Neden ve nasıl Tanpınar’ı yeniden keşfettik?

24 Ocak 1962’de hayatını kaybeden Ahmet Hamdi Tanpınar 61 yıllık ömrüne şiir, roman, deneme, edebiyat tarihi başta olmak üzere pek çok eser sığdıran, yaşadığı ve eserlerini verdiği dönemden ziyade sonrasında ilgi gören yazarlardan birisidir.

“Bir gün elbette bana döneceklerdir.”

24 Ocak 2020 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın vefatının 58. yıl dönümüdür. 61 yıllık ömrüne şiir, roman, deneme, edebiyat tarihi başta olmak üzere pek çok eser sığdıran Tanpınar, yaşadığı ve eserlerini verdiği dönemden ziyade sonrasında ilgi gören yazarlardan birisidir. Edebiyat tarihi göz önüne alındığında büyük yazarlar yahut eserler etrafında zaman zaman karşılaştığımız bu durum, üzerinde durulacak bir konudur.

Bu noktada Türkiye’de ve dünyada yalnız olmayan Tanpınar, şiir anlayışının önemli bir kısmını borçlu olduğu Fransız şairlerinden Baudelaire ve Nerval ile aynı kaderi paylaşır. Aynı durum sonrasında Oğuz Atay için de söz konusudur. Gerçi her yazar gibi Tanpınar da yazdıklarıyla ve söyledikleriyle öncelikle yaşadığı dönemde dikkate alınmak istemiş ancak bu mümkün olmamıştır. Hatta yakın gördüğü dostlarının bile kendisi hakkında sessiz kalmalarını günlüklerinde ağır bir şekilde eleştirmekten çekinmemiş, eserine ve yaptıklarına güvenen bir yazar olarak onlar tarafından bir çeşit “sükut suikastına” maruz kaldığını iddia etmiştir.

Neden sonradan ilgi gördü?

Peki, Tanpınar’ın eser verdiği dönemde değil de sonradan ilgi görmesinin sebebi nedir?

Bunun pek çok sebebi vardır. İlk olarak şunu söyleyebiliriz ki dünya görüşü ve sanat anlayışı itibariyle kendisinden taviz vermeyen, zor yazan, yazdıkları üzerinde günlerce çalışan Tanpınar kolaycılığa kaçmamış, popülizme düşmemiştir. Günlüğüne yazdığı 1 Haziran 1961 tarihli cümlede “Edebiyatı memleketin bugünkü vaziyetinde bu kadar ciddiye almamalıydım.” diyerek bir bakıma bu duruma işaretle serzenişte bulunur.

İkinci olarak Türkiye’de her alanda ideolojik tercihlerin belirleyici olduğu bir dönemde yaşamış ve yazmış olan Tanpınar dünya görüşü olarak mevcut sağ ve sol ideolojilerin uzağında kalmayı tercih etmiş, aynı şekilde ilgili taraflar da Tanpınar’a mesafeyle yaklaşmıştır.

Türkiye’de her şey politika mücadelesi. Ben ise eserimde Türk politikasını, hakiki Türk politikasını görüyorum. Sağ taraf beni kâfi derece kendisinden, kâfi derecede inhisarcı, kâfi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman.

Kutuplaşmadan şikayetçi Tanpınar’ın dünya görüşü neydi?

Elbette Tanpınar’ın da her yazar gibi politik düşüncesi ve dünya görüşü vardı. Hayatının son yıllarında kendisini “Sadece demokratım, mümkün olursa demokrat sosyalist bir teşekküle girerim ve memnun olurum (Günlük, 27 Haziran 1960).” diye tanımlayan Tanpınar, mevcuda bakarak kendine özgü milliyetçilik düşüncesiyle sağ cenahtan, devlet, Türkiye ve Osmanlı kültürü üzerine görüşleriyle sol çevrelerden ayrılıyordu. Bir dönem, 1942-46 arasında CHP milletvekili olarak Meclis’te bulunmuş olan Tanpınar ülkede yaşanan politik mücadelenin, her şeye yön vermesinin karşısında idi. Yazar, yine günlüğünde yer alan 1 Haziran 1961 tarihli aşağıdaki satırlarda politika ve mevcut ideolojiler karşısındaki konumunu şöyle özetler:

“Türkiye’de her şey politika mücadelesi. Ben ise eserimde Türk politikasını, hakiki Türk politikasını görüyorum. Sağ taraf beni kâfi derece kendisinden, kâfi derecede inhisarcı, kâfi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman.”

Ayrıca 8 Haziran 1961 tarihinde günlüğüne düştüğü notta halkın her şeyiyle kendisini politikaya kaptırması karşısında şaşkınlığını gizleyemez ve bunu faydalı görmez.

“Millet olarak bütünüyle bu kadar politika yapan cemaat var mıdır başka?”

Böyle söylemekle beraber Tanpınar’ın 27 Mayıs darbesini alkışladığını, darbe lehinde ve Demokrat Parti aleyhinde şiddetli yazılar yazdığını, sonrasında bu yazıların okuyucuları ve araştırmacıları hayli şaşırttığını ekleyelim.

Tanpınar’ın yeniden keşfi

Tanpınar’ın okurunu bulması, üniversite içinden ve dışından araştırmacıların ilgisini çekmesi, büyük ölçüde 1990’ların sonu 2000’li yılların başından itibaren gerçekleşmiştir. Bu ilgi günümüzde de devam eder. Elbette bunda yazarın kitaplarının bir dönem YKY (Yapı Kredi Yayınları) gibi dağıtım ağı geniş bir yayınevi tarafından basılmasının rolü büyüktür.

Ancak bunda dünya ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleri de unutmamak lazımdır. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren siyasi düşünceler ve görüşler arasındaki geçişkenliğin artması, buna bağlı olarak okurun, kendisinden bağımsız şekilde kişiyi biçimlendirmeye dayalı katı ideolojik metinler yerine insanın, Türkiye’nin ve dünyanın meselelerine nispeten tarafsız ve içinde çok şeyler bulabileceği metinlere yönelmesi de kanaatime göre Tanpınar’a olan ilginin sebepleri arasında sayılmalıdır.

Neticede 21. yüzyıl okuru, dünyayı ve Türkiye’yi uzun süredir ilgilendiren ve ilgilendirecek olan modernleşme ve modernlik başta olmak üzere kültürel, sanatsal ve fikrî meselelere geniş açıdan bakan, kendisini besleyen bir yazar olarak Tanpınar’ı adeta yeniden keşfetti. Başka bir ifade ile “Bir gün elbette bana döneceklerdir.” diyen Tanpınar bu konuda haklı çıktı.

21. yüzyıl okuru, dünyayı ve Türkiye’yi uzun süredir ilgilendiren ve ilgilendirecek olan modernleşme ve modernlik başta olmak üzere kültürel, sanatsal ve fikrî meselelere geniş açıdan bakan bir yazar olarak Tanpınar’ı adeta yeniden keşfetti. Başka bir ifade ile “Bir gün elbette bana döneceklerdir.” diyen Tanpınar bu konuda haklı çıktı.

Bir okur ve araştırmacı için Ahmet Hamdi Tanpınar demek, pek çok imkânın yanı sıra aynı zamanda insanı zenginleştiren zorluklarla da karşı karşıya kalmak demektir.

Nihayetinde olabildiğince geniş bir açıdan bakma ve derinlemesine görme arzusuyla gerek kendisi gerekse başkaları, buna ilaveten eşya, tabiat, tarih ve toplum üzerinden insanı anlamaya, anlatmaya çalışan, tersinden düşünürsek saydığımız her bir unsur üzerinden diğerlerini idrak etme gayretinde olan, bütün bunları modernliğin bir sonucu olarak kaygan ve zıtlıkların sürekli yer değiştirdiği bir zeminde yapma kararlılığı gösteren, sanatıyla hayatını birleştirmiş, mutlakın, güzelliğin, mükemmeliyetin kısaca huzurun peşinde koşan çok yönlü bir yazar, şair, estet ve düşünce adamından söz ediyoruz.

Tanpınar kökleri insanlık tarihi kadar eski olan, arkasında durduğu modernite ile birlikte dönüşüme uğrayan, özellikle birbiri ardına gelen iki dünya savaşı sonrasında yenileri eklenen meselelere, geçmişi tamamen reddeden, bir dönem kendisinin de savunduğu radikal modernlik anlayışıyla çözüm bulunamayacağını biliyordu. Özellikle Türkiye gibi modernleşme sürecine sonradan katılan ve bu yolda bazı alanlarda radikal adımlar atan ülkelerin pek çok sıkıntılarla karşılaştığını görüyor, bu sıkıntıları kendi içinde bizzat yaşıyordu. Modernitenin kazanımlarını inkâr etmeyen, aksine savunucusu olan, yaşadığı zamanın ihtiyaçlarının farkında olan Tanpınar, realiteler ışığında hem Türkiye’ye hem de bir aydın olarak kendisine özgü bir modernlik peşindeydi. Onun hayat ve modernlik düsturu “süreklilik” fikrinden hareketle söylediği “Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”tir. İçe kapanmak yerine dışa açık olmanın, realiteden uzaklaşmamanın gereğine inanıyordu. Sağlıklı bir gelişme için maziyle bağların tümden koparılmasına, yeninin tamamen reddedilip her şeyin eskide aranmasına karşı çıkmıştı. İkisi arasında kurulacak “yapıcı” ve yaratıcı bir dengenin tesis edilmesini savunuyordu.

Ömrünü ve yazı hayatını modernlik gibi çetin bir sürece adayan, neticede insan olduğu için sanat görüşü dışında kimi zaman kendisiyle çelişen Tanpınar karşısına çıkan zorlukları aşarak hem kendisi hem de insanlık için aradığı çözüm yolunu, huzuru bulmuş mudur?

Ömrünü ve yazı hayatını modernlik gibi çetin bir sürece adayan, neticede insan olduğu için sanat görüşü dışında kimi zaman kendisiyle çelişen Tanpınar karşısına çıkan zorlukları aşarak hem kendisi hem de insanlık için aradığı çözüm yolunu, huzuru bulmuş mudur? Bu soruya evet cevabını vermek mümkün değildir. Bununla birlikte arkasında başta Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanları olmak üzere yazdıklarıyla, modern zamanlarda ve günümüzde insanoğlunu huzursuzluğa sevk eden pek çok sebebi, meseleleri gözler önüne sererek en azından bazı şeylerin farkına varmamızı sağlamış, kendince nelerin olmaması, yapılmaması gerektiğini göstermiştir. Bu da okuyucu açısından az bir kazanım değildir. Tarihe mal olmuş şehirler etrafında yazdığı Beş Şehir ise modernitenin en sorunlu alanlarından birisi olan şehre hangi zaviyeden bakılması gerektiğini gösteren önemli bir eser olarak önümüzde durur.

Tanpınar’ı farklı kılan ne?

Tanpınar’ı çekici kılan ve pek çok yazardan ayıran başka bir yönü de düzyazıda kullandığı üsluptur. Şairliğinden gelen müşkülpesentliğinin bir sonucu olarak kelime seçiminde oldukça titiz davranmış, kastettiği düşünceyi ve hissi bütün yönleriyle ifade etmeye, okura ulaştırmaya çalışmış, bu yolda dilin imkânlarını zorlayarak sağlam bir üslup ortaya koymuştur. Doğudan ve batıdan beslenen, felsefeden sanata, mitolojiden tarihe geniş bir kültür birikimi ışığında yazan Tanpınar, nesirde ulaştığı dinamik üslup sayesinde her defasında okurda yeni düşünceler ve hisler uyandırma kabiliyetine sahip bir yazardır. Dolayısıyla okur uzun süre Türkiye’nin kültür, sanat ve düşünce gündeminde kalacağına inandığımız Tanpınar’dan çok şey kazanacaktır. Elbette Tanpınar’a nasıl yaklaşması gerektiğini bilmesi şartıyla…

Twitter: @alisukrucoruk

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Ocak 2020’de yayımlanmıştır.

Ali Şükrü Çoruk
Ali Şükrü Çoruk
Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk - 1969 yılında Giresun’un Tirebolu ilçesinde doğdu.. 1986 yılında İ. Ü. Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. Lisans öğrenimini 1990 yılında tamamladı. Aynı yıl öğretmenliğe başladı ve 1990-1994 yılları arasında Beykoz Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bu arada 1990 yılında başladığı yüksek lisans programını Prof. Dr. Kâzım Yetiş’in danışmanlığında hazırladığı Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu adlı teziyle tamamladı. 1994 yılında Milli Eğitimdeki görevinden ayrılarak İ. Ü. Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalına araştırma görevlisi olarak naklen tayin oldu. Aynı yıl başladığı doktora programını Prof. Dr. Kâzım Yetiş’in danışmanlığında hazırladığı Fazıl Ahmet Aykaç-Hayatı ve Eserleri- adlı teziyle 1999′da tamamladı. 2001 yılında yardımcı doçent, 2009 yılında doçent, 2014 yılında profesör oldu. Edebiyat, kültür ve basın-yayın tarihi, İstanbul, Osmanlı döneminde gündelik hayat, uygulamalı editörlük, fikir hareketleri, modernite ve modernizm başlıca ilgi ve çalışma alanlarıdır. Yazdığı, yayıma hazırladığı, editörlüğünü yaptığı kitaplardan bazıları: Abdülhamit Döneminde Kitap ve Dergi Sansürü, İstanbul 2014; İstanbul’un 100 Lâtifesi, KÜLTÜR AŞ, İstanbul 2012; Osmanlı Sarayında Gündelik Hayat, (Hafız Hızır İlyas Ağa), İstanbul 2011; İstanbul’un 100 Romanı, KÜLTÜR A.Ş., İstanbul, 2010; Mizah Şairi Fazıl Ahmet Aykaç, İstanbul, 2008; Mizah Penceresinden Millî Mücadele –Ya İstiklâl Ya Ölüm, Kitabevi, İstanbul, 2008; Boğaziçi Konuşuyor ve Kanlıca Tarihçesi, (A. Cabir Vada), İstanbul, 2004; Eski İstanbul Hatıraları, (Sadri Sema), İstanbul, 2002; Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey) İstanbul, 2001; İstanbul’da Ramazan Mevsimi, İstanbul 1998; Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu, İstanbul, 1995.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Neden ve nasıl Tanpınar’ı yeniden keşfettik?

24 Ocak 1962’de hayatını kaybeden Ahmet Hamdi Tanpınar 61 yıllık ömrüne şiir, roman, deneme, edebiyat tarihi başta olmak üzere pek çok eser sığdıran, yaşadığı ve eserlerini verdiği dönemden ziyade sonrasında ilgi gören yazarlardan birisidir.

“Bir gün elbette bana döneceklerdir.”

24 Ocak 2020 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın vefatının 58. yıl dönümüdür. 61 yıllık ömrüne şiir, roman, deneme, edebiyat tarihi başta olmak üzere pek çok eser sığdıran Tanpınar, yaşadığı ve eserlerini verdiği dönemden ziyade sonrasında ilgi gören yazarlardan birisidir. Edebiyat tarihi göz önüne alındığında büyük yazarlar yahut eserler etrafında zaman zaman karşılaştığımız bu durum, üzerinde durulacak bir konudur.

Bu noktada Türkiye’de ve dünyada yalnız olmayan Tanpınar, şiir anlayışının önemli bir kısmını borçlu olduğu Fransız şairlerinden Baudelaire ve Nerval ile aynı kaderi paylaşır. Aynı durum sonrasında Oğuz Atay için de söz konusudur. Gerçi her yazar gibi Tanpınar da yazdıklarıyla ve söyledikleriyle öncelikle yaşadığı dönemde dikkate alınmak istemiş ancak bu mümkün olmamıştır. Hatta yakın gördüğü dostlarının bile kendisi hakkında sessiz kalmalarını günlüklerinde ağır bir şekilde eleştirmekten çekinmemiş, eserine ve yaptıklarına güvenen bir yazar olarak onlar tarafından bir çeşit “sükut suikastına” maruz kaldığını iddia etmiştir.

Neden sonradan ilgi gördü?

Peki, Tanpınar’ın eser verdiği dönemde değil de sonradan ilgi görmesinin sebebi nedir?

Bunun pek çok sebebi vardır. İlk olarak şunu söyleyebiliriz ki dünya görüşü ve sanat anlayışı itibariyle kendisinden taviz vermeyen, zor yazan, yazdıkları üzerinde günlerce çalışan Tanpınar kolaycılığa kaçmamış, popülizme düşmemiştir. Günlüğüne yazdığı 1 Haziran 1961 tarihli cümlede “Edebiyatı memleketin bugünkü vaziyetinde bu kadar ciddiye almamalıydım.” diyerek bir bakıma bu duruma işaretle serzenişte bulunur.

İkinci olarak Türkiye’de her alanda ideolojik tercihlerin belirleyici olduğu bir dönemde yaşamış ve yazmış olan Tanpınar dünya görüşü olarak mevcut sağ ve sol ideolojilerin uzağında kalmayı tercih etmiş, aynı şekilde ilgili taraflar da Tanpınar’a mesafeyle yaklaşmıştır.

Türkiye’de her şey politika mücadelesi. Ben ise eserimde Türk politikasını, hakiki Türk politikasını görüyorum. Sağ taraf beni kâfi derece kendisinden, kâfi derecede inhisarcı, kâfi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman.

Kutuplaşmadan şikayetçi Tanpınar’ın dünya görüşü neydi?

Elbette Tanpınar’ın da her yazar gibi politik düşüncesi ve dünya görüşü vardı. Hayatının son yıllarında kendisini “Sadece demokratım, mümkün olursa demokrat sosyalist bir teşekküle girerim ve memnun olurum (Günlük, 27 Haziran 1960).” diye tanımlayan Tanpınar, mevcuda bakarak kendine özgü milliyetçilik düşüncesiyle sağ cenahtan, devlet, Türkiye ve Osmanlı kültürü üzerine görüşleriyle sol çevrelerden ayrılıyordu. Bir dönem, 1942-46 arasında CHP milletvekili olarak Meclis’te bulunmuş olan Tanpınar ülkede yaşanan politik mücadelenin, her şeye yön vermesinin karşısında idi. Yazar, yine günlüğünde yer alan 1 Haziran 1961 tarihli aşağıdaki satırlarda politika ve mevcut ideolojiler karşısındaki konumunu şöyle özetler:

“Türkiye’de her şey politika mücadelesi. Ben ise eserimde Türk politikasını, hakiki Türk politikasını görüyorum. Sağ taraf beni kâfi derece kendisinden, kâfi derecede inhisarcı, kâfi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman.”

Ayrıca 8 Haziran 1961 tarihinde günlüğüne düştüğü notta halkın her şeyiyle kendisini politikaya kaptırması karşısında şaşkınlığını gizleyemez ve bunu faydalı görmez.

“Millet olarak bütünüyle bu kadar politika yapan cemaat var mıdır başka?”

Böyle söylemekle beraber Tanpınar’ın 27 Mayıs darbesini alkışladığını, darbe lehinde ve Demokrat Parti aleyhinde şiddetli yazılar yazdığını, sonrasında bu yazıların okuyucuları ve araştırmacıları hayli şaşırttığını ekleyelim.

Tanpınar’ın yeniden keşfi

Tanpınar’ın okurunu bulması, üniversite içinden ve dışından araştırmacıların ilgisini çekmesi, büyük ölçüde 1990’ların sonu 2000’li yılların başından itibaren gerçekleşmiştir. Bu ilgi günümüzde de devam eder. Elbette bunda yazarın kitaplarının bir dönem YKY (Yapı Kredi Yayınları) gibi dağıtım ağı geniş bir yayınevi tarafından basılmasının rolü büyüktür.

Ancak bunda dünya ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleri de unutmamak lazımdır. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren siyasi düşünceler ve görüşler arasındaki geçişkenliğin artması, buna bağlı olarak okurun, kendisinden bağımsız şekilde kişiyi biçimlendirmeye dayalı katı ideolojik metinler yerine insanın, Türkiye’nin ve dünyanın meselelerine nispeten tarafsız ve içinde çok şeyler bulabileceği metinlere yönelmesi de kanaatime göre Tanpınar’a olan ilginin sebepleri arasında sayılmalıdır.

Neticede 21. yüzyıl okuru, dünyayı ve Türkiye’yi uzun süredir ilgilendiren ve ilgilendirecek olan modernleşme ve modernlik başta olmak üzere kültürel, sanatsal ve fikrî meselelere geniş açıdan bakan, kendisini besleyen bir yazar olarak Tanpınar’ı adeta yeniden keşfetti. Başka bir ifade ile “Bir gün elbette bana döneceklerdir.” diyen Tanpınar bu konuda haklı çıktı.

21. yüzyıl okuru, dünyayı ve Türkiye’yi uzun süredir ilgilendiren ve ilgilendirecek olan modernleşme ve modernlik başta olmak üzere kültürel, sanatsal ve fikrî meselelere geniş açıdan bakan bir yazar olarak Tanpınar’ı adeta yeniden keşfetti. Başka bir ifade ile “Bir gün elbette bana döneceklerdir.” diyen Tanpınar bu konuda haklı çıktı.

Bir okur ve araştırmacı için Ahmet Hamdi Tanpınar demek, pek çok imkânın yanı sıra aynı zamanda insanı zenginleştiren zorluklarla da karşı karşıya kalmak demektir.

Nihayetinde olabildiğince geniş bir açıdan bakma ve derinlemesine görme arzusuyla gerek kendisi gerekse başkaları, buna ilaveten eşya, tabiat, tarih ve toplum üzerinden insanı anlamaya, anlatmaya çalışan, tersinden düşünürsek saydığımız her bir unsur üzerinden diğerlerini idrak etme gayretinde olan, bütün bunları modernliğin bir sonucu olarak kaygan ve zıtlıkların sürekli yer değiştirdiği bir zeminde yapma kararlılığı gösteren, sanatıyla hayatını birleştirmiş, mutlakın, güzelliğin, mükemmeliyetin kısaca huzurun peşinde koşan çok yönlü bir yazar, şair, estet ve düşünce adamından söz ediyoruz.

Tanpınar kökleri insanlık tarihi kadar eski olan, arkasında durduğu modernite ile birlikte dönüşüme uğrayan, özellikle birbiri ardına gelen iki dünya savaşı sonrasında yenileri eklenen meselelere, geçmişi tamamen reddeden, bir dönem kendisinin de savunduğu radikal modernlik anlayışıyla çözüm bulunamayacağını biliyordu. Özellikle Türkiye gibi modernleşme sürecine sonradan katılan ve bu yolda bazı alanlarda radikal adımlar atan ülkelerin pek çok sıkıntılarla karşılaştığını görüyor, bu sıkıntıları kendi içinde bizzat yaşıyordu. Modernitenin kazanımlarını inkâr etmeyen, aksine savunucusu olan, yaşadığı zamanın ihtiyaçlarının farkında olan Tanpınar, realiteler ışığında hem Türkiye’ye hem de bir aydın olarak kendisine özgü bir modernlik peşindeydi. Onun hayat ve modernlik düsturu “süreklilik” fikrinden hareketle söylediği “Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”tir. İçe kapanmak yerine dışa açık olmanın, realiteden uzaklaşmamanın gereğine inanıyordu. Sağlıklı bir gelişme için maziyle bağların tümden koparılmasına, yeninin tamamen reddedilip her şeyin eskide aranmasına karşı çıkmıştı. İkisi arasında kurulacak “yapıcı” ve yaratıcı bir dengenin tesis edilmesini savunuyordu.

Ömrünü ve yazı hayatını modernlik gibi çetin bir sürece adayan, neticede insan olduğu için sanat görüşü dışında kimi zaman kendisiyle çelişen Tanpınar karşısına çıkan zorlukları aşarak hem kendisi hem de insanlık için aradığı çözüm yolunu, huzuru bulmuş mudur?

Ömrünü ve yazı hayatını modernlik gibi çetin bir sürece adayan, neticede insan olduğu için sanat görüşü dışında kimi zaman kendisiyle çelişen Tanpınar karşısına çıkan zorlukları aşarak hem kendisi hem de insanlık için aradığı çözüm yolunu, huzuru bulmuş mudur? Bu soruya evet cevabını vermek mümkün değildir. Bununla birlikte arkasında başta Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanları olmak üzere yazdıklarıyla, modern zamanlarda ve günümüzde insanoğlunu huzursuzluğa sevk eden pek çok sebebi, meseleleri gözler önüne sererek en azından bazı şeylerin farkına varmamızı sağlamış, kendince nelerin olmaması, yapılmaması gerektiğini göstermiştir. Bu da okuyucu açısından az bir kazanım değildir. Tarihe mal olmuş şehirler etrafında yazdığı Beş Şehir ise modernitenin en sorunlu alanlarından birisi olan şehre hangi zaviyeden bakılması gerektiğini gösteren önemli bir eser olarak önümüzde durur.

Tanpınar’ı farklı kılan ne?

Tanpınar’ı çekici kılan ve pek çok yazardan ayıran başka bir yönü de düzyazıda kullandığı üsluptur. Şairliğinden gelen müşkülpesentliğinin bir sonucu olarak kelime seçiminde oldukça titiz davranmış, kastettiği düşünceyi ve hissi bütün yönleriyle ifade etmeye, okura ulaştırmaya çalışmış, bu yolda dilin imkânlarını zorlayarak sağlam bir üslup ortaya koymuştur. Doğudan ve batıdan beslenen, felsefeden sanata, mitolojiden tarihe geniş bir kültür birikimi ışığında yazan Tanpınar, nesirde ulaştığı dinamik üslup sayesinde her defasında okurda yeni düşünceler ve hisler uyandırma kabiliyetine sahip bir yazardır. Dolayısıyla okur uzun süre Türkiye’nin kültür, sanat ve düşünce gündeminde kalacağına inandığımız Tanpınar’dan çok şey kazanacaktır. Elbette Tanpınar’a nasıl yaklaşması gerektiğini bilmesi şartıyla…

Twitter: @alisukrucoruk

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Ocak 2020’de yayımlanmıştır.

Ali Şükrü Çoruk
Ali Şükrü Çoruk
Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk - 1969 yılında Giresun’un Tirebolu ilçesinde doğdu.. 1986 yılında İ. Ü. Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. Lisans öğrenimini 1990 yılında tamamladı. Aynı yıl öğretmenliğe başladı ve 1990-1994 yılları arasında Beykoz Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bu arada 1990 yılında başladığı yüksek lisans programını Prof. Dr. Kâzım Yetiş’in danışmanlığında hazırladığı Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu adlı teziyle tamamladı. 1994 yılında Milli Eğitimdeki görevinden ayrılarak İ. Ü. Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalına araştırma görevlisi olarak naklen tayin oldu. Aynı yıl başladığı doktora programını Prof. Dr. Kâzım Yetiş’in danışmanlığında hazırladığı Fazıl Ahmet Aykaç-Hayatı ve Eserleri- adlı teziyle 1999′da tamamladı. 2001 yılında yardımcı doçent, 2009 yılında doçent, 2014 yılında profesör oldu. Edebiyat, kültür ve basın-yayın tarihi, İstanbul, Osmanlı döneminde gündelik hayat, uygulamalı editörlük, fikir hareketleri, modernite ve modernizm başlıca ilgi ve çalışma alanlarıdır. Yazdığı, yayıma hazırladığı, editörlüğünü yaptığı kitaplardan bazıları: Abdülhamit Döneminde Kitap ve Dergi Sansürü, İstanbul 2014; İstanbul’un 100 Lâtifesi, KÜLTÜR AŞ, İstanbul 2012; Osmanlı Sarayında Gündelik Hayat, (Hafız Hızır İlyas Ağa), İstanbul 2011; İstanbul’un 100 Romanı, KÜLTÜR A.Ş., İstanbul, 2010; Mizah Şairi Fazıl Ahmet Aykaç, İstanbul, 2008; Mizah Penceresinden Millî Mücadele –Ya İstiklâl Ya Ölüm, Kitabevi, İstanbul, 2008; Boğaziçi Konuşuyor ve Kanlıca Tarihçesi, (A. Cabir Vada), İstanbul, 2004; Eski İstanbul Hatıraları, (Sadri Sema), İstanbul, 2002; Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey) İstanbul, 2001; İstanbul’da Ramazan Mevsimi, İstanbul 1998; Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu, İstanbul, 1995.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x