Solgun renklerin şairi: Behçet Necatigil

Behçet Necatigil; zaman zaman Behçet Gönül, Küçük Muharrir, Bedri Tezgit, İzzet Geyve müstearlarını da kullanan denemeci, radyo oyunu ve monografi yazarı, sözlükçü, çevirmen ve öğretmendir. Ancak en çok şair! Onunki şiire adanmış bir ömürdür. Şiir için yaşayan, şiir için yazan, şiiri hayat bilgisine dönüştürmeye çalışan… Feridun Andaç yazdı.

Yüksel Pazarkaya, Behçet Necatigil’in şiirine dönük belirlemeler yaparken şunları söyler:

“Kentsel dünyanın sıradan küçük insanı, bütün biçim ve söylem değişimlerine karşın, Necatigil’in ilk şiirinden son şiirine kadar odaktadır.”1

Çağdaş Türk şiirinde başlıbaşına bir yer edinen Behçet Necatigil; hayata bilgece bakan biridir. Şiirinde insan-insan, insan mekân/çevre ilişkilerini, yaşanılan atmosferlerin içkin durumlarını bireylerin dünyalarından ağan renklerle yansıtır. Duyarlı, içli bir şiir evreni kurar.

Şiire adanmış bir ömürdür onunkisi… Hep saklı tuttuğu, koruduğu özel bir alandır. Yazılar, çeviriler, oyunlar, dersler de girse araya; şiir için yaşadı, şiir için yazdı, şiiri hayat bilgisine dönüştürmeye çalıştı.

Akademik Değişim Servisi’nin daveti

16 Nisan 1916’da İstanbul Fatih’te doğan Necatigil, ilkokula 1923’te Beşiktaş Cevri Usta Mektebi’nde başladı. Son sınıfı Kastamonu’da Erkek Muallim Tatbikat Mektebi’nde tamamladı (1927). Kastamonu Lisesi’nde başladığı ortaöğrenimini, hastalığı nedeniyle burada sürdüremedi, 1931’de Kabataş Lisesi’ne kaydoldu. 1936’da aynı lisenin edebiyat kolunu birincilikle bitirdi. Yüksek Öğretmen Okulu’na girdi. Aynı okulun kontenjanından Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı bölümüne devam etti. Temmuz 1937’de “Deutscher Akademischer Austauschdienst”in (Alman Akademik Değişim Servisi) davetlisi olarak Berlin’e gitti. Dört ay Berlin Üniversitesi dil kurslarına devam etti. 1940’ta edebiyat öğrenimini başarı ile tamamladı.

Necatigil, Kars Lisesi’nde başladığı (1941) edebiyat öğretmenliği görevini Zonguldak Lisesi’nde (1942-43) sürdürdü. Ekim 1943- Kasım 1945 arası askerlik görevini yedek subay olarak İzmir’de yaptı. Dönüşünde öğretmenlik görevini Pertevniyal Lisesi’nde, Kabataş Erkek Lisesi’nde (Ocak 1946) daha sonra da (1960) İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde sürdürdü. Ekim 1972’de emekli oldu. 13 Aralık 1979’da İstanbul’da öldü.

İlk kitabı Kapalı Çarşı

Almanca’dan yaptığı çevirileriyle de kültür yaşamımızı zenginleştiren Necatigil; şiirlerinin yanı sıra radyo oyunları da yazdı, Türk edebiyatının yazarlar, eserler sözlüklerini hazırladı. Eski Toprak ile 1957 Yeditepe Şiir Armağanı’nı, Yaz Dönemi’yle de Türk Dil Kurumu 1964 Şiir Ödülü’nü kazandı.

Yapıtları, ölümünden sonra, Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri tarafından Bütün Eserleri adıyla yayına hazırlandı (Cem Yayınevi, 1981). Bütün Yapıtları, 1995’te, Yapı Kredi Yayınları’nca yeniden yayınlanmaya başladı. Ailesi tarafından 1980’de konulan Necatigil Ödülü, her yıl şairin doğum yıldönümünde açıklanıyor.

İlk kitabı Kapalı Çarşı’yı 1945’te yayımlayan Necatigil, edebiyata ilgisini, yönelişini şöyle anlatır:

“Yazı sanatıyla meşgul olmaya başlamam, birçok arkadaşta olduğu gibi ilkokul sıralarına kadar gidiyor. 17.10.1927 tarihinden itibaren kendim için, bir eser-i cedit kağıdını El Marifet matbaasında doldurarak Küçük Muharrir isimli haftalık bir gazete çıkartmaya başladım. Abonesi arkadaş ve bildiklere meccanen olan bu imtiyazsız gazete, 14. sayısı ile birinci cildini kapamış ve iki yıllık bir tatilden sonra 20 Haziran 1932’den itibaren ikinci cildine başlamış ve 12 sayı daha çıkmıştı. 1931-33 arası, Akşam gazetesinin haftalık çocuk dünyası sahifesinde Küçük Muharrir imzasıyla manzum, mensur hikâye, fıkra, şiir bir sürü yazı neşrettim. İskender Fahrettin merhum, telif hakkı olarak her yazıma bir kutu bonbon veya bir büyük paket çikolata verirdi. Bu çocukluk heves ve faaliyetleri, 1933’te liseye geçmemle birdenbire bir değişiklik geçirdi. Necip Fazıl’ı ve Yedi Meşale şairlerini keşfettim.”2

Varlık, Gençlik ve Oluş

Lise yılları onun için edebiyata asıl başlangıç yıllarıdır. Önünü ise Yaşar Nabi açar:

Varlık çıkıyordu. Onuncu sınıfta idim. Birkaç şiirimi bir mektupla (6 Şubat 1935) Yaşar Nabi Nayır’a gönderdim. Bana uzunca bir mektup yazıp düşüncelerini bildirmek ve yolladığım üç şiirden bir tanesinin, dergisinde çıkacağını haber vermek lütfunda bulundu. Böylece Behçet Necati imzasını taşıyan basılı ilk şiirim, Varlık dergisinde çıktı (sayı 54, 1 Ekim 1935). Yani asıl yazıcılık hayatına başlayışım benim için kolay oldu diyebilirim. Bana bu kolaylığı Yaşar Nabi gösterdi, beni bu yolda o teşvik etti.” (agy., s.436-437)

Bu dönemde yazdığı şiirleri Varlık’ın dışında Gençlik ve Oluş dergilerinde yayınlandı. Bu şiirlerinin bir bölümünü ilk kitabına aldı.

Lise edebiyat öğretmenliğinin ilk dönemi (1941/43) onun sesini duyurmaya başladığı yıllar oldu. Zonguldak’ta şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ile tanıştı. Onlarla yakınlığını bir konuşmasında şöyle dile getirir:

“Pek genç yaşta ölümleri şiir hayatımız için cidden büyük bir kayıp olan Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu gibi iki kuvvetli şairle birlikte çalıştık. Zonguldak’ta çıkan Ocak gazetesinde, Kara Elmas dergisinde ve Değirmen (İstanbul) mecmuasında beraberce şiirler, yazılar yayınladık.” (agy., s.434)

Sanatçının topluma karşı vazifeleri

Askerliği sonrası İstanbul’a dönen Necatigil; Fahir Onger, Oktay Akbal, Naim Tirali ve Fazıl Hüsnü Dağlarca ile dostluklar kurdu. Fahir Onger, Oktay Akbal ve Salah Birsel ile Yenilikler dergisini çıkardı (Şubat 1946).

Sanat anlayışını kısaca şöyle özetler Necatigil:

“Sanatçı içinde yaşadığı topluma karşı bazı vazifeleri olduğunu düşünmeli; sanatını sade güzele değil, iyi ve faydalıya da yöneltmelidir. Güzel, çok vakit iyinin içindedir. Toplumun realitelerini görmezden gelerek kendi renkleriyle yetinen bir sanatkâr çevresini daraltmış, hitap kabiliyetini azaltmış olur. Sanatkâr bozuk düzen bir toplum kaosuna müdahalelerde bulunmazsa, onu elinden geldiği kadar düzeltmekten yüksünürse ferdi, kifayetsiz bir sanata saplanır, kalır.” (agy., s.438-439)

O, hep ‘güzel şiir’in peşinde olmuştur. Bugüne ulaşan şiir birikimi bunun bir göstergesidir. 1953’teki bir söyleşisinde de; “şiir biraz da yaşanmışlığı şart koşar” diyen Necatigil; ‘güzel şiir’in de nasıl olabileceğini şu düşüncelerinde dile getirir:

“Her şiir önce bir hayaldir, bir gerçek değil. Bir gerçeği anlatsa, duyursa bile; hayale, iyi-güzel durumlar, düzelmeler, arınmalar hayal ettirmeye sebep olduğu için bir hayaldir. Daha üstün gerçekleri hayal ettirerek, hak verdirerek okuyucuyu ümitlere düşüren bir şiirin, sezdirdiği bu hayali gerçekleştirebilmesi, çok kere onun gücü dışında bir başka hayaldir.” (agy., s.447)

Şiiri şiir yapan öğeler

Şiirde aydınlıkçı bir bakıştan yanadır. Anlaşılır olmaksa baş kaygısı. Bir söz işçisidir o. Sözlerin şiirdeki anlamı önemlidir onun için:

“Şiiri şiir yapan öğelerin başında kelimeyi kollayış geliyor, cümleyi değil. Kelime seçiminde dikkatliysek, özel ilkelerimiz varsa cümle zaten bize bağlı demektir. Yani ister Birinci, isterse Beşinci Yeni üslubuyla yazınız, fark etmez. Şiir bir iç dünya işi. İnsanın bir yerde artık kendi duvarları içine hapsolması beklenir.” (agy., s.454)

Evet; o, şiirini hep bu minval üzerinde geliştirdi: ‘iyi-güzel şiir’i aradı. Doğu ve Batı’dan, birçok kaynaktan besleyerek geliştirdi şiirini. Ki, bunu da şu görüşleriyle dile getirir:

“Dokuduğumuz kumaşta tek tük yabancı iplikler bulunabilir; ama desen bizimdir, kompozisyon bizimdir; hammaddeyi dilediğimiz gibi yeni bileşimlerde eritmiş, bağımsızlığından çıkarıp kendimize tabi kılmışızdır. Bu noktada artık taklidin, kopyanın sözü edilemez.” (agy., s.455)

Durulmuş sözler, kesin biçimler

Necatigil; geleneksel Türk şiirinin biçim ve ses özellikleriyle birlikte; tematik yapısını da yenileştiren bir bakışı getirir. O; “öz ile biçimi birbirinden ayrılmaz kavramlar olarak” görür. “Durulmuş sözler, kesin biçimlerini beraberlerinde getirirler”, derken de; şiirselöz’ün sürekliliğini imler.

Söz ve anlamın imgesel yoğunluğunu sürekli önde tutan Necatigil’in şiirinin biçimsel yapı değişikliği Yaz Dönemi (1963) ve Divançe (1965) ile başlar. Bu çizgisini Kareler Aklar’da (1975) en üst noktaya ulaştırır. Şiirin okur katında ‘çoğalan ses’e dönüşmesini sağlayan bir şiir oylumudur bu da. Necatigil şiirinin poetik yapısını katmanlaştıran önemli bir boyuttur bu gelinen nokta. Doğan Hızlan’ın nitelemesiyle, o; “Şiir geleneğimizi özümleyen bir sanatçıdır. Özümleme işlemi içinde, gelenek içinde neyin öldüğünü, neyin bugün hala sanat ve şiir katında yaşadığının en sağlıklı saptamasını yapmış şairdir. Geleneksel şiirin biçimlerine çağdaş bir yükü yerleştirir. Kişisel tedirginlikler, özlemler, bunalımlar onun bireysel şiir dünyasını oluştururken, dar toplumsal yorumlara, güncellik mengenesine şiirini sokmadığından hem kendi toplumunu hem de toplumların kesiştiği evrenselliği simgeler.”3

Hatırlayışların şairi

Hatırlayışların belleğine iz düşüren zamanların şairidir Behçet Necatigil.

Bir üst okumada Necatigil şiirini böyle adlandırıp tanımlayabiliriz.

Yaşadığı, şiirlerini yazdığı zamana baktığımızda Necatigil’in aranan şiir/i yazan, aranan/gözler önünde olan bir şair olmadığını gözleriz.

Yani yaşadığı o “dar-alan”ın şairi olmayı bile isteye seçmiştir. İster istemez şiiri de yönün, yönelişin izlerini/izleklerini taşır…

Ama o “dar-alan” şairin dıştan içe dönüşünde bambaşka bir dünya kurmasına da neden olur.

Hilmi Yavuz’un deyimiyle; “Necatigil’in odası dünyadan büyüktür.”4

Necatigil’in duygu tınısı

Onu “kuşaksız” şair kılan, yani hiçbir kanonik yapıya dâhil olmadan şiir yolunu çizmesinde, gene o yaşamsal çevre belirleyicidir. Yani okul-ev-aile, yakın dostluklar.

Şiirini hep içte, bir zaman ve mekânda yazar. Bir bakıma onu besleyen “yer”, yaşanan/nefes alınan “mekân”dır. Dünyaya da oradan açılır. Kendi imgelemini var eden o “küçük yer”; “Dünyadan büyük bu odada hayal gücü görüntünün, imge algının yerini almıştır. “

Evet, başlangıçta tekdüzelik gibi görünse de; “Evin Halleri” şiiri oradaki durumun yansılarını getirir bize:

“Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev. (S. 6 – 7)

Orada yaşayış /oluş/dönüş ve gidiş imgesi vardır. Bir yanıyla dar-alan/ın sesi, öte yanıyla da yaşan/ı/lan/ın tınısı ve özleyişi anlatır. Evet; evlerde başlardı öyküsü, oradan yeryüzüne açılırdı.

Kant’ın Könisberg’den hiç çıkmadığını, şu cümleyi de orada yazdığını düşünün: “Duygulandırmayan kişi, yavandır…”

Necatigil’i o duygu tınısına taşıyan neydi peki?

Saydam duyarlılık, içli söyleyiş

İşte “ Zaman kayması” (Yaz Dönemi, 1963/68) onun bu yanını iyice anlatır:

“Kaynaşır birbirine gün olur zamanlar;
Geçmiş, gelecek birleşir tek kesitte.
Sanki ilk kez yaşarız yaşanmışı dünlerde
Ya da başlar ansızın ta ilerde olacak.” (S. 6-7)

Bu bağlamda şiirinin çağrısı vardır Necatigil’in. Ondaki saydam duyarlılık, içli söyleyiş gelir bize o büyük kentin sanrılı yanlarına dokunarak geçen bir duruşu/duyuşu da anlatır:

“Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.”(Yaz Dönemi, 1963/68, s. 34 – 35)

Şunu diyordu ya öğrencisi Hilmi Yavuz:
“Dünyaya bir şiir okuyormuş gibi bakardı.”5

Yerlerin ve sıkıntıların şairi

Şiirin bilgisindense, duyuşunu yansıtırdı bize. Öne çıkan ses/ritm/ahenkte bulurdunuz bu tınıyı.

Evet, dar zamanların; anların/yerlerin ve sıkıntının şairidir Necatigil.

Hayatın o akışkan yanındaki durallığı seçer, oraya, oradaki medcezire bakar. Hisseder, hissettirir, hislendirir.

Belki de anlatışındaki büyü de bundan gelir:

“Kaplar denizin yüzünü
Unutulmuş uykularda
Şimdi değişmiş kayıp
Şimdi bir başka uzak.” (“Kaplar Denizin Yüzünü”, Eski Toprak, s. 64-65)

Bakışın rengi

Silik, soluk bir bakışla yazmaz şiirini. İmge düzlemindeki yoğunluk; onun yaşanmış kaygılarını da aşıran bir bakışın rengi olarak şiirine biçim verir. Yani, soyutlamayı seçerken de anlatımcıdır Necatigil.

“En uzak hücrelere – dehlizlerde yürür
Sağ sol duruk su ve Mısır mumyaları
O derin sessizliği şimdi anlıyoruz.

Korkunç unutmam düştüm ayaklarına
Ama ne zamandı nasıl hatırlamıyorum
En keskin saatinde caddenin
Geçer gibi trafik ve sert fren.” (İki Başına Yürümek, 1968, s. 18-19)

Şiiri, bir yaşam tanıklığındansa; duyuşun ve dillenişin duyarlılığını yansıtır. Sessiz, derin, içten. İşte sizin o duyarlılıkta bulduğunuzdur hayatın rengi ve sesi. Necatigil, hep bir tınıdadır. Gamını ayarlarken, bir derviş edasındadır sesi sözü.

Aşınan her şeyin karşısındadır sözü. Bugün bizi kuşatması, hatta yer yer sarsalaması da bundan:

“Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıa gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı. “(Eski Toprak, 1956/1965, “Sevgilerde” – s.61)

Necatigil’in şairliğiyle gelen bu esintinin öte yanı ise edebiyatımıza taşıdığı “disiplin”dir. Yani, adanış ve aşılama bilincini öne alarak yazmak…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.

  1. Yüksel Pazarkaya, “Sessiz Döşedi Behçet Necatigil, Çok Az Kimse Geçti Kaldırımı”, Edebiyat ve Eleştiri, Kasım-Aralık 1999, Sayı: 46
  2. Behçet Necatigil, Düzyazılar:2/ Konuşmalar-Konferanslar; 1983, ss.432-433
  3. Doğan Hızlan, Kitaplar Kitabı, 1996, s. 381
  4. Hilmi Yavuz, Belleğin Kuytularından; 2016, Timaş Yay., s.294
  5. Hilmi Yavuz, Belleğin Kuytularından; 2016, Timaş Yay. s.27

Feridun Andaç
Feridun Andaç
Eleştirmen, editör ve yazar. 1954’te Erzurum’da doğdu. Yükseköğrenimini Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. Edebiyat ve karşılaştırmalı edebiyat dersleri verdi. İnceleme, araştırma ve deneme çalışmalarının yanı sıra yazdığı öyküleri ve gezi yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. 2002 yılından itibaren Dünya Kitapları’nın yayın yönetmenliğini üstlendi. Cumhuriyet ve BirGün gazetelerinden sonra hâlen Dünya gazetesinde ve edebiyathaber.net üzerinde yazılarına devam ediyor. Üniversitelerde "Günümüz Türk Edebiyatı", "Kültür Tarihi", "Sanat Tarihi", "Eleştiri Kuramları"; "Yaratıcı Yazarlık" dersleri veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Solgun renklerin şairi: Behçet Necatigil

Behçet Necatigil; zaman zaman Behçet Gönül, Küçük Muharrir, Bedri Tezgit, İzzet Geyve müstearlarını da kullanan denemeci, radyo oyunu ve monografi yazarı, sözlükçü, çevirmen ve öğretmendir. Ancak en çok şair! Onunki şiire adanmış bir ömürdür. Şiir için yaşayan, şiir için yazan, şiiri hayat bilgisine dönüştürmeye çalışan… Feridun Andaç yazdı.

Yüksel Pazarkaya, Behçet Necatigil’in şiirine dönük belirlemeler yaparken şunları söyler:

“Kentsel dünyanın sıradan küçük insanı, bütün biçim ve söylem değişimlerine karşın, Necatigil’in ilk şiirinden son şiirine kadar odaktadır.”1

Çağdaş Türk şiirinde başlıbaşına bir yer edinen Behçet Necatigil; hayata bilgece bakan biridir. Şiirinde insan-insan, insan mekân/çevre ilişkilerini, yaşanılan atmosferlerin içkin durumlarını bireylerin dünyalarından ağan renklerle yansıtır. Duyarlı, içli bir şiir evreni kurar.

Şiire adanmış bir ömürdür onunkisi… Hep saklı tuttuğu, koruduğu özel bir alandır. Yazılar, çeviriler, oyunlar, dersler de girse araya; şiir için yaşadı, şiir için yazdı, şiiri hayat bilgisine dönüştürmeye çalıştı.

Akademik Değişim Servisi’nin daveti

16 Nisan 1916’da İstanbul Fatih’te doğan Necatigil, ilkokula 1923’te Beşiktaş Cevri Usta Mektebi’nde başladı. Son sınıfı Kastamonu’da Erkek Muallim Tatbikat Mektebi’nde tamamladı (1927). Kastamonu Lisesi’nde başladığı ortaöğrenimini, hastalığı nedeniyle burada sürdüremedi, 1931’de Kabataş Lisesi’ne kaydoldu. 1936’da aynı lisenin edebiyat kolunu birincilikle bitirdi. Yüksek Öğretmen Okulu’na girdi. Aynı okulun kontenjanından Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı bölümüne devam etti. Temmuz 1937’de “Deutscher Akademischer Austauschdienst”in (Alman Akademik Değişim Servisi) davetlisi olarak Berlin’e gitti. Dört ay Berlin Üniversitesi dil kurslarına devam etti. 1940’ta edebiyat öğrenimini başarı ile tamamladı.

Necatigil, Kars Lisesi’nde başladığı (1941) edebiyat öğretmenliği görevini Zonguldak Lisesi’nde (1942-43) sürdürdü. Ekim 1943- Kasım 1945 arası askerlik görevini yedek subay olarak İzmir’de yaptı. Dönüşünde öğretmenlik görevini Pertevniyal Lisesi’nde, Kabataş Erkek Lisesi’nde (Ocak 1946) daha sonra da (1960) İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde sürdürdü. Ekim 1972’de emekli oldu. 13 Aralık 1979’da İstanbul’da öldü.

İlk kitabı Kapalı Çarşı

Almanca’dan yaptığı çevirileriyle de kültür yaşamımızı zenginleştiren Necatigil; şiirlerinin yanı sıra radyo oyunları da yazdı, Türk edebiyatının yazarlar, eserler sözlüklerini hazırladı. Eski Toprak ile 1957 Yeditepe Şiir Armağanı’nı, Yaz Dönemi’yle de Türk Dil Kurumu 1964 Şiir Ödülü’nü kazandı.

Yapıtları, ölümünden sonra, Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri tarafından Bütün Eserleri adıyla yayına hazırlandı (Cem Yayınevi, 1981). Bütün Yapıtları, 1995’te, Yapı Kredi Yayınları’nca yeniden yayınlanmaya başladı. Ailesi tarafından 1980’de konulan Necatigil Ödülü, her yıl şairin doğum yıldönümünde açıklanıyor.

İlk kitabı Kapalı Çarşı’yı 1945’te yayımlayan Necatigil, edebiyata ilgisini, yönelişini şöyle anlatır:

“Yazı sanatıyla meşgul olmaya başlamam, birçok arkadaşta olduğu gibi ilkokul sıralarına kadar gidiyor. 17.10.1927 tarihinden itibaren kendim için, bir eser-i cedit kağıdını El Marifet matbaasında doldurarak Küçük Muharrir isimli haftalık bir gazete çıkartmaya başladım. Abonesi arkadaş ve bildiklere meccanen olan bu imtiyazsız gazete, 14. sayısı ile birinci cildini kapamış ve iki yıllık bir tatilden sonra 20 Haziran 1932’den itibaren ikinci cildine başlamış ve 12 sayı daha çıkmıştı. 1931-33 arası, Akşam gazetesinin haftalık çocuk dünyası sahifesinde Küçük Muharrir imzasıyla manzum, mensur hikâye, fıkra, şiir bir sürü yazı neşrettim. İskender Fahrettin merhum, telif hakkı olarak her yazıma bir kutu bonbon veya bir büyük paket çikolata verirdi. Bu çocukluk heves ve faaliyetleri, 1933’te liseye geçmemle birdenbire bir değişiklik geçirdi. Necip Fazıl’ı ve Yedi Meşale şairlerini keşfettim.”2

Varlık, Gençlik ve Oluş

Lise yılları onun için edebiyata asıl başlangıç yıllarıdır. Önünü ise Yaşar Nabi açar:

Varlık çıkıyordu. Onuncu sınıfta idim. Birkaç şiirimi bir mektupla (6 Şubat 1935) Yaşar Nabi Nayır’a gönderdim. Bana uzunca bir mektup yazıp düşüncelerini bildirmek ve yolladığım üç şiirden bir tanesinin, dergisinde çıkacağını haber vermek lütfunda bulundu. Böylece Behçet Necati imzasını taşıyan basılı ilk şiirim, Varlık dergisinde çıktı (sayı 54, 1 Ekim 1935). Yani asıl yazıcılık hayatına başlayışım benim için kolay oldu diyebilirim. Bana bu kolaylığı Yaşar Nabi gösterdi, beni bu yolda o teşvik etti.” (agy., s.436-437)

Bu dönemde yazdığı şiirleri Varlık’ın dışında Gençlik ve Oluş dergilerinde yayınlandı. Bu şiirlerinin bir bölümünü ilk kitabına aldı.

Lise edebiyat öğretmenliğinin ilk dönemi (1941/43) onun sesini duyurmaya başladığı yıllar oldu. Zonguldak’ta şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ile tanıştı. Onlarla yakınlığını bir konuşmasında şöyle dile getirir:

“Pek genç yaşta ölümleri şiir hayatımız için cidden büyük bir kayıp olan Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu gibi iki kuvvetli şairle birlikte çalıştık. Zonguldak’ta çıkan Ocak gazetesinde, Kara Elmas dergisinde ve Değirmen (İstanbul) mecmuasında beraberce şiirler, yazılar yayınladık.” (agy., s.434)

Sanatçının topluma karşı vazifeleri

Askerliği sonrası İstanbul’a dönen Necatigil; Fahir Onger, Oktay Akbal, Naim Tirali ve Fazıl Hüsnü Dağlarca ile dostluklar kurdu. Fahir Onger, Oktay Akbal ve Salah Birsel ile Yenilikler dergisini çıkardı (Şubat 1946).

Sanat anlayışını kısaca şöyle özetler Necatigil:

“Sanatçı içinde yaşadığı topluma karşı bazı vazifeleri olduğunu düşünmeli; sanatını sade güzele değil, iyi ve faydalıya da yöneltmelidir. Güzel, çok vakit iyinin içindedir. Toplumun realitelerini görmezden gelerek kendi renkleriyle yetinen bir sanatkâr çevresini daraltmış, hitap kabiliyetini azaltmış olur. Sanatkâr bozuk düzen bir toplum kaosuna müdahalelerde bulunmazsa, onu elinden geldiği kadar düzeltmekten yüksünürse ferdi, kifayetsiz bir sanata saplanır, kalır.” (agy., s.438-439)

O, hep ‘güzel şiir’in peşinde olmuştur. Bugüne ulaşan şiir birikimi bunun bir göstergesidir. 1953’teki bir söyleşisinde de; “şiir biraz da yaşanmışlığı şart koşar” diyen Necatigil; ‘güzel şiir’in de nasıl olabileceğini şu düşüncelerinde dile getirir:

“Her şiir önce bir hayaldir, bir gerçek değil. Bir gerçeği anlatsa, duyursa bile; hayale, iyi-güzel durumlar, düzelmeler, arınmalar hayal ettirmeye sebep olduğu için bir hayaldir. Daha üstün gerçekleri hayal ettirerek, hak verdirerek okuyucuyu ümitlere düşüren bir şiirin, sezdirdiği bu hayali gerçekleştirebilmesi, çok kere onun gücü dışında bir başka hayaldir.” (agy., s.447)

Şiiri şiir yapan öğeler

Şiirde aydınlıkçı bir bakıştan yanadır. Anlaşılır olmaksa baş kaygısı. Bir söz işçisidir o. Sözlerin şiirdeki anlamı önemlidir onun için:

“Şiiri şiir yapan öğelerin başında kelimeyi kollayış geliyor, cümleyi değil. Kelime seçiminde dikkatliysek, özel ilkelerimiz varsa cümle zaten bize bağlı demektir. Yani ister Birinci, isterse Beşinci Yeni üslubuyla yazınız, fark etmez. Şiir bir iç dünya işi. İnsanın bir yerde artık kendi duvarları içine hapsolması beklenir.” (agy., s.454)

Evet; o, şiirini hep bu minval üzerinde geliştirdi: ‘iyi-güzel şiir’i aradı. Doğu ve Batı’dan, birçok kaynaktan besleyerek geliştirdi şiirini. Ki, bunu da şu görüşleriyle dile getirir:

“Dokuduğumuz kumaşta tek tük yabancı iplikler bulunabilir; ama desen bizimdir, kompozisyon bizimdir; hammaddeyi dilediğimiz gibi yeni bileşimlerde eritmiş, bağımsızlığından çıkarıp kendimize tabi kılmışızdır. Bu noktada artık taklidin, kopyanın sözü edilemez.” (agy., s.455)

Durulmuş sözler, kesin biçimler

Necatigil; geleneksel Türk şiirinin biçim ve ses özellikleriyle birlikte; tematik yapısını da yenileştiren bir bakışı getirir. O; “öz ile biçimi birbirinden ayrılmaz kavramlar olarak” görür. “Durulmuş sözler, kesin biçimlerini beraberlerinde getirirler”, derken de; şiirselöz’ün sürekliliğini imler.

Söz ve anlamın imgesel yoğunluğunu sürekli önde tutan Necatigil’in şiirinin biçimsel yapı değişikliği Yaz Dönemi (1963) ve Divançe (1965) ile başlar. Bu çizgisini Kareler Aklar’da (1975) en üst noktaya ulaştırır. Şiirin okur katında ‘çoğalan ses’e dönüşmesini sağlayan bir şiir oylumudur bu da. Necatigil şiirinin poetik yapısını katmanlaştıran önemli bir boyuttur bu gelinen nokta. Doğan Hızlan’ın nitelemesiyle, o; “Şiir geleneğimizi özümleyen bir sanatçıdır. Özümleme işlemi içinde, gelenek içinde neyin öldüğünü, neyin bugün hala sanat ve şiir katında yaşadığının en sağlıklı saptamasını yapmış şairdir. Geleneksel şiirin biçimlerine çağdaş bir yükü yerleştirir. Kişisel tedirginlikler, özlemler, bunalımlar onun bireysel şiir dünyasını oluştururken, dar toplumsal yorumlara, güncellik mengenesine şiirini sokmadığından hem kendi toplumunu hem de toplumların kesiştiği evrenselliği simgeler.”3

Hatırlayışların şairi

Hatırlayışların belleğine iz düşüren zamanların şairidir Behçet Necatigil.

Bir üst okumada Necatigil şiirini böyle adlandırıp tanımlayabiliriz.

Yaşadığı, şiirlerini yazdığı zamana baktığımızda Necatigil’in aranan şiir/i yazan, aranan/gözler önünde olan bir şair olmadığını gözleriz.

Yani yaşadığı o “dar-alan”ın şairi olmayı bile isteye seçmiştir. İster istemez şiiri de yönün, yönelişin izlerini/izleklerini taşır…

Ama o “dar-alan” şairin dıştan içe dönüşünde bambaşka bir dünya kurmasına da neden olur.

Hilmi Yavuz’un deyimiyle; “Necatigil’in odası dünyadan büyüktür.”4

Necatigil’in duygu tınısı

Onu “kuşaksız” şair kılan, yani hiçbir kanonik yapıya dâhil olmadan şiir yolunu çizmesinde, gene o yaşamsal çevre belirleyicidir. Yani okul-ev-aile, yakın dostluklar.

Şiirini hep içte, bir zaman ve mekânda yazar. Bir bakıma onu besleyen “yer”, yaşanan/nefes alınan “mekân”dır. Dünyaya da oradan açılır. Kendi imgelemini var eden o “küçük yer”; “Dünyadan büyük bu odada hayal gücü görüntünün, imge algının yerini almıştır. “

Evet, başlangıçta tekdüzelik gibi görünse de; “Evin Halleri” şiiri oradaki durumun yansılarını getirir bize:

“Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev. (S. 6 – 7)

Orada yaşayış /oluş/dönüş ve gidiş imgesi vardır. Bir yanıyla dar-alan/ın sesi, öte yanıyla da yaşan/ı/lan/ın tınısı ve özleyişi anlatır. Evet; evlerde başlardı öyküsü, oradan yeryüzüne açılırdı.

Kant’ın Könisberg’den hiç çıkmadığını, şu cümleyi de orada yazdığını düşünün: “Duygulandırmayan kişi, yavandır…”

Necatigil’i o duygu tınısına taşıyan neydi peki?

Saydam duyarlılık, içli söyleyiş

İşte “ Zaman kayması” (Yaz Dönemi, 1963/68) onun bu yanını iyice anlatır:

“Kaynaşır birbirine gün olur zamanlar;
Geçmiş, gelecek birleşir tek kesitte.
Sanki ilk kez yaşarız yaşanmışı dünlerde
Ya da başlar ansızın ta ilerde olacak.” (S. 6-7)

Bu bağlamda şiirinin çağrısı vardır Necatigil’in. Ondaki saydam duyarlılık, içli söyleyiş gelir bize o büyük kentin sanrılı yanlarına dokunarak geçen bir duruşu/duyuşu da anlatır:

“Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.”(Yaz Dönemi, 1963/68, s. 34 – 35)

Şunu diyordu ya öğrencisi Hilmi Yavuz:
“Dünyaya bir şiir okuyormuş gibi bakardı.”5

Yerlerin ve sıkıntıların şairi

Şiirin bilgisindense, duyuşunu yansıtırdı bize. Öne çıkan ses/ritm/ahenkte bulurdunuz bu tınıyı.

Evet, dar zamanların; anların/yerlerin ve sıkıntının şairidir Necatigil.

Hayatın o akışkan yanındaki durallığı seçer, oraya, oradaki medcezire bakar. Hisseder, hissettirir, hislendirir.

Belki de anlatışındaki büyü de bundan gelir:

“Kaplar denizin yüzünü
Unutulmuş uykularda
Şimdi değişmiş kayıp
Şimdi bir başka uzak.” (“Kaplar Denizin Yüzünü”, Eski Toprak, s. 64-65)

Bakışın rengi

Silik, soluk bir bakışla yazmaz şiirini. İmge düzlemindeki yoğunluk; onun yaşanmış kaygılarını da aşıran bir bakışın rengi olarak şiirine biçim verir. Yani, soyutlamayı seçerken de anlatımcıdır Necatigil.

“En uzak hücrelere – dehlizlerde yürür
Sağ sol duruk su ve Mısır mumyaları
O derin sessizliği şimdi anlıyoruz.

Korkunç unutmam düştüm ayaklarına
Ama ne zamandı nasıl hatırlamıyorum
En keskin saatinde caddenin
Geçer gibi trafik ve sert fren.” (İki Başına Yürümek, 1968, s. 18-19)

Şiiri, bir yaşam tanıklığındansa; duyuşun ve dillenişin duyarlılığını yansıtır. Sessiz, derin, içten. İşte sizin o duyarlılıkta bulduğunuzdur hayatın rengi ve sesi. Necatigil, hep bir tınıdadır. Gamını ayarlarken, bir derviş edasındadır sesi sözü.

Aşınan her şeyin karşısındadır sözü. Bugün bizi kuşatması, hatta yer yer sarsalaması da bundan:

“Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıa gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı. “(Eski Toprak, 1956/1965, “Sevgilerde” – s.61)

Necatigil’in şairliğiyle gelen bu esintinin öte yanı ise edebiyatımıza taşıdığı “disiplin”dir. Yani, adanış ve aşılama bilincini öne alarak yazmak…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.

  1. Yüksel Pazarkaya, “Sessiz Döşedi Behçet Necatigil, Çok Az Kimse Geçti Kaldırımı”, Edebiyat ve Eleştiri, Kasım-Aralık 1999, Sayı: 46
  2. Behçet Necatigil, Düzyazılar:2/ Konuşmalar-Konferanslar; 1983, ss.432-433
  3. Doğan Hızlan, Kitaplar Kitabı, 1996, s. 381
  4. Hilmi Yavuz, Belleğin Kuytularından; 2016, Timaş Yay., s.294
  5. Hilmi Yavuz, Belleğin Kuytularından; 2016, Timaş Yay. s.27

Feridun Andaç
Feridun Andaç
Eleştirmen, editör ve yazar. 1954’te Erzurum’da doğdu. Yükseköğrenimini Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. Edebiyat ve karşılaştırmalı edebiyat dersleri verdi. İnceleme, araştırma ve deneme çalışmalarının yanı sıra yazdığı öyküleri ve gezi yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. 2002 yılından itibaren Dünya Kitapları’nın yayın yönetmenliğini üstlendi. Cumhuriyet ve BirGün gazetelerinden sonra hâlen Dünya gazetesinde ve edebiyathaber.net üzerinde yazılarına devam ediyor. Üniversitelerde "Günümüz Türk Edebiyatı", "Kültür Tarihi", "Sanat Tarihi", "Eleştiri Kuramları"; "Yaratıcı Yazarlık" dersleri veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x