Mesut Kara’ya
Yaşamın içinden gelen her şeyi hiç yüksünmeden, gocunmadan benimseriz, olumlu olup olmamasına bakmadan. Bizimdir o, bizimledir her zaman. Tam da bu nedenle “senli benli” oluruz anında. Derdimizi de anlatırız en küçük ayrıntısına kadar, uzmanı olup olmadığına bakarak “reçete” vermesini de isteriz harfiyen uygulamak üzere… Bu, sadece kültürümüz, bilgi birikimimiz, deneyimlerimiz ve/veya muhalif duruşumuzla sınırlı da değildir; her ne olursak olalım kendi yaşamımızda da yakaladığımız bir gerçekliktir.
Bulunduğu yere, işine, eşine, aşına bakmadan hemen benimsediklerimiz arasında ilk sırada futbolcular varsa, ikinci sırada oyuncular bulunur. Tabii durumuna göre mahalle abisi ya da ablası, öğretmen yahut okuryazarlığımızla doğru orantılı olarak yazarlar ve gazeteciler de listeye girebilir.
Belki de bu nedenle bazı roller kalıcıdır bazı oyuncuların omuzlarında. İsteseniz de farklı bir karaktere bürünemez; hep benzer filmlerde benzer karakterleri oynarlar.
O karakterin dışına çıktıklarında ise film gişe yapmaz.
Oysa bazılarını kamera sever, her türde, her filmde, her karakteri -bir Atlas gibi- rahatlıkla kaldırır, taşır. Komediden drama, dönem filmlerinden bilimkurguya; iyi insandan katile, kaçakçıya, patrondan işçiye, sokak serserisinden şarkıcıya, din insanından öğretmene, aklınıza gelen her karaktere girerler ve hiç sırıtmazlar.
İşte onlardan biridir Sadri Alışık. “Şakayla karışık” da olsa her elbise ısmarlanmış gibi oturur üzerine, her sözü, her hareketi, hatta her kıyafeti bile bir anda yayılır, dillerden düşmez, moda olur.
Kameranın sevdiği yüzlerden biridir dedik, peki ama kimi, niye sever o kamera?
Kuşkusuz bazı püf noktaları var(dır); yaşamın içinde olmak, gözlemci olmak, çok okumak, iletişime açık olmak, çok çalışmak gibi… Ama yine de çok şey söylemez bunlar bize.
Çocukluktan başlayan…
Kimliğinde kayıtlı adıyla Mehmet Sadrettin Alışık, 5 Nisan 1925 yılında İstanbul’da, Paşabahçe, Beykoz’da doğar. Annesi Saffet Hanım, babası Kaptan Rafet Bey’dir.
Beykoz Ortaokulundan (bugünkü adıyla Ziya Ünsel İlköğretim Okulu) ve ardından İstanbul Erkek Lisesinden mezun olur.
Sahneye ilk defa 1939’da Eminönü Halkevi’nde çıkar.
Bu arada Ankara Devlet Konservatuvarı sınavına girip kazanmasına rağmen gözleri miyop olduğu için kayıt yaptıramaz.
Bir süre Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümünde eğitim görür.
Naşit Özcan’ın bir oyunundan sonra içine düşen tiyatro aşkıyla, tabii ki ailesinin itirazlarına rağmen, Halkevi’nde yutar sahne tozunu.
Bilirsiniz işte, sahne tozu yutan bir daha iflah olmaz, bırakamaz denir ya, Sadri Alışık da kopamaz sahneden. Lisedeyken başlayan bu serüven profesyonelliğe kadar sürer. 1943’te Raşit Rıza Topluluğu’nda sahne alan sanatçı, ardından Karaca, Site, Oraloğlu, Çevre, Oda ve Kent tiyatrolarında çalışmalarını sürdürür.
Ve sonrası sinema…
İlk filmi, yapım ve yönetmenliğini Faruk Kenç’in üstlendiği 1944 yapımı “Günahsızlar”… Filmde, annesi öldükten sonra yalnız kalan genç bir kız ve ona yardım eden bir balıkçının hikâyesi anlatılır. Balıkçıyı canlandırır.
Faruk Kenç, onu halkevindeki bir oyunda izlemiş ve beğenmiştir.
Film vizyona girdiğinde 19 yaşındadır. Buna rağmen seyircinin gönünü kazanır.
Lakin araya askerlik girer. Sinemaya üç yıl arar verir.
1950’li yıllarda sinemaya döndüğünde Yeşilçam filmlerinde daha çok yan rollerde oynar. Özellikle tarihî filmlerde küçük rollerde…
Sinemaya iyi bir başlangıç yapsa da devamı aynı hızla gelmez. Belki de bu yüzden 1951’de Küçük Sahne Tiyatrosu’nun kadrosuna girer.
Bu dönemde ayrıca yerli ve yabancı filmlere seslendirme yapar.
Küçük Sahne’li yılların başında, 1951’de yani, tiyatro sanatçısı Neriman Esen ile evlenir. Bu evlilik 1957’de sona erer.
Sonra kendini sinemaya verir; toplamı kimi kaynaklara göre 184, kimi kaynaklara göre de 200 filmde oynar.
Ödüller… Ödüller…
Sinema, bir zamanların en yaygın, herkesi bağrına basan tek eğlencesi.
Radyolarda (o zamanlar televizyon yok daha yaşamımızda) duyamadığınız şarkıları dinlemek için bile gidilen, ağlamak için özel mendil bulundurulan, çocukların sandalye aralarında koşuşturduğu, çekirdek çitlenen, açığı ayrı, kapalısı ayrı güzel bir keyifti sinema…
Sinema, Sadri Alışık’ın aşkıydı. O mu sinemayı ödüllendirdi varlığıyla bilinmez ama… Ona layık görülen çok ödül olduğu kesin.
Şu 3 ödül içlerinden en değerlisi olsa gerek:
1966: Sanremo Bodrig Hera Güldürü Filmleri Şenliği – Gümüş Ağaç Plakası Özel Ödülü – Ah Güzel İstanbul
1971: 8. Altın Portakal Film Festivali – En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu – Afacan Küçük Serseri
1994: 31. Altın Portakal Film Festivali – En İyi Erkek Oyuncu – Yengeç Sepeti
Kolay değil bu…
Hayat, bol garnitürlü bir pasta değildir Sadri Alışık için. Yol alabilmesi için tutunmayı da bilmesi gerekir. Herkes bir çalışırken, belki de onun iki çalışması…
Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim okurken tabelacılık yapar, grafiker olarak çalışır, şiirler yazar.
Her bir iş, her bir adım muhakkak ki birikimdir Sadri Alışık için…
Rol arkadaşlığından hayat arkadaşlığına giden yolda Çolpan İlhan’dan önce Attila İlhan girmiştir yaşamına.
Müzik hiç eksik olmaz zaten. İçki de, muhabbet de… Bunları zamana ve zemine uygun dağıtmak ise kolaydır Sadri Alışık için…
Tiplemeleriyle anımsıyoruz…
Çok az oyuncu canlandırdığı karakter ile özdeşir. O kişiyi ete kemiğe bürür. Hayatın ‘hakiki’ bir varlığı kılar. İlyas Salman’ın Sefil Bilo’su gibi, Kemal Sunal’ın Şaban’ı gibi, Münir Özkul’un Kel Mahmut’u gibi…
Sadri Alışık, denilebilir ki, bu alanda fevkalade zengin karakter yelpazesine sahip: Turist Ömer, Ofsayt Osman, Ringo Kazım, Gönlübol Arif, Efkârlı Arif, Taşkasaplı Necati, Kapkaç Hüsnü, Şaşkın Hafiye ve tabii ki ünlü televizyon dizisinden akıllarda kalan Banazlı İsmail…
Her biri özgün bir karakter olup adıyla özdeşmiştir. Gel gör ki, tuhaf bir tesadüften öte sanki, filmleri içinde en çok Osman adını almıştır.
Neden birilerinin ilgisini çekmemiş, bilemem, ama bir başka ilginç yanı daha var Sadri Alışık’ın… O da şu: Kadın rolüne de girer kimse yadırgamaz, o da yüksünmez bundan. “Fıstık Gibi” ve “Efkârlıyım Abiler” filmlerinde olduğu gibi.
Bizim için ya “Ofsayt Osman” ya da “Turist Ömer”dir ya, o tiplemeler yaşamın kazandırdıklarıyla çıkmıştır ortaya. Bir gün, bir dolmuşta, kendince “kırkayak” bir bitirim, tanımıştır kendisini. İtiraz etse de, “karıştırıyorsunuz kardeşim” dese de, yol boyunca, “dün akşam beraberdik ağabey” diyen adamı ikna edemez. Adam, akşam izlediği filmdeki Sadri Alışık’a bakıp bakıp, sürdürür konuşmasını, ta ki şoförün, “münasebetsize bak ağabey, sizi de bula bula bir artize benzetti” sözüne kadar. Burada, artiz önemli; artist değildir ağızdaki sözcük, benimsenen artizdir, yani bizdendir.
Bir güzel İstanbul, yaşanan…
Adına filmler yapılan, soyadıyla uyaklı, “Şakayla Karışık”, “Acıyla Karışık”, “İşler Karışık”, “Serseri Âşık”la adı birlikte söylenen Sadri Alışık’ın kült olmuş bir karakteri de Atıf Yılmaz’ın “Ah Güzel İstanbul” filmindeki Haşmet İbriktaroğlu’dur.
Görmüş geçirmiş, en tepeye çıkmış, en aşağı düşmüş, ama parayı amaç değil araç olarak görüşüyle, çelebiliğiyle benimsenmiş bir karakterdir. Ayla Algan’ın da gerçekten başarıyla canlandırdığı, meşhur olma amacıyla evden kaçan, ama alabildiğine saf Ayşe rolü unutulmazlar arasında yerini alır.
Film, bir yanıyla İstanbul güzellemesidir, bir yanıyla şehri ve insanlarını tanıtan önemli bir belgedir. Ama bir başka ilginçliği daha var “Ah Güzel İstanbul”un. Tümüyle dramatik olmasına rağmen, yurtdışında, “güldürü filmleri” festivalinde, “Gümüş Ağaç” özel ödülü almıştır. Neden güldürü filmleri festivaline gitmiş derseniz, bir yanlış anlamadan başka bulunabilen bir yanıtı yok.
Asıl yazmak istediğim…
Filmlerindeki rolleriyle, karakterleriyle belleklerimizde, yüreğimizde yer alsa da, adı şimdilerde daha çok tiyatro ve sinema ödülleriyle anılıyor. Bırakın kazanmayı, aday gösterilmenin bile kıymetli olduğu ödüllerle…
İlk kez 1996 yılında verilmeye başlanan Sadri Alışık Ödülleri, ne kadar büyük bir boşluğu doldurduğu artık gün gibi ortada…
Çok yönlü bir sanatçı Sadri Alışık. Yetmişli yıllarda birçok sinemacı gibi Sadri Alışık da gazinolarda sahneye çıkar. Hatta üç plak doldurmuşluğu olsa da, tek kitapta kalan şairliği belirleyicidir aslında: “Bir Ömürlük İstanbul” (Bilgi Yay. 1993).
İstanbul doğumlu, İstanbul’da yaşayan ve İstanbul’da yaşamını kazanan, daha da önemlisi büründüğü her karakterin İstanbul bıçkını veya İstanbul efendisi olan birinin doğal olarak İstanbul üzerinedir şiirleri. Sanki konuşur gibidir dizeleri; açık, anlaşılır ve -hepsi için diyemesek de- Nâzım Hikmet’ten el alarak:
Bir vapur geçsin isterim önümden
İlle de Boğaz’dan
Yırtılmış denizlerden
Yorganlar gelir aklıma
Sanki hiç ıslanmadan
Bir sabahçı kahvesinden
Kavaklar derim
Kızkulesi derim
Hisarlardan birine takılır gözlerim
Doymaz martılar gibi
Işıklar hiç sönmesin isterim
Bir demli çay
Bir demli çay daha
Sonra hep İstanbul şarkıları söylerim
Bu şiirler arasında bestelenenleri de var. İlk akla gelenleri sıralayayım:
“İçimde Bir Yağmur Sonbahardan Çalınmış” – Beste: Cevdet Çağla
“Merhaba İstanbul” – Beste: Avni Anıl
Görme olanağı bulamadığımız tabloları var öte yandan; 150’ye yakın yağlıboya, ayrıca bir sürü karakalem çalışma…
Sonra hikâyeleri var – henüz kitaplaşmamış. Kim bilir belki ileride yayımlanır.
Eşi Çolpan İlhan, “Hayata ve dünyaya karşı çok farklı bakış açısı olan, çok derinlikli, çok duygusal, çok sempatik, çok esprili, çok değişik bir adamdı” diye anlatıyor onu… Böyle birinin sanatın hemen hemen her alanıyla ilgilenmesi doğal değil mi?
Aslında bizim hikâyemizdir…
Sakin ve samimi, dostlarına düşkün, kanaatkâr, yardımsever, içkiyi ve muhabbeti seven biridir Sadri Alışık. Beklemeyi de bekletmeyi de sevmez, ama sabırlıdır alabildiğine. Tez canlı, kararlı, işini en iyi ve en hızlı yapmayı isteyen; yalanı değil, gerçeği benimseyen Alışık, sanatçı olarak aşkı, kavuşamamayı, terk edilişi ve ihaneti hep kabul edebileceğimiz nezaketle aktarır bize. Küfretmez, hakaret etmez, sitem etmesi yeterlidir; kederiyse doruklardadır. Tüm bunların ışığında hepimizin gönlünde yer eden, kendisi (rol olduğunu bilsek de) olmak istediğimiz biridir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 5 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.