Müzisyenler salgın günlerinin öldürmeyip de süründürdüğü meslek grupları listesinin başlarında yer alıyorlar. Yaptıkları hem sanat, hem de geçimlerini sağlayacakları bir meslek, ancak geçim konusunda en talihsiz mesleklerden. Ürünü kriz anında ilk vazgeçilenlerden; üstüne üstlük sistem tarafından gereksiz gösterilmeye, planlı olarak değersizleştirilmeye çalışılan onlarca yetenekli değerli insan profillerinden biri.
Aralarında bordrolu, kadrolu, maaşlı devlet memuru olanlar bir yana; çoğunluğu, ekonomist ağzıyla söylemek gerekirse, serbest piyasanın kucağına bırakılmış, merdiven altı müzisyen derekesine düşürülmüş, açlık sınırının altındaki yaşam koşullarına göre evrim geçirmiş şerbetli insanlar.
Müzisyen (en ticari müziği yapan ve piyasanın zirvesine tırmanmış “star” olmuş, müzisyen kalabalığında yüzde biri bile oluşturmayan “elit” kategori bu değerlendirmenin dışında tutulduğunda) diğer sanatçılara oranla, yaptığı işin habitatı gereği işçi sınıfına en yakın kesim.
Girdiği toplumsal ilişkide muhatap olduğu kesimlerle yürüttüğü diyaloğun içeriği itibarı ile pek çok sanatçının dünyasına göre “avam” bir muhabbetin muhatabı.
Telif geliri devede kulak
Bu ülkede müzisyenliğin sayısız dramı var; düğünde damat halayı çalan sayısız caz müzisyeni, tanıyorum. Parasını almak için çıkılmayan telefonları sayısız kez tuşlayan, muhatap olduğu işgüzar pavyoncudan hak ettiği parayı isterken kendini dilenci gibi hisseden, altında çalıştığı pop yıldızı tarafından azarlanan onlarca değerli müzisyen. Geçtim! Zaten mekanik olarak satışlardan doğru dürüst para kazanamıyorlar. Konser bilet yüzdesi, tişört-kupa gibi eşya (merchandise) satışı ve telif hakları geliri devede kulak. Barlarda haftanın beş günü çalsanız bile kazanılan para komik.
Biliyoruz ki, yıllarca nota sehpası karşısında çürütülen dirseklerin karşılığını alamayan bu insanların sorunları yeni peydahlanmadı ve içinde yaşadıkları toplumun sınıflı olduğu gerçeği değişmedi. Onlar salgın günlerinden önce de tarifsiz sıkıntılar çekiyordu, şimdi de çekiyorlar. Yine sigortasız ve parasızlar; üstelik bir de itibarsızlar. Kısacası müzisyenin adı bu düzende salgın ve karantinadan önce de yoktu.
Müzik okulundan mezun olduktan, yıllarca aldığı derslerden yaptığı etütlerden sonra, çok azı için mutlu son söz konusuydu. İstediği müziği yaparak albümler çıkarmak, konserler vermek suretiyle hayatını idame ettirmek fırsatını bulmuş mutlu azınlık yüzdede pek bir yer teşkil etmiyor. Müzisyen ideallerini unutup, kendini arzu etmediği bir ortamda bulmuş mesleğin sahibi. İnsanın gururunu rencide edecek bir para pazarlığının en alt basamaklarına mahkûm edilmiş bir ücretli emek. Gece hayatında patronun gözünde, müşteriyi tüketime teşvik eden sigortasız eleman, işletmeci tarafından içtiği birası sayılan yabancı, sarhoşun peçeteye yazdığı repertuarı icra etmekle mükellef çalgıcı, eğlenceye meze yapılmış bir meyve tabağı. Ancak öte yandan yaptığı işin yine doğası tarafından (ki bu doğa ikili bir karaktere sahip) hiç bastırılamayan egosu, sürece her daim müdahil oluyordu. Oysa emeğini satan bir sermayesiz, yani işçidir müzisyen.
Yasaklanan festivaller, konserler… 12 Eylül’den sonra sahneye çıkamayan sanat emekçilerini, kapanan kültürel mekânları da unutmayalım. O günden bugüne aynı düzen sürüyor. Toplumsal ve ekonomik krizlerde de mağdur pozisyonuna düşenlerin başını en çok müzik emekçileri çekiyor.
Deniz’in sorunu, tüm Deniz’lerin sorunu
Sayısız örnekten sadece biri… Yakınlarda sosyal medya hesabından paylaşmıştı Kurban topluluğunun solisti ve gitarcısı Deniz Yılmaz; maddi gerekçelerle müziği bıraktığını duyurmuş, yanı sıra sağlık sorunları nedeniyle de müziğe zaman ve para harcayamayacağı yönünde bir ek yapmıştı.
Yaşadığımız sistemde sağlık alanında aylarca devlet hastanelerinde takvim beklemeye mecbur bırakılan, elindekini avcundakini özel hastanelere kaptıranlar bir yana… Biraz da sitemkâr bir açıklamaydı Deniz’inki. Teoman’ınkine benzer bir tükenmişlik sendromu içinde, hangi psikolojik nedenlerle müziği bırakıp bırakmadığı bilinmez; ancak her ne nedenle olursa olsun kişisel, psikolojik ya da değil, neticede konunun gelip dayandığı nokta toplumsal sorunlar. Yani sitemin doğru adresi insanları sıkıştıran toplumsal koşullar. Bu sorunu sadece Deniz’e indirgersek, asıl sorunu göz ardı etmiş oluruz. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Deniz’in sorunu tüm Deniz’lerin, müzisyenlerin sorunu. Belli ki müzisyenler salgın sonrasında da hayatlarının belki en zor dönemlerini yaşamaya devam ediyorlar: intiharlar, mesleği bırakmalar, yaşamlarının parçalanması… Ekonomik ve politik kriz tıpkı salgın gibi yine müzisyenleri derinden etkiledi. Şimdi piramidin tepesindeki bir avuç insan dışında tüm müzik emekçilerini ciddi bir yaşam savaşı bekliyor.
Dijital dönemin üç kıymetlisi: tıklanma, takipçi ve beğeni
Müzisyenlerin son yarım yüzyıllık zaman diliminde geçimlerini nasıl sağladıklarının yanıtı biraz değişken. Müzisyenlerin ekonomisi konusunda bir kaç kırılma noktası var. Bir müzisyen için iki bin yılına kadar en yüksek kazanç noktasını (CD, plak, kaset gibi) fiziki satışlar oluşturmaktaydı. Bu da albüm yapımını, satışını destekleyen bir süreçti; tüm firmalar, sanatçısıyla birlikte fiziki satışı promote ediyordu. İnternet dönemiyle birlikte korsancılığın önünün açıldığı dönemde ise ağırlıklı kazanç noktası yer değiştirerek konser performanslarına dönmüştü. Burada artık fiziki baskılar bile prestij amacıyla yapılıyor, basılan albümlerin konserlerde bilet satışını arttırması hedefleniyordu. Ancak iki binlerin ilerleyen basamaklarında dijital platformların yaygınlaşmasıyla birlikte her şey “tık”a bağlandı ve müzisyenin tüm kazanç hayalini, hedefini, umudunu dijital satışlar oluşturmaya başladı. Aslında mevcut sistemde bu da çözüm değildi, (bu başka bir yazının konusu olmakla birlikte) zira sistem oturmamıştı ve emekçi müzisyen açısından adil olmayan bir güç ve paylaşım savaşları başlıyordu.
Bu aslında sadece ekonomik savaşları değil, müziğin içeriğini de olumsuz yönde etkileyen bir süreçti. Artık hiç kimse albüm yapamaz hale gelmiş ve single’lara bel bağlamıştı. Dijital dönemin üç kıymetlisi: tıklanma, takipçi ve beğeni… Oluşan sacayağında amaç, müzikte araç haline gelince denklem değişmişti.
Oysa dünyada müzisyenler (henüz paylaşım altyapısı çözülememiş olsa da) bu tarz stream konserlere bilet satıyorlardı. Yakın zamanda canlı performansları dijitalleştirmek için bazı adımlar da atılmıştı, ama tek kazanan kimdi? Tabi ki yine teknoloji musluğunun başında duran iş adamı! Bu süreç geçmişteki kırılma noktalarından iki tanesini anımsatıyor bize. Biri internetin erken dönemindeki mp3 çılgınlığı benzer bir geçiş dönemi. Ki bir noktadan sonra Spotify, iTunes, Deezer gibi platformlar aracılığı ile müziklerini ücretleri mukabilinde paylaşmak isteyenler bu mecraları tercih etmeye başlamışlardı. Şimdilerde çareyi Youtube kanalında görenlerin de sayısı az değil ama sosyal medyanın bu uzun süreçte neye ne kadar deva olacağı henüz meçhul.
2020 – Ev yapımı albümler enflasyonu
Müzisyenlerin sorunlarının çözümüne gelecek olursak… Burada satır başını örgütsüzlük tutuyor. Camianın ezici çoğunluğu benzer fikirdeydi; örgütsüz oluşları trajediyi katlıyordu ama iş örgütlü mücadele etmeye varınca, her şey Aziz Nesin’in bir sözüne gelip dayanıyordu: “Bizim insanlarımız mücadeleci insanları sever de, mücadele etmesini pek o kadar sevmez.”
Salgın özellikle canlı performans dünyasını vurmuş, ciddi bir gelir kaybı yaşanmıştı. Önce birileri çaresizlikten sanatını sosyal medyada sunmaya başladı. Ancak bir süre sonra bunun çıkar yol olmadığı, çünkü müziğin parasız elde edileceği yolunda bir algıyı tetiklediği görüldü. Konser veremeyen, ekmek parasını kazanamayan müzisyenin yapabileceği iki şey vardı; ya başka alanlara göçecek ya da dişini sıkıp evinde müzik kaydedecekti. Bu nedenle 2020 ev yapımı albümlerin enflasyonuna uğradı, ancak bunlarda da görülen en büyük sorun, pek çoğunun teknik olarak kalitesiz, içerik olarak da umutsuz olduğuydu.
İki yüz binin üzerinde emekçi müzisyen mağdur
Camiadaki her kesim aynı kaderi paylaşmıyordu. Örneğin plak firmaları açısından salgın günlerinin büyük hasarlar yarattığını söylemek zor. Çünkü fiziki satışlar 2010 yılından beri düşerken, dijital satışlar (streaming gelirleri) düzenli olarak yükseliyordu. Meslek birliklerinin açıkladığı rakamlar ise bu sektörün işçi sınıfına ilişkin bir veri içermiyordu. Müzisyenin çalışma şartlarında ve gelir seviyesinde hiçbir iyileşmenin görülmemesiyle, salgın günlerinde mevcut sorunların tamamının varlığını sürdürdüğünü, daha da derinleştiğini ve eskisinden daha çıplak göründü. Memlekette iki yüz binin üzerinde emekçi müzisyen mağdur oldu, işsiz kaldı. Salgınla birlikte başlatılan müzik yasakları işin tuzu biberi oldu.
Aslında müzikten geçmişte de firar eden çok müzisyen olmuştu. Önemli çoğunluğun nedeni geçim sıkıntısıydı. Hayallerindeki müziği yapmak ile istediğin müziği yaparak geçinmek arasındaki çelişki, bir düzen olarak kapitalizm varlığını sürdürdükçe bitmeyecek.
Başladığımız örneğe dönerek bitirirsek: enseyi karartmadan yaşamaya devam etmeli Deniz Yılmaz’lar. Artık iyice açığa çıktı ki, müzisyenin önündeki acil vazife örgütlenmek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 27 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.