Kendini yaratan, dönüşen, dönüştüren doğa bütün tekinsizliği ile selam çakar parçası olduğumuz bize. Bağımsızlığını üfürür yüzümüze, bu hazla da güzel deriz, çok güzel.
Belki de daha iyi insan olma ihtimalimizdir bu.
Hiç bilmediğimiz, görmediğimiz bir duraktayız. Sırtını Toroslar’a yaslamış, ak kayaların eteklerine yerleşmiş, tarihi boyunca her mevsim gezginlere ev sahipliği yapmış coğrafyadayız.
Sevdiğimiz şarkıları dinliyoruz. Geziyoruz. Mutluyuz.
Burası Marla (eski adıyla tabii)…
Burası tarihin derinliklerindeki ulemalar diyarı.
İçerisinden tarihi İpek Yolu’nun geçtiği… Dünyanın tüm kötülüklerine rağmen mağrur ve dimdik tarihe meydan okuyan bir diyar. Eşine rastlanmamış mimarisiyle Düğmeli Evler… Müze ve el yazısı ile yazılmış kitapları koruma altına aldıkları kütüphane… Roma döneminden kalan taşlı yollar… Zihninizde hikâyeler yazabileceğiniz dar sokaklar… El yapımı kaşık sanatı… Ormanında beş yüz metre sedir ve katran ağaçları… Yaylalarında hayat bulan kardelen çiçekleri… Mağaraları ve Giden Gelmez Dağ’larında dolaşan kıl keçileri… Ovasında yılkı atları…
“Toroslar’da mekan Akdeniz’de zaman ben Akseki’yim, ben Akseki’liyim” diyen insanın diyarı.
Burası Akseki…
Batı Toroslar’ın zirvesinde 1288 yılında kurulan Akseki ilçesinin tarihi, Roma İmparatorluğu dönemlerine kadar uzanıyor. O devirlerde Marla (Marulya) gibi isimlerle adlandırılan ilçe, 1872’ye kadar Akseki ismi ile Alanya’ya bağlı iken daha sonra Antalya’ya bağlanıyor. Manavgat ve Seydişehir ilçelerinin kurulması sonucu birçok köy bu ilçeye dahil ediliyor. 1936 yılında Akseki’ye bağlı bir belde olan Gündoğmuş, 1990 yılında da İbradı ilçe yapılarak Akseki’den ayrılıyor.
Akseki Etnografya Müzesi
Günümüzde Akseki Etnografya Müzesi olarak kullanılan konak, ilçe merkezinin Fakılar Mahallesi’nde yer alıyor. Fakılar, eski adıyla fakihler, yani okumuşlar; hakimler, savcılar, katipler bu mahallede yaşamışlar, ta ki 1913’de çıkan yangına kadar.
Konak, Tüccar Hacı Hüseyin tarafından 1860’lı yıllarda yapılmış. Oğlu Fehmi Bey ailesi ile birlikte bu konakta yaşamış. 1930’lu yıllarda İstanbul’a göç etmişler. Fehmi Bey Elagöz Çiftliği’ni satın alınca soyadını da Elagöz olarak tercih etmiş, Elagöz Konağı olarak anılmış.
Uzun süre kullanılmayan konak, tez konusu yapılmış ve bu çalışmadan sonra valilik restorasyon programına almış. 2012-2013 yılları arasında restore edilmiş. 2016’da ise Akseki Etnografya Müzesi olarak hizmete ve ziyarete açılmış.
İlginçtir, müzede yer alan eserlerin çoğu Akseki halkının bağışlarıdır. Akseki bölgesinin yerel, kültürel, arkeolojik ve özgün değerlerinin korunması, kullanma bilincinin oluşturulmasına katkı sağlaması amaçlanmıştır. Müze teşhirinde yer alan eserler Akseki’nin yaşam biçimini, sanatsal zevkini, köklü geçmişini barındıran yaşanmışlığın izlerine tanıklık etmiş olmaktan memnun ayrılmanız mutlaktır. Yerli ve yabancı turistlerin ziyareti yoğun olmakla birlikte kültür turizminin gelişmesinde büyük bir ivme kazandırmış yıllar içerisinde.
Akseki’nin, geleneksel kent dokusuna uyumlu, taşıdığı ender ve farklı mimari karakteriyle öne çıkan Düğmeli Evleri var bir de…
Türkiye’nin en büyük etnografya müzelerinden biri olan Akseki Etnografya Müzesi koleksiyonunda 4 binden fazla materyal sergileniyor. Müzede eski radyolardan ahşap oyma tavan ve kapılara, silahlardan tarım aletlerine, mutfak gereçlerinden müzik aletlerine kadar bölgenin binlerce yıllık tarihine tanık olmak mümkün.
Akseki Belediyesi, Akseki Etnografya Müzesi, Tarihi Kentler Birliği tarafından düzenlenen Müze Özendirme yarışmasında 2017 yılında ödüle layık görülmüş. Konağın zemin katında yer alan iki kanatlı ahşap kapıdan taşlık mekânına giriliyor. Taşlık mekânı müzenin giriş, karşılama ve tanıtım bölümü olarak ziyaretçilerin müzede ilk adım attığı yer.
Konağın ara kat bodrumunda, depo olarak kullanılan küçük oda, eşkıya baskınları sırasında genç kızların ve değerli eşyaların saklandığı sığınma odası olarak kullanılmış. Bu odadaki eserler, Akseki’nin yakın tarihinde yaşanan acı olayları ve mekânın kullanımını teatral bir anlatımla sunuyor. Müzenin bu bölümünde bu tür olaylara karşı empati kurularak farkındalık yaratılması için sembolik bir sergileme yolu seçilmiş.
Konağın asıl yaşam alanı olan birinci katı, orta sofalı, haç planlı ve köşe odaların orta sofaya açıldığı merkezi plan şemasına sahip. Odalardaki tavan, kapı ve yüklük detayları ahşabın kendi rengini sergilerken; orta sofadaki sekizgen biçimli tavan, restorasyon uygulamaları sırasında sonradan konulmuş, modern ve gelenekselin harmanlanmış bir uygulaması olarak düzenlenmiş.
Antalya ve çevresinden gelen öğrenci gruplarını randevu sistemiyle kabul eden müzede geleneksel el sanatları konusunda da uygulamalı atölye çalışmaları yapılıyor. Müzede ebru sanatı, drama, kukla gösterisi gibi etkinlikler alanında uzman isimler tarafından gerçekleştiriliyor.
Tarihe meydan okuyan Düğmeli Evler
Akdeniz bölgesinde yer alan Antalya’nın dağlık iç kesimlerinde, Akseki, İbradı ilçeleri ile bu ilçelere bağlı kırsal yerleşimlerde görülen özgün bir yapı tekniği ile yapılmış evlere verilen addır Düğmeli Evler. Yöre insanı, depreme dayanıklılığı tartışılmaz bir mimariyle harç veya çimento kullanmadan, çevresinde en kolay bulabildiği ağaç ve taşları kullanılarak kendine özgü bir mimari stil yaratmış.
Somut olmayan kültürel miras olarak koruma altına alınmış, ahşap süslemeciliğin mükemmel işçiliğini gösteren düğmeli evlerin en güzel örneklerini Sarıhacılar Köyü ve Ormana Köyü’nde görebiliyorsunuz. Her biri 300-400 yıllık geçmişi olan evlerin hâlâ birçoğu ayakta.
Evlerde kullanılan ahşapta Toros Dağları’nın yüksek kesimlerinde yetişen sedir ağacı kullanılıyor. Evlerin dış ve iç duvarlarında, dışarıdan görünen ahşap kısımlar düğme gibi göründüğünden düğmeli evler olarak adlandırılmış.
Anadolu’nun hiçbir yerinde rastlanmayan bu özgün mimari, ahşap iskeletli çerçeve sistemi ve taş yığma duvarın birleşimiyle oluşan karma bir sistemle inşa ediliyor. Düğmeli evler, kuru duvar tekniği denilen harç kullanılmadan toplama taşlarla yapılıyor, Düğmeli evlerin yapımında yapıcı ustası ve duvarcı denilen 3 usta ve en az iki amele oluyor. Her 2 usta karşılıklı çalışarak hatıl denilen, kuru duvardaki yükleri taşıması amacıyla konan 5-6 metre uzunluğundaki ahşap kalasları diziyor. Üçüncü usta ise duvarın iki yüzü boyunca konan hatılları, piştuvan denilen, 1-2 cm derinliğinde kertmeleri olan sedir ağacından yapılmış tahtalarla kilitleniyor.
Duvarın her iki yüzü işlendikten sonra arasına küçük taş kırıkları dökülüyor. Evlerin dış duvarlarına konan taşlar, aralarında boşluk kalmayacak şekilde tekrar, tekrar döndürülerek birbirine uyacak yüzleri denk getirilerek diziliyor. Duvarlar yapılırken iskele de kullanılmıyor. Hatılı attıktan sonra onları kilitleyen piştuvan denilen ahşapların uzun çıkması bırakılıyor ve bunun üzerine kalas atılarak duvarlar yükseltiliyor. Daha sonra uzun piştuvanlar gerektiği kadar kesiliyor. Piştuvanların duvarda taşan görüntüsü dışardan bakınca düğme gibi gözüktüğünden düğmeli adına ilham olmuş. Günümüzde evlerin dışı sakar sıva denilen kireçli harçla sıvanıyor.
Düğmeli evler büyüklüklerine göre iki veya dört gözlü, uzun ve geniş bir sofası olacak şekilde genellikle iki katlı yapılıyor. Yöre halkının tarım ve hayvancılıkla uğraşması nedeniyle zemin katları ahır, samanlık ya da kiler olarak kullanılabilecek şekilde tasarlanıyor.
Sofada yer alan ve genellikle iki pencere arasına yapılan ocak, hem ısınma hem de sıcak su ve yemek pişirmek amacıyla kullanılıyor. Odalarda mutlaka sedirden yapılmış yüklükler, dolaplar oluyor. Evlerin ana kapısı iki kanatlı ve yüksek. Bahçesi geniş olan evlerde ise ahırlar evin dışında yer alıyor. Şairin “Bahçeler benzer evlerine” dediği gibi bir portre çizilebiliyor. Üst katlarında salon, oda ya da köşk adı verilen yaşam alanlarında bazı ahşap bölümleri tamamen el işçiliğiyle süsleniyor.
Ocak davlumbazı, dolap, kapı, pencere doğramaları ve kepenkleri, tavan gibi ahşap kullanılan alanlar olağanüstü geometrik desenler içeren oymalarla bezeli. Ev taştan olur, ahşaptan olur, cumba da olmaz mı dedirten mimari güzelliği karşılıyorsunuz izlerken. Bir belgeselin içindesiniz. Ahşap süslemeciliğini cumbaların üçgen alınlığında da görebiliyoruz. Taş duvarlar içine açılmış pencerelerin dış yüzeyinde geçmeli parmaklıklar, iç yüzeyinde ise pencere kapakları yer alıyor. Eskiden cam olmadığından pencereler bu şekilde kullanılırmış, camın olmadığı dönemlerde, pencerelere ahşap oyma kafesler, çarkıfelek motifli kepenkler yapılmış. Misafirlerin ağırlandığı odaların tavanlarının göbek denilen orta kısmı geometrik motiflerden oluşan ahşap bezemeler bulunuyor. Kimi zaman da yıldız göbekli ahşap tavanın ortasına bereketi simgeleyen nar simgesi oturtulmuş. Geleneksel mimarinin giderek silikleşmeye başladığı günümüzde, Akseki ve İbradı bir yörenin kültürel mimari mirasının iyi korunmuş özgün örneklerini sergilemeyi sürdürüyor.
Toroslar’ın gelinliği kardelen çiçeği
Toroslar’ın gelinliği diye anılan, şiirlere ya da kız çocuklarına ad olan belki de beyazın en zarifi Kardelen. Akseki’nin Çimi, Geyran ve Çanakpınar Yayla’ları Kardelen’in evi diyebiliriz, diyor bilgi kaynakları ve Akseki halkından Emine teyze. Çiçeğin ismi, karların arasından ‘bahar geldi’ müjdesi ile güneşe merhaba demesinden geliyor. Karlar tam olarak erimeden kendisini dünyaya gösteren çiçek.
Bin dokuz yüz metre rakımlı Çimi Yaylası’nda karların erimesiyle topraktan çıkmaya başlar. Bilimsel adı “Galanthus” olan nergisgiller familyasından kardelen, endemik türler arasında yer aldığı için soğanının zaman zaman sökümü yasak… Bu yüzden kardelenler günümüzde koruma altında.
Karın beyazına meydan okuyan kardelenler, toprağın altındaki soğanından aldığı güçle sıfırın altında 15 dereceye kadar dayanabiliyor. Bahar rüzgârı estiren, zarafetiyle kendisine hayran bırakan kardelenler, süs bitkisi olarak değerlendirilmesinin yanı sıra soğanı da ilaç ve kozmetik sanayisinde kullanılıyor. Kışı uğurlayan kardelen, yılın ilk açan çiçeği olarak da bilinir. Aşkın, vefanın ve baharın sembolleri arasında gösterilir. Yerli ve yabancı ziyaretçileri turizm açısından da ilçeye ivme kazandırmaktadır.
Bu beyaz duyguya kendinizi davet edebilirsiniz.
Alternatif turizm
Akseki, doğası gereği yılın dört mevsimi alternatif turizme hizmet ediyor. Av turizmi, mağara turizmi, doğa turizmi, kültür turizmi, özellikle son yıllarda oldukça rağbet görüyor. Düğmeli evlere yapılan günlük turlar, geleneksel kültürü yaşatmak için düzenlenen yaz festivalleri, yerli ve yabancı turistlerin ziyaretleri turizme yoğun katkı sağlıyor.
Son olarak, yöresel lezzetlerinden söz edecek olursak; fırsat bulursanız tulum peynirini, balını, ekşi tarhanasını, filizli pilavını, nohutlu et yemeğini, eriştesini, demir tatlısını tatmanızı tavsiye ederiz.
Değil mi ki, Halil Cibran, “Hatırlama, bir buluşma biçimidir” demekte.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 2 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.