Alman şair ve yazar Hans Magnus Enzensberger, Hayatta Kalma Sanatçıları – 20. Yüzyıldan 99 Edebi Vinyet adlı kitabında anlattığı Hamsun, Gorki, Gide, Pessoa, Sartre, Canetti, Neruda ve Kadere gibi dünya yazının en ünlü adları arasında Orhan Veli Kanık adı da parıl parıl parıldar.
Enzensberger, Orhan Veli’yi ele aldığı bölümde, söze “Türk bir şair olmak kolay değildir” diye başlar, şairimizin yaşamından kısa anekdotlar aktarır ve şunları ekler:
“…Kafiye ve üslup araçlarını eskimiş sayıyordu. Gündelik hayat dilini çok daha canlı buluyordu. 1941’de çıkan şiir kitabı Garip, ses getiren etkili bir hareket yarattı. Ama Orhan, belirli bir üslûp yönelimine tutunup kalmayı amaçlamıyordu. İzleyicilerinin yaptıklarından başka türlüsünü de becerebilen birisiydi.
Büyük kamuoyu başlangıçta onu alaya aldı veya hakaret etti ona. Ama okurlar yavaş yavaş şiirlerinden tat almaya başladılar. Ün ve hayranlık kazandı. Bazı dizeler neredeyse atasözüne dönüştü. Bugün hâlâ vapurda, tramvayda veya kafede rastlayabilirsiniz bunlara…”
“Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir”
Gerçekten de, şiirlerini yayımlamaya başlamasıyla birlikte Orhan Veli’ye yöneltilen eleştiriler hakarete değin varmıştı. Orhan Veli, geleneksel şiire karşı çıkıyor, şairaneliği reddediyor, ölçü ve uyağı yıkmak, şiiri günlük yaşamın sorunlarına ve sokaktaki insanın düşünce dünyasına indirmek istiyordu.
Garip adlı kitapta alfabetik sırayla, Melih Cevdet Anday’ın 16, Oktay Rifat’ın 21 ve kendisinin 24 şiiri bulunuyor, kitabı saran kuşakta, “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir” yazıyordu. Üç arkadaşın şiir anlayışlarının örneklerini içeren kitap, Garip akımının doğmasına neden oldu. Ama bu yeni akım, dönemin şiir anlayışınca tuhaf bulunacak, alaya alınacak, yadırganacak; Yusuf Ziya Ortaç’tan Orhan Seyfi Orhon’a, Mehmet Kaplan’dan Cemil Meriç’e ve Yahya Kemal’e kadar birçok yazar ve gazeteci tarafından eleştirilecek, birçok yazıda yerden yere vurulacaktı. Dönemin önemli yazarlarından Baki Süha Ediboğlu’nun, 21 Nisan 1945 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısı da işte bu yazılardandı:
“Sanat adına yapılan özeniş ve zorlayışların gayesi nedir?”
“Yeni şairlerimizin herkes tarafından ittifakla tenkid edilen kusurlarından biri de “heyeti umumiye güzelliği” denilen şeye zerre kadar riayet etmeyişleridir.
Güzel söylenmiş birkaç mısradan sonra hiç de hoş olmayan kelimelerle, sırf yenilik ve başkalık olsun diye arka arkaya getirilen garib hayeller, acayib teşbihler, sanki klasik ahenk ve “bütünlük” güzelliklerini yıkmak için tertib edilmiş sun’i oyunlara benziyor.
Bu oyunların eğer böyle bir davası, yani klasik şiir zevkini yıkmak davası yoksa, sanat adına yapılan özeniş ve zorlayışların gayesi nedir?
Öyle sanıyorum ki, böyle bir suali birçok genç şairimiz cevabsız bırakacaklardır.
Çünkü, yeni şiirin eskiyi yıkarak yapmağa çalıştığı yeni sanat hareketinin gayesi, mana ve şümulü hakkında kimsenin bildiği bir şey yoktur. O, şimdiki halde, sadece bir kolay ve rahat söyleme anlayışına dayanarak, bizi bazan güldürmekte, bazan da kızdırmaktadır.
Mesela; birçok şiirinde sanat zevkine inandığımız Orhan Veli, son çıkardığı “Vazgeçemediğim” adındaki kitabının sonuna bir de “Eskiler alıyorum” diye bir parça koymuş. Kitabındaki şiirlerinin çoğunu zevkle, hayranlıkla okuduktan sonra bu “Eskiler alıyorum” şiirini yenilik namına – gücenmeyeceğini bildiğim için söylüyorum – tiksinti ile karşıladım:
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam
Orhan Veli’nin, sırf yeni şiir ve kendi ismi etrafında dedikodu yaratmak için evvelce yaptığı bu türlü – bir bakıma haklı – tuhaflıklara, garaiblere artık son vermesi lazımdır. Bu çeşid oyunlar yapmasına lüzum kalmamıştır: İsmini yeter derecede duyurmuştur. Ve öyle zannediyorum ki, ilk şiirlerinde sadece alaka toplamak maksadı ile yaptığı garaibler şairin umduğu tepkiyi yaratmıştır. Şimdi Orhan Veli’den beklenen şey “Değil” şiirinde olduğu gibi kolay yazılmış hissini veren, sade ve nisbette kendine has bir sesi olan mısralar vermesidir…”
“Doktrinlerin yıkıcı cephesi”
Dönemin bir diğer yazarı Adile Ayda’nın “Yeni Şiir Nedir?” başlıklı yazısında hedef, yine Orhan Veli’ydi:
“…Nedense çoğu komünist olan Fransız sürrealistleri, tıpkı kendilerinden evvel gelen Dadaistler ve fütüristler gibi bilhassa doktrinlerinin yıkıcı cephesiyle iftihar ederler. Bizim sürrealistlerin de en çok övündükleri eser birçok şeyler meyanında vezinle kafiyeyi yıkmış olmalarıdır.
Bu tahrib kahramanlarının yıktıkları şeylerin yerine diktikleri yeni abideler nelerdir? Aşağı yukarı şuna benzer şeyler.
Ne kadar güzel
Çayın rengi ne kadar güzel
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
Bu satırları buraya geçirirken bana bir fikir geldi. Acaba üç yaşındaki kızım da şair mi? Çünkü buna benzer şeyleri pek güzel sıralıyor…”
Bir çift söz
Garipçiler bu tür eleştirileri önemsemeyip, pek yanıt vermezler. Ancak, Orhan Veli’nin dönemin şairlerine söyleyecek bir çift lafı vardır:
“(…) Güler misiniz, ağlar mısınız? Ben ne gülüyorum ne de ağlıyorum. Sadece anlayabilecekleri bir dille kendilerine bir-iki şey sormak istiyorum. Şiirlerini okuyan karilerin seneden seneye azaldığını, ortalıkta kendileri gibi şiir yazan hiç kimse kalmadığını, bu hamlenin bir sen ben işi olmayıp bir cemiyet işi olduğunu fark etmiyorlar mı? Bu işi yaygara ile durdurmanın imkânsız olduğunu anlamıyorlar mı? Birkaç sene evvel bunları söyleyemezdim, bugün söylüyorum; aradaki farktan duyduğum gururu hissetmiyorlar mı? Niçin biz de, onların bize yaptıkları gibi, şiirlerine hücum etmiyor ve bütün bir neslin zevkini berbat ettiklerinden dem vurmuyoruz? Anlamayacak bir şey yok; değmez de ondan. Hiçbiri kötü şair bile değildirler. Kötü şair olabilmek de bir şey.(…)”
Orhan Veli kavgasını, 1 Ocak 1949’da Ankara’da çıkarmaya başladığı Yaprak dergisiyle sürdürür. Aynı yıl Edebiyat Âlemi adlı bir dergi daha yayın hayatına adım atar. Eski tarz şiiri savunan dergi, Orhan Veli’nin adına nazire olan “Turhan Deli” takma adıyla eleştiri yazıları yayımlamaya başlar. Turhan Deli, Garip hareketine ve geniş anlamda yeni şiir yanlılarına karşı yasal mercileri müdahale etmeye çağırır. İzleyen sayılarda eleştirilerinin şiddetini arttırır. Orhan Veli’yle alay eder, aşağılar. Bütün yeni şairleri delilikle suçlar.
Genç yaşta beklenmedik ölüm
Orhan Veli, 15 Haziran 1950’ye değin 28 sayı çıkardığı Yaprak dergisini parasal güçlükler nedeniyle yayımlayamaz duruma gelince İstanbul’a döner. Yeni şiir anlayışı, gerek Garipçilerin, gerekse İstanbullu genç kuşağın çabalarıyla önemli kazanımlar sağlar, varlığını kabul ettirir. Dahası, edebiyat gündemini artık o belirler. Şiir kitapları, çevirileri, gazetelerde yazıları yayımlanan Orhan Veli’ye olan ilgi, sevgi ve hayranlık gün geçtikçe artar. Bir yandan şiire getirdiği yenilerin kavgasını verip, biryandan da parasızlıkla başa çıkmaya çalışırken Ankara’da yaşayan sevdalısı, edebiyat öğretmeni Nahit Hanım’dan gelen mektuplarla soluklanan Orhan Veli, art arda yazdığı mektupların birinde ona “İstanbul muhakkak ki güzel şehir. Ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. Sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir diye bir şey var” der. 12 Ekim 1950 tarihini taşıyan son mektubunda “Birkaç gün içinde Ankara’ya gelip seninle konuşmak istiyorum” diye yazar şair. 1950 yılının 10 Kasım günü, bir haftalığına geldiği Ankara’da, belediyenin açtığı çukura düşer ve dört gün sonra İstanbul’da beyin kanamasından çok sevdiği yaşama veda eder.
Genç yaştaki beklenmedik ölümü ülkede büyük üzüntüye neden olur. “İstanbul Türküsü” adlı şiirini vasiyet kabul eden arkadaşları tarafından, Rumeli Hisarı’nda Aşiyan Mezarlığı’na gömülür. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından yaptırılan heykeli, şairin 38. ölüm yıldönümü olan 14 Kasım 1988 tarihinde Aşiyan Parkı’nda törenle açılır. Törende “Buranın sahibi artık Orhan Veli’dir” diyen Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, ünlü şairden şiirler okur; Melih Cevdet Anday ise bir konuşma yapar:
“…Büyük ozan ve sevgili kardeşim Orhan Veli, şiirimizde yepyeni bir çağ açmış ve bu yaratıcı kardeşim ve bu yaratıcı atılımı ile dünyanın bakışını edebiyatımız üzerine çekmiş, hatta etkisini birtakım yabancı ülkeler edebiyatlarında da duyurmuş, unutulmayacak bir sanatçıdır. Bütün büyük ozanlar gibi, o da duyarlığımızı ve düşüncemizi yeniden yapılandırmış, şiirlerini okumanın verdiği mutluluk yanında, onun çağını yaşadığımız bilincini bizde uyandırmıştır. Beğenimiz, olaylara bakış açımız, kendimizi anlatma yolu olarak dilimiz, Orhan Veli’den sonra değişmiştir. Büyük ozanımız pek az sanatçıya nasip olmuş bu başarıya, kendinden önceki şiirin dilde ve duyguda yürüttüğü sahte ve hastalıklı edayı yıkarak varmıştır. Halkımızın konuşması, söz ve ses olarak, onun ozanlık gücünde sanki bir büyü gibi ortaya çıkmış, süs ve yapaylık bir daha geri dönmemecesine silinip atılmıştır.
Bir gün gelecek, Orhan Veli’yi görmüş, tanımış olanlardan dünyamızda kimse kalmayacak, o ancak şiirlerindeki sesin yaratıcısı olarak tasavvur yolu ile düşüncelerde canlandırılacak. İşte bu yonut, Orhan Veli’yi gözeleriyle görmek isteyenlerin özlemini giderebilirse, onu buraya dikenler hayırla anılacaktır. Kentimizi bir Orhan Veli yonutuna kavuşturmakla, kadirbilirliğini ve sanatseverliğini göstermiş olan büyük kent belediyesini ve onun sayın başkanını kutlarım.”
Türk şiirinde söz hiyerarşisi
Orhan Veli, gönlünce yaşadığı, İstanbul ile Ankara arasında bölünen 36 yıllık kısa ömrüne aşklar, dostluklar ve birçok şiir sığdırdı. Yüzünden ve şiirinden gülümsemeyi hiç eksik etmedi.
Nâzım Hikmet’e göre o, bizim en güzel şairlerimizden biriydi. Vedat Günyol “Tarihin beğenerek andığı insanlar daima dönüm noktalarında bulunmalıdırlar ki Orhan Veli de bu dönüm noktalarından biridir” diyordu. Cemal Süreya’ya göre ise Orhan Veli şiirin atasıydı:
“Orhan Veli, kısacık hayatında şiirimizin büyük savaşını kazandı. Onunla gelen “başkalaşım” olmasa, bugünkü doruklara da, uçlara da varılamazdı. Orhan Veli, Türk şiirinde söz hiyerarşisini yıktı. Sözcük eşitliğini sağladı. Şiiri evrenselleştirdi. Kasket giydirdi ona. Elma yemesini öğretti. Orhan Veli’den sonra Türkçe artık daha arınmış, daha gür bir kaynaktan fışkıracaktı.”
Günümüzde en çok sevilen, en çok okunan şairlerimizden Orhan Veli, yaşama sevincinin, özgürlüğün ve direnişin şairiydi. Yalnız ülkemizde değil, dünyanın birçok ülkesinde okundu, sevildi. Çağdaş İsveç şiirinin önemli adlarından Lasse Söderberg, ardından “Orhan Veli’yi Düşünüyorum” adlı bir şiir yazmıştı:
1.
Limon rengi bir gök altında kulağıma türküler geldi
İşittim kötülüğün soluk alışını
açık arazisinde kara düşüncelerin
İşte bugün geliyorum billur saçan mesafelerden
doğunun yıldızlarını göğsünden içmek için
Ey dilinde güvercinlerin tünediği ozan,
sade içkilerle boylu kadınların sevdalısı
Orhan Veli.
İşte geliyorum bugün şiirlerine doğru
sözcüklerinde esen güzelliği yakalamak için.
2.
Yurdumda solurken meydanlarda kar
savsak bir uyuşukluk kaplar içimi.
Yurdumda çalınır Avrupai ölümün.
o garip kahredici oda musikisi.
Yurdumda kar genç kızların düşleri gibi kokar,
gamlı dallar altında okurken yabancı şiirlerini.
3.
Her gece bir gündüzün içine akar
Her mahzun pencereyi gecenin kahkahası açar
An olur özlenir uzak ülkeler
An olur zamanın anaforu kösnüyle içilir
Ama Orhan, bugün ben seni düşünüyorum
ve kuzey yellerinde esen yalın sevincini.
4.
Görüyorum ölümünü herkesinkine benzeyen,
görüyorum sadeliğini acının yücelttiği.
Duruyorum bir an hayale dalmak için
erinç veren şu koskoca göğün altında.
Çeviren: Lütfi Özkök
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 14 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.