28 Ağustos’taki ölüm yıldönümü nedeniyle anılan, hakkında birçok program düzenlenen Şule Yüksel Şenler, İnancını zırh gibi giyinmiş, kılıç gibi kuşandığı kalemi ve hitabetiyle yürek fetheden bir savaşçıydı.
Huzur Sokağı ile edebiyat dünyasını allak bullak etmiş, “Şulebaş”ıyla nicelerine örnek olmuş, ilk yazısıyla yargılanmıştı. Ama hastalıklar, çileler ve yalnızlık onu hiç bırakmadı.
Daha yolun başında fark etmişti; bu yol uzun ve meşakkatliydi. O halde yol hazırlığı olmalıydı. O da bir bavul hazırlar, cezaevi bavulu…
“Biliyorum; bu sistemde, bu derece, Küfrün en azgın zamanı ve ben bu yola baş koyup ilk konferanslara ve yazılarıma başladığımda; ilk olarak, hapishane bavulumu hazırladım, kapının arkasına koydum.
Yani çeyizimden evvel; daha ziyade hapishane giyeceklerim, kullanacaklarım, bütün eşyam bir bavulun içinde ve anneciğime diyordum ki ‘Bak anne, bu benim hapishane çeyizim!’…
Böyle, açık açık İslâm’ın anlatılması çok büyük tepkilere yol açacak.
«İslâm’da kadın» gibi, hele de «tesettür» gibi, «Cıss! Yaklaşma, yanarsın!» gibi mevzular…
Ama ben ne «Cıss!» dinliyorum ne de başka bir şey.
Üstüne üstüne parmak basıyorum; çünkü cerahat tutmuş bir yara gibi halkın içi öyle acıyor.
O kadar bilgisiz bırakılmış, o kadar aşağılık kompleksi içine itilmiş bir davranış içindeler o günlerde.”
Dindar toplumun bir parçası olarak altmışların Türkiye’sini yaşamış, o yılları tecrübe etmiş kadın ve erkeklerin o günleri andıklarında ilk akıllarına gelenlerden biri modern, kentli bir genç kızın Anadolu’nun her köşesini karış karış dolaşması ve kitleleri peşinden sürüklemesidir.
Bu öyle bir sefer, öyle bir yola düşüştür ki gecesi gündüzü, duru durağı, korkusu çekincesi en ufak bir menfaati ve beklentisi yoktur.
Yine öyle bir seferdir ki tek kişilik ordu olarak girdiği şehrin çehresini değiştirir. O geliyor diye kadın erkek kitleler binlercesiyle sel olup akarlar.
Dindar kadının kimliği, duruşu, toplumsal rolleri ve hakları o yıllarda yok sayılan, konuşulmayan bir meseledir. Bu haklar ve ödevler konusu Şule Yüksel tarafından ilahi buyruğun referansıyla ortaya konur, İlahi buyruğun kadını muhatap alışı yeniden hatırlatılır.
Dindar camia kayıtsız kalmaz bu çağrıya ve kadınıyla erkeğiyle şehrin uzak yerinden gelen bu narin zarif davetçiye susamışların suya koşması gibi koşarlar.
Jakobenlere karşı meydan okuyuş
Tepeden inme bir sekülerizm, modernizm dayatması ve dini görünüme tahammülün olmadığı bir dönemde sesini yükseltir.
Siyaset, sanat, edebiyat hemen her alanda aşağılanan, alay edilen, tahkir edilen, ötekileştirilen dindar kesimin itiraz eden, başkaldıran, meydan okuyan, bedel ödeyen sesi olur.
Dindar olmanın “köylü”, “cahil”, dinî yaşantının ise çağ dışı kabul edildiği, katı ideolojik tavırla karşılandığı, baskı ve şiddet uygulandığı bir dönemde bağrından neşet ettiği kesime karşı dindar camianın tam içinden sesini yükseltir.
Yazdığı yazılar merakla beklenen, attığı her adım merkez medya tarafından takip edilen, her konferansı sonrası bir suç duyurusuna yıllar sürecek bir davaya konu olan yürüyüşünü kararlılıkla sürdürür.
İlk olmanın getirdiği tüm zorlukları göğüslemenin, nefretin de teveccühün de bedelini öder. Attığı her adımın, söylediği her sözün bedeli vardır. Öyle ki o ilk gençlik yıllarında biri tarafından sevilmenin, birini sevmenin bedelini dahi ödemiştir.
Birbirlerini severek hayatlarını birleştirme kararı aldıkları nişanlısından babasının verdiği ani bir kararla ayrılmış, verilen karara boyun eğmiş, ama acısını ömrünce içinde tutmuştur.
O gün de “kız, erkek gibi değil”dir. Müslüman kadının dindar kimliğiyle kamusal alanda varoluşunun, görünür olmasının yolunu açmak için kendini adar. Yıllarca susturulmuş Anadolu’nun duygularına tercüman olur ve dindar camiadan hesap soracak birileri arandığında, meydana ilk çıkan “Burdayım, ben varım” diyen olur.
Çok yönlü bir isimdir. Yazılarıyla, konferanslarıyla, kitaplarıyla, modelini kendisinin çizdiği başörtüsü modeliyle tüm Türkiye’de bilinçli Müslüman kadın kimliğinin ilk adımı olan baş örtme biçimiyle pek çok ilke öncülük eder.
Ben ne yapabilirim sorusunun cevabı
Kadınların kamusal alanda, genç kızların üniversitelerde bulunmalarının önünde engel gibi duran baş örtme durumuna günün şartlarına uygun oluşturduğu örtünme biçimiyle çıkış sunar.
Bu örtünme biçimi dindar her kesiminden kabul görür, halk tarafından “Şulebaş” olarak tanımlanır ve bir akım halinde Türkiyeli Müslüman kadınlar tarafından adeta yarışırcasına kullanılır.
İleride hem kendisinde hem peşi sıra gelenlerde bilinçli bir tesettüre giden ilk ve zorlu adımlara öncülük eder. O günlerde onun gibi örtünmek demek bilinçli, kimliğinin farkında, gelenek olduğu için değil, Allah’ın emri olduğu için örtünmek demektir. Bundan dolayıdır ki onun attığı her adım takip edilir, taklit edilir, söylediği her söze sahip çıkılır.
Ezber bozandır
Onu bu denli etkili kılan modern, kentli, dini çağ dışı gören bir ailenin mensubu olmasıdır.
1938 yılında altı kardeşin üçüncüsü olarak dünyaya gelen Şule Yüksel Şenler’in aslen Kıbrıslı olan ailesi modern yaşama uygun, “çağın gereği” olarak gördükleri ne varsa yaşama gayreti içindedirler. Anne babası danslı partilere katılır. Şule’ye ve kız kardeşine dönemin ünlü hocalarından evde müzik dersleri aldırlar.
Sosyal hayatta aktif, siyasi parti çalışmaları olan, evde ülke meseleleri tartışılan, sesli kitap okumalarının yapıldığı, çocukların fikir dünyasıyla titizlikle ilgilenilen bir ailedir.
Bu iklime gözlerini açan Şule Yüksel Şenler, ilk yazılarını on dört yaşında kaleme alır.
Daha sonra Türk Kadınlar Birliği’nin yayını olan İffet Halim Oruz’un yönetimindeki Kadın Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapar.
Ailece fikirlerine şiddetle karşı çıktıkları abisinin telkinleri ile risale okumalarına başlar ve bir sorgulama, arayış dönemine girer. Örtünmeye karar verir.
Mehmet Şevket Eygi’nin haftalık Yeni İstiklal gazetesine gönderdiği ilk yazısı dava konusu olurken ilk mahkemesini, ilk beraatini yaşar ve tüm Türkiye’de başlatacağı ilklerin adımını atmış olur.
Dindar kesim ilk kez başörtülü köşe yazarı ile karşılaşır. İlk kez başörtülü bir kadının konferanslarına tanıklık eder. İlk kez mahkemeden mahkemeye koşan, hapis yatan, ama yılmayan, pes etmeyen, davası uğrunda tehditlere boyun eğmeyen gencecik cesur bir genç kızla karşı karşıya gelirler ve adeta bağırlarına basar, el üstünde tutar bayraklaştırırlar.
Kadın erkek fark etmeksizin kitleri ayağa kaldırmış, etkilemiştir. Pek çok erkek onun romanı, köşe yazısı, konferansıyla bilinçlenmiş, namaza başlamış, öz güven kazanmış olmasına rağmen ağırlıkla kadın kimliği üzerine eğilir ve yıllar içinde çokça sorulur: “Neden Kadın konusu?”
O ise bugün de merakları giderecek şu cevabı vermiştir: “Şule neden kadınlık mevzu? Nisâ taifesinden (hanımlar taifesinden) bulunuşum, hemcinslerimin dert, ıstırap ve psikolojilerini hiçbir erkeğin anlayamayacağı kadar anlamama ve günümüzün en mühim problemi haline gelen bu meselenin müdafaasını yapmama kâfi ve mâkûl bir sebeptir kanaatindeyim.”
Hemcinslerini en iyi anlayacak olmanın getirdiği haklı ve kendinden emin bu çıkış tüm toplumu etkilemiştir. Şule Yüksel Şenler’in sadece yazdıkları değil, tüm yapıp ettikleri insanları etrafında bir araya getirir, peşinden sürükler.
Kürsüye çıkıp içinde yetişmediği bir kesime tam içlerinden seslenebilmiş konferanslarıyla kürsülere, köşe yazılarıyla gazete sütunlarına, ünlü “Huzur Sokağı” eseriyle romana, ilk milli sinema uyarlamasıyla sinemaya, özgün tasarımlarıyla giyim kuşama kendi rengini verir.
Öğretmen Şule Yüksel
Davası uğrunda çileye göğüs germeyi, sabretmeyi, sabrı mücadelesine yoldaş bilmeyi, bedeli ne ise ödemeyi, eyvallah etmemeyi, boyun bükmemeyi ama nezaketi kaybetmemeyi, tevazuyu bir elbise gibi giymeyi öğretir.
İki evlilik gerçekleştirir, ikisinde de yüzü gülmez, ama yüzlerce gencin evlenmesine vesile olur.
Bir madalyonun iki yüzü gibidir hayatı. Bir yüzünde kitleleri hayranlıkla peşinden sürükleyen satır satır bir çığır öyküsünün yazısı, diğer yüzünde özel hayatında hastalıklar, çileler, acılar, yalnızlıklar ve gözyaşlarının hiç gösterilmediği mütebessim çehresiyle bir resim.
Bu ülke insanı için yapıp ettiklerinden dolayı dönemin Cumhurbaşkanı tarafından cezalandırılıp hapse gönderilen Şule Yüksel Şenler’e yine bu ülke insanına yapıp ettiklerinden dolayı bir başka Cumhurbaşkanı tarafından vefa gösterilir. 28 Ağustos 2019’da vefat ettiğinde tabutunu Cumhurbaşkanı taşır, kabrinin başında ilk Kur’an’ınını okur.
Her iki evliliğinden de çok istemesine rağmen bir evlat sahibi olamayan Şule Yüksel Şenler ardında binler, on binlerce manevi evlat bırakır.
Şule Yüksel Şenler ismi bugün sevenlerinin kalplerinde yaşadığı gibi okullarda, üniversite yurtlarında, kültür sanat salonlarında ve bir vakıfta yaşamaya devam etmektedir. Tıpkı adını taşıyan nice kız çocukları gibi.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 31 Ağustos 2023’te yayımlanmıştır.