Yaz henüz bitmeden hâlâ tatile gidemeyenler için bir önerim var.
Ege’nin en sakin, en huzurlu köşelerinden biri: Assos.
Günümüzde Behramkale adıyla bilinen Assos, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı, Ege Denizi’ne hâkim stratejik bir noktada yer alıyor. Taş evleri, berrak denizi, zamanın kokusunu içine sindirmiş sokaklarıyla her daim beni büyüleyen; günü, takvimi, hatta dünyayı unutturan bir rüya mekân burası.
Masalsı bir yolculuğun başlangıcı
Assos yolculuğu, kıvrıla kıvrıla uzanan yollarda size eşlik eden zeytin ağaçları ve başını kaldırıp merakla bakan keçilerin görüntüsüyle başlar.
Yolun sonunda, bir tepenin yamacına kurulmuş taş evleriyle sessizce karşılar sizi Behramkale. Tabelada “Assos Antik Kenti” yazısını gördüğünüzde abartı beklemeyin; çünkü burası gösterişten uzak, sadeliğiyle büyüler. Taş evler, zeytin ağaçları, deniz, rüzgâr ve geçmişten gelen dinginlik hâkimdir her köşeye.
Telaşları unutturan yer
Ne zaman Assos’a gelsem, içten ve sıcacık haliyle tüm telaşlarımı geride bırakırım.
Bu yaz ne lüks otel arayışım var ne de gürültü. Çünkü tatil, yalnızca gezmek, tozmak, eğlenmek değil; kimi zaman kendini bulmak, doğanın farkına varmak, yavaşlamaktır. İşte Assos tam da bunun için biçilmiş kaftan. Siz de benim gibi biraz durmak, biraz soluklanmak istiyorsanız Assos’u mutlaka not alın. Tarih kokan taş evleri, duvarlarından sarkan begonvilleriyle her köşesi ayrı bir güzellik sunar.
Assos’a gittiğinizde pişmanlık değil, aksine “iyi ki gelmişim” duygusu kalır içinizde. Taş sokaklarında dolaşırken hafif bir meltem okşar yüzünüzü, uzaklardan gelen dalga sesleri kulağınızda tatlı bir ezgiye dönüşür. Böylece adım adım, öyküden öyküye sürüklenirsiniz.
Assos’ta sabah
Assos’a geldiğimde gün erkenden başlar. Her sabah, güneş doğmadan önce limanın taş iskelesinde denize atılan ağların şakırtısı duyulur. Kasaba, işte bu sesle uyanır. Assos’ta balıkçılık, yalnızca bir meslek değil, hayatın ta kendisidir.
Liman kahvesinde oturup gelen geçenleri seyrederim. Önce kıyıya bağlı küçük kayıklarla sohbet ederim. Evet, belki biraz deliyim ama güzel yerleri de iyi bilirim. Bazen sorarım kayıklara: “Kıyıya bağlı durmak mı güzeldir, açık denizde yol almak mı?” İçlerinden biri gülümseyerek cevap verir sanki: “Yol almak ne kadar güzelse, arada kenara çekilmek de öyle… Sürekli yolda olunmaz, ama sürekli kıyıda da durulmaz. Bazen yol alırken, bazen de kıyıda dinlenirsin.” İşte insana da lazım olan o denge budur.
Kayıkçılara teşekkür edip vedalaştıktan sonra yönümü balıkçı teknelerine çeviririm. Bir önceki gelişimde bir balıkçı, içini dökmüştü: “Artık balıkçılık yapmak isteyen yok. İstavriti bile tanımıyor şimdiki çocuklar. Oysa bu sabır işidir… Gece uykusuz, gündüz güneşin altında ya da kışın dondurucu soğukta geçer. Kazancı belli değildir; deniz o gün ne verirse.” Bunu söylerken yüzünde acı bir tebessüm vardı.
Oysa biz Assos’un şirin restoranlarında yediğimiz mis gibi levrek, barbun ya da istavriti, işte o sabahın alaca karanlığında denize açılan balıkçıların emeğine borçluyuz. Menüler mevsime göre değişir; o gün denizden ne çıkarsa, sofraya da o gelir.
“Rastgele” diyerek balıkçılara veda eder, limandan usulca ayrılırım. İçimde bir sürü soru ve cevapla, yolda karşılaştığım martılara, kedilere, köpeklere hatta karıncalara bile selam veririm: “Güzel olsun gününüz, size de rastgele…”
Peki, liman yalnızca sabahları mı güzeldir? Akşamları da ayrı bir renge bürünür. Deniz kenarındaki lokantalardan yükselen ızgara kokusu, çocukların neşeli sesleri, dalgaların ritmiyle birleşir. Günün her saati başka bir güzellik saklar liman.
Athena Tapınağı ve felsefenin izleri
Assos’un en yüksek noktasına çıktığınızda sizi karşılayan Athena Tapınağı, yalnızca arkeolojik bir kalıntı değil; insanı düşünmeye, hayatı sorgulamaya davet eden bir duraktır. Gökyüzüne en yakın bu tepenin doruğunda Ege’nin maviliği ile Midilli’nin silueti ufka uzanırken, taşların sessizliği adeta felsefenin kadim çağrısını fısıldar.
M.Ö. 6. yüzyılda inşa edilen tapınak, Anadolu’da Dor düzeninde yapılmış ender örneklerden biridir. Taş basamaklarına oturduğunuzda yalnızca tarih değil, zamanın da katmanları üst üste gelir. Gözlerinizin önünde hem antik bir inanç mekânı hem de asırlar boyunca nice insanın düşüncelerine tanıklık etmiş bir açık hava kürsüsü belirir.
Burayı eşsiz kılan bir başka iz de Aristoteles’tir. Filozof, M.Ö. 4. yüzyılda Assos’a gelmiş, burada Hermias’ın koruması altında yaşamış ve kısa süreliğine de olsa bir felsefe okulu kurmuştur. Öğrencileriyle bu yamaçlarda yürürken, insanın doğasını, toplumun düzenini, erdemin ne olduğunu tartıştığını hayal etmek bile o taşlara bambaşka bir anlam katar. Belki de Aristoteles’in düşüncelerini olgunlaştıran esintiler, hâlâ rüzgârla dolaşmaktadır bu tepede.
Athena Tapınağı’na çıktığınızda, taşların arasına sinmiş bu felsefi mirası duyumsarsınız. Bir yanda tanrıçaya adanmış kutsal bir alan, diğer yanda insan aklının en büyük serüvenlerinden birine ev sahipliği yapmış bir mekân… Assos’u benzersiz kılan da tam bu birleşimdir: inanç ile aklın, doğa ile tarihin yan yana var olması.
Yazın güzel sesi: Cırcır böcekleri
Assos’un yazına eşlik eden en tanıdık seslerden biri cırcır böcekleridir. Yollara, güneşe, zeytin dallarının arasına başka bir anlam katarlar. Sessiz toprağın yerine onlar konuşur; sanki yazın kalp atışlarını duyururlar bize.
Cırcır böceği deyip geçmeyin; bu zavallıların işi zordur. Ömürlerinin büyük kısmını toprak altında geçirir, birkaç haftalık kısa yaz ömründe ise hiç durmadan kanatlarını birbirine sürterek öterler. Aslında bu ötüş, bir aşk çağrısıdır; erkek cırcır böcekleri dişileri kendilerine çekebilmek için var gücüyle seslenir. Bizim kulağımıza huzur veren bu ses, onlar için yaşamın en önemli gayesidir.
Sabır işidir bu. Öğle güneşi en tepede, hava en durgun olduğunda en gürültülü korolarını kurarlar. O anlarda Assos’un taş sokakları, limanı, zeytinlikleri, tek bir dev koro hâline gelir. İnsan, sessizliğin bile bir ses olduğunu cırcır böceklerinden öğrenir.
Kimileri için yorucu bir gürültüdür, ama yazı dinlemeyi sevenlerin ve huzuru arayanların kulağında en tatlı ezgi cırcır böceklerinin şarkısıdır. Onlar olmadan yaz, eksik kalır; güneşli günlerin hafızamıza işlenen fon müziği budur aslında.
Ne zaman Assos’a gitmeli?
Assos’un her mevsimi ayrı güzeldir ama yolculuğunuzdan beklentiniz zamanı seçmenize rehberlik eder. Güneşin altında deniz tatili arayanlar için en uygun dönem Haziran ile Eylül aylarıdır; berrak sulara girip uzun yaz günlerinin keyfini çıkarmak için idealdir.
Doğanın renklerini seyretmek, taş sokaklarda daha sakin adımlar atmak isteyenler içinse ilkbahar ve sonbahar eşsizdir. Bu aylarda sıcaklık 20-23 derece civarında seyreder; ne çok bunaltır ne de üşütür. Zeytinliklerin arasında yapılan yürüyüşler, antik kalıntılarla dolu tepelerde dolaşmalar bu mevsimlerde çok daha keyiflidir.
Assos içinde ya da çevresindeki köy ve koylara ulaşmak da kolaydır. Özel aracınızla dilediğiniz noktaya gidebilir, taksi veya minibüslerle köylere ve plajlara ulaşabilirsiniz. Yürümeyi sevenler içinse yollar, manzaralarıyla başlı başına bir keşif alanı sunar.
Assos’ta kimler kutlu olur?
Assos, herkese aynı şeyi sunmaz; arayanın derdine göre başka başka kapılar açar. İlham peşindeki yazar ya da ressam, taş sokakların sessizliğinde yeni bir sayfanın kıvılcımını bulur. Felsefe meraklısı, Aristoteles’in izinde antik taşlara dokunarak düşüncelerine yeni sorular ekler. Gürültüsüz, sade ve yavaş bir hayat arayanlar için burası adeta bir sığınaktır; zamana yetişme telaşı burada yoktur.
Tarihin tozunu sevip arkeolojiden heyecan duyanlar, antik kentin kalıntılarında binlerce yıl öncesinin nefesini hisseder. Doğaya yakın olmak isteyen kampçılar için zeytin ağaçlarının gölgesi, gökyüzünü baştan başa örten yıldızlar vardır. Denizi arayanlar ise serin ve tertemiz koylarda suya atladıklarında neden buranın hâlâ gizli bir cennet olduğunu hemen anlar.
Kısacası, ister düş kurmaya, ister tarihle kucaklaşmaya, ister doğaya sığınmaya gelin; Assos her birine ayrı bir kucak açar.
Nerede konaklama yapılabilir?
Assos’ta nerede kalacağınız, aradığınız tatilin tonunu belirler. Antik limanda taş binalara kurulmuş butik oteller, sabahları odanıza dalga sesini getirir. Nazlıhan gibi deniz kıyısındaki eski yapılar, balkonundan maviliğe bakarak güne başlamayı sevenlere göredir. Behramkale’nin içindeki otellerde konaklarsanız, taş sokakların dinginliğiyle daha içe dönük bir yolculuğa çıkarsınız.
Kadırga Koyu’nda mavi bayraklı plajın hemen yanı başında, yeşilliklerin arasında modern oteller sizi bekler; deniz tatilinden vazgeçemeyenler için burası biçilmiş kaftandır. Daha fazla sakinlik arayanlar için ise Sivrice, Sokakağzı ve Kuruoba köyleri vardır: burada doğayla iç içe pansiyonlarda kalabilir ya da çadırınızı deniz kenarında kurabilirsiniz.
Kervansaray Hotel gibi tarih kokan yapılarda kalmak, sanki birkaç yüzyıl öncesinin yolcularıyla aynı çatı altında uyumak gibidir. Eden Beach Hotel gibi kendi küçük plajına sahip oteller ise tatili daha özel kılar.
Assos’ta her zevke ve her bütçeye göre bir seçenek vardır ama hepsinde ortak olan şey, sabahları uyanınca yüzünüze vuran meltemdir.
Ne yenir?
Assos’ta sofralar deniz kokar. Limandaki restoranlarda sabahın alaca karanlığında denize açılan balıkçıların tuttuğu levrek, barbun, mercan akşama sizin tabağınıza gelir. Izgara dumanı ile dalga sesleri birbirine karışır. Yanında masaya dizilen mezeler; zeytinyağına bulanmış enginar, deniz börülcesi, köz patlıcan… Hepsi güneşin ve toprağın tadını taşır.
Sabahları ise köy kahvaltısının cömertliğiyle uyanırsınız. Taş fırından çıkmış ekmek, dalından yeni kopmuş zeytin, yöre balı ve köy peynirleri… Kahvaltı masası Assos’ta neredeyse bir ritüeldir, doğanın sunduğunu olduğu gibi sofraya taşır.
Zeytinyağlıların hafifliği, balığın tazeliği, kahvaltının sadeliği… Assos mutfağı ne lüks ne de abartı peşindedir. Burada yemek, hayatın doğal akışına katılmanın bir başka biçimidir.
Birkaç mekân önerisi
Assos’ta lezzet arayışına çıkanlara birkaç adres:
Etem ile Aslı – Balabanlı Köyü’nde, Behramkale’ye on beş dakika uzaklıkta. Bahçesinde oturup, masanıza gelen tabaklardan çok, ev sahiplerinin içtenliğiyle hatırlanır. Rezervasyonsuz gitmeyin.
Yahya’nın Yeri – Limanın hemen yanında, balık ve mezeleriyle ünlenmiş. Denizin üstüne kurulu masalarda, gün batımıyla birlikte yemek yemenin keyfi başka yerde kolay bulunmaz.
Sappho Rum Meyhanesi – Adını antik çağın ozanından alan bu mekân, rakı kadehlerinde eski bir hikâyeyi, Rum mezeleriyle denizin tuzunu hatırlatır.
Assos Köyüm Restaurant – Taş duvarların arasında sıcak bir aile işletmesi. Zeytinyağlıların hafifliği ve ev yapımı tatlılarıyla öne çıkar.
Mavi Kapı – Ev yemekleri arayanların durağı. Sade, gösterişsiz ama samimi. Assos’un ağırbaşlı havasına eşlik eden bir nefes alma yeri gibi.
Denizin ve sessizliğin kıyısı
Assos’ta denizle buluşmak isteyenler için birkaç farklı sahil var. Antik Liman Plajı, taşlık yapısıyla biraz zahmetli ama ücretsiz oluşu ve şezlong–şemsiye kiralama imkânıyla hâlâ cazip. Kadırga Koyu, mavi bayraklı sularıyla ve incecik kumuyla özellikle aileler için güvenli ve keyifli bir seçenek. Daha sessiz, doğayla iç içe anlar arayanlara ise Sivrice ve Sokakağzı’nın taşlı ama cam gibi berrak plajları eşlik eder.
Assos’un denizi serindir; güneşi ise sıcacık, kucaklayıcıdır. Athena Tapınağı’na çıktığınızda altınızda Ege uzanır, ufukta Midilli silueti belirir. İşte tam orada, yazın bütün ağırlığı ve hafifliği bir arada hissedilir.
Assos, yalnızca yüzmek değil, aynı zamanda durup dinlemek için de vardır. Bir taş duvara yaslanıp hiçbir şey yapmadan sessizliği dinlemek… Telefonu kapatıp ayakkabıları çıkararak rüzgârı ve güneşi hissetmek… Belki de tatil, tam da budur: hiçbir şey yapmamak. Ve Assos, bunu yapabilmek için dünyanın en uygun yerlerinden biridir.
Son söz
Assos’ta, Aristoteles’in bir zamanlar izlerini bıraktığı taşların arasında yürürken zeytinyağlıların tadına bakmayı, berrak denize girmeyi, sabahın erken saatlerinde limanın uyanışına tanık olmayı unutma. Burada hayat aceleye gelmez; doğanın sessizliğini dinleyerek, rüzgârı hissederek yavaşlamak gerekir.
Ben yazıyorum, ama Assos’a gittiğinde sana kendisi fısıldayacak zaten:
“Acele etme. Tadını çıkar. Dinle. Hisset. Mutluluk ile huzuru arama; çünkü onlar, senin beklemediğin bir anda, tam burada.”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 5 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.