Şener Şen – Badi Ekrem’den Züğürt Ağa’ya bir uzun koşu

Yeşilçam’ın ve tiyatronun unutulmaz ismi Şener Şen’in kişisel takviminden bir yaprak daha düştü bugün. 82 yılı ardında bırakan ünlü oyuncu, 70’li yılların ortalarından itibaren boy gösterdiği hemen hemen her filminde seyircinin gönlünde taht kurdu. Kötü adam rollerinde bile sevildi. Peki, bunun sırrı neydi? Süleyman Kaymaz yazdı.

Türk sineması pek çok furyaya sahne oldu. Furya bu; gelip geçici bir hevesi andırır. Taleple ilgilidir çoğu zaman. Nadiren de olsa dayatmaların ürünü olarak da görülebilir. Halk arasında da yeri büyüktür. Bir şeyin mahiyetini anlamak için önce o şeyin dildeki yerine bakmak gerekir: “Furyayı kaçırdık” deriz, yitirdiğimiz fırsatların ardından. Hangi alanda olursa olsun furya dediğimiz şey, genellikle ticari kaygılarla beraber hareket eder. Peki, ticari kaygıların öncelikli olduğu yerde sanat olur mu?

Eline her kamera alanın kendini sanatkâr saydığı günümüzde bu tartışmaları sanat eleştirmenlerine bırakmak daha doğru olacaktır! Gerçi eleştirmenlerimizin bir farkı var mı diğerlerinden? Filmin konusunu uzun uzadıya anlatmak, eserden ziyade kişilerin üzerinde durmak eleştirmenlik sayılabilir mi? Maalesef eleştirmen geçinenleri havale edebileceğim bir merci yok, en azından şimdilik!

Ne diyorduk! Furya! Türk sinemasının yarattığı furyalar gelip geçti belki; fakat bu furyalarda birçok yıldız doğdu. İşte o yıldızlardan biri, Türk halkının yakını kadar tanıyıp benimsediği Şener Şen; gerçek adıyla Ali Haydar Şen.

Baba ve oğul

Şener Şen 26 Aralık 1941 yılında Adana’da doğar. Babası Ali Şen’in asıl mesleği marangozluk. Bir tesadüfler silsilesi ile sanat hayatına adım atan Ali Şen, ilk kez Adana Halkevi’nde İstiklal adlı oyunda sahne alır. 1954’te de sinemaya geçer. Yardımcı oyunculuğuyla aranan biridir. Yüzlerce filmde oynar.

Şener Şen’in oyunculuğu seçmesinde babasının tesirinin olup olmadığı merak edilir. Merak etmekle de kalınmaz, hemen her röportajda bizzat sorulur. Bir tür keramet arayışıdır bu!

Şener Şen’le yapılan röportajlarda aynı soruları görmek beni bile yıldırdı. Hâlbuki işi bilen biri daha önce sorulmuş sorulardan uzak durur ve sanatçının farklı yönlerini ortaya çıkaracak yeni sorular bulur.

Babasıyla ilgili sorulardan birine şöyle yanıt veriyor Şener Şen: “Babam benim oyuncu olup olmamamla ilgilenmedi. Ne oyuncu olmamı onayladı ne de buna karşı çıktı. Belki benim için model oluşturmuştur. Bunu bilemiyorum. Ama evde erkek çocuğun babayı model alması doğaldır.”[1]

Bu cevapta soruya karşı bir bıkkınlık seziliyor; oyunculuğuna olduğu kadar sabrına da hayran olmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

Öğretmenlikten oyunculuğa: Tiyatro aşkı

Öğrencilik hayatı pek başarılı sayılmaz. İstanbul Erkek Lisesi’nde okur. Mezun olduğu sıralarda Yeşilay bünyesindeki “Yeşil Tiyatro”da Mete İnselel, Seden Kızıltunç ve Cüneyt Türel’le sahneye çıkar.[2]Ankara Devlet Konservatuvarı sınavlarına girer, kazanamaz. İşportacılık, şoförlük gibi işlerde çalışır. 2-3 yıl öğretmenlik yapar. Oyuncu olma isteği ağır basmaktadır. 1966’da Ergun Köknar’ın desteğiyle İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girer.

Tiyatroda küçük roller alır ve sahne arkasında çalışır, yönetmen yardımcılığı yapar. Böylece mesleğin tüm inceliklerini de öğrenir.

Tiyatroda ilerleyişini şöyle anlatıyor Şener Şen: “… Önce sadece komik rollerin aranan adamıyken sonra daha değişik kompozisyonlar oynamaya başladım.”[3]

Girdiği rolleri hakkıyla canlandıran Şener Şen, nihayet 1975’te Başar Sabuncu’nun yönettiği Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası adlı oyunda başrol oynar. Sabreden derviş, muradına ermiştir. Bu başarısı Şehir Tiyatrosu’ndan ayrıldığı 1980’e kadar devam eder. Kardeş Payı (1976), Şvayk Hitler’e Karşı (1976), Zengin Mutfağı (1977), Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1980) adlı oyunlarda başrollerde oynar. Şehir Tiyatrosu’ndan istifa ettikten sonra Peter Stein’ın denetiminde bir Türk tiyatrosunu kurmak ve yürütmek üzere, Ayla Algan, Beklan Algan, Kerim Afşar’dan oluşan bir ekiple iki yıl boyunca Almanya’ya gidip gelir.

Seslendirme stüdyolarından sinema oyunculuğuna

Şener Şen, Empire dergisine verdiği röportajda[4] sinema macerasının nasıl başladığını şu cümlelerle özetliyor: “Açıkça söylemek gerekirse sinemayı hedeflememiştim. Sinemaya ek iş olarak başladım. O zamanlar tiyatro esas işimdi. Sinemaya seslendirmeyle başladım. Seslendirme stüdyosuna gidiyordum. O zaman birtakım yönetmenlerle tanıştım. Onlara çektikleri filmlerde figüran olarak görev alacağımı söyledim. Amacım tiyatrodan aldığım maaşa takviyede bulunmaktı. Beni bu ilgilendiriyordu.”

Sinemadaki ilk figüranlık deneyimi babasının da oynadığı Üç Öfkeli Genç (İlhan Engin, 1963) adlı filmle olur.[5] Zamanla oyunculuğu beğenilir ve komik, küçük rollerin aranan oyuncusu haline gelir.

Figüranlıkla yetinmez Şener Şen, setten sete koşar, yönetmen yardımcılığı da yapar. Tiyatro çalışmalarını sürdürdüğü için fazla filmde yer alamaz; fakat 70’li yıllarda sinemadaki rolleri büyür: Kartal Tibet’le Aşk Mahkumu’nda (Nuri Ergün, 1973), Ediz Hun’la Asi Kalpler’de (Nejat Saydam, 1972), Cüneyt Arkın’la Ayrı Dünyalar’da (Orhan Aksoy,1974), Ahmet Özhan’la Bak Yeşil Yeşil’de (Hulki Saner,1975) aynı perdeyi paylaşır.

Yetenek avcısı Ertem Eğilmez ve Arzu Film

Burada Ertem Eğilmez’den bahsetmekte fayda görüyorum. Kendi deyimiyle meslek değiştirme rekortmeni olan Ertem Eğilmez bakkallık yapıyor, gece kulübü (Nuhun Gemisi) çalıştırıyor, plastik işine giriyor. Gözü kara bir müteşebbis Eğilmez.

1953’te Refik Erduran’la birlikte Çağlayan Yayınevi’ni kuruyor ve yayınladığı cep kitapları dizisi büyük ilgi görüyor. Bastığı Mayk Hammer (Mickey Spillane) romanları çok tutuluyor. Artık çevirisi yapılacak Mayk Hammer romanı kalmayınca Kemal Tahir’le kafa kafaya verip bir nevi edebi mühendislik yaparak yenilerini yazıyorlar.

Sinema işine girdiğinde Nahit Ataman’ın ortaklığıyla önce Efe Film’i kuruyor. Birkaç film çekiliyor; fakat sonuç hüsran olunca Efe Film ekibiyle yollar ayrılıyor ve film şirketi 1964’te Arzu Film adıyla yenileniyor. İleride Kemal Sunal, Adile Naşit, Halit Akçatepe gibi oyuncuları yetiştiren bir okul haline gelecektir Arzu Film.

Bir yıldız doğuyor

Şener Şen’in Ertem Eğilmez’le tanışması sanat yaşamında bir dönüm noktası olur. Şener Şen, Arzu Film ekibine katılışını şöyle anlatıyor: “… Hababam Sınıfı’nın ikincisi çekiliyordu. Arzu Film’e gittim. Badi Ekrem adayları için benim de ismimi söylemişler. Esas ivme ondan sonra oldu.”[6]

Rolü kapar ve öyle bir performans gösterir ki, ortaya çıkan oyunculuk bir Commedia dell’arte (16. yüzyıl İtalya’sında ortaya çıkmış, metne ve rolün yapısına uygun doğaçlamalarla yapılan bir tiyatro türü) gösterisini andırır.

Hababam Sınıfı serisinde en çok beğenilen tiplemelerden biri olur Badi Ekrem. Hemen her hareketi ile seyirciyi güldüren bir Şener Şen vardır perdede.

Yazının başında da işaret ettiğim gibi, sinema işi biraz da furya işi olduğundan seyircinin bu ilgisi bir beklentiye dönüşür ve Şener Şen daha sonra oynadığı çok filmde güldürmeye devam eder.

Yardımcı oyuncu olarak Kemal Sunal’la oynadığı filmlerdeki rollerinin neredeyse hepsinde Badi Ekrem’in izleri görülür. Hoplayan zıplayan, durduk yerde bir sakarlık yapan, kötü adam rollerinde bile seyirciyi güldüren sevimli ve muzip bir Şener Şen vardır artık. Başrolleri paylaştığı Çiçek Abbas (Sinan Çetin, 1982), Şalvar Davası (Kartal Tibet,1983) adlı filmlerde bile bu komik olma durumu sürer. Ancak onun sergilediği komiklik basit görünse de bayağı değildir. Yer yer drama kaçan trajikomik yönleri de ağır basar.

Yardımcı rollerden başrollere

Namuslu (Ertem Eğilmez, 1984) kariyerinde önemli bir basamaktır. Başroldedir ve rolü, önceki filmlerde canlandırdığı karakterlerden başkadır. Böylece, üzerine yapışan komik, bir o kadar da sahtekâr tipleri canlandırmaktan kurtularak aslında çok yönlü bir oyuncu olduğunu da ispat etmiş olur. Film epey ilgi görür.

Senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı Züğürt Ağa (Nesli Çölgeçen, 1985) ile de sanatının doruklarına doğru tırmanan yeni bir Şener Şen vardır artık sinemada.

Milyarder (Kartal Tibet, 1986), Muhsin Bey (Yavuz Turgul, 1986), Selamsız Bandosu (Nesli Çölgeçen, 1987), Arabesk (Ertem Eğilmez, 1988), Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (Yavuz Turgul, 1990) adlı filmlerdeki başroller onu yaşayan bir efsane haline getirir. Fakat asıl çıkışı Türk sinema tarihinde çığır sayılabilecek filmlerden olan ve gösterime girdiğinde 3 milyona yakın seyirciyle buluşan Eşkıya(Yavuz Turgul, 1996) ile olur.

Yavuz Turgul ve Şener Şen

Yönetmenliğe 1984’te çektiği Fahriye Abla ile başlayan Yavuz Turgul, Şener Şen’le Arzu Film’de çalışmıştır. Şener Şen’in oyunculuk üslubunu geliştirmesine yardımcı olan nedenlerden biri de Yavuz Turgul’un Arzu Film için yazdığı senaryolarda onun becerilerini sergileyebileceği rolleri ele alış biçimidir. Nitekim yönetmenliğini Yavuz Turgul’un yaptığı Eşkıya (1996), Gönül Yarası (2004), Av Mevsimi (2010), Yol Ayrımı (2017) adlı filmlerdeki rollerinde alışılagelenin dışında bir Şener Şen izleriz.

Son söz

Ülkemizde televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte sinema salonları eski cazibesini kaybetti. Ekonomik sıkıntıya giren sinema sektörü geçmişte olduğu gibi bugün de seyirciyi yeniden kendine çekebilmek için talebe uygun projeler peşinde koşan yapımcılardan geçilmiyor!

Başta da dediğim gibi; beklentiye yönelik bir sanat eseri ne derece özgün olabilir? Bugün iyi filmler yapılmıyor demiyorum. Elbette yapılıyor. Fakat genel itibariyle baktığımızda estetikten yoksun bir sinema anlayışı hâkim. Bu genellemenin içine detaya odaklanan kameranın durağanlığa sürüklediği sinema anlayışını da katabiliriz! Ben bu tür sinemaya Kartpostal Sineması adını veriyorum. Elbette ki bu konular böyle bir yazıda ele alınamayacak kadar derin ve göreceli. Fakat şunu da söylemeliyim: Eğer bazı Yeşilçam filmlerini hâlen bıkıp usanmadan tekrar tekrar izleyebiliyorsak bunun nedenini eskinin başarılı yapımcı, yönetmen ve oyunculuğuna bağlayabilir; daha doğru bir söylemle de, bugünün sinemasının o günün sinemasının üzerine çıkamadığına yorabiliriz. Ayrıca, görünüşle oyunculuğu birbirine karıştıran bir sinema anlayışı da unutulmaya yüz tutacaktır kanaatimce!

Şener Şen’e dönecek olursak… Yer aldığı yapımlarda canlandırdığı rollerdeki harikulade oyunculuğuyla hafızamıza kazınan bir oyuncu oldu. Tiyatrodaki başarısı, sinemadaki her rolün altından hakkıyla gelmesi takdire şayan. Bu kısa yazı Şener Şen’i ve onun yer aldığı projeleri anlatmaya yetmez. Ancak özgün yapısıyla bende önemli yeri olan Gölge Oyunu’nu (Yavuz Turgul, 1990) bir cümleyle de olsa anmak isterim: Düşle gerçek arasında bir atmosferde ilerleyen bu film ne hikmetse layık olduğu ilgiyi görmemiş gibi gelir bana.

Yeniden tiyatro çalışmalarına dönen Şener Şen’in yeni yaşını kutluyor, kendisine başarılar diliyorum.

Sürçü lisan ettiysek af ola!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.

[1] Empire dergisi, Aralık 2007, sayı 13, s. 89

[2] G. Scognamillo, Türk Sinemasında Şener Şen, Kabalcı, 2005, s. 24

[3] Giovanni Scognamillo, a.g.e, s. 27

[4] Empire dergisi, Aralık 2007, sayı 13, s. 89

[5] Giovanni Scognamillo, a.g.e, s. 28

[6] Empire dergisi, Aralık 2007, sayı 13, s. 86

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Şener Şen – Badi Ekrem’den Züğürt Ağa’ya bir uzun koşu

Yeşilçam’ın ve tiyatronun unutulmaz ismi Şener Şen’in kişisel takviminden bir yaprak daha düştü bugün. 82 yılı ardında bırakan ünlü oyuncu, 70’li yılların ortalarından itibaren boy gösterdiği hemen hemen her filminde seyircinin gönlünde taht kurdu. Kötü adam rollerinde bile sevildi. Peki, bunun sırrı neydi? Süleyman Kaymaz yazdı.

Türk sineması pek çok furyaya sahne oldu. Furya bu; gelip geçici bir hevesi andırır. Taleple ilgilidir çoğu zaman. Nadiren de olsa dayatmaların ürünü olarak da görülebilir. Halk arasında da yeri büyüktür. Bir şeyin mahiyetini anlamak için önce o şeyin dildeki yerine bakmak gerekir: “Furyayı kaçırdık” deriz, yitirdiğimiz fırsatların ardından. Hangi alanda olursa olsun furya dediğimiz şey, genellikle ticari kaygılarla beraber hareket eder. Peki, ticari kaygıların öncelikli olduğu yerde sanat olur mu?

Eline her kamera alanın kendini sanatkâr saydığı günümüzde bu tartışmaları sanat eleştirmenlerine bırakmak daha doğru olacaktır! Gerçi eleştirmenlerimizin bir farkı var mı diğerlerinden? Filmin konusunu uzun uzadıya anlatmak, eserden ziyade kişilerin üzerinde durmak eleştirmenlik sayılabilir mi? Maalesef eleştirmen geçinenleri havale edebileceğim bir merci yok, en azından şimdilik!

Ne diyorduk! Furya! Türk sinemasının yarattığı furyalar gelip geçti belki; fakat bu furyalarda birçok yıldız doğdu. İşte o yıldızlardan biri, Türk halkının yakını kadar tanıyıp benimsediği Şener Şen; gerçek adıyla Ali Haydar Şen.

Baba ve oğul

Şener Şen 26 Aralık 1941 yılında Adana’da doğar. Babası Ali Şen’in asıl mesleği marangozluk. Bir tesadüfler silsilesi ile sanat hayatına adım atan Ali Şen, ilk kez Adana Halkevi’nde İstiklal adlı oyunda sahne alır. 1954’te de sinemaya geçer. Yardımcı oyunculuğuyla aranan biridir. Yüzlerce filmde oynar.

Şener Şen’in oyunculuğu seçmesinde babasının tesirinin olup olmadığı merak edilir. Merak etmekle de kalınmaz, hemen her röportajda bizzat sorulur. Bir tür keramet arayışıdır bu!

Şener Şen’le yapılan röportajlarda aynı soruları görmek beni bile yıldırdı. Hâlbuki işi bilen biri daha önce sorulmuş sorulardan uzak durur ve sanatçının farklı yönlerini ortaya çıkaracak yeni sorular bulur.

Babasıyla ilgili sorulardan birine şöyle yanıt veriyor Şener Şen: “Babam benim oyuncu olup olmamamla ilgilenmedi. Ne oyuncu olmamı onayladı ne de buna karşı çıktı. Belki benim için model oluşturmuştur. Bunu bilemiyorum. Ama evde erkek çocuğun babayı model alması doğaldır.”[1]

Bu cevapta soruya karşı bir bıkkınlık seziliyor; oyunculuğuna olduğu kadar sabrına da hayran olmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

Öğretmenlikten oyunculuğa: Tiyatro aşkı

Öğrencilik hayatı pek başarılı sayılmaz. İstanbul Erkek Lisesi’nde okur. Mezun olduğu sıralarda Yeşilay bünyesindeki “Yeşil Tiyatro”da Mete İnselel, Seden Kızıltunç ve Cüneyt Türel’le sahneye çıkar.[2]Ankara Devlet Konservatuvarı sınavlarına girer, kazanamaz. İşportacılık, şoförlük gibi işlerde çalışır. 2-3 yıl öğretmenlik yapar. Oyuncu olma isteği ağır basmaktadır. 1966’da Ergun Köknar’ın desteğiyle İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girer.

Tiyatroda küçük roller alır ve sahne arkasında çalışır, yönetmen yardımcılığı yapar. Böylece mesleğin tüm inceliklerini de öğrenir.

Tiyatroda ilerleyişini şöyle anlatıyor Şener Şen: “… Önce sadece komik rollerin aranan adamıyken sonra daha değişik kompozisyonlar oynamaya başladım.”[3]

Girdiği rolleri hakkıyla canlandıran Şener Şen, nihayet 1975’te Başar Sabuncu’nun yönettiği Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası adlı oyunda başrol oynar. Sabreden derviş, muradına ermiştir. Bu başarısı Şehir Tiyatrosu’ndan ayrıldığı 1980’e kadar devam eder. Kardeş Payı (1976), Şvayk Hitler’e Karşı (1976), Zengin Mutfağı (1977), Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1980) adlı oyunlarda başrollerde oynar. Şehir Tiyatrosu’ndan istifa ettikten sonra Peter Stein’ın denetiminde bir Türk tiyatrosunu kurmak ve yürütmek üzere, Ayla Algan, Beklan Algan, Kerim Afşar’dan oluşan bir ekiple iki yıl boyunca Almanya’ya gidip gelir.

Seslendirme stüdyolarından sinema oyunculuğuna

Şener Şen, Empire dergisine verdiği röportajda[4] sinema macerasının nasıl başladığını şu cümlelerle özetliyor: “Açıkça söylemek gerekirse sinemayı hedeflememiştim. Sinemaya ek iş olarak başladım. O zamanlar tiyatro esas işimdi. Sinemaya seslendirmeyle başladım. Seslendirme stüdyosuna gidiyordum. O zaman birtakım yönetmenlerle tanıştım. Onlara çektikleri filmlerde figüran olarak görev alacağımı söyledim. Amacım tiyatrodan aldığım maaşa takviyede bulunmaktı. Beni bu ilgilendiriyordu.”

Sinemadaki ilk figüranlık deneyimi babasının da oynadığı Üç Öfkeli Genç (İlhan Engin, 1963) adlı filmle olur.[5] Zamanla oyunculuğu beğenilir ve komik, küçük rollerin aranan oyuncusu haline gelir.

Figüranlıkla yetinmez Şener Şen, setten sete koşar, yönetmen yardımcılığı da yapar. Tiyatro çalışmalarını sürdürdüğü için fazla filmde yer alamaz; fakat 70’li yıllarda sinemadaki rolleri büyür: Kartal Tibet’le Aşk Mahkumu’nda (Nuri Ergün, 1973), Ediz Hun’la Asi Kalpler’de (Nejat Saydam, 1972), Cüneyt Arkın’la Ayrı Dünyalar’da (Orhan Aksoy,1974), Ahmet Özhan’la Bak Yeşil Yeşil’de (Hulki Saner,1975) aynı perdeyi paylaşır.

Yetenek avcısı Ertem Eğilmez ve Arzu Film

Burada Ertem Eğilmez’den bahsetmekte fayda görüyorum. Kendi deyimiyle meslek değiştirme rekortmeni olan Ertem Eğilmez bakkallık yapıyor, gece kulübü (Nuhun Gemisi) çalıştırıyor, plastik işine giriyor. Gözü kara bir müteşebbis Eğilmez.

1953’te Refik Erduran’la birlikte Çağlayan Yayınevi’ni kuruyor ve yayınladığı cep kitapları dizisi büyük ilgi görüyor. Bastığı Mayk Hammer (Mickey Spillane) romanları çok tutuluyor. Artık çevirisi yapılacak Mayk Hammer romanı kalmayınca Kemal Tahir’le kafa kafaya verip bir nevi edebi mühendislik yaparak yenilerini yazıyorlar.

Sinema işine girdiğinde Nahit Ataman’ın ortaklığıyla önce Efe Film’i kuruyor. Birkaç film çekiliyor; fakat sonuç hüsran olunca Efe Film ekibiyle yollar ayrılıyor ve film şirketi 1964’te Arzu Film adıyla yenileniyor. İleride Kemal Sunal, Adile Naşit, Halit Akçatepe gibi oyuncuları yetiştiren bir okul haline gelecektir Arzu Film.

Bir yıldız doğuyor

Şener Şen’in Ertem Eğilmez’le tanışması sanat yaşamında bir dönüm noktası olur. Şener Şen, Arzu Film ekibine katılışını şöyle anlatıyor: “… Hababam Sınıfı’nın ikincisi çekiliyordu. Arzu Film’e gittim. Badi Ekrem adayları için benim de ismimi söylemişler. Esas ivme ondan sonra oldu.”[6]

Rolü kapar ve öyle bir performans gösterir ki, ortaya çıkan oyunculuk bir Commedia dell’arte (16. yüzyıl İtalya’sında ortaya çıkmış, metne ve rolün yapısına uygun doğaçlamalarla yapılan bir tiyatro türü) gösterisini andırır.

Hababam Sınıfı serisinde en çok beğenilen tiplemelerden biri olur Badi Ekrem. Hemen her hareketi ile seyirciyi güldüren bir Şener Şen vardır perdede.

Yazının başında da işaret ettiğim gibi, sinema işi biraz da furya işi olduğundan seyircinin bu ilgisi bir beklentiye dönüşür ve Şener Şen daha sonra oynadığı çok filmde güldürmeye devam eder.

Yardımcı oyuncu olarak Kemal Sunal’la oynadığı filmlerdeki rollerinin neredeyse hepsinde Badi Ekrem’in izleri görülür. Hoplayan zıplayan, durduk yerde bir sakarlık yapan, kötü adam rollerinde bile seyirciyi güldüren sevimli ve muzip bir Şener Şen vardır artık. Başrolleri paylaştığı Çiçek Abbas (Sinan Çetin, 1982), Şalvar Davası (Kartal Tibet,1983) adlı filmlerde bile bu komik olma durumu sürer. Ancak onun sergilediği komiklik basit görünse de bayağı değildir. Yer yer drama kaçan trajikomik yönleri de ağır basar.

Yardımcı rollerden başrollere

Namuslu (Ertem Eğilmez, 1984) kariyerinde önemli bir basamaktır. Başroldedir ve rolü, önceki filmlerde canlandırdığı karakterlerden başkadır. Böylece, üzerine yapışan komik, bir o kadar da sahtekâr tipleri canlandırmaktan kurtularak aslında çok yönlü bir oyuncu olduğunu da ispat etmiş olur. Film epey ilgi görür.

Senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı Züğürt Ağa (Nesli Çölgeçen, 1985) ile de sanatının doruklarına doğru tırmanan yeni bir Şener Şen vardır artık sinemada.

Milyarder (Kartal Tibet, 1986), Muhsin Bey (Yavuz Turgul, 1986), Selamsız Bandosu (Nesli Çölgeçen, 1987), Arabesk (Ertem Eğilmez, 1988), Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (Yavuz Turgul, 1990) adlı filmlerdeki başroller onu yaşayan bir efsane haline getirir. Fakat asıl çıkışı Türk sinema tarihinde çığır sayılabilecek filmlerden olan ve gösterime girdiğinde 3 milyona yakın seyirciyle buluşan Eşkıya(Yavuz Turgul, 1996) ile olur.

Yavuz Turgul ve Şener Şen

Yönetmenliğe 1984’te çektiği Fahriye Abla ile başlayan Yavuz Turgul, Şener Şen’le Arzu Film’de çalışmıştır. Şener Şen’in oyunculuk üslubunu geliştirmesine yardımcı olan nedenlerden biri de Yavuz Turgul’un Arzu Film için yazdığı senaryolarda onun becerilerini sergileyebileceği rolleri ele alış biçimidir. Nitekim yönetmenliğini Yavuz Turgul’un yaptığı Eşkıya (1996), Gönül Yarası (2004), Av Mevsimi (2010), Yol Ayrımı (2017) adlı filmlerdeki rollerinde alışılagelenin dışında bir Şener Şen izleriz.

Son söz

Ülkemizde televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte sinema salonları eski cazibesini kaybetti. Ekonomik sıkıntıya giren sinema sektörü geçmişte olduğu gibi bugün de seyirciyi yeniden kendine çekebilmek için talebe uygun projeler peşinde koşan yapımcılardan geçilmiyor!

Başta da dediğim gibi; beklentiye yönelik bir sanat eseri ne derece özgün olabilir? Bugün iyi filmler yapılmıyor demiyorum. Elbette yapılıyor. Fakat genel itibariyle baktığımızda estetikten yoksun bir sinema anlayışı hâkim. Bu genellemenin içine detaya odaklanan kameranın durağanlığa sürüklediği sinema anlayışını da katabiliriz! Ben bu tür sinemaya Kartpostal Sineması adını veriyorum. Elbette ki bu konular böyle bir yazıda ele alınamayacak kadar derin ve göreceli. Fakat şunu da söylemeliyim: Eğer bazı Yeşilçam filmlerini hâlen bıkıp usanmadan tekrar tekrar izleyebiliyorsak bunun nedenini eskinin başarılı yapımcı, yönetmen ve oyunculuğuna bağlayabilir; daha doğru bir söylemle de, bugünün sinemasının o günün sinemasının üzerine çıkamadığına yorabiliriz. Ayrıca, görünüşle oyunculuğu birbirine karıştıran bir sinema anlayışı da unutulmaya yüz tutacaktır kanaatimce!

Şener Şen’e dönecek olursak… Yer aldığı yapımlarda canlandırdığı rollerdeki harikulade oyunculuğuyla hafızamıza kazınan bir oyuncu oldu. Tiyatrodaki başarısı, sinemadaki her rolün altından hakkıyla gelmesi takdire şayan. Bu kısa yazı Şener Şen’i ve onun yer aldığı projeleri anlatmaya yetmez. Ancak özgün yapısıyla bende önemli yeri olan Gölge Oyunu’nu (Yavuz Turgul, 1990) bir cümleyle de olsa anmak isterim: Düşle gerçek arasında bir atmosferde ilerleyen bu film ne hikmetse layık olduğu ilgiyi görmemiş gibi gelir bana.

Yeniden tiyatro çalışmalarına dönen Şener Şen’in yeni yaşını kutluyor, kendisine başarılar diliyorum.

Sürçü lisan ettiysek af ola!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.

[1] Empire dergisi, Aralık 2007, sayı 13, s. 89

[2] G. Scognamillo, Türk Sinemasında Şener Şen, Kabalcı, 2005, s. 24

[3] Giovanni Scognamillo, a.g.e, s. 27

[4] Empire dergisi, Aralık 2007, sayı 13, s. 89

[5] Giovanni Scognamillo, a.g.e, s. 28

[6] Empire dergisi, Aralık 2007, sayı 13, s. 86

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x