Edebiyatımızın gayriresmî tarihi

Ertem Eğilmez’in yayıncı olduğu, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini bastığı pek bilinmez. Benzer şekilde Kemal Tahir’in eklemeler yaparak çevirdiği romanın filme çekilip sinemalarımızda gösterildiği de bilinmez. Edebiyatımızın arka bahçesi sanılandan daha zengin ve nice hoşluklara sahnedir. Murat Batmankaya yazdı.

Belki, bir uygarlık yahut siyasi tarih kadar ilginç, çarpıcı değildir edebiyat tarihi, ama biraz arka bahçesinde gezinir, bazı nesnelerin, olayların tozunu alırsanız, emin olun ki, başka bambaşka bir âleme açılır fikri ve hissi hayatınız.

Hele de o tarihin gayriresmî odalarını açar, mahzenine, kilerine girerseniz; burnunuza ulaşan kokular genzinizi yaktığı gibi, hapşırtıp iştahınızı da kabartabilir. Çünkü burası sınırların gevşek, perdelerin açık, coşkunun esas olduğu bir dünya!

Gelin birlikte dolaşalım; kim nerede, niçin, nelerle meşgul olmuş, kimi sergüzeştlerin sonu nasıl bitmiş, öğrenelim.

Çarşaf çarşaf gazete ilanı veren ilk yayınevi

Ertem Eğilmez adı size çok şey söyleyecektir. Hababam Sınıfı vesilesiyle bilinir daha çok. Ben onun da bir zamanlar yayıncı olduğunu söylemekle yetinmek isterim. Çünkü yayıncılıkta da, en az sinemada olduğu kadar özel bir yere sahip…

Eğilmez’in büyük ortağı olduğu Çağlayan Yayınevi, gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar veren ilk yayınevi belki de… Her ayın birinde ve on beşinde olmak üzere kitap yayımlıyor. Üstelik kapaklar plastik ciltli, Avrupa klişe ile kuşe kâğıda basılıyor. En baba kitapların 3–5 bin basıldığı dönemde, Eğilmez, Refik Halit Karay’ın Yeraltında Dünya Var’ını on bin basıyor. Ancak kitabın satışa sunulduğu günün ertesinde bayilerde kitap kalmıyor. Akşama kadar gelen kitap isteklerinin toplamı 30–35 bin civarı… On beş gün içinde 70 bin kitap basıyorlar, ama istekleri yine de karşılayamıyorlar. Çünkü Babıali’nin matbaa kapasitesi bu kadar.

Çağlayan Yayınevi’nin bir özelliği de Yaşar Kemal’in İnce Memed romanını basan ilk yayınevi olması. Roman iki cilt halinde çıkmış…

Türk işi Mayk Hammer

Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce Nâzım Hikmet’le birlikte tutuklanarak “askeri isyana tahrik ve teşvik” savıyla 15 yıl hapse mahkûm biri, Halk Plajı ya da Mayk Hammer gibi romanlar yazsa ne olur?

Şu olur: Halk Plajı, bugün için hiç de fena sayılmayacak bir tiraja ulaşır; 35 bin adet satar. Bu miktar, kitabı basan yayınevinin (Çağlayan) kuruluşundan bu yana satışta kaydettiği en düşük miktardır oysa…

Şu olur: Mayk Hammer, Ertem Eğilmez’in ağzıyla söylüyorum, “tam yüz bin satar”. “Bir Mayk modası sarar bütün Türkiye’yi.” Amerika’daki orijinalleri 6–7 iken (50’li yıllar), Türkiye’de, birkaç yıl içinde 60–70 Mayk Hammer romanı yazılır.

Sözü edilen Mayk Hammer’in bir başka özelliği de yarı çeviri, yarı ‘eklenti’ oluşudur. Eklenti yapılmıştır, çünkü orijinalinde cinsellik neredeyse yok denecek kadardır.

Aynı yazar, Romain Rolland’ın (ki ‘nehir roman’ çığırını açtığı iddia edilir) Robespierre olduğunu tahmin ettiğim romanını Kastil Büyücüsü diye dilimize çevirir. Yayınevi, henüz çeviriyi okumadan kapağı Firuz’a yaptırdığı için kızılca kıyamet kopar. Gerisini Eğilmez’den dinleyelim: “Dedim ki, yahu mahvettiniz beni. Şu kapağa baksanıza… Romanda nerde bu karılar? Bana niye söylemediniz baştan, romanın böyle olduğunu? Çaresiz romana bu karıları ekleyeceğiz. Nasıl ekleriz? Heyecanlı aşk sahnesi koyarak.”

“Hık mık!” ve “Nobel ödüllü birinin romanına nasıl müdahale edilir!” nakaratları arasında 40 sayfalık ek yazdırılır. Heyecanlı aşk sahneleri konur.

Talihsizlik işte… İnsanın kalemi bir kere sürçmeye görsün, devamı gelir. Eğilmez anlatıyor:

“Bir gün Refik (Erduran) gene, … ağabey harika bir roman çeviriyor bize, dedi. Nasıl bir şey? Kısaca anlattılar. Kamyonla bir yerden bir yere bir şeyler naklediyorlar. Falan Filan. Gerçekten güzel. Derhal bir ad uydurduk; ‘Dehşet Yolcuları’. Meğer asıl adı daha güzelmiş ‘Korkunun Bedeli’. Neyse. Ben hemen Firuz’a bir kapak yaptırdım. Nitro gliserini filan bildiğimiz mi var. Ama kamyonla tehlikeli bir şey taşıdıklarını biliyoruz. Firuz, gerçekten fiyakalı bir kapak yapmıştı. Sarp dağların arasından, uçurumların kenarlarından bir kamyon gidiyor. Köşede de bir adam elinde bir mavzerle pusuya yatmış. Kapağı bastırdık.”

Çeviri gelir, ne var ki o pusu sahnesi kitapta yoktur. Onca masrafa girilmiş, resim yapılmış, kapak basılmış; romana kapaktaki gibi bir pusu sahnesi yazdırılır. Şu işe bakın ki, kitap, 50–60 bin civarında satar.

Bir tür Harry Potter vakası

Bir süre sonra ise romandan uyarlanan film vizyona girer. Üstelik filmi ithal edenler filmin adını romandan almayı uygun görürler. Film, Beyoğlu’nda bir sinemada oynar. Eğilmez de filmi izlemeye gider. Sinemanın girişi, cephesi söz konusu kitabın kapaklarıyla süslenmiştir. Bir tür Harry Potter vakası yani…

Film sonrası izleyiciler öfkelidir. Hepsi filmin kısaltıldığından şikâyetçidir: “Romandaki o soygun sahnesini kesip atmışlar namussuzlar…”

Bu akla ziyan şeyler F. M. İkinci adlı yazarın başından geçer. Sözlükleri karıştırmayın boşuna… Ne Halk Plajı’nı ne F. M. İkinci’ye ilişkin bir madde bulabilirsiniz. F. M. İkinci’yi bulamazsınız; çünkü bu Kemal Tahir’in kullandığı takma bir ad. Halk Plajı’nı bulamazsınız; çünkü Kemal Tahir bu romanını reddediyor, bir daha basılmasına izin vermiyor.

Ve o Kemal Tahir’in başından bir başka olay geçiyor ki, F. M. İkinci’ninkileri pek aratmıyor: Çağlayan Yayınları, Çağlayan Roman Yarışması adı altında profesyonellere de açık olan bir yarışma düzenler. Ancak yarışmaya rumuzla katılma zorunluluğu vardır. Ödül miktarı ise ‘o zamana göre bayağı büyük para’, 2 bin lira… Kemal Tahir yarışmaya Köyün Kamburu adlı romanı ile katılır, birinci olur. Ne talihsizliktir ki, ödülü veren yayınevi, son günlerini yaşadığı için kitabı basamaz.

Bir Çağlayan Olayı daha

Refik Erduran’ın roman yazdığı pek bilinmez. Hele hele Çağlayan Yayınevi’nin ortağı olduğu hiç bilinmez. Merak ettim, araştırdım. Virgülüne dokunmadan Ertem Eğilmez’in ağzından aktarıyorum: “Bir gün Refik, ben de roman yazacağım diye tutturdu. Tamam dedik. Adını koyduk: ‘Yağmur Duası’. Hemen bir sıra verdik. Diziye girdi. Bilmem ne zaman çıkacak. Firuz’a kapağını yaptırdık. İlan ettik, bilmem kaç numaralı kitabımız diye. Ama ortada roman yok. Gün geldi çattı. Romanı dizgiye vermemiz gerek o tarihte çıkarabilmemiz için. Yahu Refik, roman nerde, derim. Yaz artık ulan!.. Baktım başka çare yok. Tuttum, Refik’i bir odaya kapattım. Anahtarı da yanıma aldım. Çıkarmıyorum. Yemek saatleri, lokantadan yemek getiriyorum, kapının altından veriyorum. 4 günde romanı yazdırdım.”

Ne kadar sattı dersiniz, bu zoraki yazdırılmış kitap?

İnanmayacaksınız, ama yaklaşık 50 bin…

Doğan Hızlan ve editörlük

Yayıncılık sektörümüz yeni yeni ısınıyor editör ikame etmeye. Ve her yayınevi sahibi ‘kendince’ yorumluyor editörlüğü… Kimileyin küçümseniyor, kimileyin haddinden fazla önemseniyor… Tam olarak görev tanımı yapılmış değil. Bir süre daha böyle gideceğe de benziyor. Tam da burada, geçmişten bir örnek vermek istiyorum, tipik olacağını düşünerek.

Orhan Peker’in ölümü üzerine Doğan Hızlan, ki Cumhuriyet’te çalışmaktadır o zamanlar, Salim Şengil’den küçük bir yazı ister. Şengil de gerçekten ‘küçük’ bir düzyazı gönderir Hızlan’a. Metin yayımlanır; yayımlanır da düzyazı olarak değil, cümleler bölünerek, alt alta, dize gibi sıralayarak: “Salıverin şimdi yorgun atları / Gümrah çayırlarda varsın kişnesin / Mırmırlansın boncuk gözlüm kediler, / Köşebucaklarda uykularını demlendirsin.”

2 dörtlük, 3 üçlükten oluşan şiirimsinin bir bölümünü aldım buraya. Ne dersiniz, Hızlan böyle yapmakla pek de haksız değil, sanki.

Yarı Yol şiiri kimin?

Ahmet Haşim’in Yarı Yol adlı şiiri için pek çok rivayet, yazın işçileri arasında kulakta kulağa dolaşır. İstedim ki bu rivayetlere eski –bana göre yeni– bir rivayet daha ekleyeyim. Söz Halit Fahri Ozansoy’da:

“Şair ve içtimaiyat amatörü Haşim Nahit, hiç şüphesiz, içimizde en ateşli aşk uzmanı idi. Vaktiyle Dicle kıyılarında, iri ve bol yıldızlı gecelerde, alev tenli bir Irak kızile hurma dalları altında geçirdiği sevda sarhoşluklarını anlata anlata bitiremiyordu. Hâtta, gene kendi rivayetince, bir akşam Şifa’da, kendisi gibi hulyalı bir sevgili ile bir ağaca çıkmışlar ve dalların üstünde elele tutuşarak koydaki mehtabı seyre dalmışlardı. Artık bilmem, öbür Haşim, yani Ahmet Haşim ‘Yarı yoldan ziyade mâha yakın,/ Yarı yoldan ziyade yerden uzak!’ mısralarını adaşının bu semavî macerasını işitmişte mi yazmıştı?”

Anayaso ve Emmoğlu

Çok değil, yaklaşık yirmi yıl önce radyo ve televizyonları istila eden bir şarkı vardı. Elinde gitar, dağ başında Mercedes’ten inen kıza, Bu kadeh senin şerefine Emmoğlu/ O türküyü bir daha çal şeklinde feryat eden kişiyi konu alan video klip, denebilir ki alanında kült olmuş ilk çalışma idi. Hit listelerinden haftalarca düşmemiş, bestecisi ve seslendiricisi Ferdi Tayfur’a taşıyabileceği oranda para kazandırmıştı. Bu pek meşhur şarkının sözleri ise Şemsi Belli’ye aitti.

O Şemsi Belli ki gazetecilik, öğretmenlik yapmış, Şükran Kurdakul’a göre Birlik Partisi’nde, Necatigil’e göre Millet Partisi’nde genel sekreterlik görevlerinde bulunmuş; Malatya’da Kervan ve Çadır dergilerini, Ankara’da Memleket, İstanbul’da Son Posta gazetelerini yayınlamış; uzun sözün kısası, ardında 21 şiir kitabı, 12 araştırma ve anı kitabı bırakmış, zamanında çok okunan, çok sevilen biri. Ancak tüm bunların dışında bir özelliği var ki, benzeri bir başka ülke yazınında yaşanmış mı, bilinmez.

Benzerinin yaşanmadığını düşündüğüm olay, Trabzon Devrim Ocağı’nın 6. kuruluş yıldönümünde Attilâ Aşut tarafından okunan Anayaso şiiriyle başlar. Şiir sağcısı, solcusu ve dahi AP’lisi, herkesi etkiler. Dilden dile, evden eve dolaşır. Ancak ortada halledilmesi gereken bir sorun vardır; o da şiirin kime ait olduğudur. “Milliyet Gazetesi’nin ‘Olaylar ve İnsanlar’ sütunu yazarı Hasan Pulur, Anadolu’nun dertlerini ve sorunlarını yakından bilen bir Anadolu çocuğu olduğu için ‘Savaş’ gazetesinde yayınlanan ve yazarı bilinmeyen ‘Anayaso’ şiiriyle ilgilenmekten kendini” alamaz. Şiirde sözü edilen Zap Suyu’na ilişkin haber, 3 Nisan 1968 tarihli Milliyet’in birinci sayfasında beş sütuna manşet olarak çıkar. Aynı gün şiirin tamamı Hasan Pulur’un köşesinde yayımlanır. Şiir, bir anda günün konusu haline gelir. Ulus gazetesinde Sadun Tanju, Tercüman gazetesinde Ahmet Kabaklı, şiire konu olan Zap Suyu’na ilişkin makaleler yazarlar. Bitmek tükenmek bilmeyen ilgi karşısında Hasan Pulur, “‘Anayaso’ Şiirinin Şairini Arıyoruz” şeklinde bir başlık atar. Sonunda yine Hasan Pulur’un köşesinde “‘Anayaso’ Şairi Bulundu” başlıklı yazı ile şiirin sahibinin Şemsi Belli olduğu açıklanır.

Yana yakıla sahibi aranan şiir, Savaş gazetesinden önce 20 Ocak 1968’te, Anayaso dergisinin ikinci sayfasında yayımlanmış, sorun Şemsi Belli’nin şiirin altına imza koymaya gerek görmemesi üzerine doğmuştur. Şemsi Belli, şiirinin sahipsiz kalışının nedenini şöyle açıklar: “Bazı kişiler vardır adı üzerinde ilgi yaratmak için binbir çeşit reklâm özentisine kapılırlar. Bazı kişiler vardır ki kendi yönettikleri dergilerde bile yayınladıkları şiirleri imzalamak gereğini duymazlar. Ben galiba bu ikincilerdenim.”

Önce şiir olarak tasarlanan Anayaso, yine şairi tarafında tiyatroya uyarlanır, ardından filme çekilir, Selda tarafından kasete okunur. Şiirin yer aldığı kitap baskı üstüne baskı yapar. Ve devrini kapatıp yazın tarihine geçer.

Fatih Kısaparmak ve Abbas

Şiirle devam edelim… Kaç yıl önceydi, hatırlamıyorum; Fatih Kısaparmak seslendirmişti Abbas’ı da, dolaşıma girmişti Cahit Sıtkı’nın şiiri… Okurla buluşur buluşmaz beğeni kazanan, hafızalara kazınan şiirin okumazlarla buluşması da denebilir mi buna, bilmiyorum… Bildiğim, Cahit Sıtkı’nın bu şiiri Vedat Günyol’un kız kardeşi için yazdığı… Hiç kuşkusuz platonik bir aşk değil bu; zira hem Vedat Günyol hem de kız kardeşi Mihrimah işbu ilginin nedenini bilmekteler… Hatta, Vedat Günyol’un masanın bir yanına şiiri, bir yanına kız kardeşinin fotoğrafını koyup içtiği rivayet edilir.

Küçük bir ilave: Abbas, Cahit Sıtkı’nın yedek subayken seçtiği emir eridir. Bir gün der ki: “Sen İstanbul’a, Karaköy’e gidecek. Tramvay binecek, Beşiktaş’ta inecek. Ben sana adres verecek. Orada bir kız, benim sevgili. Ben onu çok seviyor Abbas! Sen onu kaçıracak. O kızı bana getirecek!”

Cahit Sıtkı, Abbas’ın Türkçesi yetersiz olduğu için onun anlayabileceği lisanda iletir ricasını. Halden anlayacak biridir; çünkü karısını kaçırmıştır o da… Lakin ertesi günün sabahı bu karardan vazgeçer Otuz Beş Yaş’ın şairi.

Böyledir işte… Edebiyatın arka bahçesinde, mahzeninde yahut kapalı odalarında nice sırlar, ilginç vakalar ve hoşluklar gizlidir. Ara sıra buralara da bakmak gerekir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.

Murat Batmankaya
Murat Batmankaya
Ankara Üniversitesi, BYYO, Radyo Televizyon Bölümü'nden 1992'de mezun oldu. Kısa bir süre TRT'de çalıştı. Yönetmenliğini Ertem Göreç'in, yapımcılığını Behlül Dal'ın üstlendiği "Birinci Meclis" belgeselinde oynadı. Attilâ İlhan'ın "Cinayet Saati" adlı şiirini kısa metraj formatında sinemaya uyarladı. Sonrasında mesleki yaşamını Almanya'da sürdürdü. Pro7 ve RTL'de kameramanlıktan program yapımcılığına yükseldi. 1996-2000 arası Hürriyet ve Sabah'ta muhabirlik ve editörlük; 1 Numara Hearst grubu adına çıkardığı üç dergide de yayın yönetmenliği yaptı. Üç yıl Radikal Kitap'a "Geçmiş Zaman Tesellileri", 2 yıl da Aydınlık Kitap'a "Cümle Kapısı" üst başlığıyla denemeler yazdı. Halen Çizmeli Kedi Yayınları'nın sahibi...

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Edebiyatımızın gayriresmî tarihi

Ertem Eğilmez’in yayıncı olduğu, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini bastığı pek bilinmez. Benzer şekilde Kemal Tahir’in eklemeler yaparak çevirdiği romanın filme çekilip sinemalarımızda gösterildiği de bilinmez. Edebiyatımızın arka bahçesi sanılandan daha zengin ve nice hoşluklara sahnedir. Murat Batmankaya yazdı.

Belki, bir uygarlık yahut siyasi tarih kadar ilginç, çarpıcı değildir edebiyat tarihi, ama biraz arka bahçesinde gezinir, bazı nesnelerin, olayların tozunu alırsanız, emin olun ki, başka bambaşka bir âleme açılır fikri ve hissi hayatınız.

Hele de o tarihin gayriresmî odalarını açar, mahzenine, kilerine girerseniz; burnunuza ulaşan kokular genzinizi yaktığı gibi, hapşırtıp iştahınızı da kabartabilir. Çünkü burası sınırların gevşek, perdelerin açık, coşkunun esas olduğu bir dünya!

Gelin birlikte dolaşalım; kim nerede, niçin, nelerle meşgul olmuş, kimi sergüzeştlerin sonu nasıl bitmiş, öğrenelim.

Çarşaf çarşaf gazete ilanı veren ilk yayınevi

Ertem Eğilmez adı size çok şey söyleyecektir. Hababam Sınıfı vesilesiyle bilinir daha çok. Ben onun da bir zamanlar yayıncı olduğunu söylemekle yetinmek isterim. Çünkü yayıncılıkta da, en az sinemada olduğu kadar özel bir yere sahip…

Eğilmez’in büyük ortağı olduğu Çağlayan Yayınevi, gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar veren ilk yayınevi belki de… Her ayın birinde ve on beşinde olmak üzere kitap yayımlıyor. Üstelik kapaklar plastik ciltli, Avrupa klişe ile kuşe kâğıda basılıyor. En baba kitapların 3–5 bin basıldığı dönemde, Eğilmez, Refik Halit Karay’ın Yeraltında Dünya Var’ını on bin basıyor. Ancak kitabın satışa sunulduğu günün ertesinde bayilerde kitap kalmıyor. Akşama kadar gelen kitap isteklerinin toplamı 30–35 bin civarı… On beş gün içinde 70 bin kitap basıyorlar, ama istekleri yine de karşılayamıyorlar. Çünkü Babıali’nin matbaa kapasitesi bu kadar.

Çağlayan Yayınevi’nin bir özelliği de Yaşar Kemal’in İnce Memed romanını basan ilk yayınevi olması. Roman iki cilt halinde çıkmış…

Türk işi Mayk Hammer

Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce Nâzım Hikmet’le birlikte tutuklanarak “askeri isyana tahrik ve teşvik” savıyla 15 yıl hapse mahkûm biri, Halk Plajı ya da Mayk Hammer gibi romanlar yazsa ne olur?

Şu olur: Halk Plajı, bugün için hiç de fena sayılmayacak bir tiraja ulaşır; 35 bin adet satar. Bu miktar, kitabı basan yayınevinin (Çağlayan) kuruluşundan bu yana satışta kaydettiği en düşük miktardır oysa…

Şu olur: Mayk Hammer, Ertem Eğilmez’in ağzıyla söylüyorum, “tam yüz bin satar”. “Bir Mayk modası sarar bütün Türkiye’yi.” Amerika’daki orijinalleri 6–7 iken (50’li yıllar), Türkiye’de, birkaç yıl içinde 60–70 Mayk Hammer romanı yazılır.

Sözü edilen Mayk Hammer’in bir başka özelliği de yarı çeviri, yarı ‘eklenti’ oluşudur. Eklenti yapılmıştır, çünkü orijinalinde cinsellik neredeyse yok denecek kadardır.

Aynı yazar, Romain Rolland’ın (ki ‘nehir roman’ çığırını açtığı iddia edilir) Robespierre olduğunu tahmin ettiğim romanını Kastil Büyücüsü diye dilimize çevirir. Yayınevi, henüz çeviriyi okumadan kapağı Firuz’a yaptırdığı için kızılca kıyamet kopar. Gerisini Eğilmez’den dinleyelim: “Dedim ki, yahu mahvettiniz beni. Şu kapağa baksanıza… Romanda nerde bu karılar? Bana niye söylemediniz baştan, romanın böyle olduğunu? Çaresiz romana bu karıları ekleyeceğiz. Nasıl ekleriz? Heyecanlı aşk sahnesi koyarak.”

“Hık mık!” ve “Nobel ödüllü birinin romanına nasıl müdahale edilir!” nakaratları arasında 40 sayfalık ek yazdırılır. Heyecanlı aşk sahneleri konur.

Talihsizlik işte… İnsanın kalemi bir kere sürçmeye görsün, devamı gelir. Eğilmez anlatıyor:

“Bir gün Refik (Erduran) gene, … ağabey harika bir roman çeviriyor bize, dedi. Nasıl bir şey? Kısaca anlattılar. Kamyonla bir yerden bir yere bir şeyler naklediyorlar. Falan Filan. Gerçekten güzel. Derhal bir ad uydurduk; ‘Dehşet Yolcuları’. Meğer asıl adı daha güzelmiş ‘Korkunun Bedeli’. Neyse. Ben hemen Firuz’a bir kapak yaptırdım. Nitro gliserini filan bildiğimiz mi var. Ama kamyonla tehlikeli bir şey taşıdıklarını biliyoruz. Firuz, gerçekten fiyakalı bir kapak yapmıştı. Sarp dağların arasından, uçurumların kenarlarından bir kamyon gidiyor. Köşede de bir adam elinde bir mavzerle pusuya yatmış. Kapağı bastırdık.”

Çeviri gelir, ne var ki o pusu sahnesi kitapta yoktur. Onca masrafa girilmiş, resim yapılmış, kapak basılmış; romana kapaktaki gibi bir pusu sahnesi yazdırılır. Şu işe bakın ki, kitap, 50–60 bin civarında satar.

Bir tür Harry Potter vakası

Bir süre sonra ise romandan uyarlanan film vizyona girer. Üstelik filmi ithal edenler filmin adını romandan almayı uygun görürler. Film, Beyoğlu’nda bir sinemada oynar. Eğilmez de filmi izlemeye gider. Sinemanın girişi, cephesi söz konusu kitabın kapaklarıyla süslenmiştir. Bir tür Harry Potter vakası yani…

Film sonrası izleyiciler öfkelidir. Hepsi filmin kısaltıldığından şikâyetçidir: “Romandaki o soygun sahnesini kesip atmışlar namussuzlar…”

Bu akla ziyan şeyler F. M. İkinci adlı yazarın başından geçer. Sözlükleri karıştırmayın boşuna… Ne Halk Plajı’nı ne F. M. İkinci’ye ilişkin bir madde bulabilirsiniz. F. M. İkinci’yi bulamazsınız; çünkü bu Kemal Tahir’in kullandığı takma bir ad. Halk Plajı’nı bulamazsınız; çünkü Kemal Tahir bu romanını reddediyor, bir daha basılmasına izin vermiyor.

Ve o Kemal Tahir’in başından bir başka olay geçiyor ki, F. M. İkinci’ninkileri pek aratmıyor: Çağlayan Yayınları, Çağlayan Roman Yarışması adı altında profesyonellere de açık olan bir yarışma düzenler. Ancak yarışmaya rumuzla katılma zorunluluğu vardır. Ödül miktarı ise ‘o zamana göre bayağı büyük para’, 2 bin lira… Kemal Tahir yarışmaya Köyün Kamburu adlı romanı ile katılır, birinci olur. Ne talihsizliktir ki, ödülü veren yayınevi, son günlerini yaşadığı için kitabı basamaz.

Bir Çağlayan Olayı daha

Refik Erduran’ın roman yazdığı pek bilinmez. Hele hele Çağlayan Yayınevi’nin ortağı olduğu hiç bilinmez. Merak ettim, araştırdım. Virgülüne dokunmadan Ertem Eğilmez’in ağzından aktarıyorum: “Bir gün Refik, ben de roman yazacağım diye tutturdu. Tamam dedik. Adını koyduk: ‘Yağmur Duası’. Hemen bir sıra verdik. Diziye girdi. Bilmem ne zaman çıkacak. Firuz’a kapağını yaptırdık. İlan ettik, bilmem kaç numaralı kitabımız diye. Ama ortada roman yok. Gün geldi çattı. Romanı dizgiye vermemiz gerek o tarihte çıkarabilmemiz için. Yahu Refik, roman nerde, derim. Yaz artık ulan!.. Baktım başka çare yok. Tuttum, Refik’i bir odaya kapattım. Anahtarı da yanıma aldım. Çıkarmıyorum. Yemek saatleri, lokantadan yemek getiriyorum, kapının altından veriyorum. 4 günde romanı yazdırdım.”

Ne kadar sattı dersiniz, bu zoraki yazdırılmış kitap?

İnanmayacaksınız, ama yaklaşık 50 bin…

Doğan Hızlan ve editörlük

Yayıncılık sektörümüz yeni yeni ısınıyor editör ikame etmeye. Ve her yayınevi sahibi ‘kendince’ yorumluyor editörlüğü… Kimileyin küçümseniyor, kimileyin haddinden fazla önemseniyor… Tam olarak görev tanımı yapılmış değil. Bir süre daha böyle gideceğe de benziyor. Tam da burada, geçmişten bir örnek vermek istiyorum, tipik olacağını düşünerek.

Orhan Peker’in ölümü üzerine Doğan Hızlan, ki Cumhuriyet’te çalışmaktadır o zamanlar, Salim Şengil’den küçük bir yazı ister. Şengil de gerçekten ‘küçük’ bir düzyazı gönderir Hızlan’a. Metin yayımlanır; yayımlanır da düzyazı olarak değil, cümleler bölünerek, alt alta, dize gibi sıralayarak: “Salıverin şimdi yorgun atları / Gümrah çayırlarda varsın kişnesin / Mırmırlansın boncuk gözlüm kediler, / Köşebucaklarda uykularını demlendirsin.”

2 dörtlük, 3 üçlükten oluşan şiirimsinin bir bölümünü aldım buraya. Ne dersiniz, Hızlan böyle yapmakla pek de haksız değil, sanki.

Yarı Yol şiiri kimin?

Ahmet Haşim’in Yarı Yol adlı şiiri için pek çok rivayet, yazın işçileri arasında kulakta kulağa dolaşır. İstedim ki bu rivayetlere eski –bana göre yeni– bir rivayet daha ekleyeyim. Söz Halit Fahri Ozansoy’da:

“Şair ve içtimaiyat amatörü Haşim Nahit, hiç şüphesiz, içimizde en ateşli aşk uzmanı idi. Vaktiyle Dicle kıyılarında, iri ve bol yıldızlı gecelerde, alev tenli bir Irak kızile hurma dalları altında geçirdiği sevda sarhoşluklarını anlata anlata bitiremiyordu. Hâtta, gene kendi rivayetince, bir akşam Şifa’da, kendisi gibi hulyalı bir sevgili ile bir ağaca çıkmışlar ve dalların üstünde elele tutuşarak koydaki mehtabı seyre dalmışlardı. Artık bilmem, öbür Haşim, yani Ahmet Haşim ‘Yarı yoldan ziyade mâha yakın,/ Yarı yoldan ziyade yerden uzak!’ mısralarını adaşının bu semavî macerasını işitmişte mi yazmıştı?”

Anayaso ve Emmoğlu

Çok değil, yaklaşık yirmi yıl önce radyo ve televizyonları istila eden bir şarkı vardı. Elinde gitar, dağ başında Mercedes’ten inen kıza, Bu kadeh senin şerefine Emmoğlu/ O türküyü bir daha çal şeklinde feryat eden kişiyi konu alan video klip, denebilir ki alanında kült olmuş ilk çalışma idi. Hit listelerinden haftalarca düşmemiş, bestecisi ve seslendiricisi Ferdi Tayfur’a taşıyabileceği oranda para kazandırmıştı. Bu pek meşhur şarkının sözleri ise Şemsi Belli’ye aitti.

O Şemsi Belli ki gazetecilik, öğretmenlik yapmış, Şükran Kurdakul’a göre Birlik Partisi’nde, Necatigil’e göre Millet Partisi’nde genel sekreterlik görevlerinde bulunmuş; Malatya’da Kervan ve Çadır dergilerini, Ankara’da Memleket, İstanbul’da Son Posta gazetelerini yayınlamış; uzun sözün kısası, ardında 21 şiir kitabı, 12 araştırma ve anı kitabı bırakmış, zamanında çok okunan, çok sevilen biri. Ancak tüm bunların dışında bir özelliği var ki, benzeri bir başka ülke yazınında yaşanmış mı, bilinmez.

Benzerinin yaşanmadığını düşündüğüm olay, Trabzon Devrim Ocağı’nın 6. kuruluş yıldönümünde Attilâ Aşut tarafından okunan Anayaso şiiriyle başlar. Şiir sağcısı, solcusu ve dahi AP’lisi, herkesi etkiler. Dilden dile, evden eve dolaşır. Ancak ortada halledilmesi gereken bir sorun vardır; o da şiirin kime ait olduğudur. “Milliyet Gazetesi’nin ‘Olaylar ve İnsanlar’ sütunu yazarı Hasan Pulur, Anadolu’nun dertlerini ve sorunlarını yakından bilen bir Anadolu çocuğu olduğu için ‘Savaş’ gazetesinde yayınlanan ve yazarı bilinmeyen ‘Anayaso’ şiiriyle ilgilenmekten kendini” alamaz. Şiirde sözü edilen Zap Suyu’na ilişkin haber, 3 Nisan 1968 tarihli Milliyet’in birinci sayfasında beş sütuna manşet olarak çıkar. Aynı gün şiirin tamamı Hasan Pulur’un köşesinde yayımlanır. Şiir, bir anda günün konusu haline gelir. Ulus gazetesinde Sadun Tanju, Tercüman gazetesinde Ahmet Kabaklı, şiire konu olan Zap Suyu’na ilişkin makaleler yazarlar. Bitmek tükenmek bilmeyen ilgi karşısında Hasan Pulur, “‘Anayaso’ Şiirinin Şairini Arıyoruz” şeklinde bir başlık atar. Sonunda yine Hasan Pulur’un köşesinde “‘Anayaso’ Şairi Bulundu” başlıklı yazı ile şiirin sahibinin Şemsi Belli olduğu açıklanır.

Yana yakıla sahibi aranan şiir, Savaş gazetesinden önce 20 Ocak 1968’te, Anayaso dergisinin ikinci sayfasında yayımlanmış, sorun Şemsi Belli’nin şiirin altına imza koymaya gerek görmemesi üzerine doğmuştur. Şemsi Belli, şiirinin sahipsiz kalışının nedenini şöyle açıklar: “Bazı kişiler vardır adı üzerinde ilgi yaratmak için binbir çeşit reklâm özentisine kapılırlar. Bazı kişiler vardır ki kendi yönettikleri dergilerde bile yayınladıkları şiirleri imzalamak gereğini duymazlar. Ben galiba bu ikincilerdenim.”

Önce şiir olarak tasarlanan Anayaso, yine şairi tarafında tiyatroya uyarlanır, ardından filme çekilir, Selda tarafından kasete okunur. Şiirin yer aldığı kitap baskı üstüne baskı yapar. Ve devrini kapatıp yazın tarihine geçer.

Fatih Kısaparmak ve Abbas

Şiirle devam edelim… Kaç yıl önceydi, hatırlamıyorum; Fatih Kısaparmak seslendirmişti Abbas’ı da, dolaşıma girmişti Cahit Sıtkı’nın şiiri… Okurla buluşur buluşmaz beğeni kazanan, hafızalara kazınan şiirin okumazlarla buluşması da denebilir mi buna, bilmiyorum… Bildiğim, Cahit Sıtkı’nın bu şiiri Vedat Günyol’un kız kardeşi için yazdığı… Hiç kuşkusuz platonik bir aşk değil bu; zira hem Vedat Günyol hem de kız kardeşi Mihrimah işbu ilginin nedenini bilmekteler… Hatta, Vedat Günyol’un masanın bir yanına şiiri, bir yanına kız kardeşinin fotoğrafını koyup içtiği rivayet edilir.

Küçük bir ilave: Abbas, Cahit Sıtkı’nın yedek subayken seçtiği emir eridir. Bir gün der ki: “Sen İstanbul’a, Karaköy’e gidecek. Tramvay binecek, Beşiktaş’ta inecek. Ben sana adres verecek. Orada bir kız, benim sevgili. Ben onu çok seviyor Abbas! Sen onu kaçıracak. O kızı bana getirecek!”

Cahit Sıtkı, Abbas’ın Türkçesi yetersiz olduğu için onun anlayabileceği lisanda iletir ricasını. Halden anlayacak biridir; çünkü karısını kaçırmıştır o da… Lakin ertesi günün sabahı bu karardan vazgeçer Otuz Beş Yaş’ın şairi.

Böyledir işte… Edebiyatın arka bahçesinde, mahzeninde yahut kapalı odalarında nice sırlar, ilginç vakalar ve hoşluklar gizlidir. Ara sıra buralara da bakmak gerekir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.

Murat Batmankaya
Murat Batmankaya
Ankara Üniversitesi, BYYO, Radyo Televizyon Bölümü'nden 1992'de mezun oldu. Kısa bir süre TRT'de çalıştı. Yönetmenliğini Ertem Göreç'in, yapımcılığını Behlül Dal'ın üstlendiği "Birinci Meclis" belgeselinde oynadı. Attilâ İlhan'ın "Cinayet Saati" adlı şiirini kısa metraj formatında sinemaya uyarladı. Sonrasında mesleki yaşamını Almanya'da sürdürdü. Pro7 ve RTL'de kameramanlıktan program yapımcılığına yükseldi. 1996-2000 arası Hürriyet ve Sabah'ta muhabirlik ve editörlük; 1 Numara Hearst grubu adına çıkardığı üç dergide de yayın yönetmenliği yaptı. Üç yıl Radikal Kitap'a "Geçmiş Zaman Tesellileri", 2 yıl da Aydınlık Kitap'a "Cümle Kapısı" üst başlığıyla denemeler yazdı. Halen Çizmeli Kedi Yayınları'nın sahibi...

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x