İnsanların en temel ihtiyaçlarından ve aynı zamanda onu hayvanlardan ayıran en önemli davranış biçimlerinden biri mizahtır. Mizah yapma ve algılama yetkinliği aynı zamanda bir toplumun gelişmişliğinin de ölçütü olarak değerlendirilir. Bu edimin önemi insanlık tarihi boyunca kavranmış ve bu alanda sadece bir literatür oluşmasına yol açılmamış, aynı zamanda davranış, yaşayış ve hatta hayatı algılayış kalıplarının değişmesine de kapılar aralanmıştır.
Özel bir gün: 1 Nisan
Mizah ihtiyacı ve gönenci insanlığı öylesine sarmıştır ki, Noel, Paskalya, Yılbaşı, Sevgililer Günü, Nevruz, Hıdrellez, Kandiller gibi insanlık için büyük önem taşıyan kimi dinî ritüel ve gelenekler söz konusu olduğunda periyoda bağlanan özel günlerden bir tanesi de mizah ve şaka için tahsis edilmiştir. Şaka günü olarak 1 Nisan benimsenmiş ve bu özel gün neredeyse bütün ülkelerde coşkuyla fiiliyata geçirilmiştir.
Peki, herhangi bir başka gün değil de neden 1 Nisan böylesi özel bir geleneğe tahsis edilmiştir; onu da kısaca açıklayalım: Eskiden Rumî takvime göre yeni yıl ekinoks olarak bildiğimiz tarihlere yakın bir gün olan 1 Nisan’da başlarmış. 1564 yılında Fransa Kralı IX. Charles yeni yılın başlangıcı olarak 1 Ocak tarihini belirlemiş. Fakat tüm yeniliklerde olduğu gibi toplumun bunu benimsemesi zaman almış. Yeni yıl başlangıcını hâlâ 1 Nisan olarak kabul edenlere Poisson d’Avril (Nisan Balığı) adı verilmiş ve onlarla bu şekilde alay edilmiş, şakalar yapılmış. Gel zaman git zaman bu gelenek tüm ülkelere yayılmış.
Bu geleneğin kökenleri ta Pagan Çağı’na kadar gider. Pagan kültünde 1 Nisan’da Fous Bayramı, Antik Roma’da Hilarya Bayramı, Hindistan’da ise 31 Mart’ta Holi Bayramı kutlanır.
Keloğlan masalları
Türk toplumu şakayı, mizahı, ironiyi, hicvi, humour’u[1] içselleştirmiş, kendi yaşam dairesine vazgeçilmez bir unsur olarak katmış ve bu konuda inanılması güç bir literatür ve külliyat yaratmış; edebiyatının ana akslarından biri olarak mizahı geliştirmiş bir toplumdur.
Türk edebiyatında mizahın menşeini yazılı olmayan masal kültüründen ve darbımesellerden[2] başlatmak gerekir. Ki bunların en ünlüsü ve en görkemlisi hiç tereddütsüz Keloğlan Masalları’dır. Keloğlan Masalları Türk-Altay mitolojisinden köken alır. Daha sonra geniş bir coğrafyada etki alanı oluşturur. Keloğlan’ın serüvenleri Arabistan, İran, Kafkasya, Orta Asya, Rus ve Batı Avrupa masallarında muhtelif nüanslarla anlatılır. Kazakistan’da Taşza Bala, Azerbaycan’da Keçel Yeğen, Kerkük’te Keçeloğlan, Türkmenistan’da Kelce Batır, Kırım’da Tazoğlan, Altaylarda Tastarakay, İran’da Keçel, Gürcistan’da Kel Kafalı Kaz Çobanı olarak boy gösterir.
Masalın başlangıcında kafası kel, naif, sarsak, fakir, hafif salak bir köylü oğlan; bir tür mahcur olarak olarak sunulan Keloğlan, ilerleyen bölümlerde son derecede akıllı, erdemli ve başarılı bir köylü çocuğu olduğu ortaya çıkar. Masalın sonunda ya bir kral alt edilmiş, ağzının payı verilmiştir ya da erişilmez sanılan bir prensesin sevdasına duçar olunmuştur. Ama her ne olursa olsun masalın sonunda Keloğlan bir ibret meseli oluşturmuş ve topluma bir erdem mesajı vermiş olur.
Nasrettin Hoca
13. yüzyıla tarihlenen Nasrettin Hoca’yı Türk Mizah Edebiyatı’nın en büyük şahsiyeti, babası, yapıtaşı ve efsane kişiliği olarak değerlendirmemiz gerekir. Bizler 20. yüzyıl boyunca Nasrettin Hoca’yı gerçekliği tartışılır bir masal anlatıcısı, latif bir bilge, fıkraları ile topluma neşe saçan bir büyük zekâ olarak bildik. Fakat son dönemde Türkiye’de yürütülen edebiyat araştırmaları sonucunda Nasrettin Hoca’nın çok daha fazlası olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Nasrettin Hoca aslında Ahi Evran’ın ta kendisidir. Asıl adı Hace Nasiruddin el Hoyî’dir. Azerbaycan’ın Hoy kentinde doğmuş ve Diyar-ı Rum’a göçmüştür. Ahi Evran, yani Nasrettin Hoca Türk halkının gerçek sevgilisi, bilgesi, kahramanı ve ruhudur. Darbımeselleri zekice ve güçlüdür. Söylenceleri dilden dile aktarılmıştır. Çağın yaşam tarzına nazaran inanılmaz bir humour, espri ve mizah gücü taşır.
Emsalsiz bir bilgelik kalıtı olmakla kalmaz, topluma ruh veren ve onu daha mülayim, daha mutlu, daha anlayışlı, daha gelişkin hale getiren bir mizahi retoriği vardır. Fıkraları bugün bile erişilmez varsıllıkltadır ve ruhumuzu aydınlatır.
Gölge oyunu: Karagöz ile Hacivat
Kanonik yaklaşımda sıra, XIV. yüzyıl’daki gölge oyunu Karagöz ile Hacivat’a gelir.
Muşahhas kişilikler olup olmadıkları meçhul bu iki gölge oyunu kahramanı taklit ve diyaloglarla toplumsal mizah ve hicvi derinleştirirler. Orhan Gazi devrinde Bursa’da yaşamış çok sevilen iki inşaat ustasıdırlar. Nükteli konuşmalarıyla işçileri oyaladıkları için cami inşaatının zamanında tamamlanamadığı düşünülerek başlarının vurdurulduğu, ama ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri tarafından hatıralarının yad edilmesi için gölge oyununa nakledildikleri rivayet edilir. Bu konuda tevatür muhtelif olsa da önemli olan, bu iki karakterin ortaya çıkardığı mizahın tüm toplumu motive etmiş olmasıdır.
Türk hiciv sanatı
Bu alanda ürün veren heccavların önde gelenleri Şeyhî (15. yy) Cafer Çelebi, Zati (16. yy) Nef’î, Bahaî, Nevaî (17. yy), Osmanzade Taip, Haşmet, Kanî, Sürurî (18. yy), Aynî, Kazım Paşa, Ziya Paşa, Şair Eşref’tir (19. yy). Yaklaşık dört yüz yıl süren bu dönemde Türk edebiyatının şiirden sonraki ikinci büyük formu hiciv sanatı olmuştur.
Divan edebiyatının saraydan beslenen ve methiyeler dizerek ulufe derleyen resmî şairlerinin hilafına heccavlar zaman zaman dolaylı anlatım ve alegorilerle sistemi, düzeni, devleti ve Sultan’ı gülerek, eğlenerek, humour ve mizah katarak zengin bir edebi duygu ile eleştirmişlerdir. Bu eleştirilerin dozu arttığı ya da açığa çıktığı zamanlar kelleler gitmiş, sürgünler yaşanmıştır. Dolayısıyla hiciv sanatı büyük cesaret ve yetenek gerektiren bir mizah türü olarak; zaman zaman taşlama ve yergi adlarını da alarak toplumumuzda görkemli, itibarlı kökler edinmiştir.
Mizah dergileri
İnhitat devri gelip çattığında ve daha sonrasında mizah, eleştiri, yergi, taşlama, hicviyenin alıp başını gittiğini, özellikle de İstanbul’da çok sayıda mizah dergisinin çıkmakta olduğunu görürüz. Bunlar Osmanlıca dergiler ve Cumhuriyet dönemi dergileri olarak genişçe bir liste oluştururlar. Burada bu dergilerin tümünü enine boyuna incelememiz mümkün olmadığı için söz konusu dönemlerin ruhunu anlatmakla ve önem taşıyan birkaç tanesini zikretmekle yetineceğiz; fakat öncelikle bir başka hususa dikkat çekmek istiyorum: Zorlu yaşamlar sürmüş bazı yazarların adlarını hayretle mizah yazarları arasında görürüz. Bu, ilk başta şaşırtıcı gelebilir. Ama dikkatli baktığımızda ülkede ve toplumda hicviyenin elbise değiştirerek muhteşem bir dönüşüme öncülük ettiğini görürüz.
Örneğin, trajik ve kısa hayatıyla büyük acılara duçar olmuş büyük öykücü Ömer Seyfettin’i kim mizah yazarı olarak anmak ister? Oysa paradoks tam da buradadır. Türk edebiyatının en muhteşem eleştirel karakteri Efruz Bey’in yaratıcısıdır Ömer Seyfettin. Efruz Bey’de yüzeysel ve monden bir kişilik, uçarı bir şahsiyet ve bir sorumsuzluk abidesi olarak Türk erkeği kıyasıya taşlanır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında aykırı edebiyatı, bohem yaşantısı, akıl almaz düzeyde zekice sarfedilmiş özlü sözleri, dâhil olduğu meclislerdeki ahvali ve deliliğin arkasına saklanarak yürüttüğü muhteşem hicvi ile Neyzen Tevfik’in mizah alanında yeni bir zirve yaptığını görürüz. Azab-ı Mukaddes adlı eserinde delilikle dâhilik arasındaki o eşsiz salınımı hayranlıkla müşahede ederiz.
Orhan Kemal’i kim bir mizah yazarı olarak tavsif edebilir! Fakat keyfiyet böyledir! Murtaza adlı karakteri anlattığı aynı adlı romanında Orhan Kemal inanılmaz bir toplumsal taşlama; inanılmaz derin bir ironi yapar.
Yetmez; sırada Aziz Nesin vardır! Türk edebiyatının en çarpıcı karakterlerinden olan ve bugün bile gündemden düşmeyen Zübük’ün aynı adlı romanı mükemmel bir yergi, mükemmel bir mizah şaheseridir. Aziz Nesin toplumdaki dönüşümlere mizah yolu ile müdahale etmeye çalışmış, inanılmaz bir yazı makinasıdır. Sayısız mizah öyküsü ve romanlar yazarak geniş kitlelere muhalefetin yolunu göstermiştir.
Tabloyu genişletmek mümkündür: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, genç cumhuriyetin paradigması ile dalga geçen müthiş bir hicviyedir. Bu hicivci tayfaya Vala Nureddin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Orhan Seyfi Orhon, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Peyami Safa, Yusuf Ziya Ortaç, Refik Halit Karay, Ahmet Haşim gibi çok sayıda majör yazarı dâhil edebiliriz.
Bu yazarların bir kısmı Akbaba (1922), Aydede (1922), Marko Paşa (1946) gibi entelektüel seviyesi çok yüksek, edebi damarı çok güçlü, uzun soluklu, etkili dergiler çıkararak zaman zaman idareye, zaman zaman milli mücadeleye, zaman zaman tek partiye muhalefet etmişler; kısacası hicviyenin dolaylı anlatımına sığınarak toplumsal ilerlemenin motoru olmaya çalışmışlardır. Bu dönemlerin arkasında gelen Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı romanı bir fenomen olmuş ve toplumun tamamını önüne katıp sürüklemiştir.
Sosyal gerçekçiler döneminde Muzaffer İzgü, Çetin Altan, Yalçın Pekşen, Halit Kıvanç gibi başka mizahi nesir yazarları da çıkmıştır. Kısacası, 1980’e kadarki mizah yazarları taşlama, hiciv ve yergi formunda kaleme aldıkları eserleriyle muhteşem bir eleştirel kozmos yaratmışlardır.
Yetmişlerin ortalarından itibaren toplumun içine girdiği çatışmalı ortam ve 1980 darbesi mizahın aktığı yatağı bir kere daha değiştirmiştir. Batı destekli 1980 darbesi edebiyatçıyı düşman bellemiş ve onların gelişim alanlarını adeta yok etmiştir. Ekonomik nizam ise doğrudan serbest piyasa ekonomisine döndürülmüş ve toplum ağır bir baskı altına alınmıştır. Bu dönemde yetmişlerde Babıali’de çıkan ve olağanüstü satış rakamlarına ulaşan Oğuz Aral’ın Gırgır dergisine alan açılmış, biraz avam, politikaya usturuplu dokunan, çizgilerle iş götüren bir mizaha yol verilmiştir. Akabinde Gırgır emsali dergiler çoğalmış, hızlı kentleşme, toplumdaki arabeskleşme ve kitle kültürünün hâkim olmasıyla grotesk bir mizah anlayışı ön plana çıkmış, kaba saba espriler, belden aşağı sezdirmeler, fars ve sokak ağzıyla mizahın eleştirel gücü dejenere edilmiştir. Bu dönemde Mustafa Kamil Zorti mahlası ile yazıp Netekim serlevhasıyla darbe liderlerini eleştiren yetenekli genç yazar gibi benzerleri de çıktıysa da bunlar hiçbir zaman edebi kumaşa sahip olanlar kadar yakıcı, etkili olamamıştır. Tekin Aral, Ferhan Şensoy, Gani Müjde, Atilla Atalay, Şükrü Yavuz, Küçük İskender, Metin Üstündağ gibi isimler işbu mizah dergileri furyası esnasında öne çıkan yazarlar olmuşlardır.
Postmodern edebiyat ve mizah
Doksanlardan itibaren post-modern edebiyat yazın piyasasına hâkim olur. Post-modern edebiyat rasyonalite ve modernite karşıtı olup neo-liberal ekonomik nizamın yansıması olarak vücut bulur. Neo-liberal ekonomik düzende eleştirel düşünce sevilmez, istenmez, ilk başta eleştirmen yok edilir. Dolayısıyla 90’lardan itibaren Türk edebiyatında eleştirinin ve hicvin kaybolduğunu görürüz.
Bunu icra etmeye çalışan yazarlar, mahkemelerde süründürülür, kuvvetli mahfiller tarafından önleri kesilir, yazacak mecra bulamazlar, parasız, işsiz bırakılırlar ve itibarsızlaştırılırlar. Böylece dikensiz gül bahçesi oluşturulur ve gazete eklerinden pompalanan kazib şöhretler üzerinden endüstriyel edebiyata geçilir.
Bu dönemde Varlık’taki özgün hiciv yazılarıyla Aydın Muhiti serlevhalı hicviyeler yazan Hezarfen Hezeyan Çelebi ve Dünya Kitap Eki’nde mülemma tarzı hicviyeler kaleme alan İrfan Külyutmaz’ın yazılarını kuğunun son ötüşü olarak betimlemek gerekir. Bir süre sonra onlara da kapılar kapanır ve en eski edebî formlarımızdan biri olan hiciv edebiyattan kovulur.
Acı tablo: Niteliksizlik
Zamanla mizahın ve hicviyenin ana beslenme kaynağı olan siyasette algılama değişir. Bir zamanların eleştiri ve humour’a son derecede açık, esprili, mülayim ve tahammüllü politikacıları, Tonton Turgut Özal, espritüel Necmettin Hoca, her türlü hicve hoşgörü ile bakan “Bir Bilen” gibi rindmeşrep politikacılar yerlerini hırslı, somurtkan ve hiciv kaldırmaz politikacılara bıraktılar. Giderek en ufak eleştiri ve karikatür, en basit mizah ve humour kişilik haklarına saldırı ve aşağılama olarak görülüp mizah yazarları toptan cendereye alındı.
Aynı esnada edebiyattan beslenmeyen niteliksiz mizah dergileri ortalığı kapladı. Bunların edebiyat sosuna bulanmış versiyonları olan Hayvan, Ot, Kafa gibi vulgarize türev ürünleri dergiler piyasayı doldurdu. Yapmacık bir mizah yayıldı.
Dijital dünyanın imkânları ise bayağı mizah anlayışını körükleyen internet sitelerinin yaygınlaşmasına neden oldu. Buna televizyonlardaki vodviller, stand-up’çılar, tiyatrocuların ekran şovları vs. eklendiğinde ise iş tam bir laubaliliğe dönüştü. Uzaktan da olsa edebiyatla alâkalı kimi tiyatrocular o dağdağada popüler kültür içinde yer bulabilmek için seviye düşürdüler. Bazı yetenekli stand-up’çı ve komedyenler büyük başarılara ve geniş takipçi kitlelerine eriştilerse de sinema sanatına el attıklarında felaket bir seviye kaybına neden oldular. Toplumsal gelişme, nitelikli mizahın ortadan kaldırılması yüzünden ağır bir bedel ödedi. Toplum hem düzeyini hem neşesini hem de inceliklerini kaybetti ve kala kala 1 Nisan’a kaldık. Değerini bilin muhteremler!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Kabaca mizah, espri anlayışı, hayatın güldürücü yönünü ortaya çıkaran sanat türü.
[2] Atasözü.