok şaşırmıştım.
Biliyor musunuz, bilmem. Müslüm Baba’nın hayranları her hafta Müslüm Gürses’in mezarında toplanıyor ve mezarlık buluşmalarında bir araya geliyorlarmış. Her gün yaklaşık on Müslüm Baba hayranı da mezarı temizliyor ve temizlik nöbetinde bulunuyormuş. Çiçeklerle mezarını dolduran hayranları mezarının başında Müslüm Gürses sohbetleri yapıyormuş.
Duyunca tüylerim diken diken oldu. Muhteşem Candan, “böylesi, dünyada kimseye nasip olmadı. Ne Elvis Presley ne Michael Jackson ne de bir başkasında görülmemiştir.” demişti bana. Gerçekten de böylesi ne duyuldu ne görüldü.
Müziğin iyisi, kötüsü yoktur
Müzik kitlesel bir iştir. Müzikle bazen on kişiye, bazen de on milyon kişiye ulaşabilirsiniz. Kitlelere ulaşan müziğiniz sizin kişisel kimliğinizle bütünleşerek dinleyicide bir iz bırakır. Bu iz ne kadar büyükse o sanatçı da o kadar büyük oluyor. Müziğin iyisi, kötüsü yoktur. Tüm müzikler yedi notanın kombinasyonu sonucunda ortaya çıkmıştır. Müziğin hedef kitlesine bakıp da o müziğe “yoz, kalitesiz, avam” demenin hiçbir anlamı yoktur. Bunun için ben hiçbir zaman hiçbir müzik türünün dışlanmaması gerektiğine inananlardanım. Siz dışlarsınız, ama onu sahiplenen öylesine büyük sahiplenir ki o sanatçı ölse de uzun yıllar yaşamaya devam eder.
Bu ara Müslüm Gürses dünyada bir ilke daha imza atmış. Her gün ofise gider gibi stüdyoya gider çalışırdı demiştim ya. Şimdi o dönemlerdeki çalışmalarından gizli kalan ve hiç yayınlanmamış şarkıları “Mahzendeki Şarkılar” adlı albüm serisinde yayınlanıyor. Dünyada vefat ettikten sonra üç, beş şarkısı yayınlanan sanatçılar oldu evet, ama Müslüm Gürses gibi vefat ettikten sonra yayınlanmamış yüz şarkısı olan hiçbir sanatçı yok.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 14 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.