Neden Bursa’ya gitmeliyiz?

Tarih boyunca bağrında birçok devleti barındıran; yeşilin her tonunun görülebileceği bitki örtüsüyle; dereleri, gölleri ve Türk sanatında mühim bir yer işgal eden mimari yapılarıyla insanı büyüleyen bir şehir Bursa. Süleyman Kaymaz yazdı.

1985 yılının bir yaz gününde İstanbul Küçükköy’deki evimizin karşısında bulunan arsada kendimi kaptırdığım oyunu annemin seslenişiyle yarıda bırakıp eve koşmuştum. Bundan iki saat sonra da evin tüm eşyasını alelacele yüklediğimiz kamyonun arkasında Bursa’ya doğru yola koyulduk. Kamyonun gürültüsünün dahi bozamadığı bir sükûnetle girdik Bursa’ya. Yolun iki yanında insanın başını döndüren bir yeşil örtü uzanıp gidiyordu ve ben bu örtünün serilişindeki cömertliğin cazibesiyle gözümü ondan ayıramıyordum. Yaklaştıkça uzaklaştığını düşündüğüm Uludağ, erişilmesi zor bir mutluluk gibi yolumuza dikildiğinde hava kararmak üzereydi. İşte, Bursa’yı ilk görüşüm böyle oldu.

Tarihçe

Marmara Denizi’nin güneydoğusunda yer alan Bursa, Anadolu’daki en eski yerleşim yerlerinden biri. Antik Çağ’daki adı Prusa. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de, tarihçiler şehrin Bithynia Kralı I. Prusias tarafından kurulduğunda hemfikirler.

Bithynialılardan sonra Romalıların eline geçen şehir Roma İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra da Doğu Roma’nın yönetiminde kalır. 1080-1097 yılları arasında İznik’in Selçuklu’ya başkent olmasını saymazsak Bursa’nın Türklerin eline kalıcı olarak geçişi Osmanlı İmparatorluğu dönemindedir (1326).

Doğası

Hemen her mevsim Uludağ’dan akan suların çaylarda, derelerde çağladığı bir şehir Bursa. Verimli ovasında çeşitli tarım ürünleri yetişmiş yüzyıllar boyu. Ama ne olduysa geçen yüzyılın ortalarından sonra oldu. Sanayileşme göçleri, göçler çarpık kentleşmeyi doğurdu. Eline mala alanın müteahhit sayıldığı geçen yüzyılda tarım arazileri katledildi, hâlen de katlediliyor. Atalarından miras kalan, çoğu iki katlı kâgir evleri müteahhitlere kat karşılığı veren eski Bursalılar ise buldukları her fırsatta geçmişi yâd ederek nedamet getirmekle meşguller!  Onlar bir kenarda vicdanlarını törpüleyedursunlar, zararı yok! Biz su şehri Bursa’ya dönelim.

Evliya Çelebi meşhur seyahatnamesinde Bursa çeşmelerini sıraladıktan sonra “Velhasılı kelam Bursa sudan ibarettir,” der. Bursalı divan şairlerinden Lamii Çelebi (1472-1532), Şehrengiz-i Bursa adlı eserinde, “Akar her köşesinden bin çeşme Rahşan / Biri ol çeşmenün mihr-i dırahşan” diyerek Bursa’nın bir su şehri olduğuna dikkat çeker. Tarih boyunca Bursa’yı ziyaret eden tüm gezginler seyahatnamelerinde bu su bolluğuna değinmişler. İsmini Murat Hüdavendigar’ın annesinden alan Nilüfer Çayı, 155 km’yi bulan Mustafakemalpaşa Çayı ve Uludağ’ın kuzeyinden akarak İnegöl ve Yenişehir’den geçip Sakarya Nehri’ne dökülen Göksu, şehrin önemli akarsularından. Bunun yanı sıra yine Mustafakemalpaşa ilçesinde bulunan Suuçtu Şelalesi, Gemlik sınırları içinde yer alan Sudüşen Şelalesi, İnegöl’e 25 km mesafedeki Oylat Şelalesi görülmesi gereken su kaynaklarından. Karacabey’deki Longoz Ormanları’na da (subasar orman) gidilmeli. Nilüfer çiçekleriyle bezeli bu longozlarda çok sayıda kuş türünü görmek mümkün.

Bursa Kaplıcaları

Bursa Kaplıcaları tarih boyunca şifa arayanların uğrak mekânları olmuş. I. Murat tarafından yaptırılan Eski Kaplıca, Sultan I. Bayezid tarafından yaptırılan Kükürtlü Kaplıca, Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Yeni Kaplıca ve Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Kara Mustafa Paşa Kaplıcaları şehrin merkezinde yer alıyor. İnegöl’de Oylat Kaplıcaları, Mustafakemalpaşa’da Tümbüldek Kaplıcası, Gemlik’te Terme Kaplıcası, Orhaneli’de Sadağı Kaplıcaları da günümüzde faaliyetlerini sürdürmekteler.

Göller

Mustafakemalpaşa, Karacabey ve Nilüfer ilçeleri sınırları içerisinde yer alan Uluabat (Apolyont) Gölü 1998’de Ramsar Sözleşmesi ile koruma altına alınmış. Birçok kuş türüne ev sahipliği yapan gölde onlarca balık türü mevcut.

Bir diğer önemli göl de İznik ile Orhangazi ilçeleri arasında yer alan İznik Gölü. Bu devasa su kütlesini ilk gördüğümde onun bir göl olduğuna inanamamıştım. Neyse ki etrafı sazlıklarla örülüydü. Derinliği 80 metreyi bulan göl Marmara Bölgesi’nin en büyük gölü. 1990’da sit alanı ilan edilen gölde sazan, yayın balığı ve kerevit yetişiyor. Saydığım iki göl de kampçıların ve amatör balıkçıların uğrak yerleridir.

Uludağ

Antik Çağ’da Mysia Olimposu ve Bithynia Olimposu olarak adlandırılan Uludağ, Bizans döneminde, bünyesinde bulunan manastırlarda inzivaya çekilen keşişler dolayısıyla Keşiş Dağı olarak anılır. Maalesef bu manastırlar günümüze kadar korunamamış. Cumhuriyet döneminde (1925) Uludağ adıyla anılmaya başlar ve bu adlandırma kısa bir sürede kanıksanır. Türkiye’nin ilk teleferiği 1963’te Uludağ’da kurulur. Zirveye ulaşım bu sayede kolaylaşınca da bölge kış turizmine uygun bir hale gelir. Oteller, kayak pistleri yapılır. Bugün Uludağ kış turizmi için büyük bir öneme sahip. Bununla da kalmaz elbette! Muazzam bir bitki örtüsüne sahip Uludağ doğa aktiviteleri için bulunmaz nimet. Zirvenin kuzeyinde bulunan yedi adet buzul gölüne yürüyüşler düzenleniyor. Sarıalan ve Çobankaya bölgelerinde açılan kamp alanları Türkiye’nin her yerinden kampçıların ilgisini çekiyor.

Tarihi Çarşı yahut Hanlar Bölgesi

Bithynialıların uzun bir surla muhafaza ettikleri şehir Uludağ’ın eteklerine kurulmuş. Fakat Bursa’nın tam anlamıyla kentleşmesi Osmanlı’nın eline geçişiyle birlikte olur. Osmanlı döneminde dışarıdan gelebilecek saldırılardan korunmak için Hacı Ivaz Paşa tarafından güçlendirilen surların Tophane’den Pınarbaşı’na kadar olan kısmı günümüzde restore edildi. Bursa’nın Osmanlı’ya başkent oluşu, ticaret yollarının üzerinde bulunması gözde bir şehir olmasını ve gelişmesini sağlar. Ham ipek ve ipekli kumaşların üretiminin yapılması onun “İpek Şehri” diye anılmasına neden olmuş. Bir ticaret merkezi haline gelmesi şehrin dokusunun da değişmesine yol açar. Orhan Gazi, yerleşim alanını Hisar dışına doğru genişleterek ticaret yolları üzerine hanlar, hamamlar ve çarşılar yaptırır.

Bugünkü Atatürk Caddesi ile Cumhuriyet Caddesi arasında kalan Hanlar Bölgesi yüzyıllardır kentin merkezi olarak konumlandırılmış. Sırf bu bölgeyi görmek için bile gelmeli Bursa’ya. Günümüzde Uzun Çarşı olarak anılan, doğu tarafındaki Okçular Çarşısı’ndan başlayıp Kapalı Çarşı’ya kadar uzanan eksende, geneli iki katlı kâgir dükkânların önünden geçerken insan kendini tarihin tozları silkelenmiş bir sayfasında kaybolmuş sanabilir. Ve bir avlu etrafında sıralanmış dükkânlardan oluşan iki katlı hanlar… Orhan Gazi Külliyesi’nin bir parçası olan Emir Han (1340), II. Bayezid’in yaptırdığı Pirinç Han (1508), bir zamanlar ipekböceği kozalarının satışının yapıldığı Koza Han (1490) ve kuzey kapısının karşısında yer alan, Fatih devri yapılarından Fidan Han gibi pek çok tarihi han şehrin ticaret hayatına damga vurmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra, avlularındaki çay bahçeleri dost meclislerinin vazgeçilmez bir unsuru Bursa için. Asırlık çınarların gölgelediği avluda çay içerken tarihin müphem bir safhasından kalma gözlerin üst kattaki dükkânların balkonlarından sizi izlediği hissine kapılabilirsiniz. Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiştir.

Külliyeler

Osmanlı mimarisinin en belirgin örneklerinden olan Orhan Külliyesi (1339) Hanlar Bölgesi’nde yer alıyor. Külliyeye ait Orhan Cami, Emir Han ve hamam olarak inşa edilen; fakat günümüzde çarşı olarak (Aynalı Çarşı) kullanılan yapı restore edilerek şehre kazandırılmış.

Sultan II. Murat tarafından yaptırılan Muradiye Külliyesi (1425), cami, medrese, hamam, imaret, çeşme ve hanedan üyelerinin türbe olarak inşa edilen mezarlarından oluşmakta. Şehrin doğusunda bulunan Yıldırım ilçesindeki bir tepenin üzerine kurulan Yıldırım Külliyesi ise her nedense turist rehberlerinin rotasında değil!

Sanırım birbirine yakın güzergâhlar tercih ediliyor! Hâlbuki diğer külliyelerden farklı olarak bünyesinde bir darüşşifa bulunuyor. Darüşşifanın en büyük özelliği ise Osmanlı’daki ilk hastane ve tıp okulu olması. Çelebi Mehmet Han tarafından yaptırılan ve bulunduğu semte adını veren Yeşil Cami Külliyesi (1414) bugün en çok turistin geldiği mekânlardan. Cami ve türbenin (Yeşil Türbe) çini işçiliği görülmeye değer.

Mimarlığını Hacı Ivaz Paşa’nın üstlendiği külliyenin taş ve ahşap işçiliği de döneminin en iyi örneklerinden. Son olarak I. Murat’ın yaptırdığı Hüdavendigâr Külliyesi de kültürel rotaya dâhil edilmeli. Çekirge semtinde inşa edilen külliye cami, medrese, zâviye ve türbeden oluşuyor. Caminin sütunlarında yer alan Bizans sanatına ait parçalar ve dış cephesindeki geometrik süslemeler yüzünden bazı yabancı mimarlar yapının Bizans işi olduğunu iddia etmişler. Elbette bu konuyu sanat tarihçilerine bırakmakta fayda var! Her ne kadar bir padişah külliyesi olmasa da Emir Sultan Külliyesi’ni de anmalıyım. 15. yüzyılın ilk yarısında kurulduğu düşünülen külliyeden bugüne farklı yönlerinde bulunan dört çeşmesiyle cami ve türbesi kalmış.

İnanç turizmi

Medeniyetlerin beşiği olan Bursa, bünyesinde birçok dine ait ibadethaneler barındırıyor. İznik başlıbaşına bir yazı konusu olduğu için üzerinde çok durmayacağım. İznik’in Hıristiyanlar için önemli hac merkezlerinden biri olduğunu söylemek şimdilik yeterli. Bursa merkezde ibadete açık tek kilise olan Fransız Kilisesi günümüzde Ortodoks, Katolik ve Protestan cemaatleri tarafından kullanılıyor. 1880’de Fransız rahipler tarafından Barok tarzında yaptırılan kilise 2000’lerin başlarında onarım görmüş.

Arap Şükrü Sokağı’nda iki sinagog bulunuyor. Mayor Sinagogu 15. yüzyılda İspanya’nın Mayorka Adası’ndan gelip Bursa’ya yerleşen Yahudiler tarafından yapılmış. Geruş Sinagogu ise 16. yüzyılda yapılmış.

Ulucami

Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Ulucami (1396), Türkiye’de bu isimle anılan camilerin en büyüğü. Yirmi kubbeli, iki minareli, dikdörtgen bir camidir. Atatürk Caddesi’nde yer alan caminin devasa ahşap kapılarında oyma geometrik desenler var. İç duvarları hat yazıları ile bezeli. Ortasında on altı köşeli bir şadırvan bulunmakta. Bursa’nın en çok ziyaretçi akınına uğrayan camisidir. Ayrıca yukarıda saydığım külliyelerin cami ve türbe kısımları inanç turizminde önemli bir yere sahipler.

Müzeler

Şehir adeta bir müzeler kenti. Bazılarını sayalım. Yeşil Caddesi’nde, Yeşil Külliye’ye ait Yeşil Medrese binası Türk İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzede Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemi çini, seramik ve ahşap eserlerin yanı sıra Osmanlı sikkeleri sergileniyor. Miyosen Dönem ve Arkaik Çağ buluntularının sergilendiği Arkeoloji Müzesi, Çekirge Caddesi üzerinde olan Kültürpark’ta. Hazır Çekirge’ye kadar gelmişken de Karagöz Anıtı ve karşısında bulunan Karagöz Müzesi’ni de unutmayalım. Son olarak da Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi’ni hatırlatıp bu bahsi kapatalım.

Yemek kültürü

Bursa’nın yemek kültürü hayli zengin. Dünya yemek literatürüne giren döner kebabını bilmeyeniniz yoktur elbette! Öne çıkan yemekler arasında pide kebabı ve İnegöl köftesi var. Tatlı denince akla ilk gelenler Kemalpaşa tatlısı ve Bursa’dan dönüşte hediye olarak götürülmesi âdet olan kestane şekeridir.

Ruhaniyetli Şehir Bursa

Şüphesiz her şehrin kendine has bir ruhu var. Ama pek çok açıdan Bursa farklı bir şehir. Neresine baksanız karşınıza bir anıt çıkar. Alelade bir sokağa girdiğinizde geçmişin günümüze açılan pencereleri sayılabilecek eski Bursa evlerine rastlayabilirsiniz. Hassas bir kulak, vaktiyle bu evlerin içinden yükselen neşeli sesleri işitecektir. İki bin yıllık tarihinin söylencelerle harmanlandığı kentin havasında ve suyunda insanı kendine bağlayan bir şey var. Öyle ki, bir can sıkıntısıyla eski mahalleleri dolaşmaya çıktığımda bugünkü Bursa gözümde silinerek yerini çocukken işittiğim söylencelerdeki şehre bırakır. Önümde açılan bu masalsı kentin kapısından içeri girerken kendimi Bithynia Kralı I. Prusias’ın yerine koyar, surların yapımını sarayın çiçeklerle donatılmış balkonundan seyrettiğimi hayal ederim. Bazen de şehri uzun yıllar muhasara altında tutan, Uludağ’ın eteklerine kurdurduğu kulenin üzerinden kılıcının ucuyla Bizans şapelini işaret ederek, “Şehri alırsanız beni şu Gümüşlü Kümbet’e gömün,” diye vasiyet eden Osman Gazi olur; babasının vasiyetini yerine getirecek olmanın sevinciyle surlardan içeri giren Orhan Gazi’nin haklı gururunu duyarım.

Kısa bir rota

Bursa’yı ne kadar anlatsak o kadar eksik kalır. Yazıyı kısa bir rota ile bitirelim.

Atatürk Caddesi’nin batı tarafında bulunan Tophane Parkı’na muhakkak gidin. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbeleri orada. Ayrıca Vali Mümtaz Reşid Paşa döneminde yapılmış olan (1905) altı katlı bir saat kulesi var parkın içinde.

Parkın kapısının önündeki yokuştan inerken solda Balibey Han’ı (1493) göreceksiniz. Diğer tarihi hanlardan farkı üç katlı olması. Yokuşu inince yolun karşısında II. Murat döneminde yaptırılan Çakırağa Hamamı var.

Hamamın önünden Atatürk Caddesi’nin doğu tarafına doğru ilerlerken Ulucami ve az ötesinde bulunan Orhan Cami solunuzda kalacak. Orhan Cami’nin hemen karşısında Türkiye’nin en eski belediye binası olan Bursa Belediye Binası (1880) tüm ihtişamıyla duruyor.

Yine caddenin sol tarafında Cumhuriyet tarihinin ilk sinema ve konser salonlarından olan Tayyare Kültür Merkezi (1932), onu geçince de 1938’de Halkevi olarak inşa edilen, bugün Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu olarak hizmet veren binayı göreceksiniz. Tiyatronun karşısında da Atatürk heykeli var. Atatürk Caddesi tam bu noktada bitiyor. Sağdan devam edince Setbaşı’na gelmiş oluyorsunuz. İki yüz metre kadar ileride Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlayan Setbaşı Köprüsü (15. yüzyıl), karşısında da dünyadaki arastalı dört köprüden biri olan Irgandı Köprüsü (1442) var. Gökdere’nin üstündeki bu iki köprü Bursa’nın incilerinden. Setbaşı Köprüsü’nün yanı başında Türk Ocağı’nın kurulduğu (1913) bina olan Mahfel Çay Bahçesi var.

Şimdi Uludağ’ın yamacı olan Temenyeri’ndeki Hünkâr Köşkü’ne (1844) gideceğiz. Fransız ampir üslubunda yapılan iki katlı bu zarif binadan Bursa ovasına panoramik bir bakış atabilirsiniz. Sonrasında ise Nilüfer Çayı’nın kenarında bulunan 2000 yıllık yerleşim alanı Misi Köyü’ne uğrarız. Oradan da İnkaya’ya çıkar, gövde çevresi 9,5 metreyi bulan 600 yıllık anıt ağaç İnkaya Çınarı’nı görürüz. Vaktiniz kalırsa da Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerini bulacağınız, 700 yıllık bir tarihi olan Cumalıkızık Köyü’ne geçeriz.

Ancak yoruldunuz sanırım. Buyurun Mahfel’e. Bir çay için ve Gökdere’ye kulak verin. Fakat sizi temin ederim ki duyduğunuz ses su sesi değil, Bursa’nın sesi olacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Neden Bursa’ya gitmeliyiz?

Tarih boyunca bağrında birçok devleti barındıran; yeşilin her tonunun görülebileceği bitki örtüsüyle; dereleri, gölleri ve Türk sanatında mühim bir yer işgal eden mimari yapılarıyla insanı büyüleyen bir şehir Bursa. Süleyman Kaymaz yazdı.

1985 yılının bir yaz gününde İstanbul Küçükköy’deki evimizin karşısında bulunan arsada kendimi kaptırdığım oyunu annemin seslenişiyle yarıda bırakıp eve koşmuştum. Bundan iki saat sonra da evin tüm eşyasını alelacele yüklediğimiz kamyonun arkasında Bursa’ya doğru yola koyulduk. Kamyonun gürültüsünün dahi bozamadığı bir sükûnetle girdik Bursa’ya. Yolun iki yanında insanın başını döndüren bir yeşil örtü uzanıp gidiyordu ve ben bu örtünün serilişindeki cömertliğin cazibesiyle gözümü ondan ayıramıyordum. Yaklaştıkça uzaklaştığını düşündüğüm Uludağ, erişilmesi zor bir mutluluk gibi yolumuza dikildiğinde hava kararmak üzereydi. İşte, Bursa’yı ilk görüşüm böyle oldu.

Tarihçe

Marmara Denizi’nin güneydoğusunda yer alan Bursa, Anadolu’daki en eski yerleşim yerlerinden biri. Antik Çağ’daki adı Prusa. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de, tarihçiler şehrin Bithynia Kralı I. Prusias tarafından kurulduğunda hemfikirler.

Bithynialılardan sonra Romalıların eline geçen şehir Roma İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra da Doğu Roma’nın yönetiminde kalır. 1080-1097 yılları arasında İznik’in Selçuklu’ya başkent olmasını saymazsak Bursa’nın Türklerin eline kalıcı olarak geçişi Osmanlı İmparatorluğu dönemindedir (1326).

Doğası

Hemen her mevsim Uludağ’dan akan suların çaylarda, derelerde çağladığı bir şehir Bursa. Verimli ovasında çeşitli tarım ürünleri yetişmiş yüzyıllar boyu. Ama ne olduysa geçen yüzyılın ortalarından sonra oldu. Sanayileşme göçleri, göçler çarpık kentleşmeyi doğurdu. Eline mala alanın müteahhit sayıldığı geçen yüzyılda tarım arazileri katledildi, hâlen de katlediliyor. Atalarından miras kalan, çoğu iki katlı kâgir evleri müteahhitlere kat karşılığı veren eski Bursalılar ise buldukları her fırsatta geçmişi yâd ederek nedamet getirmekle meşguller!  Onlar bir kenarda vicdanlarını törpüleyedursunlar, zararı yok! Biz su şehri Bursa’ya dönelim.

Evliya Çelebi meşhur seyahatnamesinde Bursa çeşmelerini sıraladıktan sonra “Velhasılı kelam Bursa sudan ibarettir,” der. Bursalı divan şairlerinden Lamii Çelebi (1472-1532), Şehrengiz-i Bursa adlı eserinde, “Akar her köşesinden bin çeşme Rahşan / Biri ol çeşmenün mihr-i dırahşan” diyerek Bursa’nın bir su şehri olduğuna dikkat çeker. Tarih boyunca Bursa’yı ziyaret eden tüm gezginler seyahatnamelerinde bu su bolluğuna değinmişler. İsmini Murat Hüdavendigar’ın annesinden alan Nilüfer Çayı, 155 km’yi bulan Mustafakemalpaşa Çayı ve Uludağ’ın kuzeyinden akarak İnegöl ve Yenişehir’den geçip Sakarya Nehri’ne dökülen Göksu, şehrin önemli akarsularından. Bunun yanı sıra yine Mustafakemalpaşa ilçesinde bulunan Suuçtu Şelalesi, Gemlik sınırları içinde yer alan Sudüşen Şelalesi, İnegöl’e 25 km mesafedeki Oylat Şelalesi görülmesi gereken su kaynaklarından. Karacabey’deki Longoz Ormanları’na da (subasar orman) gidilmeli. Nilüfer çiçekleriyle bezeli bu longozlarda çok sayıda kuş türünü görmek mümkün.

Bursa Kaplıcaları

Bursa Kaplıcaları tarih boyunca şifa arayanların uğrak mekânları olmuş. I. Murat tarafından yaptırılan Eski Kaplıca, Sultan I. Bayezid tarafından yaptırılan Kükürtlü Kaplıca, Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Yeni Kaplıca ve Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Kara Mustafa Paşa Kaplıcaları şehrin merkezinde yer alıyor. İnegöl’de Oylat Kaplıcaları, Mustafakemalpaşa’da Tümbüldek Kaplıcası, Gemlik’te Terme Kaplıcası, Orhaneli’de Sadağı Kaplıcaları da günümüzde faaliyetlerini sürdürmekteler.

Göller

Mustafakemalpaşa, Karacabey ve Nilüfer ilçeleri sınırları içerisinde yer alan Uluabat (Apolyont) Gölü 1998’de Ramsar Sözleşmesi ile koruma altına alınmış. Birçok kuş türüne ev sahipliği yapan gölde onlarca balık türü mevcut.

Bir diğer önemli göl de İznik ile Orhangazi ilçeleri arasında yer alan İznik Gölü. Bu devasa su kütlesini ilk gördüğümde onun bir göl olduğuna inanamamıştım. Neyse ki etrafı sazlıklarla örülüydü. Derinliği 80 metreyi bulan göl Marmara Bölgesi’nin en büyük gölü. 1990’da sit alanı ilan edilen gölde sazan, yayın balığı ve kerevit yetişiyor. Saydığım iki göl de kampçıların ve amatör balıkçıların uğrak yerleridir.

Uludağ

Antik Çağ’da Mysia Olimposu ve Bithynia Olimposu olarak adlandırılan Uludağ, Bizans döneminde, bünyesinde bulunan manastırlarda inzivaya çekilen keşişler dolayısıyla Keşiş Dağı olarak anılır. Maalesef bu manastırlar günümüze kadar korunamamış. Cumhuriyet döneminde (1925) Uludağ adıyla anılmaya başlar ve bu adlandırma kısa bir sürede kanıksanır. Türkiye’nin ilk teleferiği 1963’te Uludağ’da kurulur. Zirveye ulaşım bu sayede kolaylaşınca da bölge kış turizmine uygun bir hale gelir. Oteller, kayak pistleri yapılır. Bugün Uludağ kış turizmi için büyük bir öneme sahip. Bununla da kalmaz elbette! Muazzam bir bitki örtüsüne sahip Uludağ doğa aktiviteleri için bulunmaz nimet. Zirvenin kuzeyinde bulunan yedi adet buzul gölüne yürüyüşler düzenleniyor. Sarıalan ve Çobankaya bölgelerinde açılan kamp alanları Türkiye’nin her yerinden kampçıların ilgisini çekiyor.

Tarihi Çarşı yahut Hanlar Bölgesi

Bithynialıların uzun bir surla muhafaza ettikleri şehir Uludağ’ın eteklerine kurulmuş. Fakat Bursa’nın tam anlamıyla kentleşmesi Osmanlı’nın eline geçişiyle birlikte olur. Osmanlı döneminde dışarıdan gelebilecek saldırılardan korunmak için Hacı Ivaz Paşa tarafından güçlendirilen surların Tophane’den Pınarbaşı’na kadar olan kısmı günümüzde restore edildi. Bursa’nın Osmanlı’ya başkent oluşu, ticaret yollarının üzerinde bulunması gözde bir şehir olmasını ve gelişmesini sağlar. Ham ipek ve ipekli kumaşların üretiminin yapılması onun “İpek Şehri” diye anılmasına neden olmuş. Bir ticaret merkezi haline gelmesi şehrin dokusunun da değişmesine yol açar. Orhan Gazi, yerleşim alanını Hisar dışına doğru genişleterek ticaret yolları üzerine hanlar, hamamlar ve çarşılar yaptırır.

Bugünkü Atatürk Caddesi ile Cumhuriyet Caddesi arasında kalan Hanlar Bölgesi yüzyıllardır kentin merkezi olarak konumlandırılmış. Sırf bu bölgeyi görmek için bile gelmeli Bursa’ya. Günümüzde Uzun Çarşı olarak anılan, doğu tarafındaki Okçular Çarşısı’ndan başlayıp Kapalı Çarşı’ya kadar uzanan eksende, geneli iki katlı kâgir dükkânların önünden geçerken insan kendini tarihin tozları silkelenmiş bir sayfasında kaybolmuş sanabilir. Ve bir avlu etrafında sıralanmış dükkânlardan oluşan iki katlı hanlar… Orhan Gazi Külliyesi’nin bir parçası olan Emir Han (1340), II. Bayezid’in yaptırdığı Pirinç Han (1508), bir zamanlar ipekböceği kozalarının satışının yapıldığı Koza Han (1490) ve kuzey kapısının karşısında yer alan, Fatih devri yapılarından Fidan Han gibi pek çok tarihi han şehrin ticaret hayatına damga vurmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra, avlularındaki çay bahçeleri dost meclislerinin vazgeçilmez bir unsuru Bursa için. Asırlık çınarların gölgelediği avluda çay içerken tarihin müphem bir safhasından kalma gözlerin üst kattaki dükkânların balkonlarından sizi izlediği hissine kapılabilirsiniz. Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiştir.

Külliyeler

Osmanlı mimarisinin en belirgin örneklerinden olan Orhan Külliyesi (1339) Hanlar Bölgesi’nde yer alıyor. Külliyeye ait Orhan Cami, Emir Han ve hamam olarak inşa edilen; fakat günümüzde çarşı olarak (Aynalı Çarşı) kullanılan yapı restore edilerek şehre kazandırılmış.

Sultan II. Murat tarafından yaptırılan Muradiye Külliyesi (1425), cami, medrese, hamam, imaret, çeşme ve hanedan üyelerinin türbe olarak inşa edilen mezarlarından oluşmakta. Şehrin doğusunda bulunan Yıldırım ilçesindeki bir tepenin üzerine kurulan Yıldırım Külliyesi ise her nedense turist rehberlerinin rotasında değil!

Sanırım birbirine yakın güzergâhlar tercih ediliyor! Hâlbuki diğer külliyelerden farklı olarak bünyesinde bir darüşşifa bulunuyor. Darüşşifanın en büyük özelliği ise Osmanlı’daki ilk hastane ve tıp okulu olması. Çelebi Mehmet Han tarafından yaptırılan ve bulunduğu semte adını veren Yeşil Cami Külliyesi (1414) bugün en çok turistin geldiği mekânlardan. Cami ve türbenin (Yeşil Türbe) çini işçiliği görülmeye değer.

Mimarlığını Hacı Ivaz Paşa’nın üstlendiği külliyenin taş ve ahşap işçiliği de döneminin en iyi örneklerinden. Son olarak I. Murat’ın yaptırdığı Hüdavendigâr Külliyesi de kültürel rotaya dâhil edilmeli. Çekirge semtinde inşa edilen külliye cami, medrese, zâviye ve türbeden oluşuyor. Caminin sütunlarında yer alan Bizans sanatına ait parçalar ve dış cephesindeki geometrik süslemeler yüzünden bazı yabancı mimarlar yapının Bizans işi olduğunu iddia etmişler. Elbette bu konuyu sanat tarihçilerine bırakmakta fayda var! Her ne kadar bir padişah külliyesi olmasa da Emir Sultan Külliyesi’ni de anmalıyım. 15. yüzyılın ilk yarısında kurulduğu düşünülen külliyeden bugüne farklı yönlerinde bulunan dört çeşmesiyle cami ve türbesi kalmış.

İnanç turizmi

Medeniyetlerin beşiği olan Bursa, bünyesinde birçok dine ait ibadethaneler barındırıyor. İznik başlıbaşına bir yazı konusu olduğu için üzerinde çok durmayacağım. İznik’in Hıristiyanlar için önemli hac merkezlerinden biri olduğunu söylemek şimdilik yeterli. Bursa merkezde ibadete açık tek kilise olan Fransız Kilisesi günümüzde Ortodoks, Katolik ve Protestan cemaatleri tarafından kullanılıyor. 1880’de Fransız rahipler tarafından Barok tarzında yaptırılan kilise 2000’lerin başlarında onarım görmüş.

Arap Şükrü Sokağı’nda iki sinagog bulunuyor. Mayor Sinagogu 15. yüzyılda İspanya’nın Mayorka Adası’ndan gelip Bursa’ya yerleşen Yahudiler tarafından yapılmış. Geruş Sinagogu ise 16. yüzyılda yapılmış.

Ulucami

Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Ulucami (1396), Türkiye’de bu isimle anılan camilerin en büyüğü. Yirmi kubbeli, iki minareli, dikdörtgen bir camidir. Atatürk Caddesi’nde yer alan caminin devasa ahşap kapılarında oyma geometrik desenler var. İç duvarları hat yazıları ile bezeli. Ortasında on altı köşeli bir şadırvan bulunmakta. Bursa’nın en çok ziyaretçi akınına uğrayan camisidir. Ayrıca yukarıda saydığım külliyelerin cami ve türbe kısımları inanç turizminde önemli bir yere sahipler.

Müzeler

Şehir adeta bir müzeler kenti. Bazılarını sayalım. Yeşil Caddesi’nde, Yeşil Külliye’ye ait Yeşil Medrese binası Türk İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzede Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemi çini, seramik ve ahşap eserlerin yanı sıra Osmanlı sikkeleri sergileniyor. Miyosen Dönem ve Arkaik Çağ buluntularının sergilendiği Arkeoloji Müzesi, Çekirge Caddesi üzerinde olan Kültürpark’ta. Hazır Çekirge’ye kadar gelmişken de Karagöz Anıtı ve karşısında bulunan Karagöz Müzesi’ni de unutmayalım. Son olarak da Panorama 1326 Bursa Fetih Müzesi’ni hatırlatıp bu bahsi kapatalım.

Yemek kültürü

Bursa’nın yemek kültürü hayli zengin. Dünya yemek literatürüne giren döner kebabını bilmeyeniniz yoktur elbette! Öne çıkan yemekler arasında pide kebabı ve İnegöl köftesi var. Tatlı denince akla ilk gelenler Kemalpaşa tatlısı ve Bursa’dan dönüşte hediye olarak götürülmesi âdet olan kestane şekeridir.

Ruhaniyetli Şehir Bursa

Şüphesiz her şehrin kendine has bir ruhu var. Ama pek çok açıdan Bursa farklı bir şehir. Neresine baksanız karşınıza bir anıt çıkar. Alelade bir sokağa girdiğinizde geçmişin günümüze açılan pencereleri sayılabilecek eski Bursa evlerine rastlayabilirsiniz. Hassas bir kulak, vaktiyle bu evlerin içinden yükselen neşeli sesleri işitecektir. İki bin yıllık tarihinin söylencelerle harmanlandığı kentin havasında ve suyunda insanı kendine bağlayan bir şey var. Öyle ki, bir can sıkıntısıyla eski mahalleleri dolaşmaya çıktığımda bugünkü Bursa gözümde silinerek yerini çocukken işittiğim söylencelerdeki şehre bırakır. Önümde açılan bu masalsı kentin kapısından içeri girerken kendimi Bithynia Kralı I. Prusias’ın yerine koyar, surların yapımını sarayın çiçeklerle donatılmış balkonundan seyrettiğimi hayal ederim. Bazen de şehri uzun yıllar muhasara altında tutan, Uludağ’ın eteklerine kurdurduğu kulenin üzerinden kılıcının ucuyla Bizans şapelini işaret ederek, “Şehri alırsanız beni şu Gümüşlü Kümbet’e gömün,” diye vasiyet eden Osman Gazi olur; babasının vasiyetini yerine getirecek olmanın sevinciyle surlardan içeri giren Orhan Gazi’nin haklı gururunu duyarım.

Kısa bir rota

Bursa’yı ne kadar anlatsak o kadar eksik kalır. Yazıyı kısa bir rota ile bitirelim.

Atatürk Caddesi’nin batı tarafında bulunan Tophane Parkı’na muhakkak gidin. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbeleri orada. Ayrıca Vali Mümtaz Reşid Paşa döneminde yapılmış olan (1905) altı katlı bir saat kulesi var parkın içinde.

Parkın kapısının önündeki yokuştan inerken solda Balibey Han’ı (1493) göreceksiniz. Diğer tarihi hanlardan farkı üç katlı olması. Yokuşu inince yolun karşısında II. Murat döneminde yaptırılan Çakırağa Hamamı var.

Hamamın önünden Atatürk Caddesi’nin doğu tarafına doğru ilerlerken Ulucami ve az ötesinde bulunan Orhan Cami solunuzda kalacak. Orhan Cami’nin hemen karşısında Türkiye’nin en eski belediye binası olan Bursa Belediye Binası (1880) tüm ihtişamıyla duruyor.

Yine caddenin sol tarafında Cumhuriyet tarihinin ilk sinema ve konser salonlarından olan Tayyare Kültür Merkezi (1932), onu geçince de 1938’de Halkevi olarak inşa edilen, bugün Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu olarak hizmet veren binayı göreceksiniz. Tiyatronun karşısında da Atatürk heykeli var. Atatürk Caddesi tam bu noktada bitiyor. Sağdan devam edince Setbaşı’na gelmiş oluyorsunuz. İki yüz metre kadar ileride Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlayan Setbaşı Köprüsü (15. yüzyıl), karşısında da dünyadaki arastalı dört köprüden biri olan Irgandı Köprüsü (1442) var. Gökdere’nin üstündeki bu iki köprü Bursa’nın incilerinden. Setbaşı Köprüsü’nün yanı başında Türk Ocağı’nın kurulduğu (1913) bina olan Mahfel Çay Bahçesi var.

Şimdi Uludağ’ın yamacı olan Temenyeri’ndeki Hünkâr Köşkü’ne (1844) gideceğiz. Fransız ampir üslubunda yapılan iki katlı bu zarif binadan Bursa ovasına panoramik bir bakış atabilirsiniz. Sonrasında ise Nilüfer Çayı’nın kenarında bulunan 2000 yıllık yerleşim alanı Misi Köyü’ne uğrarız. Oradan da İnkaya’ya çıkar, gövde çevresi 9,5 metreyi bulan 600 yıllık anıt ağaç İnkaya Çınarı’nı görürüz. Vaktiniz kalırsa da Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerini bulacağınız, 700 yıllık bir tarihi olan Cumalıkızık Köyü’ne geçeriz.

Ancak yoruldunuz sanırım. Buyurun Mahfel’e. Bir çay için ve Gökdere’ye kulak verin. Fakat sizi temin ederim ki duyduğunuz ses su sesi değil, Bursa’nın sesi olacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x