Karşı-kültür ne zaman ölür? Başındaki “karşı” sıfatı kalktığında mı? Kendini tekrar ettiğinde mi? Yoksa karşı olduğu şeyin yerini aldığında mı?
Belki de bu soruların hepsi iç içe geçmiş ve belki de tek bir yanıtı yok.
Böylesi sorular sorduğumuz ve benzer yanıtlar verebileceğimiz o kadar çok alan var ki… Şüphesiz onlardan biri de Hip-hop kültürü…
Break-dance Olimpiyat sporu mu?
En sevmediğimiz markanın reklamlarında en inandığımız şarkıların çalınması misali: 2020 yılında Uluslararası Olimpiyat Komitesi, break-dance’ın Olimpiyat sporu olarak kabul edildiğini ve sıradaki Paris Olimpiyatları’nda break-dance kategorisinde müsabakaların yapılacağını açıkladığında pek çoğumuz bir kalenin daha düştüğünü düşündük. Üstelik işin ta başında kullanılan o yakışıklı ismi yeniden bu işe münasip bulmuşlardı: Breaking…
Komite, dünyanın farklı ülkelerinden 16 kadın ve 16 erkek dansçının yarışacağını, ilk üçe girenlere altın, gümüş ve bronz madalya verileceğini duyurduğunda, Dünya Dans Sporu Federasyonu Başkanı Shawn Tay bunu, “sadece break-dance’cılar için değil, dünyanın dört bir yanından tüm dansçılar için tarihi” olarak memnuniyet duyguları içinde nitelendirdi ve “gerçek bir ekip çabasıyla bu sonuç elde edildi, olimpik oyunlarda başarı elde ederek 2024 Paris Olimpiyatları’nı unutulmaz kılmak için iki kat çaba sarf edeceğiz” ifadesini kullandı.
Ancak spor dünyasının tüm kesimleri aynı memnuniyet içinde değildi. Örneğin, Squash’ın (duvar tenisi) usta ismi Michelle Martin, squash olimpik kabul edilmezken break-dance’ın kabul edilmesini gülünç olarak değerlendirdi. Martin’e göre olimpiyatlar yozlaşıyordu. Sadece Martin değil, bazı dansçılar da, dansın kültürünün veya özgünlüğünün bozulmasından endişeliydi. 17 yaşındaki Amerikalı dansçı Logan “Logistx” Edra bunun sadece bir spor değil sanat, spor ve kültür olarak kabul görmesinden emin olmak istiyordu.
Breaking – daha önce de denenmiş
Aslında bu faaliyeti “breaking” adı altında olimpiyat programına alma fikri daha önce de Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te düzenlenen 2018 Gençlik Olimpiyatları’nda denenmişti.
Katılımcılar bire bir mücadele etmiş. Erkeklerde Rus Sergei “Bumblebee” Chernyshev, kadınlarda Japon Ramu “Ram” Kawai altın madalya kazanmıştı.
Nitekim ikinci prova da 2023 yılında Polonya’da Strzelecki Milli Parkı’ndaki Avrupa Oyunları’nda yapıldı ve Fransa için işin staj dönemi geride bırakıldı.
Müsabakalardaki hakem sayısı hata riskini en aza indirmek için dokuz olarak belirlenmiş. Bir fark da şu: Breaking, hakemlerin sporcular ve seyirciler için icra etmek zorunda olduğu tek spor. Olimpiyat Komitesi programını her ne kadar daha geniş ve genç bir izleyici kitlesi için daha çekici hale getirmek amacıyla modernleştirdiğini ifade etse de siz bunu stratejik bir pazarlama olarak okuyabilirsiniz.
Yarışmanın formatı ise basit. 16 B-boy ve 16 B-girl (Bu dansı yapan erkeklere “b-boy” ya da “break boy”, kızlara ise “b-girl” ya da “break girl” deniyor) Paris’in Place de la Concorde meydanının ışıkları altında mücadele edecek. Meydan, Fransız İhtilali’nde Kral 16. Louis, Marie Antoinette ve Maximilien Robespierre’in idam edildikleri yer.
Hip-hop kültürü nedir?
Break-dance, hip-hop kültürünün üç bileşeninden biri, rap ve graffiti ile… Break-dance’ın kökleri DJ Kool Herc’ün yetmişlerde New York’un Bronx bölgesinde düzenlediği ev partilerine kadar uzanıyor. B-boy ve B-girl’ler tarafından yapılan danslar kısa sürede sokaklara taşınıyor.
Bu kültürün öyle sihirli bir hamuru var ki, doğup büyüdüğü topraklardan azade bir biçimde her coğrafya ve kültüre nüfuz edebiliyor; sokak kültürü oluşunun özellikleri sayesinde kolaylıkla ezilen, hırpalanan ve dışlanan kesimlerin silahı haline gelebiliyor.
Örneğin Hip-hop’ın anavatanına mesafe olarak çok uzakta olmayan, ama kültür olarak uçurum bulunan Havana’nın doğu kıyısında, Fidel Castro’nun Küba devrimine adadığı bir mahalle var; adı Alamar. Sokak aralarında çocukların beyzbol oynadığı, akan çatıların altında sıcak dostlukların yaşandığı yaklaşık 100 bin nüfuslu bu mahalle, Küba’nın Bronx’u olmaya aday. Soğukluğu yüzünden yaşayanların ‘Sibirya’ diye isimlendirdiği bölgenin bir özelliği de, şehrin karmaşasından uzakta, Miami’den gelen radyo ve televizyon dalgalarını çekebiliyor olması. 1990’ların başında Alamar gençleri, Amerika’nın bütün dünyaya şırınga ettiği kültürle bu radyo dalgaları aracılığıyla tanıştı.
Beyaz adama karşı
Hip-hop, dünyanın her yerinde; kendine açtığı küçük yaşam alanından sıyrılarak, kısa süre içinde İngiltere’den Kıta Avrupası’na, hatta diğer kıtaların belli başlı ülkelerine yayılarak çok popüler bir müzik haline geldi.
Hip-hop kültürünün özünü, yöneten beyaz adama karşı geliştirdiği beğeniler bütünü oluşturmuştu. Şimdi bütün dünyada bu öz niteliklerini yitirdi. Amerika’da ve diğer coğrafyalarda içi boşaltılarak yükseldi Hip-hop, yani poplaştı. Başkaldıran siyah, yerini kazandığı kirli para ile dünyanın kıçına tekme atan, silah, uyuşturucu, kadın ve araba meraklısı dejenere tüketiciye bıraktı.
Hip–hop müziğinin sihirli hamuru, doğup büyüdüğü topraklardan azade her coğrafya ve kültürde mayalanıyordu. Bilinen tarifiyle yeraltı kültürünün biraz yakınında filizlendi hip–hop bizde de. Ama boy verdikçe ondan adım adım uzaklaştı. Önce sokaklarda kendini yerlere atarak topaç gibi dönen, reşit olma yaşına belki de varmamış delikanlıları görüyorduk. Onları seyre dalanlar sadece yoldan gelip geçenler değildi. Ataköy’deki fiyakalı kay–kay pistleri ya da Harbiye’de yabancı menşeli bir bankanın önünde akşam saatlerinde toplanan bu hip–hop’çı gençler, bir yandan kentin kalabalığından ve caddenin egzoz kokularından etkilenmeden break–dance’larının keyfini çıkarırken, öte yandan renkli gazetelerin küçük haberlerine malzeme oluyorlardı. Oysa Hip–hop’u özgürlükle eş anlamlı görüyordu o çocuklar.
Break-dance seksenler boyunca Flashdance, Breakin’ ve Beat Street gibi müzik videoları ve filmlerle büyük ilgi toplamıştı. İşte tam bu dönemde medyada adı da breaking’den break-dance’a dönüşmüştü.
Old-school tayfa için
Breaking’in olimpiyat sporu olması, bu kültüre gönül veren old-school tayfa için bir standartlaşmaya yönelteceğinden özünü ve yaratıcılığını törpüleyecek. Breaking’i bir dans yarışması olarak kabul etmek mümkün, ama spor olarak asla…
İlk 100 metreyi koşan old-school tayfa, en romantik zaman dilimini yaşamıştı. Ancak bu dünyanın insanları şimdi itibarlarını koruyabilmek için eskisinden daha fazla dil dökmek ve savunma yapmak zorunda kalıyor. Zira karşı-kültür artık hayatımıza o kadar nüfuz etmiş ki, neredeyse tüketim kültürünün yerini almış durumda. Yeni kuşaklardan pek çok insanı yanlış yola sevk eden bir mite dönüşmüş; düzene karşı olma hissiyatı içinde bir yanılsamayla düzene uyarlamanın araçlarından biri olmuş halde.
Ana-akıma karşı olma fikri hiç yeni değil, kökleri yüzyıllar öncesine uzanıyor. Sistem ise tüm karşı-kültürlere bir tehdit olmaktan ziyade, bir pazarlama fırsatı gözüyle bakıyor. Son 50 yılın en açık örneklerinden biri punk’lar, son 25 yılın ise Hip-hop… Onlar toplumun gerici değer yargılarına karşı derin bir meydan okumayla karşı çıkmalarına rağmen, sistem onları hiç dert etmedi. Çünkü onları sistemin içine çekme konusunda dahiyane planları bulunuyordu. Sistem önce kavramlarının içini boşaltmış, sembollerine el koymuştu. Eylemcilerine ve öne çıkan oyuncularına kapılarını açmış, parayı göstermiş ve ürünlerini metaya çevirerek satmış, karından ufak bir pay vermişti. Onları asimile etmişti.
Şimdi de breaking denince aynı sorular geliyor aklımıza. Sorularla başladık, sorularla bitirelim…
Ünsal Oskay hocamızın “yıkanmak istemeyen çocuklar”ına ne oldu? Hepsi temiz yüzü ve iyi giyimli insanlara mı dönüştü? Kim yıkadı ve giydirdi onları?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 8 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.