Türk sinemasının süper kahramanı: Cüneyt Arkın

28 Haziran 2022’de kaybettiğimiz Cüneyt Arkın herkesin sevdiği bir figürdü. Bir stardı. Canlandırdığı tüm karakterler ezilenlerden yanaydı, haksızlıklara karşıydı. Masalsı bir yanı vardı bu karakterlerin. İnsanüstü güçlere sahiptiler. Kaleden kaleye atlıyor, koca bir orduya karşı tek başına savaşıyordu. Bugünün baston yutmuş gibi kasılıp duran aktörlerinden değildi o! Süleyman Kaymaz yazdı.

Bizim kuşağın çocukluk zamanlarının kahramanıydı Cüneyt Arkın. Bunca ilgimizi çekmesinde masallarla, destanlarla büyümemizin etkisi vardı muhakkak. Soyut şeyleri anlayacak çağda değildik; belki de bu yüzden iyilik timsali birinin filmlerde kötüleri dayaktan geçirmesi hoşumuza gidiyordu. Tarihi avantür filmleri izlemekle kalmıyor, onları içselleştiriyorduk da. Tahtadan yonttuğumuz kılıçlarla o zamanların oyun sahaları olan arsalara doluşuyor, birer Battal Gazi, Kara Murat, Malkoçoğlu oluyor, diğer mahallelerin çocuklarını düşman ilan ediyor ve gereğini de yapıyorduk. Her ne kadar günün sonunda büyüklerimizden azar yiyerek asık suratlarla bir kenara çekilsek de kahramandık ya, daha ne isterdik!

Büyüklerimizin de durumu pek iç açıcı sayılmazdı. Delikanlılık çağındakiler Cüneyt Arkın’ın hâl ve hareketlerini taklit ediyor, pencere kenarlarına tüneyen genç kızlar Cüneyt Arkın kadar yakışıklı bir prensin kalplerini çalacağı günü bekliyorlardı. Peki, küçüğüyle büyüğüyle bunca insanı gerçeklikten koparacak kadar etkili bir oyuncu olan Cüneyt Arkın kimdi?

Doktorluktan oyunculuğa uzanan yol

Asıl adı Fahrettin Cüreklibatır. 8 Eylül 1937’de Eskişehir’in Karaçay köyünde doğar. Annesinin adı Halise. Babası Yakup Cüreklibatır, Kurtuluş Savaşı gazisidir. Aile çiftçilikle uğraşır. Tüm çocukluğu tarlada ve çiftlikte geçen Fahrettin, Eskişehir Necatibey İlkokulu’na gider. Eskişehir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanır. 1961’de tıp fakültesinden mezun olur. 1962’de altı aylık mecburi hizmet görevi için Adana’nın Feke kazasındaki bir sağlık ocağında çalışır. Mecburi hizmetin ardından İzmir Sıhhiye Okulu’nda askerlik eğitimi alır. 1963’te tabip teğmen rütbesiyle Hava Kuvvetleri Komutanlığı Eskişehir Hava İkmal Merkezi’ne atanır.

Fahrettin’in hayatının yönünü değiştiren olaylar burada başlar: Göksel Film, pilotların hayatını konu eden Şafak Bekçileri’ni (Halit Refiğ, 1963) çekmek için hava üssüne gelerek set kurar. Filmin başrollerinde Göksel Arsoy, Leyla Sayar ve Ekrem Bora gibi önemli oyuncular vardır. Çekimleri izleyen meraklı subayların arasında bulunan Fahrettin, Halit Refiğ’in dikkatini çeker. Bir görüşmede Halit Refiğ bu karşılaşmayı şöyle anlatır: “Çalışmalarımızı ilgiyle takip eden genç subaylar arasında biri özellikle dikkatimi çekmişti. Son derece düzgün bir fizyonomisi vardı. Subay kıyafeti de kendisine çok yakışıyordu. Bu genç subay Hava Kuvvetleri’nde doktor olarak yedek subaylığını yapan Teğmen Fahrettin Cüreklibatır idi. Filmdeki rollerden birini ona oynatmayı teklif ettim. Kabul etti. Ama Fahrettin’in çok yakışıklı oluşu, Göksel’i sanki rahatsız etti. Onu istemedi. Başka bir doktorla sahneyi çektik.”[1]

Terhis olduktan sonra İstanbul’a dönen Fahrettin, hastanelerde kadro açılmadığı için işsiz kalır. Hava üssünde çekilen filmin oyuncularından olan Leyla Sayar’ı bulur. Sayar onu birkaç film şirketine götürür. Sırım gibi delikanlıyı gören film şirketleri Fahrettin’in ağzına bir parmak bal çalıp türlü vaatlerde bulunurlar. Aldığı övgülerden başka somut karşılığı olmayan bu görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca soluğu Halit Refiğ’in yanında alır. Birlikte Artist Film’in sahibi Recep Ekicigil’e giderler. Vecdi Benerli ve Orhan Özdemir de oradadır. Fahrettin’i çok beğenirler. Recep Ekicigil, sahibi olduğu Artist dergisindeki Sinema Artisti Müsabakası’na girmesini salık verir. Fakat Fahrettin Cüreklibatır ismi bir artist için uygun bir isim değildir. Cüneyt Arkın isminde karar kılınır. Bu ismin konuluş hikâyesinde farklı görüşler vardır. Arkın soy ismi Arkın Kitabevi sahibi Ramazan Arkın’dan kotarılmıştır. Ancak Cüneyt isminin seçilmesi konusunda her kafadan ayrı bir ses çıktığı için üzerinde durmak istemiyorum. Fakat şu anekdotu da eklemek gerekir: Kendi ismini kullanmama nedeni sorulduğunda, “Fahrettin Cüreklibatır hem uzun hem de zor bir isimdi. Başka bir sebebi yok,” der.[2]

En kültürlü jön

Artist dergisi küçük bir röportajla birlikte oyuncu namzedini sunarken şöyle diyor: “İsmi Cüneyt Arkın… Mecmuamızın tertip etmiş olduğu Artist Yarışması’nı kazananlardan… Türk sinemasının belki de en kültürlü jönprömiyesi… Dr. Cüneyt Arkın…”

Artist dergisi haksız sayılmaz. Cüneyt Arkın bir doktor; fakat ötesi de var. Daha küçük bir çocukken sinemaya ilgi duymaya başlar. Fırsat buldukça filmlere gider. Edebiyatın lezzetlerini de çok genç yaşlarda fark eder. Lisede, yakın arkadaşı Yılmaz Büyükerşen’le birlikte duvar gazetesi çıkarırlar. Moliere’in oyunlarını sahneye hazırlarlar ve bizzat da oynarlar. Yine lise çağlarında Sait Faik okur, Orhan Veli şiirlerinin müptelasıdır. Onlara öykünerek yazdığı öykü ve şiirleri arkadaşlarıyla paylaşır. Üniversite yıllarında tanıştığı edebiyat meraklısı gençlerle birlikte Erek adlı tek yapraklık bir dergi çıkarır. Cemal Süreya ile de tanışıp dost oluyorlar.

Süreya bu tanışmayı şöyle anlatıyor: “Cüneyt Arkın’ı adı henüz Fahrettin Cüreklibatır’ken tanımıştım. 1957’de. Eskişehir’de vergi dairesini teftiş ediyordum. Edebiyat ve şiir meraklısı arkadaşlarıyla gelip beni bulmuşlardı. Dostluğumuz daha sonra İstanbul’da sürdü. O zaman tıp öğrencisiydi. Öyküler yazıyordu. Bunlardan birkaçını Ankara’ya, Muzaffer Erdost’a yollamıştım, Pazar Postası’nda yayımlanması için.”[3]

Cemal Süreya’ya rağmen Pazar Postası’nda hiçbir öyküsü yayımlanmaz. Ne de olsa o yıllarda kişilere değil, metne önem verilmektedir! Fahrettin yılmaz, yazmaya devam eder ve sonunda 1960’da, a dergisinin 29. sayısında İnsan Çiti adlı öyküsü yayımlanır. Öykünün yayımlandığı sayı derginin son sayısı olur. 27 Mayıs Darbesi’nden nasibini alan pek çok yayından biridir a dergisi. Bir diğer öyküsü olan Kukla ise 1962’de Dost dergisinin Haziran sayısında yayımlanır.

İlk film: Gurbet Kuşları

Sonunda muradına erer. Halit Refiğ’in yönetmenliğini üstlendiği Gurbet Kuşları (Artist Film, 1963-1964) adlı film için kamera karşısına geçer. Kadroda Tanju Gürsu, Filiz Akın, Sevda Ferdağ, Hüseyin Baradan vardır. Konusu Turgut Özakman’ın Ocak adlı oyunundan alınır; senaryosunda Orhan Kemal çalışır. Büyük şehre göçü anlatan film, gösterime girdiğinde eleştirmenlerin beğenisini toplar. Dikkatle izlendiğinde Cüneyt Arkın’ın ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen kamera karşısındaki rahatlığı, kırk yıllık oyuncular gibi rol kesmesi açıkça görülecektir.

1964: Film setlerinde geçen bir yıl

İlk filmin ardından bir süre işsiz kalır. Ailesi sinema oyunculuğunu tasvip etmiyor, doktorluğu bırakmasını istemiyordur. O günlerde kafası karışıktır. İhtisas yapmayı düşünür; fakat ekonomik sıkıntılar yüzünden film şirketlerine uğrayarak iş aramaya devam eder. Ancak bir teklifte bulunan olmaz.

İhtisas yapmaya karar verdiği sıralarda yapımcılığını ve yönetmenliğini Hulki Saner’in üstlendiği Ayşecik Çıtı Pıtı Kız (1964) adlı filmde oynamak için teklif alır. Sadri Alışık ve Hülya Koçyiğit ile aynı perdeyi paylaşır. Ardından Şoför Nebahat ve Kızı (Süreyya Duru, 1964) filminde rol alır. Bu filmle birlikte iyice tanınır, art arda gelen tüm film tekliflerini kabul eder. O yıl rol aldığı 14 filmin çoğunda romantik jöndür. Sinemaya hızlı bir giriş yapmıştır. Artık seyirci onu benimsemiş, sinema ve magazin dergilerinde röportajları çıkmaya başlamıştır.

Aynı yıl Ertem Eğilmez-Nahit Ataman (Arzu Film) ortaklığında çekilen Gözleri Ömre Bedel (Ülkü Erakalın, 1964) adlı filmde Türkan Şoray, Ekrem Bora ile başrolleri paylaşacak ve ününe ün katacaktır. Ama üzerine yapışan romantik jönlükten memnun değildir: Bir röportajda, “Bıktım romantik jön rolüne çıkmaktan. Yerli filmlerdeki genç adamların ayakları yere basmıyor. Hepsi masal kahramanı… Bir bakışta kızı kendine âşık ediyor. Sonra? Sonrası yok…” diyerek memnuniyetsizliğini belirtir.[4]

Romantik jönlükten aksiyon filmlerine…

Hollywood’un dev film stüdyolarının bize pazarladığı aksiyon filmlerinin Türk seyircisi tarafından ilgiyle karşılanmasını Yeşilçam görmezlikten gelemezdi. Bana göre Cüneyt Arkın’ın bir marka haline gelmesinin nedeni kendine has oyunculuğunu ortaya çıkaran aksiyon filmleridir. Bu tür filmlerde kullanmak için Uzakdoğu sporları yapar, İstanbul’a gelen sirklerde çalışır, cambazlık öğrenir. Vurdulu kırdılı filmlerdeki oyunculuğu o kadar gerçekçidir ki seyirci büyülenir. Sıçrar, parende atar, karşısına dikilenleri yumruklarıyla dize getirir.

Film oynarken tek bir Cüneyt Arkın vardır; fakat film bitiminde yüzlerce Cüneyt Arkın sokaklara dağılıp vakarla evlerine döner.

Acar Film yapımcılığında çekilen Dişi Düşman ve Yakut Gözlü Kedi adlı filmler aksiyon türünde oynadığı ilk filmlerdendir. Siyasi aksiyon filmlerden sayılabilecek Göklerdeki Sevgili’de (Duru Film,1966) yönetmen Remzi Jöntürk ile çalışır. Saydığım filmlerdeki oyunculuğu göz doldurmaktadır. Ancak aksiyon filmlerindeki oyunculuklar melodramlardaki oyunculuklara benzemez: Orhan Aykanat’ın yönettiği Şafakta Üç Kurşun (Çan Film, 1966) adlı filmin bir sahnesinde yüksekten düşer. Sol kolu çıkar ve küçük de bir kırık oluşur. Natuk Baytan’ın yönetmenliğinde çekilen Hacı Murat (And Film, 1967) filminde sahnelerin daha gerçekçi olması için top mermilerine konan barutun ayarı kaçırılınca meydana gelen patlamada ölümden döner. Kolu morarır, eli şişer ve o günü hastanede geçirir.

Tarihi avantür filmler

Ayhan Başoğlu’nun aynı adlı çizgi romanından uyarlanan Malkoçoğlu-Avrupa’yı Titreten Türk (Duru Film, 1966) filminin yönetmeni Süreyya Duru için Cüneyt Arkın biçilmiş kaftandır. Film için sıkı bir çalışmaya giren Arkın, kılıç öğrenir; uzun, yüksek ve sırıkla atlama gibi performans isteyen sporlar yapar. Film gösterime girdiğinde seyirci akınına uğrar. Böyle fırsat kaçmaz elbette; dizi hâline getirilir: Malkoçoğlu-Krallara Karşı (1967), Malkoçoğlu-Kara Korsan (1968), Malkoçoğlu-Akıncılar Geliyor (1969), Malkoçoğlu-Cem Sultan (1970), Malkoçoğlu-Ölüm Fedaileri (1971).

Bu türe, yine dizi hâline getirilen Battal Gazi (Uğur Film, 1972-1974) ve bazı bölümleri İtalya-İran ortaklıklarında çekilen Kara Murat (Erler Film, 1972-1978) örnek verilebilir. İki film dizisinin de yönetmenliğini Natuk Baytan üstlenmiştir. Cüneyt Arkın’ın oynadığı tarihi avantür filmler Dede Korkut hikâyelerini anımsatan destansı kahramanlıklar barındırır; Türk-İslam sentezinin izlerini taşır.

Politik filmler

Türkiye’de 70’lerin ortalarında baş gösteren siyasi istikrarsızlığın neden olduğu anarşiyi ve politikayı çıkarlarına alet edenleri konu alan Cemil (Gülgen Film, 1975), bana göre Türk sinemasının en politik filmlerindendir. Dönemin siyasi kargaşası göz önünde tutulduğunda filmin ne derece önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Birtakım postmodern yaklaşımlarla türlü belirsizlikleri sanat filmi adına pompalayanlar ve yine türlü bayağılıklarla dolu günübirlik filmlerden medet umarak sinema sanatını dibe çekenler, düştükleri durumlara rağmen bugün Yeşilçam’a bıyık altından gülmekten geri durmuyorlar.

Cemil filmi politik repliklerle örülü cesur bir yapımdır. Bu yönüyle günümüz sineması için birkaç beden büyük geleceği kesin! Politik içeriği yüzünden sansüre takılan filmin yapımcısı ve yönetmeni olan Melih Gülgen dönemin DGM’sinde yargılanır. Halkçı bir söylemi olan film gösterime girdiğinde bazı kesimler tarafından tehditlere maruz kalmasına rağmen büyük bir gişe sağlar. Devam niteliğinde çekilen Cemil Dönüyor (Gülgen Film, 1977) adlı film de ilk film kadar ilgi çeker.

Dikkat çekici bir diğer politik film de Maden’dir (Maden Film, 1978). Sınıf bilincinin arttığı bir dönemde çekilmesi, dönemin sinema anlayışının o günün sorunlarına ilgisiz kalmadığını gösterir.

Yine sınıfsal farklılıkların ele alındığı; politikacıların burjuva ile dirsek temasının eleştirildiği bir film olan Vatandaş Rıza’da  (Malkoç Film, 1979)  hem oyuncu hem de yönetmendir Cüneyt Arkın. Sırtını politikacılara dayayan bir zengine karşı hakkını savunan Rıza, vatandaşlık haklarını sonuna kadar kullandığı hâlde sesini duyuramayınca bir meydandaki Atatürk anıtı önünde açlık grevine başlar. Film boyunca haklar ve özgürlüklerle ilgili söylemler çok yerindedir. Maalesef bu film de sansüre uğrar.

Politik filmlere son örnek olarak Öğretmen Kemal’i (Murat Film, 1981) anmak istiyorum. Cumhuriyet neferi bir köy öğretmeninin taassuplara karşı savaşını anlatan film, Cumhuriyet’e ve onun sağladığı değerlere bir atıf niteliğindedir.

Dünyayı kurtarıp yapımcıyı batıran adam: Cüneyt Arkın

Yapımcılığını Mehmet Karahafız’ın üstlendiği fantastik bir bilimkurgu olan Dünyayı Kurtaran Adam (Anıt Ticaret, 1982) filmi akla geldiğinde gülümsememek elde değil. İnanmayacaksınız belki; fakat bir Türk işi Star Wars (Yıldız Savaşları) sayılan film yurtdışında, özellikle Amerika’da pek tutulan bir kült filmdir. Cüneyt Arkın neredeyse tüm röportajlarında bu filmle ilgili sorulara muzipçe gülüyor ve  “Ben dünyayı kurtardım, ama yapımcıyı batırdım,” diyor.

Baştan sona mantık hatalarıyla örülü olan film, absürt filmler arasında hayli önemli bir yere sahip. Cüneyt Arkın bazı televizyon röportajlarında Amerikan film endüstrisinin dayattığı filmlerle dalga geçtiklerini söylüyor. Eh! Öyle diyorsa öyledir; ne de olsa senaryo kendisinindir. İnsan senaryosunu yazıp oynadığı filmi bilmez mi? Bilir elbette!

Uzun lafın kısası

60’lı yılların başında başlayan kariyerinde melodramlardan aksiyona, tarihi avantürlerden western filmlerine kadar neredeyse sinemanın tüm türlerinde boy göstermiş bir aktördü Cüneyt Arkın. Senaryo yazdı, yapımcılık ve yönetmenlik yaptı. Ortak yapımlarda yer aldığı filmler yurt dışında da ilgi gördü. İran’da Fahrettin Arkın, İtalya’da Steve Arkin, Avrupa’da George Arkin, Uzakdoğu’da Lee Arkin olarak bilindi.

Onu hakkıyla anlatmaya bu yazının sınırları yetmez.

Ruhu şad olsun.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Haziran 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Bozkırın Ortasında Bir Dünya, Ali Can Sekmeç, Cüneyt Arkın, İBB Yayınları, 2023, s. 44

[2] Benim Kahramanım Türk Halkıdır, Cüneyt Arkın, Kırmızı Kedi Yayınları, 2022, s. 137

[3] Birinci Balkon, Cemal Süreya, Adını Unutan Adam, Cüneyt Arkın, Kabalcı Yayınevi, 2001, s. 237

[4] Romantizme Elveda, Ses dergisi, Haziran 1965

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türk sinemasının süper kahramanı: Cüneyt Arkın

28 Haziran 2022’de kaybettiğimiz Cüneyt Arkın herkesin sevdiği bir figürdü. Bir stardı. Canlandırdığı tüm karakterler ezilenlerden yanaydı, haksızlıklara karşıydı. Masalsı bir yanı vardı bu karakterlerin. İnsanüstü güçlere sahiptiler. Kaleden kaleye atlıyor, koca bir orduya karşı tek başına savaşıyordu. Bugünün baston yutmuş gibi kasılıp duran aktörlerinden değildi o! Süleyman Kaymaz yazdı.

Bizim kuşağın çocukluk zamanlarının kahramanıydı Cüneyt Arkın. Bunca ilgimizi çekmesinde masallarla, destanlarla büyümemizin etkisi vardı muhakkak. Soyut şeyleri anlayacak çağda değildik; belki de bu yüzden iyilik timsali birinin filmlerde kötüleri dayaktan geçirmesi hoşumuza gidiyordu. Tarihi avantür filmleri izlemekle kalmıyor, onları içselleştiriyorduk da. Tahtadan yonttuğumuz kılıçlarla o zamanların oyun sahaları olan arsalara doluşuyor, birer Battal Gazi, Kara Murat, Malkoçoğlu oluyor, diğer mahallelerin çocuklarını düşman ilan ediyor ve gereğini de yapıyorduk. Her ne kadar günün sonunda büyüklerimizden azar yiyerek asık suratlarla bir kenara çekilsek de kahramandık ya, daha ne isterdik!

Büyüklerimizin de durumu pek iç açıcı sayılmazdı. Delikanlılık çağındakiler Cüneyt Arkın’ın hâl ve hareketlerini taklit ediyor, pencere kenarlarına tüneyen genç kızlar Cüneyt Arkın kadar yakışıklı bir prensin kalplerini çalacağı günü bekliyorlardı. Peki, küçüğüyle büyüğüyle bunca insanı gerçeklikten koparacak kadar etkili bir oyuncu olan Cüneyt Arkın kimdi?

Doktorluktan oyunculuğa uzanan yol

Asıl adı Fahrettin Cüreklibatır. 8 Eylül 1937’de Eskişehir’in Karaçay köyünde doğar. Annesinin adı Halise. Babası Yakup Cüreklibatır, Kurtuluş Savaşı gazisidir. Aile çiftçilikle uğraşır. Tüm çocukluğu tarlada ve çiftlikte geçen Fahrettin, Eskişehir Necatibey İlkokulu’na gider. Eskişehir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanır. 1961’de tıp fakültesinden mezun olur. 1962’de altı aylık mecburi hizmet görevi için Adana’nın Feke kazasındaki bir sağlık ocağında çalışır. Mecburi hizmetin ardından İzmir Sıhhiye Okulu’nda askerlik eğitimi alır. 1963’te tabip teğmen rütbesiyle Hava Kuvvetleri Komutanlığı Eskişehir Hava İkmal Merkezi’ne atanır.

Fahrettin’in hayatının yönünü değiştiren olaylar burada başlar: Göksel Film, pilotların hayatını konu eden Şafak Bekçileri’ni (Halit Refiğ, 1963) çekmek için hava üssüne gelerek set kurar. Filmin başrollerinde Göksel Arsoy, Leyla Sayar ve Ekrem Bora gibi önemli oyuncular vardır. Çekimleri izleyen meraklı subayların arasında bulunan Fahrettin, Halit Refiğ’in dikkatini çeker. Bir görüşmede Halit Refiğ bu karşılaşmayı şöyle anlatır: “Çalışmalarımızı ilgiyle takip eden genç subaylar arasında biri özellikle dikkatimi çekmişti. Son derece düzgün bir fizyonomisi vardı. Subay kıyafeti de kendisine çok yakışıyordu. Bu genç subay Hava Kuvvetleri’nde doktor olarak yedek subaylığını yapan Teğmen Fahrettin Cüreklibatır idi. Filmdeki rollerden birini ona oynatmayı teklif ettim. Kabul etti. Ama Fahrettin’in çok yakışıklı oluşu, Göksel’i sanki rahatsız etti. Onu istemedi. Başka bir doktorla sahneyi çektik.”[1]

Terhis olduktan sonra İstanbul’a dönen Fahrettin, hastanelerde kadro açılmadığı için işsiz kalır. Hava üssünde çekilen filmin oyuncularından olan Leyla Sayar’ı bulur. Sayar onu birkaç film şirketine götürür. Sırım gibi delikanlıyı gören film şirketleri Fahrettin’in ağzına bir parmak bal çalıp türlü vaatlerde bulunurlar. Aldığı övgülerden başka somut karşılığı olmayan bu görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca soluğu Halit Refiğ’in yanında alır. Birlikte Artist Film’in sahibi Recep Ekicigil’e giderler. Vecdi Benerli ve Orhan Özdemir de oradadır. Fahrettin’i çok beğenirler. Recep Ekicigil, sahibi olduğu Artist dergisindeki Sinema Artisti Müsabakası’na girmesini salık verir. Fakat Fahrettin Cüreklibatır ismi bir artist için uygun bir isim değildir. Cüneyt Arkın isminde karar kılınır. Bu ismin konuluş hikâyesinde farklı görüşler vardır. Arkın soy ismi Arkın Kitabevi sahibi Ramazan Arkın’dan kotarılmıştır. Ancak Cüneyt isminin seçilmesi konusunda her kafadan ayrı bir ses çıktığı için üzerinde durmak istemiyorum. Fakat şu anekdotu da eklemek gerekir: Kendi ismini kullanmama nedeni sorulduğunda, “Fahrettin Cüreklibatır hem uzun hem de zor bir isimdi. Başka bir sebebi yok,” der.[2]

En kültürlü jön

Artist dergisi küçük bir röportajla birlikte oyuncu namzedini sunarken şöyle diyor: “İsmi Cüneyt Arkın… Mecmuamızın tertip etmiş olduğu Artist Yarışması’nı kazananlardan… Türk sinemasının belki de en kültürlü jönprömiyesi… Dr. Cüneyt Arkın…”

Artist dergisi haksız sayılmaz. Cüneyt Arkın bir doktor; fakat ötesi de var. Daha küçük bir çocukken sinemaya ilgi duymaya başlar. Fırsat buldukça filmlere gider. Edebiyatın lezzetlerini de çok genç yaşlarda fark eder. Lisede, yakın arkadaşı Yılmaz Büyükerşen’le birlikte duvar gazetesi çıkarırlar. Moliere’in oyunlarını sahneye hazırlarlar ve bizzat da oynarlar. Yine lise çağlarında Sait Faik okur, Orhan Veli şiirlerinin müptelasıdır. Onlara öykünerek yazdığı öykü ve şiirleri arkadaşlarıyla paylaşır. Üniversite yıllarında tanıştığı edebiyat meraklısı gençlerle birlikte Erek adlı tek yapraklık bir dergi çıkarır. Cemal Süreya ile de tanışıp dost oluyorlar.

Süreya bu tanışmayı şöyle anlatıyor: “Cüneyt Arkın’ı adı henüz Fahrettin Cüreklibatır’ken tanımıştım. 1957’de. Eskişehir’de vergi dairesini teftiş ediyordum. Edebiyat ve şiir meraklısı arkadaşlarıyla gelip beni bulmuşlardı. Dostluğumuz daha sonra İstanbul’da sürdü. O zaman tıp öğrencisiydi. Öyküler yazıyordu. Bunlardan birkaçını Ankara’ya, Muzaffer Erdost’a yollamıştım, Pazar Postası’nda yayımlanması için.”[3]

Cemal Süreya’ya rağmen Pazar Postası’nda hiçbir öyküsü yayımlanmaz. Ne de olsa o yıllarda kişilere değil, metne önem verilmektedir! Fahrettin yılmaz, yazmaya devam eder ve sonunda 1960’da, a dergisinin 29. sayısında İnsan Çiti adlı öyküsü yayımlanır. Öykünün yayımlandığı sayı derginin son sayısı olur. 27 Mayıs Darbesi’nden nasibini alan pek çok yayından biridir a dergisi. Bir diğer öyküsü olan Kukla ise 1962’de Dost dergisinin Haziran sayısında yayımlanır.

İlk film: Gurbet Kuşları

Sonunda muradına erer. Halit Refiğ’in yönetmenliğini üstlendiği Gurbet Kuşları (Artist Film, 1963-1964) adlı film için kamera karşısına geçer. Kadroda Tanju Gürsu, Filiz Akın, Sevda Ferdağ, Hüseyin Baradan vardır. Konusu Turgut Özakman’ın Ocak adlı oyunundan alınır; senaryosunda Orhan Kemal çalışır. Büyük şehre göçü anlatan film, gösterime girdiğinde eleştirmenlerin beğenisini toplar. Dikkatle izlendiğinde Cüneyt Arkın’ın ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen kamera karşısındaki rahatlığı, kırk yıllık oyuncular gibi rol kesmesi açıkça görülecektir.

1964: Film setlerinde geçen bir yıl

İlk filmin ardından bir süre işsiz kalır. Ailesi sinema oyunculuğunu tasvip etmiyor, doktorluğu bırakmasını istemiyordur. O günlerde kafası karışıktır. İhtisas yapmayı düşünür; fakat ekonomik sıkıntılar yüzünden film şirketlerine uğrayarak iş aramaya devam eder. Ancak bir teklifte bulunan olmaz.

İhtisas yapmaya karar verdiği sıralarda yapımcılığını ve yönetmenliğini Hulki Saner’in üstlendiği Ayşecik Çıtı Pıtı Kız (1964) adlı filmde oynamak için teklif alır. Sadri Alışık ve Hülya Koçyiğit ile aynı perdeyi paylaşır. Ardından Şoför Nebahat ve Kızı (Süreyya Duru, 1964) filminde rol alır. Bu filmle birlikte iyice tanınır, art arda gelen tüm film tekliflerini kabul eder. O yıl rol aldığı 14 filmin çoğunda romantik jöndür. Sinemaya hızlı bir giriş yapmıştır. Artık seyirci onu benimsemiş, sinema ve magazin dergilerinde röportajları çıkmaya başlamıştır.

Aynı yıl Ertem Eğilmez-Nahit Ataman (Arzu Film) ortaklığında çekilen Gözleri Ömre Bedel (Ülkü Erakalın, 1964) adlı filmde Türkan Şoray, Ekrem Bora ile başrolleri paylaşacak ve ününe ün katacaktır. Ama üzerine yapışan romantik jönlükten memnun değildir: Bir röportajda, “Bıktım romantik jön rolüne çıkmaktan. Yerli filmlerdeki genç adamların ayakları yere basmıyor. Hepsi masal kahramanı… Bir bakışta kızı kendine âşık ediyor. Sonra? Sonrası yok…” diyerek memnuniyetsizliğini belirtir.[4]

Romantik jönlükten aksiyon filmlerine…

Hollywood’un dev film stüdyolarının bize pazarladığı aksiyon filmlerinin Türk seyircisi tarafından ilgiyle karşılanmasını Yeşilçam görmezlikten gelemezdi. Bana göre Cüneyt Arkın’ın bir marka haline gelmesinin nedeni kendine has oyunculuğunu ortaya çıkaran aksiyon filmleridir. Bu tür filmlerde kullanmak için Uzakdoğu sporları yapar, İstanbul’a gelen sirklerde çalışır, cambazlık öğrenir. Vurdulu kırdılı filmlerdeki oyunculuğu o kadar gerçekçidir ki seyirci büyülenir. Sıçrar, parende atar, karşısına dikilenleri yumruklarıyla dize getirir.

Film oynarken tek bir Cüneyt Arkın vardır; fakat film bitiminde yüzlerce Cüneyt Arkın sokaklara dağılıp vakarla evlerine döner.

Acar Film yapımcılığında çekilen Dişi Düşman ve Yakut Gözlü Kedi adlı filmler aksiyon türünde oynadığı ilk filmlerdendir. Siyasi aksiyon filmlerden sayılabilecek Göklerdeki Sevgili’de (Duru Film,1966) yönetmen Remzi Jöntürk ile çalışır. Saydığım filmlerdeki oyunculuğu göz doldurmaktadır. Ancak aksiyon filmlerindeki oyunculuklar melodramlardaki oyunculuklara benzemez: Orhan Aykanat’ın yönettiği Şafakta Üç Kurşun (Çan Film, 1966) adlı filmin bir sahnesinde yüksekten düşer. Sol kolu çıkar ve küçük de bir kırık oluşur. Natuk Baytan’ın yönetmenliğinde çekilen Hacı Murat (And Film, 1967) filminde sahnelerin daha gerçekçi olması için top mermilerine konan barutun ayarı kaçırılınca meydana gelen patlamada ölümden döner. Kolu morarır, eli şişer ve o günü hastanede geçirir.

Tarihi avantür filmler

Ayhan Başoğlu’nun aynı adlı çizgi romanından uyarlanan Malkoçoğlu-Avrupa’yı Titreten Türk (Duru Film, 1966) filminin yönetmeni Süreyya Duru için Cüneyt Arkın biçilmiş kaftandır. Film için sıkı bir çalışmaya giren Arkın, kılıç öğrenir; uzun, yüksek ve sırıkla atlama gibi performans isteyen sporlar yapar. Film gösterime girdiğinde seyirci akınına uğrar. Böyle fırsat kaçmaz elbette; dizi hâline getirilir: Malkoçoğlu-Krallara Karşı (1967), Malkoçoğlu-Kara Korsan (1968), Malkoçoğlu-Akıncılar Geliyor (1969), Malkoçoğlu-Cem Sultan (1970), Malkoçoğlu-Ölüm Fedaileri (1971).

Bu türe, yine dizi hâline getirilen Battal Gazi (Uğur Film, 1972-1974) ve bazı bölümleri İtalya-İran ortaklıklarında çekilen Kara Murat (Erler Film, 1972-1978) örnek verilebilir. İki film dizisinin de yönetmenliğini Natuk Baytan üstlenmiştir. Cüneyt Arkın’ın oynadığı tarihi avantür filmler Dede Korkut hikâyelerini anımsatan destansı kahramanlıklar barındırır; Türk-İslam sentezinin izlerini taşır.

Politik filmler

Türkiye’de 70’lerin ortalarında baş gösteren siyasi istikrarsızlığın neden olduğu anarşiyi ve politikayı çıkarlarına alet edenleri konu alan Cemil (Gülgen Film, 1975), bana göre Türk sinemasının en politik filmlerindendir. Dönemin siyasi kargaşası göz önünde tutulduğunda filmin ne derece önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Birtakım postmodern yaklaşımlarla türlü belirsizlikleri sanat filmi adına pompalayanlar ve yine türlü bayağılıklarla dolu günübirlik filmlerden medet umarak sinema sanatını dibe çekenler, düştükleri durumlara rağmen bugün Yeşilçam’a bıyık altından gülmekten geri durmuyorlar.

Cemil filmi politik repliklerle örülü cesur bir yapımdır. Bu yönüyle günümüz sineması için birkaç beden büyük geleceği kesin! Politik içeriği yüzünden sansüre takılan filmin yapımcısı ve yönetmeni olan Melih Gülgen dönemin DGM’sinde yargılanır. Halkçı bir söylemi olan film gösterime girdiğinde bazı kesimler tarafından tehditlere maruz kalmasına rağmen büyük bir gişe sağlar. Devam niteliğinde çekilen Cemil Dönüyor (Gülgen Film, 1977) adlı film de ilk film kadar ilgi çeker.

Dikkat çekici bir diğer politik film de Maden’dir (Maden Film, 1978). Sınıf bilincinin arttığı bir dönemde çekilmesi, dönemin sinema anlayışının o günün sorunlarına ilgisiz kalmadığını gösterir.

Yine sınıfsal farklılıkların ele alındığı; politikacıların burjuva ile dirsek temasının eleştirildiği bir film olan Vatandaş Rıza’da  (Malkoç Film, 1979)  hem oyuncu hem de yönetmendir Cüneyt Arkın. Sırtını politikacılara dayayan bir zengine karşı hakkını savunan Rıza, vatandaşlık haklarını sonuna kadar kullandığı hâlde sesini duyuramayınca bir meydandaki Atatürk anıtı önünde açlık grevine başlar. Film boyunca haklar ve özgürlüklerle ilgili söylemler çok yerindedir. Maalesef bu film de sansüre uğrar.

Politik filmlere son örnek olarak Öğretmen Kemal’i (Murat Film, 1981) anmak istiyorum. Cumhuriyet neferi bir köy öğretmeninin taassuplara karşı savaşını anlatan film, Cumhuriyet’e ve onun sağladığı değerlere bir atıf niteliğindedir.

Dünyayı kurtarıp yapımcıyı batıran adam: Cüneyt Arkın

Yapımcılığını Mehmet Karahafız’ın üstlendiği fantastik bir bilimkurgu olan Dünyayı Kurtaran Adam (Anıt Ticaret, 1982) filmi akla geldiğinde gülümsememek elde değil. İnanmayacaksınız belki; fakat bir Türk işi Star Wars (Yıldız Savaşları) sayılan film yurtdışında, özellikle Amerika’da pek tutulan bir kült filmdir. Cüneyt Arkın neredeyse tüm röportajlarında bu filmle ilgili sorulara muzipçe gülüyor ve  “Ben dünyayı kurtardım, ama yapımcıyı batırdım,” diyor.

Baştan sona mantık hatalarıyla örülü olan film, absürt filmler arasında hayli önemli bir yere sahip. Cüneyt Arkın bazı televizyon röportajlarında Amerikan film endüstrisinin dayattığı filmlerle dalga geçtiklerini söylüyor. Eh! Öyle diyorsa öyledir; ne de olsa senaryo kendisinindir. İnsan senaryosunu yazıp oynadığı filmi bilmez mi? Bilir elbette!

Uzun lafın kısası

60’lı yılların başında başlayan kariyerinde melodramlardan aksiyona, tarihi avantürlerden western filmlerine kadar neredeyse sinemanın tüm türlerinde boy göstermiş bir aktördü Cüneyt Arkın. Senaryo yazdı, yapımcılık ve yönetmenlik yaptı. Ortak yapımlarda yer aldığı filmler yurt dışında da ilgi gördü. İran’da Fahrettin Arkın, İtalya’da Steve Arkin, Avrupa’da George Arkin, Uzakdoğu’da Lee Arkin olarak bilindi.

Onu hakkıyla anlatmaya bu yazının sınırları yetmez.

Ruhu şad olsun.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Haziran 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Bozkırın Ortasında Bir Dünya, Ali Can Sekmeç, Cüneyt Arkın, İBB Yayınları, 2023, s. 44

[2] Benim Kahramanım Türk Halkıdır, Cüneyt Arkın, Kırmızı Kedi Yayınları, 2022, s. 137

[3] Birinci Balkon, Cemal Süreya, Adını Unutan Adam, Cüneyt Arkın, Kabalcı Yayınevi, 2001, s. 237

[4] Romantizme Elveda, Ses dergisi, Haziran 1965

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x