Sakız gibi hayat: Küçük şeylerden keyif almanın 10 yolu

Sakız çiğnemek sadece bir alışkanlık mı, yoksa küçük keyiflerin büyük felsefesi mi? Neden bazıları şeftalili sakıza tahammül edemez? Fazla nezaket gerçekten saflığa mı dönüşür? Ya yapışkan insanlar? Balon gibi şişmek ne zaman özgüvendir, ne zaman patlamaya yol açar? Peki ya siz, çiğniyor musunuz yoksa gevelemeyi mi tercih ediyorsunuz? Süleyman Kaymaz yazdı.

Sakız deyip geçmeyin. Binlerce yıllık tarihi var. Başlarda ağaç reçineleri ve bitki özlerinden elde edilirmiş; 19. yüzyılın ortalarında endüstrileşmiş ve günümüzdeki hâlini almış. Bazı bulgular Neolitik Çağ’da bile sakız çiğnendiğini gösteriyor. Azteklerin ağzında “chicle” adını verdikleri bir sakız türü varmış. Bizdeki “çiklet” kelimesinin kökeni de bu sözcüğe dayanır.

Daha fazla ansiklopedik bilgi verip kafanızı sakız gibi şişirmek istemiyorum. Kısaca sakızın faydalarından bahsedip konumuza geçelim: Eski çağlardan bu yana sakız, ağız ve diş sağlığı için kullanılagelmiş. Uzmanlar (kimse bunlar) sakız çiğnemenin çene kaslarını geliştirdiğini, tokluk hissi yaratarak diyete yardımcı olduğunu, çiğneme esnasında beyin hücrelerine daha fazla kan pompalandığını söylüyorlar. En önemli ve bu yazının da konusunu oluşturan faydası ise keyif vererek stresi azaltması. Evet, müptelaları bilir, kendi küçük, ama verdiği keyif büyüktür sakızın.

Şimdi gelin, sakızdan ilerleyerek küçük şeylerden keyif almanın yollarını irdeleyelim.

1- Çiğnemek: Küçük bir adımla büyük keyifler başlar

Keyifsiz misiniz? Atın ağzınıza bir sakız ve çiğneyin. Göreceksiniz, birkaç dakika içinde keyfiniz nasıl da yerine gelecek. Küçücük sakız, ne keyif verecek diye düşünmeyin. Emin olun kalıcı mutluluklar genellikle küçük şeylerle birlikte gelir. Dinmek bilmeyen bir kahkaha kakofoni barındırır, rahatsız edebilir; fakat belirli belirsiz bir gülümseme hepimizin hoşuna gider. Misal, spor yapmak adına ağır antremanlara girişmek yorar, küçük egzersizler ise insanı zinde tutar. Sizi bilmem, ama ben koşmak yerine küçük adımlarla kısa mesafe yürüyüşleri severim. Yürüyüşe çıktığım parklarda üzerlerine bir kova su boca edilmiş gibi ter içinde sağa sola koşuşturan insanları gördüğümde şaşkınlıkla dudak bükerim. Henüz afyonumun patlamadığı bir sabah yürüyüşünde boş bulunmuş, aniden karşıma çıkarak bana doğru hızla koşmakta olan bir grup insanın önünden korkuya kapılıp kaçasım gelmişti. Neyse ki hemen toparlanmıştım.

Evet! Küçük bir adımla büyük keyifler alınabilir. Aşırılıklardan kaçınmalıyız. Aşırılık demişken bir örnekle pekiştireyim: Mutluluğu her şeyin fazlasında arayan geveze bir dostum bir avuç sakızı çiğnemeye kalkmış, çene ağrıları yüzünden de uzun süre konuşamamış, biz de bu sayede biraz kafa dinlemiştik.

2- Aroma: Hayatı tekdüzelikten kurtar

Sakızların artık birçok çeşidi var. Karpuz, muz, çilek, hatta karışık meyve aromalı… Ben karpuzlu severim, ben kavunlu severim gibi sözler duyuyorum. İyi de, bunca çeşit içinde sadece bir şeye takılı kalmak ne derece mantıklı? Hâlbuki yeniliklere açık olmak, farklı lezzetler tatmak keyfi artırır. Yeri gelmişken söyleyeyim, tercihle takıntı arasında ince bir çizgi vardır. Geçenlerde bir dost meclisinde edebiyat konuşuyorduk, aramızdan biri sözü ikide birde sevdiği yazara getiriyordu. Onun dayatmalarından sıkılınca sussun diye sohbetin yönünü sinemaya çevirdik. Yine aramızdan biri hangi oyuncudan bahsetsek onu Zuhal Olcay’la kıyaslayıp durdu. Sırf gergin havayı dağıtmak için çay içelim dedim ve dememle birlikte masada bir vaveyla koptu: Kahve dururken çay mı içilirmiş, zevksizin tekiymişim. Hâliyle tepemin tası attı. Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Geceyi birbirimize surat asarak bitirip evlere dağıldık.

Elbette her lezzet herkese uyacak diye bir şey yok. Bir gün arkadaşlarla laflıyorduk. Sanırım sohbetin sığlığından sıkılmıştım. Yaka cebimde duran sakız paketini alıp “İster misiniz?” diyerek onlara uzattım.  Biri, “Ne o?” diye sordu. “Şeftalili sakız,” dedim. Yüzü buruştu, gözleri fal taşı gibi açıldı ve çığlığı andıran bir sesle ağıza alınmayacak sözler ederek kaçıp gitti. Diğerine dönüp şaşkınlıkla, “Ne oldu yahu?” dedim. “Ne olacak,” dedi. “Adamın şeftaliye tiki var!”

3- Şişmek: Özgüvenle kendini genişletmek

Sakız çiğnemenin keyifli yanlarından biri de şişirip balon yapmak ve fütursuzca patlatmaktır. Burada bir başka konuya değineyim: Sakız çiğnemek bazılarınca hafifmeşrep bir davranış olarak görülür. Bu anlayışın altında yatan hikmete ermek zor. Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın başrollerini oynadığı Aslan Bacanak (1977) adlı filmdeki sakız sahnesini hatırlarsınız. Mahallenin kabadayısı olan Halim (Metin Akpınar), sokakta sakız çiğneyen kadına (Perran Kutman), “At o çikleti ağzından,” der ve kendi kendine söylenir: “Sabah sabah almış o zıkkımı ağzına, cakkıdı cakkıdı!” Bu sahne, toplumun sakız çiğnemeye bakışını yansıtmaktadır.

Kişinin toplum içinde ağzını şapırdatarak sakız çiğnemesinin hoş karşılanmamasını anlayabilirim; ancak adabıyla sakız çiğneyenlere uyarılarda bulunan insanlara da musamaha gösteremem. Sokağa tükürmek ve toplum içinde argo konuşmak gibi kaba saba davranışları olan bir komşum, söz konusu sakız çiğnemek olunca ahlak abidesi kesilerek nasihate kalkışıyordu. Böylesi ikircikli insanların yüzüne baka baka sakız çiğnemek, şişirmek ve bir güzel de patlatmak istemişimdir. Sakızın bu özelliğinden yola çıkarsak, biraz şişinmek, kendimize güvenmek, fırsatları değerlendirmek ve bazen sınırlarımızı genişletmek gerekir. Yerinde özgüven iyi bir şeydir. Ama dikkat: Fazla şişmek patlamaya yol açabilir! Gençlik yıllarımızda Uzak Doğu sporlarıyla uğraşıyorduk. Tekmelerine fazlaca güvenen bir dostum spor ahlakını hiçe sayıp önüne çıkana kafa tutuyordu. Onu son gördüğüm yer ziyaretine gittiğimiz bir hastane oldu. Aslında görmüş de sayılmam. Zira bütün vücudu alçıya alınmıştı.

4- Yapışmak: Bağ kur, ama bunalma, bunaltma

Sakızın ne derece yapışkan olduğunu çoğumuz tecrübe etmişizdir. Bazı işgüzarların çiğnedikten sonra sokağa attığı sakızlardan birine yanılıp da bastıysanız vah sizin hâlinize! Ayakkabınıza yapışan bir sakızdan kurtulmak kolay değildir. Hele ki sakızın, onu sokağa atanın ifrazatıyla karışmış olduğunu bilmek durumu iyice iğrenç bir hâle getirir. Milletin içinde adeta kusarak dolaşan bu ilkelleri uyardığım için bir kaç kez dayak yeme tehlikesine maruz kalmışlığım var.

Çiğnenmiş sakızların etrafa atılması çevre kirliliğine sebep olduğundan Singapur’da sakız satışı yasaklanmış; satana ve çiğneyene de ağır cezalar getirilmiş. Yani mesele ciddi. Ayrıca yerlere atılan sakızların, onları yem sanan kuşların gagalarına yapışarak ölümlerine neden olduğu söyleniyor.

Gelelim buradan çıkarılacak derse. Türkçede sakız gibi yapışmak diye bir deyim var. İnsan sosyal bir varlık. Fakat sosyalleşeceğiz, bağ kuracağız diye vaktimizi çalıp tadımızı kaçıracak yapışkan insanlarla karşılaşabiliriz. Size tavsiyem samimiyeti ilerletmeden yanlarından kaçmanızdır. Benim çevremde yapışkan biri yok diyorsanız, aman derim, dikkat edin, o kişi siz olabilirsiniz.

5- Sakızı paylaş: Mutluluk bulaşıcıdır

Sevdiğim şeyleri dostlarımla paylaşmak kadar beni mutlu eden başka bir şey var mıdır, bilmiyorum. Paylaşmak, hayattan daha fazla keyif almayı sağlar. Sakız gibi, gülümsemek ve iyilik de paylaşıldıkça çoğalır. Elbette paylaşırken ısrarcı olmamakta fayda var: Yeni tanıştığım birine sevdiğim bir sakızı verdim ve ‘Çiğne bak, lezzetli,’ dedim. Dostum sakızı çiğnemek yerine cebine koydu. Hâlbuki bu keyfi benimle birlikte yaşasın istiyordum. Çiğnemesi için öyle bir ısrar ettim ki, en sonunda sinirlendi, elini ağzına sokup dişlerini çıkardı ve havada bir bayrak gibi salladı. Hâliyle mahcup oldum. Dişlerinin takma olduğunu nereden bilebilirdim ki?

6- Bazen tadı kaçar: Kabak tadı veren ilişkiler

Sakız gibi, bazı şeyler zamanla tadını kaybedebilir, hatta çürüyebilir. Tadı kaçan bir sakız da artık keyif vermez. Atmak gerekir. İlişkiler de böyledir. Eğer biri keyfinizi kaçırıyorsa onu hayatınızdan çıkarmakta bir an bile tereddüt etmeyin. Böyle kişilere nezaket uğruna katlanmamalısınız. Fazla nezaket bir yerden sonra saflığa girer. İnsan olma sanatını icra edemeyenler sizi canınızdan bezdirebilirler. Sevecen, saygılı, kompleksiz ve donanımlı insanlarla yakınlık kurun.

Ben de her daim sevecen, saygılı, donanımlı ve kompleksiz kişilerle arkadaşlık yaparım. Bildikleri konularda konuşanlar, hâkim olmadıkları konularda da bilgisizliklerini dile getirmekten gocunmayan insanlar olmuştur hep dostlarım: Yıllar önce bir yaz akşamı müdavimi olduğumuz kafede oturuyorduk. Her hâllerinden turist oldukları belli olan bir kafile geçiyordu sokaktan. İçlerinden biri bize sokulup bozuk Türkçesiyle civarda kilise olup olmadığını sordu. Tam tarife yelteniyordum ki, masada oturan arkadaşlarımdan biri benden önce davranıp yıllarca unutamayacağımız şu müthiş cevabı verdi:

“No speak English.”

7- Yorulduysan çiğnemeyi bırak: Gereksiz yükleri at

Sakız çiğnemek keyif, ama eğer çene kası yapmak gibi bir niyetiniz yoksa fazla çiğneyerek kendinizi yormanın âlemi de yok. Uzun süre sakız çiğnemek çene diskine zarar verir. Ayrıca çene eklemi rahatsızlıklarına yol açar. Uzmanlar sakızı çenenin iki tarafında çiğnemek gerektiğini, tek tarafta çiğnemenin kaslarda deformasyona neden olduğunu söylüyorlar.

Size yük olan şeylerden kurtulun. Canınızı sıkan kişilerden uzak durmakla işe başlayın. Yaşam alanınızı daraltan eşyaları atın gitsin. Artık kazandırmıyorsa işinizi değiştirin. Şehir hayatı sizi boğmaya başladıysa doğayla iç içe bir tatil yapın. Eğer hassas bir yapınız varsa üçüncü sayfa haberlerine bakmayın. Kavga, cinayet, taciz ve tecavüz haberleri sizi yaşamdan soğutur. Üstelik bu haberleri okumanın size ya da başkasına faydası yok. Yıllar önce yorgunlukla işten döndüğüm bir akşam uzandığım yerden haberleri izliyordum. Öyle felaket haberleri vardı ki, birden tepem attı ve fişini çektiğim televizyonu kucakladığım gibi sokağa çıkmamla bir direğin dibine koymam bir oldu. O sırada oradan geçmekte olan bir hurdacı televizyonu aldı ve sırıtarak beni selamlayıp uzaklaştı. Pişman olmadım desem yalan olur. Arkasından bakakaldım. O gün bugün televizyon izlemem.

8- Çiğnedikçe rahatla: Küçük ritüellerin gücünü keşfet

Sakız çiğnemek gibi, küçük alışkanlıklar stresi azaltabilir. Keyif alacağınız küçük ritüeller yaratın. Çağımız dünyası, hepimizi tüketiyor. Hızla gelişen teknoloji, artan nüfus ve buna bağlı olarak yoğunlaşan trafik, asla düşmeyen enflasyon, geçim kaygısı… Yetmezmiş gibi cadde ve sokaklarda görülen kavgalar, bağırış çağırışlar; kısacası şehrin kakofonisi. Ve bunlara bağlı olarak gelişen stres. Hepimiz bir mengeneye sıkıştırılmış gibi hissetmiyor muyuz kendimizi? Öyleyse gelin, bu stresi atmak için ritüeller icat edin. Akşamları yürüyüşe çıkın, günün belirli bir saatini okumaya ayırın. Haftanın bir gününü tatil yapın. Ara sıra yalnız kalarak kendinizi dinleyin. Sinemaya, tiyatroya gitmeyi âdet hâline getirin. Yine belirlediğiniz bir zaman dilimini arkadaşlarınızla birlikte geçirecek buluşmalar tertip edin. Tüm bunlar size keyif verecek ve stresinizi azaltacaktır.

Benim ritüellerim ise yürümek, okumak ve yazmak. Geçenlerde işe gitmedim ve stres atmak için o günü yazmaya ayırdım. Fakat sokakta oynayan çocuklar penceremin korkuluklarını adeta kale yapmışlardı. Bir gürültü ki düşman başına! Hâliyle stresim arttı. Pencereye çıkıp “Kim atıyor bu topu!” diye çıkıştım. Çocukların arasında bir tartışma çıktı. Bu tartışma sen attın, ben attım diye de uzayıp gidince sıkıldım, içeri girdim. Aklımda parlak bir cümle vardı. Klavyeye uzansam bir çırpıda yazacaktım. Fakat heyhat! Bir motor sesi duydum önce. Sonra bir aracın gölgesi kararttı odayı. Ardından o meşum sözleri duydum: “Hurdacııı! Hurdalar alıyorum!”

Cümle neydi unuttum.

9- Geveleme: Çiğne

Gevelemek kelimesi, bir şeyi çiğnemeden ağız içinde evirip çevirmek ve bir sözü açıkça söylememek, kaçamak sözler etmek anlamlarını taşır. Eğer ağzınıza bir sakız attıysanız tadını çıkarmak için çiğneyin. Tıpkı sakız gibi, eğer bir şey diyecekseniz gevelemeyin, düşüncelerinizi açık açık söyleyin. Hiçbir neden sizi açık yürekli olmaktan alıkoymasın. Hoşlanmadığınız hâl ve hareketleri muhatabınıza söylemekten çekinmeyin. Sevmediğiniz insanları idare etmeyin. Unutmayın, nezaket, konfeti gibi etrafa saçılabilecek bir şey değildir. Net olun.

Çocukluk yıllarımda hafta sonları bir marangoz atölyesinde çıraklık yapıyordum. Bir gün işçilerden biri usta hakkında ağıza alınmayacak sözler edip duruyordu. Baktım usta geliyor. Elim ayağım birbirine karışmıştı. Susması için işaret parmağımla kapıyı gösterip bir şeyler geveledim. Beni duymadığı gibi, sunturlu birkaç söz daha etti. Dilim damağım kurumuş, ne yapacağımı bilmez bir hâlde kalakalmıştım. Kendine edilen kaba sözleri dinlemeye daha fazla dayanamayan usta, işçinin yakasına yapıştı. Hayatımda böylesi bir meydan dayağı daha görmemişimdir.

10- Ağıza sakız olmak: Sakın dile düşme

Kim sakız olmak ister? Elbette kimse istemez. Düşünsenize elâlemin ağzında çiğnendiğinizi.  Çekilecek dert değil! Ağıza sakız olmak diye bir deyimimiz var. Birilerinin dedikodusuna konu olmak anlamına gelir bu deyim. Şu yeryüzünde hakkında konuşulmayan biri var mıdır? Sanmıyorum. Ne yaparsanız yapın bundan kaçınmak zor. Yine de küçük önlemler alarak dedikoduların dozunu belirleyebilirsiniz. Gayet basit bir yolu var bunun. Ne kadar yakın olursanız olun, sırlarınızı, eksik yanlarınızı kimseye anlatmayın. Yoksunluklarınızı belli etmeyin. Size iyi niyet gösterilerinde bulunanlara prim vermeyin ve onların tuzaklarına düşmeyin. İnsanlarla konuşurken ağzınızdan çıkacak sözlere dikkat edin. Unutmayın, kötü niyetli insanlar her bir sözünüzü çarpıtmakta pek mahirdirler.

Biri, üstüne vazife olmadığı hâlde işlerimin nasıl olduğunu sorarsa ona öyle abartılı rakamlar söylerim ki, karşımda yutkunup durmaktan öteye gidemez. Emin olun çoğu insan sırf kendi durumlarıyla sizinkini kıyaslamak için sorar böyle şeyleri. Eğer sizin durumunuz onlarınkinden aşağıdaysa bundan gizli bir haz bile duyarlar. Onlara bu zevki tattırmayın: Bir gün fatura koçanlarını onaylatmak için notere gittim. Giderken de dükkânımın kapısına, “Noterdeyim, bir saate dönerim,” yazılı bir pusula iliştirdim. Döndüğümde kapının önünde beni bekleyen komşularımı buldum. Notere gitmemin sebebini merak ediyorlardı ve sabırsızlıktan çatlamak üzereydiler. Onlara sahibi olduğum bir arsayı kat karşılığı müteahhite verdiğimi ve mevcuttaki dairelerimden birini oğlumun üzerine devrettiğimi söyledim. Düş kırıklıklarını, asılan suratlarından anlamak mümkündü. O gün bugündür bana pek iltifat etmezler. Eminim ki akıllarına her düştüğümde bir baltaya sap olamadıklarını düşünüp bana garez duyuyorlardır.

Keyfiniz daim olsun.

Sürçü lisan ettiysek af ola!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Ağustos 2025’te yayımlanmıştır.

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sakız gibi hayat: Küçük şeylerden keyif almanın 10 yolu

Sakız çiğnemek sadece bir alışkanlık mı, yoksa küçük keyiflerin büyük felsefesi mi? Neden bazıları şeftalili sakıza tahammül edemez? Fazla nezaket gerçekten saflığa mı dönüşür? Ya yapışkan insanlar? Balon gibi şişmek ne zaman özgüvendir, ne zaman patlamaya yol açar? Peki ya siz, çiğniyor musunuz yoksa gevelemeyi mi tercih ediyorsunuz? Süleyman Kaymaz yazdı.

Sakız deyip geçmeyin. Binlerce yıllık tarihi var. Başlarda ağaç reçineleri ve bitki özlerinden elde edilirmiş; 19. yüzyılın ortalarında endüstrileşmiş ve günümüzdeki hâlini almış. Bazı bulgular Neolitik Çağ’da bile sakız çiğnendiğini gösteriyor. Azteklerin ağzında “chicle” adını verdikleri bir sakız türü varmış. Bizdeki “çiklet” kelimesinin kökeni de bu sözcüğe dayanır.

Daha fazla ansiklopedik bilgi verip kafanızı sakız gibi şişirmek istemiyorum. Kısaca sakızın faydalarından bahsedip konumuza geçelim: Eski çağlardan bu yana sakız, ağız ve diş sağlığı için kullanılagelmiş. Uzmanlar (kimse bunlar) sakız çiğnemenin çene kaslarını geliştirdiğini, tokluk hissi yaratarak diyete yardımcı olduğunu, çiğneme esnasında beyin hücrelerine daha fazla kan pompalandığını söylüyorlar. En önemli ve bu yazının da konusunu oluşturan faydası ise keyif vererek stresi azaltması. Evet, müptelaları bilir, kendi küçük, ama verdiği keyif büyüktür sakızın.

Şimdi gelin, sakızdan ilerleyerek küçük şeylerden keyif almanın yollarını irdeleyelim.

1- Çiğnemek: Küçük bir adımla büyük keyifler başlar

Keyifsiz misiniz? Atın ağzınıza bir sakız ve çiğneyin. Göreceksiniz, birkaç dakika içinde keyfiniz nasıl da yerine gelecek. Küçücük sakız, ne keyif verecek diye düşünmeyin. Emin olun kalıcı mutluluklar genellikle küçük şeylerle birlikte gelir. Dinmek bilmeyen bir kahkaha kakofoni barındırır, rahatsız edebilir; fakat belirli belirsiz bir gülümseme hepimizin hoşuna gider. Misal, spor yapmak adına ağır antremanlara girişmek yorar, küçük egzersizler ise insanı zinde tutar. Sizi bilmem, ama ben koşmak yerine küçük adımlarla kısa mesafe yürüyüşleri severim. Yürüyüşe çıktığım parklarda üzerlerine bir kova su boca edilmiş gibi ter içinde sağa sola koşuşturan insanları gördüğümde şaşkınlıkla dudak bükerim. Henüz afyonumun patlamadığı bir sabah yürüyüşünde boş bulunmuş, aniden karşıma çıkarak bana doğru hızla koşmakta olan bir grup insanın önünden korkuya kapılıp kaçasım gelmişti. Neyse ki hemen toparlanmıştım.

Evet! Küçük bir adımla büyük keyifler alınabilir. Aşırılıklardan kaçınmalıyız. Aşırılık demişken bir örnekle pekiştireyim: Mutluluğu her şeyin fazlasında arayan geveze bir dostum bir avuç sakızı çiğnemeye kalkmış, çene ağrıları yüzünden de uzun süre konuşamamış, biz de bu sayede biraz kafa dinlemiştik.

2- Aroma: Hayatı tekdüzelikten kurtar

Sakızların artık birçok çeşidi var. Karpuz, muz, çilek, hatta karışık meyve aromalı… Ben karpuzlu severim, ben kavunlu severim gibi sözler duyuyorum. İyi de, bunca çeşit içinde sadece bir şeye takılı kalmak ne derece mantıklı? Hâlbuki yeniliklere açık olmak, farklı lezzetler tatmak keyfi artırır. Yeri gelmişken söyleyeyim, tercihle takıntı arasında ince bir çizgi vardır. Geçenlerde bir dost meclisinde edebiyat konuşuyorduk, aramızdan biri sözü ikide birde sevdiği yazara getiriyordu. Onun dayatmalarından sıkılınca sussun diye sohbetin yönünü sinemaya çevirdik. Yine aramızdan biri hangi oyuncudan bahsetsek onu Zuhal Olcay’la kıyaslayıp durdu. Sırf gergin havayı dağıtmak için çay içelim dedim ve dememle birlikte masada bir vaveyla koptu: Kahve dururken çay mı içilirmiş, zevksizin tekiymişim. Hâliyle tepemin tası attı. Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Geceyi birbirimize surat asarak bitirip evlere dağıldık.

Elbette her lezzet herkese uyacak diye bir şey yok. Bir gün arkadaşlarla laflıyorduk. Sanırım sohbetin sığlığından sıkılmıştım. Yaka cebimde duran sakız paketini alıp “İster misiniz?” diyerek onlara uzattım.  Biri, “Ne o?” diye sordu. “Şeftalili sakız,” dedim. Yüzü buruştu, gözleri fal taşı gibi açıldı ve çığlığı andıran bir sesle ağıza alınmayacak sözler ederek kaçıp gitti. Diğerine dönüp şaşkınlıkla, “Ne oldu yahu?” dedim. “Ne olacak,” dedi. “Adamın şeftaliye tiki var!”

3- Şişmek: Özgüvenle kendini genişletmek

Sakız çiğnemenin keyifli yanlarından biri de şişirip balon yapmak ve fütursuzca patlatmaktır. Burada bir başka konuya değineyim: Sakız çiğnemek bazılarınca hafifmeşrep bir davranış olarak görülür. Bu anlayışın altında yatan hikmete ermek zor. Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın başrollerini oynadığı Aslan Bacanak (1977) adlı filmdeki sakız sahnesini hatırlarsınız. Mahallenin kabadayısı olan Halim (Metin Akpınar), sokakta sakız çiğneyen kadına (Perran Kutman), “At o çikleti ağzından,” der ve kendi kendine söylenir: “Sabah sabah almış o zıkkımı ağzına, cakkıdı cakkıdı!” Bu sahne, toplumun sakız çiğnemeye bakışını yansıtmaktadır.

Kişinin toplum içinde ağzını şapırdatarak sakız çiğnemesinin hoş karşılanmamasını anlayabilirim; ancak adabıyla sakız çiğneyenlere uyarılarda bulunan insanlara da musamaha gösteremem. Sokağa tükürmek ve toplum içinde argo konuşmak gibi kaba saba davranışları olan bir komşum, söz konusu sakız çiğnemek olunca ahlak abidesi kesilerek nasihate kalkışıyordu. Böylesi ikircikli insanların yüzüne baka baka sakız çiğnemek, şişirmek ve bir güzel de patlatmak istemişimdir. Sakızın bu özelliğinden yola çıkarsak, biraz şişinmek, kendimize güvenmek, fırsatları değerlendirmek ve bazen sınırlarımızı genişletmek gerekir. Yerinde özgüven iyi bir şeydir. Ama dikkat: Fazla şişmek patlamaya yol açabilir! Gençlik yıllarımızda Uzak Doğu sporlarıyla uğraşıyorduk. Tekmelerine fazlaca güvenen bir dostum spor ahlakını hiçe sayıp önüne çıkana kafa tutuyordu. Onu son gördüğüm yer ziyaretine gittiğimiz bir hastane oldu. Aslında görmüş de sayılmam. Zira bütün vücudu alçıya alınmıştı.

4- Yapışmak: Bağ kur, ama bunalma, bunaltma

Sakızın ne derece yapışkan olduğunu çoğumuz tecrübe etmişizdir. Bazı işgüzarların çiğnedikten sonra sokağa attığı sakızlardan birine yanılıp da bastıysanız vah sizin hâlinize! Ayakkabınıza yapışan bir sakızdan kurtulmak kolay değildir. Hele ki sakızın, onu sokağa atanın ifrazatıyla karışmış olduğunu bilmek durumu iyice iğrenç bir hâle getirir. Milletin içinde adeta kusarak dolaşan bu ilkelleri uyardığım için bir kaç kez dayak yeme tehlikesine maruz kalmışlığım var.

Çiğnenmiş sakızların etrafa atılması çevre kirliliğine sebep olduğundan Singapur’da sakız satışı yasaklanmış; satana ve çiğneyene de ağır cezalar getirilmiş. Yani mesele ciddi. Ayrıca yerlere atılan sakızların, onları yem sanan kuşların gagalarına yapışarak ölümlerine neden olduğu söyleniyor.

Gelelim buradan çıkarılacak derse. Türkçede sakız gibi yapışmak diye bir deyim var. İnsan sosyal bir varlık. Fakat sosyalleşeceğiz, bağ kuracağız diye vaktimizi çalıp tadımızı kaçıracak yapışkan insanlarla karşılaşabiliriz. Size tavsiyem samimiyeti ilerletmeden yanlarından kaçmanızdır. Benim çevremde yapışkan biri yok diyorsanız, aman derim, dikkat edin, o kişi siz olabilirsiniz.

5- Sakızı paylaş: Mutluluk bulaşıcıdır

Sevdiğim şeyleri dostlarımla paylaşmak kadar beni mutlu eden başka bir şey var mıdır, bilmiyorum. Paylaşmak, hayattan daha fazla keyif almayı sağlar. Sakız gibi, gülümsemek ve iyilik de paylaşıldıkça çoğalır. Elbette paylaşırken ısrarcı olmamakta fayda var: Yeni tanıştığım birine sevdiğim bir sakızı verdim ve ‘Çiğne bak, lezzetli,’ dedim. Dostum sakızı çiğnemek yerine cebine koydu. Hâlbuki bu keyfi benimle birlikte yaşasın istiyordum. Çiğnemesi için öyle bir ısrar ettim ki, en sonunda sinirlendi, elini ağzına sokup dişlerini çıkardı ve havada bir bayrak gibi salladı. Hâliyle mahcup oldum. Dişlerinin takma olduğunu nereden bilebilirdim ki?

6- Bazen tadı kaçar: Kabak tadı veren ilişkiler

Sakız gibi, bazı şeyler zamanla tadını kaybedebilir, hatta çürüyebilir. Tadı kaçan bir sakız da artık keyif vermez. Atmak gerekir. İlişkiler de böyledir. Eğer biri keyfinizi kaçırıyorsa onu hayatınızdan çıkarmakta bir an bile tereddüt etmeyin. Böyle kişilere nezaket uğruna katlanmamalısınız. Fazla nezaket bir yerden sonra saflığa girer. İnsan olma sanatını icra edemeyenler sizi canınızdan bezdirebilirler. Sevecen, saygılı, kompleksiz ve donanımlı insanlarla yakınlık kurun.

Ben de her daim sevecen, saygılı, donanımlı ve kompleksiz kişilerle arkadaşlık yaparım. Bildikleri konularda konuşanlar, hâkim olmadıkları konularda da bilgisizliklerini dile getirmekten gocunmayan insanlar olmuştur hep dostlarım: Yıllar önce bir yaz akşamı müdavimi olduğumuz kafede oturuyorduk. Her hâllerinden turist oldukları belli olan bir kafile geçiyordu sokaktan. İçlerinden biri bize sokulup bozuk Türkçesiyle civarda kilise olup olmadığını sordu. Tam tarife yelteniyordum ki, masada oturan arkadaşlarımdan biri benden önce davranıp yıllarca unutamayacağımız şu müthiş cevabı verdi:

“No speak English.”

7- Yorulduysan çiğnemeyi bırak: Gereksiz yükleri at

Sakız çiğnemek keyif, ama eğer çene kası yapmak gibi bir niyetiniz yoksa fazla çiğneyerek kendinizi yormanın âlemi de yok. Uzun süre sakız çiğnemek çene diskine zarar verir. Ayrıca çene eklemi rahatsızlıklarına yol açar. Uzmanlar sakızı çenenin iki tarafında çiğnemek gerektiğini, tek tarafta çiğnemenin kaslarda deformasyona neden olduğunu söylüyorlar.

Size yük olan şeylerden kurtulun. Canınızı sıkan kişilerden uzak durmakla işe başlayın. Yaşam alanınızı daraltan eşyaları atın gitsin. Artık kazandırmıyorsa işinizi değiştirin. Şehir hayatı sizi boğmaya başladıysa doğayla iç içe bir tatil yapın. Eğer hassas bir yapınız varsa üçüncü sayfa haberlerine bakmayın. Kavga, cinayet, taciz ve tecavüz haberleri sizi yaşamdan soğutur. Üstelik bu haberleri okumanın size ya da başkasına faydası yok. Yıllar önce yorgunlukla işten döndüğüm bir akşam uzandığım yerden haberleri izliyordum. Öyle felaket haberleri vardı ki, birden tepem attı ve fişini çektiğim televizyonu kucakladığım gibi sokağa çıkmamla bir direğin dibine koymam bir oldu. O sırada oradan geçmekte olan bir hurdacı televizyonu aldı ve sırıtarak beni selamlayıp uzaklaştı. Pişman olmadım desem yalan olur. Arkasından bakakaldım. O gün bugün televizyon izlemem.

8- Çiğnedikçe rahatla: Küçük ritüellerin gücünü keşfet

Sakız çiğnemek gibi, küçük alışkanlıklar stresi azaltabilir. Keyif alacağınız küçük ritüeller yaratın. Çağımız dünyası, hepimizi tüketiyor. Hızla gelişen teknoloji, artan nüfus ve buna bağlı olarak yoğunlaşan trafik, asla düşmeyen enflasyon, geçim kaygısı… Yetmezmiş gibi cadde ve sokaklarda görülen kavgalar, bağırış çağırışlar; kısacası şehrin kakofonisi. Ve bunlara bağlı olarak gelişen stres. Hepimiz bir mengeneye sıkıştırılmış gibi hissetmiyor muyuz kendimizi? Öyleyse gelin, bu stresi atmak için ritüeller icat edin. Akşamları yürüyüşe çıkın, günün belirli bir saatini okumaya ayırın. Haftanın bir gününü tatil yapın. Ara sıra yalnız kalarak kendinizi dinleyin. Sinemaya, tiyatroya gitmeyi âdet hâline getirin. Yine belirlediğiniz bir zaman dilimini arkadaşlarınızla birlikte geçirecek buluşmalar tertip edin. Tüm bunlar size keyif verecek ve stresinizi azaltacaktır.

Benim ritüellerim ise yürümek, okumak ve yazmak. Geçenlerde işe gitmedim ve stres atmak için o günü yazmaya ayırdım. Fakat sokakta oynayan çocuklar penceremin korkuluklarını adeta kale yapmışlardı. Bir gürültü ki düşman başına! Hâliyle stresim arttı. Pencereye çıkıp “Kim atıyor bu topu!” diye çıkıştım. Çocukların arasında bir tartışma çıktı. Bu tartışma sen attın, ben attım diye de uzayıp gidince sıkıldım, içeri girdim. Aklımda parlak bir cümle vardı. Klavyeye uzansam bir çırpıda yazacaktım. Fakat heyhat! Bir motor sesi duydum önce. Sonra bir aracın gölgesi kararttı odayı. Ardından o meşum sözleri duydum: “Hurdacııı! Hurdalar alıyorum!”

Cümle neydi unuttum.

9- Geveleme: Çiğne

Gevelemek kelimesi, bir şeyi çiğnemeden ağız içinde evirip çevirmek ve bir sözü açıkça söylememek, kaçamak sözler etmek anlamlarını taşır. Eğer ağzınıza bir sakız attıysanız tadını çıkarmak için çiğneyin. Tıpkı sakız gibi, eğer bir şey diyecekseniz gevelemeyin, düşüncelerinizi açık açık söyleyin. Hiçbir neden sizi açık yürekli olmaktan alıkoymasın. Hoşlanmadığınız hâl ve hareketleri muhatabınıza söylemekten çekinmeyin. Sevmediğiniz insanları idare etmeyin. Unutmayın, nezaket, konfeti gibi etrafa saçılabilecek bir şey değildir. Net olun.

Çocukluk yıllarımda hafta sonları bir marangoz atölyesinde çıraklık yapıyordum. Bir gün işçilerden biri usta hakkında ağıza alınmayacak sözler edip duruyordu. Baktım usta geliyor. Elim ayağım birbirine karışmıştı. Susması için işaret parmağımla kapıyı gösterip bir şeyler geveledim. Beni duymadığı gibi, sunturlu birkaç söz daha etti. Dilim damağım kurumuş, ne yapacağımı bilmez bir hâlde kalakalmıştım. Kendine edilen kaba sözleri dinlemeye daha fazla dayanamayan usta, işçinin yakasına yapıştı. Hayatımda böylesi bir meydan dayağı daha görmemişimdir.

10- Ağıza sakız olmak: Sakın dile düşme

Kim sakız olmak ister? Elbette kimse istemez. Düşünsenize elâlemin ağzında çiğnendiğinizi.  Çekilecek dert değil! Ağıza sakız olmak diye bir deyimimiz var. Birilerinin dedikodusuna konu olmak anlamına gelir bu deyim. Şu yeryüzünde hakkında konuşulmayan biri var mıdır? Sanmıyorum. Ne yaparsanız yapın bundan kaçınmak zor. Yine de küçük önlemler alarak dedikoduların dozunu belirleyebilirsiniz. Gayet basit bir yolu var bunun. Ne kadar yakın olursanız olun, sırlarınızı, eksik yanlarınızı kimseye anlatmayın. Yoksunluklarınızı belli etmeyin. Size iyi niyet gösterilerinde bulunanlara prim vermeyin ve onların tuzaklarına düşmeyin. İnsanlarla konuşurken ağzınızdan çıkacak sözlere dikkat edin. Unutmayın, kötü niyetli insanlar her bir sözünüzü çarpıtmakta pek mahirdirler.

Biri, üstüne vazife olmadığı hâlde işlerimin nasıl olduğunu sorarsa ona öyle abartılı rakamlar söylerim ki, karşımda yutkunup durmaktan öteye gidemez. Emin olun çoğu insan sırf kendi durumlarıyla sizinkini kıyaslamak için sorar böyle şeyleri. Eğer sizin durumunuz onlarınkinden aşağıdaysa bundan gizli bir haz bile duyarlar. Onlara bu zevki tattırmayın: Bir gün fatura koçanlarını onaylatmak için notere gittim. Giderken de dükkânımın kapısına, “Noterdeyim, bir saate dönerim,” yazılı bir pusula iliştirdim. Döndüğümde kapının önünde beni bekleyen komşularımı buldum. Notere gitmemin sebebini merak ediyorlardı ve sabırsızlıktan çatlamak üzereydiler. Onlara sahibi olduğum bir arsayı kat karşılığı müteahhite verdiğimi ve mevcuttaki dairelerimden birini oğlumun üzerine devrettiğimi söyledim. Düş kırıklıklarını, asılan suratlarından anlamak mümkündü. O gün bugündür bana pek iltifat etmezler. Eminim ki akıllarına her düştüğümde bir baltaya sap olamadıklarını düşünüp bana garez duyuyorlardır.

Keyfiniz daim olsun.

Sürçü lisan ettiysek af ola!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Ağustos 2025’te yayımlanmıştır.

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x