Turgut Uyar – Neonlar ve teoriler

Eliot uyarır, “Hiçbir şair, hiçbir sanatçı kendi anlamını tek başına yaratmaz” diye. Turgut Uyar’ın başlangıcını hatırlayalım. Arzıhal ve Türkiyem, sonraki gelişimi olmasa dönülüp bakılacak kitaplar mıdır? Peki, sonrasında ne oldu da Turgut Uyar oldu? W. B. Bayrıl yazdı.

Okur bağışlasın, yazıya bir anıyla başlamam gerekiyor. Zira bu anı, sonra kurulan yazı hayatımda beni bir eşiğe taşıyan benzersiz (!) bir ilk deneyimden kaynaklanıyor.

Yetmiş altı yazında; ergenlik, hormonlar ve elbette yakıcı bir ilk aşkın başıma vurduğu çok sıcak bir yazın bunaltan ikliminde, manik bir enerjiyle, kendimi kaybedercesine şiir okumaya başlamıştım. Romanlar, hikâyeler ve düzyazılardan şiirin kaotik dünyasına keskin bir geçiş. Duygular, duyuşlar ve deyişler sağanağına benliğimi tam bir açış hali.

Bendeki bu yeni hali fark eden, babamın sevgili bir arkadaşı, o geniş kütüphanesinde okuyacak kitap ararken bir rafı işaret etti. Yan yana dizilmiş yedi sekiz kitap. Aldım, kendisine uzattım. Kitapları masasının üzerine yaydı. “Bunlara bir bak, belki erken ama, yine de bir bak” dedi. Belleğim beni yanıltmıyorsa eğer Üvercinka, mısırkalyoniğne, Dünyanın En Güzel Arabistanı, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı ve Petrol, Kınar Hanımın Denizleri, Bakışsız Bir Kedi Kara, Soğuk Otların Altında adını taşıyan kitaplardı bunlar. Belki birkaç kitap daha. Hevesle, iştahla okumaya başladım arka arkaya. Ve şok! Belli belirsiz bir şeyler sezer gibi olsam da hiçbir şey anlayamıyordum. Geçmiyordu bana bu şiirler. Bir engele çarpmıştım.

Şair burada ne demek istemiş?

Opak/geçirimsiz, benim bildiğim anlamda bildirişimi gerçekleştirmeyen ya da öteleyen yapıtlardı bunlar. Tercüme edemediğim, daha önce bilmediğim, maruz kalmadığım bir dil’e, dil katmanına rastlamıştım. Hani o ünlü “şair burada ne demek istemiş” sorusuna yanıt vermeyen, bu soruyu sürekli sabote eden başka bir duyuş ve deyiş katmanı vardı karşımda.

İlerleyen yıllarda İstanbul, Güzel Sanatlar Akademisi öğrenciliğim, tutkuyla süren şiir görgü ve bilgimi artırma çabalarım sonunda II. Yeni şairlerine nüfuz etmeyi öğrenmiş olsam da ilk deneyimin verdiği o benzersiz bulanık haz bende sürüp gitti. Şimdi Cemal, Edip ve Turgut’un yaşlarını geçmiş bir “genç şair” olarak, elbette başkalarının da katkılarıyla Türkçe şiirde onların yarattıkları modernist dalganın üzerinde surf yapıyoruz hepimiz. Benim kuşağım ve sonrakiler…

Oysa Eliot uyarmıştı yüzyılın başlarında: “Hiçbir şair, hiçbir sanatçı kendi anlamını tek başına yaratmaz” diye. Haklıdır. Uyar’ın başlangıcını hatırlayalım. Ortalamadır başlangıcı. Ne Arzıhal ne de Türkiyem yani ilk kitapları, sonraki gelişimi olmasa dönülüp bakılacak kitaplar değildir. Bu iki kitaptan sonra Uyar şiiri bıraksa, hatırlanır mıydı? Birkaç şiiri belki sığınacak bir antoloji bulurdu. Emin değilim.

Fakat bin dokuz yüz ellilerin başında beklenmedik bir şey olur. Yeni bir şiirsel kımıldayış. İkinci Dünya Savaşı bitmiş, I. Yeni’nin ironisi pörsümüş, tek parti rejimi dönüşmüş, ekonomi ve günlük hayat yeni veçhelere bürünmeye başlamıştır. Şehir yaşantısı, bireyselliği kışkırtan metaların büyük akışı, modalar, iletişimin genişlemesi, eğlence sektörünün parlaması, sivil hayatın canlanması, toplumsallığın yeni uyaranlar tarafından yeni bir dil, yeni bir duyuş tarzına alan açan bir kavrayışa ulaşmasını kışkırtan gelişmeler birbiri ardına gelmiştir. Bu tür değişimler Türkçe edebiyatta genellikle ilk kez şairler tarafından fark edilir ve yazıya geçirilir. Aynı şey tekrarlanır, fakat sadece şiirde değil, bu kez Türkçe düzyazıda da eş zamanlı olarak bu değişim yaşanır. Ellili yılların öykücülüğü ya da düzyazısı da bu değişimden etkilenmiştir.

Bir işaret fişeği gibi

Yirmili yaşlardaki Cemal Süreya’nın “Şarkısı Beyaz” (Mülkiye, 8 Ocak 1953) ve sonrasında ona dikkatleri çeken ve hala da etkisini yitirmeyen “Gül” (Yeditepe, Haziran 1954) başlıklı şiirleri yayınlanmıştır. Bir işaret fişeği gibi. Ardından her şey sökün eder.

1959’da Dünyanın En Güzel Arabistanı yayınlandığında artık II. Yeni adı konmuş, oluşturucu ve sürdürücü şairleri belirmiş, hayran, muarız ve düşmanları oluşmuş durumdadır. Bundan sonrası her II. Yeni şairinin kendiliğinden yükselen bu yeni dalganın üzerinden kendi kişilik ve şiirlerini oluşturma ve ayrıştırma çabasına doğru gelişir.

Cansever’in phoenix’i gibi Uyar’ın her hamlede kendini yıkıp yeniden kuran tecahülü arifane “acemiliği”, İlhan Berk’in yatışmaz arayışçılığı, Ece Ayhan’ın ilk iki kitabında uyuyan negatif tarihçiliği farklı yönlere gider. Bundan sonrası bu şairlerin birbirlerine sık sık bakarak da olsa ayrışma ve yeni bir şiirsel özne ve gövdeye doğru gelişen bireysel maceralarıdır. Hepsinin kendi kapsama alanları, farklı tematik ağırlık noktaları vardır.

Dünyanın En Güzel Arabistanı, Uyar’ın çok katmanlı, çok sesli, alabildiğine yoğun, anlatısallığı çekinmeden Türkçenin şiirsel formlarından biri haline getiren, imge kullanımında bağdaştırımların işaret işlevini sürekli kesintiye uğrayan ilk büyük yapıtıdır. Bir anlamda sonraki kitaplarına bağlanabilecek poetik omurganın kuruluş yapıtıdır.

Kapitone noktaları

Uyar büyük çıkışını Tütünler Islak ile sürdürür. Kendisi hiçbir zaman ilk iki kitabını (Cansever ve İlhan Berk gibi) reddetmemiş olsa da izleyen Her Pazartesi, Divan, Toplandılar, Kayayı Delen İncir onun şiirinin temel yönelimlerini içeren, değişim ve gelişiminin ‘kapitone noktalarını’ oluşturan yapıtlardır.

Uyar şiirinin çoğunlukla kendi kendine konuşan anlatıcı öznesi önce bir dizi izlenim yığar önümüze. Bazen soyut, genellikle de bağlantıları bir görünüp kaybolan birbiri üstüne binmiş görüntülerdir bunlar. İnsani durumlar, bu imge yığınının içinden belirir. Duygular ve hissizleşme, çıkmazlar ve kararsızlıklar, toplumsal ağın içinde kuşatılmış ve bunalmış bireyin her türlü insani hali de boy verir orada. Şiirinde yer alan ve kimi zaman envanterciliğe varan nesnelere yönelik dikkat enerjisi de ayrı bir önem taşır. Nesneler, Uyar’ın kurduğu dilsel aygıtın içinden geçerek zihinsel varoluşlarını, çağrışım ve işaret işlevlerinin katmanlaşmasını sağlar.

İlginç bir saptama yapar Foucault Kelimeler ve Şeyler’de “… hangi türden olurlarsa olsunlar, bütün kelimeler uyku hâlindeki adlardır: fiiller, sıfat adları olmak fiiline bağlanmışlardır; bağlaçlar ve edatlar artık hareketsiz olan jestlerin adlarıdırlar; ad çekimleri ve fiil çekimleri emilmiş adlardan başka bir şey değillerdir. Kelimeler şimdi açılabilirler ve kendilerine bırakılmış olan bütün adların uçuşunu serbest bırakabilirler.” Uyar’ın adlar, sıfatlar, fiiller ve en çok da dirimsellik çağrıştıran kelimelerine yeni bir açıdan bakmamızı sağlayabilir belki bu saptama. Uyar’ın ilk iki kitabındaki kelime kadrosunu neredeyse tamamen tasfiye etmesinin bir nedeni de, belki bu “kelimeleri uyku halinden” azat etme sezgisiyle birleşen, güncel ve henüz olağan konuşma diline yerleşmemiş TDK kelimelerine farklı bir mekân, özgül bir derinlik kazandırarak yeni ve diri bir dil icat etme ihtirasıyla birlikte düşünülmelidir.

Böylece kurulan çokanlamlı yapılar, metnin ritim, vurgu ve jestlerinin kendilerine ait açılıp kapanma, kendi üstüne kıvrılma, opaklaşma niteliklerini belirler. Gösterilenler sürekli kayar. Anlam ve söylem alanı, katmanları çoğullaşır.

Karanlık neşe

Öte yandan Marxgil iki kavram, metalar ve yabancılaşma iki büyük hat oluşturur Uyar’ın şiirinde. Ek olarak negatif, ara sıra parlayan ve daha belirdiği anda hemen geri çekilen, mahcubiyet ya da sıkıntıyla kendini iptal etmeye çalışan bir “karanlık neşe” de eşlik eder bu iki hata. Kederden çokça söz edilir de melankoli, Uyar’ın özel melankolisinden pek bahsedilmez. Modern şiirin başlangıç zamanlarına kadar giden melankolik gelenek damarından, Uyar’ın şiirinin derinlerinde yatan bu soyağacı üzerinde pek durulmamıştır nedense. Sanırım Uyar’ı kendi kuşağından farklılaştıran en temel noktalar kabaca bunlardır.

Bir başka yönü ise Uyar’ın sürekli kendi üretimine dönüp dönüp bakmasıdır. Kervan yolda düzülür sözü gereği, kitaplarına ve onların yeni baskılarına dair sık sık yaptığı değişikliklerdir.

Baudelaire, bir şairin varolması ve kendi şiirsel varlığını kurması için yüz şiirin yeterli olduğunu söyler. Bu fikri Uyar’a uygularsak karşımıza oldukça ilginç bir tutum çıkar. Turgut Uyar’ın kendi denetiminde toplu şiirlerinin basımı olan Büyük Saat’e eklediği “Dün Yok mu” ile şiir yaşamı tamamlanmıştır. İlk şiirlerinin (Yedigün, “Yâd”, 1947) yayınlanmasından bu yana geçen kırk yıla yakın uğraşında Uyar’ın yazdığı toplam şiir sayısı üç yüz seksen sekizdir. Bunlardan altmış dördünü kitaplarına almaz. Yani toplam şiir varlığının yaklaşık % 20’sini bizzat kendi eler. (Bu rakamları Büyük Saat, YKY, 42. basım’dan toparladım.) Bunlara ilk iki kitabındaki altmış beş şiiri de eklersek, Uyar’ın neredeyse toplam şiir varlığının % 30’unu aşan kısmı, yarattığı “Türkçe şiirde Turgut Uyar etkisi ve başarısının” dışında kalır. Ne gam!

Kalanların etki alanı, çağrışımları, işaretleri, derinliği, imkan ve imkansızlıkları o kadar büyüktür ki, başka şairler için handikap oluşturacak bu durum, onun için sürekli bir vites büyütmeyi, büzülen ve genişleyen halkalar yaratmayı bilir, kendisinden sonra da yapıtın sürekli çalışması, kendi kendini finanse etmesini sağlar.

“Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz”

Büyük şairler böyledir. Okur’u “bütün mümkünlerin kıyısına” getirip, orada bırakırlar. Sonrası okurun işidir. Kendi sözleriyle aktarırsak: “Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar.” Şair’in kişisel praksisi böyle çalışsa da okurun zihni böyle çalışmaz. Onun efsanelere, havada uçuşan star tozuna, dedikodulara, şair mitolojisine ihtiyacı vardır. Uyar’ın ölümünü izleyen yıllarda bunlar birer birer tamamlanır. Tomris ile evliliği, beylik tabancası, babamız Turgut Uyar, alkol bağımlılığı, “Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz” sloganı, vd…

Bugün II. Yeni şairlerinin kitapları, yazarkasaların yanında satılmaktadır. İki bin iki’den iki bin yirmi dörde kadar YKY’deki Büyük Saat kitabı ise kırk iki baskıya ulaşmıştır. Oysa seksenlerin başında Beyazıt’taki sahaflarda II. Yeni şairlerinin kitaplarının ilk baskıları yahut De Yayınları tarafından basılanları, tomarlar halinde duruyor ve üç beş liraya satılabiliyordu.

Yanlış anlaşılmasın, ironi ya da kinaye yapmıyorum. Bilakis memnunum bu durumdan. Ama gereğince okunup anlaşıldığından, anlaşılabileceğinden emin değilim açıkçası. Bir modaya dönüşüp, sev ve terk et, kariyer basamağı olarak kullan ve at, fanatikleşip mülküne çök gibi gözlemlediğim bir dizi tutumlardan sonra, o göz kamaştıran dirimselliğinin sönümlenme, soluklaşma ihtimalinden ürküyorum, hepsi bu.

Yine de bir teselli buluyorum kendimce. Turgut Uyar’ın Büyük Saat’i tamamlanamaz ve duramaz diyor ve bu umudu onun dizelerinden çıkarıyorum: Geyikli Gece’de yazdığı gibi “neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini” çünkü.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Vural Bahadır Bayrıl
Vural Bahadır Bayrıl
W. B. BAYRIL (Vural Bahadır Bayrıl) – Şair, yazar ve reklamcı. 14 Nisan 1962’de Manisa’da doğdu. bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ismiyle eğitimine devam eden İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Temel Sanat ve Bilimler Bölümü’nü bitirdi. Reklamcılığa başladı. 1986 yılında Şiir Atı Yayıncılık’ı kurdu. İlk yazısı 1982 yılında yayınlandı. Şiirleri, yazıları ve röportajları Şiir Atı, Est&Non Birikimler, Rind, Mühür, Üç Çiçek, Kaşgar, Sombahar, Gösteri gibi dergilerde yayınlandı. Ayrıca Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Zaman gibi gazetelerde yazıları ve söyleşileri çıktı. 1983’te Yarın Dergisi Genç Eleştirmenler Yarışması’nda mansiyon, 1986’da Anka Sanat Vakfı Şiir Yarışması’nda (Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Hulki Aktunç, Şavkar Altınel ile birlikte) mansiyon, 1992 yılında Melek Geçti adlı yapıtıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü, 2000 yılında ise Şer Cisimler kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin Yılın Şiir Kitabı ödülü aldı. Başlıca eserleri: Melek Geçti (Şiir Atı, 1992), Arzuda Tenha (Mühür, 2009), Elmas Sıkıntı (Mühür, 2016), Her Zaman Şiir (Mühür, 2017)

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Turgut Uyar – Neonlar ve teoriler

Eliot uyarır, “Hiçbir şair, hiçbir sanatçı kendi anlamını tek başına yaratmaz” diye. Turgut Uyar’ın başlangıcını hatırlayalım. Arzıhal ve Türkiyem, sonraki gelişimi olmasa dönülüp bakılacak kitaplar mıdır? Peki, sonrasında ne oldu da Turgut Uyar oldu? W. B. Bayrıl yazdı.

Okur bağışlasın, yazıya bir anıyla başlamam gerekiyor. Zira bu anı, sonra kurulan yazı hayatımda beni bir eşiğe taşıyan benzersiz (!) bir ilk deneyimden kaynaklanıyor.

Yetmiş altı yazında; ergenlik, hormonlar ve elbette yakıcı bir ilk aşkın başıma vurduğu çok sıcak bir yazın bunaltan ikliminde, manik bir enerjiyle, kendimi kaybedercesine şiir okumaya başlamıştım. Romanlar, hikâyeler ve düzyazılardan şiirin kaotik dünyasına keskin bir geçiş. Duygular, duyuşlar ve deyişler sağanağına benliğimi tam bir açış hali.

Bendeki bu yeni hali fark eden, babamın sevgili bir arkadaşı, o geniş kütüphanesinde okuyacak kitap ararken bir rafı işaret etti. Yan yana dizilmiş yedi sekiz kitap. Aldım, kendisine uzattım. Kitapları masasının üzerine yaydı. “Bunlara bir bak, belki erken ama, yine de bir bak” dedi. Belleğim beni yanıltmıyorsa eğer Üvercinka, mısırkalyoniğne, Dünyanın En Güzel Arabistanı, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı ve Petrol, Kınar Hanımın Denizleri, Bakışsız Bir Kedi Kara, Soğuk Otların Altında adını taşıyan kitaplardı bunlar. Belki birkaç kitap daha. Hevesle, iştahla okumaya başladım arka arkaya. Ve şok! Belli belirsiz bir şeyler sezer gibi olsam da hiçbir şey anlayamıyordum. Geçmiyordu bana bu şiirler. Bir engele çarpmıştım.

Şair burada ne demek istemiş?

Opak/geçirimsiz, benim bildiğim anlamda bildirişimi gerçekleştirmeyen ya da öteleyen yapıtlardı bunlar. Tercüme edemediğim, daha önce bilmediğim, maruz kalmadığım bir dil’e, dil katmanına rastlamıştım. Hani o ünlü “şair burada ne demek istemiş” sorusuna yanıt vermeyen, bu soruyu sürekli sabote eden başka bir duyuş ve deyiş katmanı vardı karşımda.

İlerleyen yıllarda İstanbul, Güzel Sanatlar Akademisi öğrenciliğim, tutkuyla süren şiir görgü ve bilgimi artırma çabalarım sonunda II. Yeni şairlerine nüfuz etmeyi öğrenmiş olsam da ilk deneyimin verdiği o benzersiz bulanık haz bende sürüp gitti. Şimdi Cemal, Edip ve Turgut’un yaşlarını geçmiş bir “genç şair” olarak, elbette başkalarının da katkılarıyla Türkçe şiirde onların yarattıkları modernist dalganın üzerinde surf yapıyoruz hepimiz. Benim kuşağım ve sonrakiler…

Oysa Eliot uyarmıştı yüzyılın başlarında: “Hiçbir şair, hiçbir sanatçı kendi anlamını tek başına yaratmaz” diye. Haklıdır. Uyar’ın başlangıcını hatırlayalım. Ortalamadır başlangıcı. Ne Arzıhal ne de Türkiyem yani ilk kitapları, sonraki gelişimi olmasa dönülüp bakılacak kitaplar değildir. Bu iki kitaptan sonra Uyar şiiri bıraksa, hatırlanır mıydı? Birkaç şiiri belki sığınacak bir antoloji bulurdu. Emin değilim.

Fakat bin dokuz yüz ellilerin başında beklenmedik bir şey olur. Yeni bir şiirsel kımıldayış. İkinci Dünya Savaşı bitmiş, I. Yeni’nin ironisi pörsümüş, tek parti rejimi dönüşmüş, ekonomi ve günlük hayat yeni veçhelere bürünmeye başlamıştır. Şehir yaşantısı, bireyselliği kışkırtan metaların büyük akışı, modalar, iletişimin genişlemesi, eğlence sektörünün parlaması, sivil hayatın canlanması, toplumsallığın yeni uyaranlar tarafından yeni bir dil, yeni bir duyuş tarzına alan açan bir kavrayışa ulaşmasını kışkırtan gelişmeler birbiri ardına gelmiştir. Bu tür değişimler Türkçe edebiyatta genellikle ilk kez şairler tarafından fark edilir ve yazıya geçirilir. Aynı şey tekrarlanır, fakat sadece şiirde değil, bu kez Türkçe düzyazıda da eş zamanlı olarak bu değişim yaşanır. Ellili yılların öykücülüğü ya da düzyazısı da bu değişimden etkilenmiştir.

Bir işaret fişeği gibi

Yirmili yaşlardaki Cemal Süreya’nın “Şarkısı Beyaz” (Mülkiye, 8 Ocak 1953) ve sonrasında ona dikkatleri çeken ve hala da etkisini yitirmeyen “Gül” (Yeditepe, Haziran 1954) başlıklı şiirleri yayınlanmıştır. Bir işaret fişeği gibi. Ardından her şey sökün eder.

1959’da Dünyanın En Güzel Arabistanı yayınlandığında artık II. Yeni adı konmuş, oluşturucu ve sürdürücü şairleri belirmiş, hayran, muarız ve düşmanları oluşmuş durumdadır. Bundan sonrası her II. Yeni şairinin kendiliğinden yükselen bu yeni dalganın üzerinden kendi kişilik ve şiirlerini oluşturma ve ayrıştırma çabasına doğru gelişir.

Cansever’in phoenix’i gibi Uyar’ın her hamlede kendini yıkıp yeniden kuran tecahülü arifane “acemiliği”, İlhan Berk’in yatışmaz arayışçılığı, Ece Ayhan’ın ilk iki kitabında uyuyan negatif tarihçiliği farklı yönlere gider. Bundan sonrası bu şairlerin birbirlerine sık sık bakarak da olsa ayrışma ve yeni bir şiirsel özne ve gövdeye doğru gelişen bireysel maceralarıdır. Hepsinin kendi kapsama alanları, farklı tematik ağırlık noktaları vardır.

Dünyanın En Güzel Arabistanı, Uyar’ın çok katmanlı, çok sesli, alabildiğine yoğun, anlatısallığı çekinmeden Türkçenin şiirsel formlarından biri haline getiren, imge kullanımında bağdaştırımların işaret işlevini sürekli kesintiye uğrayan ilk büyük yapıtıdır. Bir anlamda sonraki kitaplarına bağlanabilecek poetik omurganın kuruluş yapıtıdır.

Kapitone noktaları

Uyar büyük çıkışını Tütünler Islak ile sürdürür. Kendisi hiçbir zaman ilk iki kitabını (Cansever ve İlhan Berk gibi) reddetmemiş olsa da izleyen Her Pazartesi, Divan, Toplandılar, Kayayı Delen İncir onun şiirinin temel yönelimlerini içeren, değişim ve gelişiminin ‘kapitone noktalarını’ oluşturan yapıtlardır.

Uyar şiirinin çoğunlukla kendi kendine konuşan anlatıcı öznesi önce bir dizi izlenim yığar önümüze. Bazen soyut, genellikle de bağlantıları bir görünüp kaybolan birbiri üstüne binmiş görüntülerdir bunlar. İnsani durumlar, bu imge yığınının içinden belirir. Duygular ve hissizleşme, çıkmazlar ve kararsızlıklar, toplumsal ağın içinde kuşatılmış ve bunalmış bireyin her türlü insani hali de boy verir orada. Şiirinde yer alan ve kimi zaman envanterciliğe varan nesnelere yönelik dikkat enerjisi de ayrı bir önem taşır. Nesneler, Uyar’ın kurduğu dilsel aygıtın içinden geçerek zihinsel varoluşlarını, çağrışım ve işaret işlevlerinin katmanlaşmasını sağlar.

İlginç bir saptama yapar Foucault Kelimeler ve Şeyler’de “… hangi türden olurlarsa olsunlar, bütün kelimeler uyku hâlindeki adlardır: fiiller, sıfat adları olmak fiiline bağlanmışlardır; bağlaçlar ve edatlar artık hareketsiz olan jestlerin adlarıdırlar; ad çekimleri ve fiil çekimleri emilmiş adlardan başka bir şey değillerdir. Kelimeler şimdi açılabilirler ve kendilerine bırakılmış olan bütün adların uçuşunu serbest bırakabilirler.” Uyar’ın adlar, sıfatlar, fiiller ve en çok da dirimsellik çağrıştıran kelimelerine yeni bir açıdan bakmamızı sağlayabilir belki bu saptama. Uyar’ın ilk iki kitabındaki kelime kadrosunu neredeyse tamamen tasfiye etmesinin bir nedeni de, belki bu “kelimeleri uyku halinden” azat etme sezgisiyle birleşen, güncel ve henüz olağan konuşma diline yerleşmemiş TDK kelimelerine farklı bir mekân, özgül bir derinlik kazandırarak yeni ve diri bir dil icat etme ihtirasıyla birlikte düşünülmelidir.

Böylece kurulan çokanlamlı yapılar, metnin ritim, vurgu ve jestlerinin kendilerine ait açılıp kapanma, kendi üstüne kıvrılma, opaklaşma niteliklerini belirler. Gösterilenler sürekli kayar. Anlam ve söylem alanı, katmanları çoğullaşır.

Karanlık neşe

Öte yandan Marxgil iki kavram, metalar ve yabancılaşma iki büyük hat oluşturur Uyar’ın şiirinde. Ek olarak negatif, ara sıra parlayan ve daha belirdiği anda hemen geri çekilen, mahcubiyet ya da sıkıntıyla kendini iptal etmeye çalışan bir “karanlık neşe” de eşlik eder bu iki hata. Kederden çokça söz edilir de melankoli, Uyar’ın özel melankolisinden pek bahsedilmez. Modern şiirin başlangıç zamanlarına kadar giden melankolik gelenek damarından, Uyar’ın şiirinin derinlerinde yatan bu soyağacı üzerinde pek durulmamıştır nedense. Sanırım Uyar’ı kendi kuşağından farklılaştıran en temel noktalar kabaca bunlardır.

Bir başka yönü ise Uyar’ın sürekli kendi üretimine dönüp dönüp bakmasıdır. Kervan yolda düzülür sözü gereği, kitaplarına ve onların yeni baskılarına dair sık sık yaptığı değişikliklerdir.

Baudelaire, bir şairin varolması ve kendi şiirsel varlığını kurması için yüz şiirin yeterli olduğunu söyler. Bu fikri Uyar’a uygularsak karşımıza oldukça ilginç bir tutum çıkar. Turgut Uyar’ın kendi denetiminde toplu şiirlerinin basımı olan Büyük Saat’e eklediği “Dün Yok mu” ile şiir yaşamı tamamlanmıştır. İlk şiirlerinin (Yedigün, “Yâd”, 1947) yayınlanmasından bu yana geçen kırk yıla yakın uğraşında Uyar’ın yazdığı toplam şiir sayısı üç yüz seksen sekizdir. Bunlardan altmış dördünü kitaplarına almaz. Yani toplam şiir varlığının yaklaşık % 20’sini bizzat kendi eler. (Bu rakamları Büyük Saat, YKY, 42. basım’dan toparladım.) Bunlara ilk iki kitabındaki altmış beş şiiri de eklersek, Uyar’ın neredeyse toplam şiir varlığının % 30’unu aşan kısmı, yarattığı “Türkçe şiirde Turgut Uyar etkisi ve başarısının” dışında kalır. Ne gam!

Kalanların etki alanı, çağrışımları, işaretleri, derinliği, imkan ve imkansızlıkları o kadar büyüktür ki, başka şairler için handikap oluşturacak bu durum, onun için sürekli bir vites büyütmeyi, büzülen ve genişleyen halkalar yaratmayı bilir, kendisinden sonra da yapıtın sürekli çalışması, kendi kendini finanse etmesini sağlar.

“Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz”

Büyük şairler böyledir. Okur’u “bütün mümkünlerin kıyısına” getirip, orada bırakırlar. Sonrası okurun işidir. Kendi sözleriyle aktarırsak: “Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar.” Şair’in kişisel praksisi böyle çalışsa da okurun zihni böyle çalışmaz. Onun efsanelere, havada uçuşan star tozuna, dedikodulara, şair mitolojisine ihtiyacı vardır. Uyar’ın ölümünü izleyen yıllarda bunlar birer birer tamamlanır. Tomris ile evliliği, beylik tabancası, babamız Turgut Uyar, alkol bağımlılığı, “Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz” sloganı, vd…

Bugün II. Yeni şairlerinin kitapları, yazarkasaların yanında satılmaktadır. İki bin iki’den iki bin yirmi dörde kadar YKY’deki Büyük Saat kitabı ise kırk iki baskıya ulaşmıştır. Oysa seksenlerin başında Beyazıt’taki sahaflarda II. Yeni şairlerinin kitaplarının ilk baskıları yahut De Yayınları tarafından basılanları, tomarlar halinde duruyor ve üç beş liraya satılabiliyordu.

Yanlış anlaşılmasın, ironi ya da kinaye yapmıyorum. Bilakis memnunum bu durumdan. Ama gereğince okunup anlaşıldığından, anlaşılabileceğinden emin değilim açıkçası. Bir modaya dönüşüp, sev ve terk et, kariyer basamağı olarak kullan ve at, fanatikleşip mülküne çök gibi gözlemlediğim bir dizi tutumlardan sonra, o göz kamaştıran dirimselliğinin sönümlenme, soluklaşma ihtimalinden ürküyorum, hepsi bu.

Yine de bir teselli buluyorum kendimce. Turgut Uyar’ın Büyük Saat’i tamamlanamaz ve duramaz diyor ve bu umudu onun dizelerinden çıkarıyorum: Geyikli Gece’de yazdığı gibi “neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini” çünkü.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Vural Bahadır Bayrıl
Vural Bahadır Bayrıl
W. B. BAYRIL (Vural Bahadır Bayrıl) – Şair, yazar ve reklamcı. 14 Nisan 1962’de Manisa’da doğdu. bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ismiyle eğitimine devam eden İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Temel Sanat ve Bilimler Bölümü’nü bitirdi. Reklamcılığa başladı. 1986 yılında Şiir Atı Yayıncılık’ı kurdu. İlk yazısı 1982 yılında yayınlandı. Şiirleri, yazıları ve röportajları Şiir Atı, Est&Non Birikimler, Rind, Mühür, Üç Çiçek, Kaşgar, Sombahar, Gösteri gibi dergilerde yayınlandı. Ayrıca Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Zaman gibi gazetelerde yazıları ve söyleşileri çıktı. 1983’te Yarın Dergisi Genç Eleştirmenler Yarışması’nda mansiyon, 1986’da Anka Sanat Vakfı Şiir Yarışması’nda (Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Hulki Aktunç, Şavkar Altınel ile birlikte) mansiyon, 1992 yılında Melek Geçti adlı yapıtıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü, 2000 yılında ise Şer Cisimler kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin Yılın Şiir Kitabı ödülü aldı. Başlıca eserleri: Melek Geçti (Şiir Atı, 1992), Arzuda Tenha (Mühür, 2009), Elmas Sıkıntı (Mühür, 2016), Her Zaman Şiir (Mühür, 2017)

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x