Yazılı kültürle dostluğumuz çok eskilere uzanmıyor. İlk defa milattan yaklaşık yedi yüz otuz yıl sonra taşa yazı yazmışız ve nasıl yazdığımızı da unutmuşuz. Ancak 19. yüzyılın sonunda biri Danimarkalı, diğeri Rus iki bilim insanı sayesinde yazdıklarımızı okuyabildik. 11. yüzyılda Yusuf Has Hacib Kutatgubilig’i, Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lügatit Türk’ü kazandırmış yazılı kültür dünyamıza. O tarihten bu yana da ‘kitap’ çeşitliliği ve baskı adeti artmış. Ancak yayınevleri kadar yazar adayları da arttı ve bir eser yayınevine nasıl önerilir, çok bilinmiyor.
TÜİK verilerine göre ülkemiz insanı için kitap ihtiyaç listesinde 235. sırada yer alıyor. Kitap okumaya yılda altı saatten az zaman ayırıyoruz. Tüm bunlara karşın özellikle son yıllarda yazıda bir hareketlenme olduğunu, sektörü azıcık gözlemleyen herkes fark ediyor. Basılan eserlerdeki niceliksel artış, niteliksel bir sıçrama ile taçlanacak mı, zaman gösterecek.
Yazdıklarını Ne Yapacağını Bilmeyenler
Yazanların sayısıyla birlikte, yazdıklarını yayımlatmak için ne yapacağını bilmeyenlerin sayısı da artıyor. Okurun karşısına çıkmaya hazır olduğunu düşündüğünüz dosya nasıl kitaba dönüşecek? Şuna dikkat çekmiş olalım; çalışmanız, sektör tarafından henüz dosya olarak adlandırılıyor; basılıp matbaadan çıktıktan sonra kitap olarak anılacak.
Süreç, yazarın dosyasını yayınevine önermesiyle başlar. Pek çok insan, bu aşamada kendisine torpil yapacak bir aracı olması gerektiğini düşünür. Türkiye’de nerede torpil yok ki yayın dünyasında olmasın? Mutlaka kişisel bağlantıların, çarkın dişlilerini yağlamak gibi bir işlevi vardır, ama bu konuyu köpürtüp normalleştirmek, yapmak istediğim son şey.
Diyelim ki dosya sahibinin yayın dünyasında hiç tanıdığı yok. Daha da güzeli şu: Bir sürü tanıdığı olduğu halde o yola hiç tenezzül etmiyor. Öyleyse ilk olarak küçük bir internet araştırması ile gözüne kestirdiği yayınevinin iletişim bilgilerine ulaşmalı. Yayınevine ait bir kitabın künye kısmında da aradığını bulabilir. Ardından da bir mesaj yazar ya da telefon eder ve dosyasını önermek için gereken koşullar konusunda bilgi alır. O bilgi, yayınevinin internet sitesinde varsa, bunu yapmasına da gerek yoktur tabii.
Artık ‘Top’ Editörlerde
Yirmi yıl önce pek çok yayınevi önerilecek dosyaları kâğıtta basılı isterdi. Kullanılacak harf karakterleri, satır aralıkları gibi biçimsel konularda da koşulları olurdu. Hatta birçoğu, farklı editörlerine göndermek için olsa gerek birden fazla kopya isterdi. Şimdi neredeyse tüm yayınevleri bilgisayar kopyalarını kabul, hatta tercih ediyor. Tabii yazıya ilişkin biçimsel koşullar geçerliliğini koruyor.
Dosyanızı beklendiği şekilde yayınevine ulaştırdınız. Artık top editörlerde… İlk okuyanlar bu dosyadan bize yar olmaz derse başka bir yayınevinin kapısını çalmanız gerekir. Reddedilmeyi kimse sevmez ve herkes hazmedemez. Yayınevi ile polemiğe girenler olur. Ben kişisel olarak bunu tavsiye etmem. Editörle laf yarıştırdınız, diye dosyanızın o yayınevindeki kaderinin değişme olasılığı sıfıra yakındır.
Mesele reddedilmenin yükünü hafifletmekse, bugün herkesin bayıldığı eserlerin ve edebiyat dâhisi kabul edilen yazarların da geçmişlerinde pek çok geri çevrilme hikâyesi olduğunu bilmelisiniz.
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok… Bu eser onlarca yayınevinden ‘hayır’ cevabı aldıktan sonra, daha yayımlandığı yıl uluslararası üne kavuşmuştur. Bugün hâlâ raflardaki yerini koruyor.
Birden Fazla Yayınevine Eşzamanlı Başvurma
İyi de onlarca yayınevinin olumsuz yanıtını beklemek yıllar almaz mı? Bir yayınevinin bir dosyayı değerlendirmesi çok iyimser bir tahminle birkaç ay sürer. Kendi internet sayfasında bu süreyi altı ay olarak verenler var; yanıt almanız uygulamada bir yılı da bulabilir.
Peki, birçok yayınevine eşzamanlı başvursak? Diyelim ki dosyanızı iki yayınevi beğendi. Bu durumda onlardan birini geri çevireceksiniz. Oysa o da dosyanız için zahmete girmişti. Kural nettir: Bir yayınevinden yanıt almadan dosyanızı bir başka yayınevine önermemelisiniz. Buna rağmen pek çok yazar bekleme süresini kısaltmak için kural ihlali yapar. Ben bunu hiç tavsiye etmiyorum, ama karar sizin.
Editörler ‘Top’a Girerse…
Editörler, bu dosyadan bize yar olur, ama bu haliyle olmaz da diyebilirler. Yani sizin dosyanızda bazı değişiklikler yapmanızı bekleyebilirler. Değişiklikler aklınıza yatarsa yaparsınız. Belki de aklınıza yatmadığı halde, editörleri mi kıracağım diyerek dosyanızı elden geçirirsiniz. Yok, ben yazdıklarımı değiştirmeyeceğim derseniz büyük olasılıkla yeni bir yayınevi aramanız gerekir. Sürecin bu kısmı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz, Cem Akaş’ın Editörlük – Tanı, seyir, tedavi adlı yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Yayınevi, dosyanızın ilk ya da değişiklik yapıldıktan sonraki halini beğendi. Sıra yayınevi ile sözleşme yapmaya geldi. Karşılıklı sorumluluklarınızı imza altına alacaksınız. Büyük olasılıkla yayınevi size kendi standart sözleşmesini önerecektir. Sözleşmeye göre yayınevinin size telif ödemesi gerekir. Telif genellikle yüzde beş ile yüzde yirmi arasında değişir. Çocuk ve yetişkin kitaplarının telifinde farklılıklar olabilir. Çocuk kitaplarının resimlenmesinden doğan ilave maliyetten dolayı yazara ödenen telif bir miktar düşüktür.
Telif… Telif…
Alacağınız para nasıl hesaplanır? Telifiniz yüzde on, bin adet basılan kitabınızın satış fiyatı elli lira olsun. Bu durumda kitabın cirosu elli bin ve onun yüzde onu beş bin liradır. Yayınevi bu beş bin liradan belli vergi ve masrafları düştükten sonra kalan tutarı hesabınıza yatıracaktır.
Bazı yayınevleri telifi para olarak değil, kitap olarak da tanımlayabilir: Bin tane kitap bastım; bunların yüzünü sana telif olarak veriyorum, istersen onları konuya komşuya, eşe dosta satıp paraya dönüştürebilirsin.
Şuna ne dersiniz? Ne para ne de kitap olarak telif melif yok sana. Yayın dünyasında herkesin ağzı iyi laf yapar. Bunu böyle kaba bir şekilde dile getirmezler. Bu güzel kitabı basmayı çok isterim, ama ekonomik koşullar malum… Telifi unutalım, hatta masrafları da sen karşıla. Kitabı satınca sana senden aldığımız parayı öderiz.
Yazan insanlar, eserlerinin yayımlanmasını çok isterler. Bu yüzden de kitaplarını rafta görmek için biraz parayı gözden çıkarabilirler. Ben bunu önermiyorum, ama telifli basan bir yayınevi bulamadıysanız ve dosyanızı da mutlaka kitap halinde görmek istiyorsanız karar sizin.
Yayıncılık Muhakkak ki Ticari Bir Yanı Var
“Biz tüccar değiliz, kitap basıyoruz. Bu işi de kesinlikle para için yapmıyoruz.” Böyle büyük konuşan birine rastlarsanız hemen uzaklaşın oradan. Aslında şunu anlatmak istiyordur: “Seni baştan uyarıyoruz, sana karşı en basit sorumluluklarımızı yerine getirmeyeceğiz. Uyarıya rağmen hâlâ buralarda oyalanırsan günah bizden gitti.”
Yayıncılığın muhakkak ki ticari bir yanı vardır. Bu utanılacak bir şey değildir. Her ticari faaliyette olduğu gibi burada da taraflar birbirlerine karşı sorumludurlar. Yaptığı işin ticari bir yönü olmadığını iddia edenler benim gördüğüm ve tanıdığım kadarıyla ilişkiye girdiği insanları sömürmeyi baştan kafaya koymuş olanlardır.
Sözleşmelerin çoğunluğu beş ila on yıl arasında geçerli olmak üzere yapılır. Yayınevi, kitaplar bittikçe yeniden baskıya girmek zorundadır. Sözleşme süresi dolana kadar, kitabınızı başka bir yayınevine yayımlatamazsınız.
Yayın Aşaması
Normalde sözleşme imzalandıktan sonra üç beş ay içinde kitabın yayımlanması gerekir. Hatta sözleşmede bununla ilgili bir madde de vardır. Kitabın örneğin dört ay içinde basılmış olacağını belirten o madde orada uslu uslu dururken bazen basım sözleşmeden bir yıl sonrasına bile sarkabilir. Özellikle ilk kitabı çıkacak bir yazar için bu çok can sıkıcı bir durumdur. Yıllar önce gıyaben tanıdığım genç bir yazar, bu sürenin uzamasından dolayı canına kıymıştı.
Yazmak, dayanıklılık gerektiren bir faaliyettir. Sadece eserin kendisini üretirken değil, sektörle ilişki kurarken de öyledir. Sektörün kendine özgü pek çok zorluğu var. Bunu baştan kabul eden yazar, psikolojisini korumakta daha başarılı olur. Budistler ile Sufistlerin öğüdüne uyar, süreç ona rağmen değil onunla birlikte akar.
Sektörün Zorlukları
Sektördekilerin, yayınevi patronlarının ve çalışanlarının kötü insanlar olmalarından kaynaklı değildir zorluklar. Hatta, yayın dünyasındaki insanların pek çok sektördekinden daha iyi olduklarını kanıtlayamam, ama iddia edebilirim. Kitapla uğraşanların, kültürel üretim yapanların ruhları, istemeseler bile incelikten pay alır.
Sözleşmeden sonra kitap dizilecek ve kapağı hazırlanacaktır. Çocuk kitabından bahsediyorsak, yaş grubuna bağlı olarak resimlenme de gerekecektir. Çizer ve yazar kitabın resimlenmesi için birlikte çalışabilirler. Yazar, çizere zihnindeki karakterleri ve sahneleri tarif edebilir ya da çizere güvenerek metni okuduktan sonra ne hayal ediyorsa onu çizmesini ister. İkincisi benim en sevdiğim yöntem… Tabii bunun için gönlünüzün çizerini bulmanız gerekir. Bu mümkün; çok iyi çizerler var. Onlardan birine denk geldiğinizde bırakın özgürce çizsin, siz de hiç yorulmayın. Çizimler bittikten sonra sizden mutlaka görüş alırlar, aklınıza yatmayan yerlerle ilgili yorumda bulunursunuz; çizer de sizi daha mutlu edecek değişiklikleri yapar.
Şunu unutmayın, siz çizer değilsiniz; büyük olasılıkla çizginin hasını çizer sizden daha iyi anlıyordur. Onun içine sineni yapması sizin içinize sinenin yapılmasından daha iyi bir sonuç doğurabilir.
Koyun Kurt İle Gezerse…
Yayın dünyasında herkes masa başında çizilen ideal tabloya göre hareket etseydi koyun kurt ile gezerdi. Oysa gerçek dünyada çatışma kaçınılmazdır. Örneğin resimleme konusunda dertli pek çok yazar var. Kitabının okunmadan çizildiğini kanıtlayabilecek arkadaşlar biliyorum. Yayınevi çizerleri çok ucuza getirmeye çalışırsa bunun acısı mutlaka bir yerden çıkar.
Pek çok insan kitabı, adına, kapağına ve arka kapak yazısına bakarak seçer. İsmi, yazar zaten dosyasını teslim etmeden önce belirlemiştir, ama tecrübelerim bana yayınevinden gelen önerilere de açık olmanın iyi sonuçlar doğurduğunu defalarca göstermiştir.
Kapağı çoğunlukla çizer ve editörler birlikte oluştururlar. Siz de öneride bulunmak isterseniz, sen karışma, demezler.
Arka kapak yazısını editörler hazırlar. Bazen yazardan da destek istendiği olur. Kitabı tanıtan vurucu cümleler iyidir. Dosyayla ilgili hatırı sayılır insanların görüşlerini arka kapağa koymak da yaygın bir uygulamadır.
Artık Eseriniz Kendi Kaderini Yaşayacak
Dosya, basıma girmeden önce size mutlaka kontrol için gönderilmelidir. Eleştiri yazıları da yazan biri olarak ne yazık ki şöyle bir gözlemim var: Ülkemizde büyük yayınevlerinin kitapları bile çok önemli yazım hataları ile yayımlanıyor. Demek ki son okumalara hak ettiğince önem verilmiyor. Baskı öncesi yapacağınız dikkatli bir okuma hataları mutlaka azaltacaktır.
Büyüleyici kapağı, can alıcı ismi, gönül çelen arka kapak yazısı ile matbaadan çıkan kitabınızın raflardaki macerası başlar. Artık eseriniz kendi kaderini yaşayacak. Belki çok alkışlanacak, belki hiç ilgi görmeyecek. Asıl önemlisi şu: Her kitap, fikir coğrafyamıza düşen bir yağmur damlasıdır ve kültürel zenginliğimizin artmasında pay sahibidir. Bence kitabınızın gördüğü ilgiden bağımsız, bu güzel yolda emek vermiş biri olmanın gururunu yaşamalı, tadını çıkarmalısınız.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 22 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.