Sanatta kalıcı bir iz bırakmak için yenilikçi olmak gerekir, lider olmak gerekir, kısaca ‘devrimci’ olmak gerekir. Dünya üzerinde alanlarında iz bırakan az sanatçı vardır. Saysanız sayısı elliyi bile geçmez bu tür sanatçıların. Onlar sanat üretmenin ötesindedir. Sanata katkı sağlar. Bunu bir de popüler kültürle beraber yaparsa o zaman gerçek bir sanat devrimcisi olur.
Dünyada Beatles, Michael Jackson gibi müzik insanları bunu küresel normlarda yapmıştır. Onları anlatmak için sadece müziklerini değil, yaşam biçimlerini, düşüncelerini ve alana getirdikleri katkıları da anlatmak gerekir. Anlatmak için de öğrenmek, araştırmak gerekir. Bu nedenle bu devrimci sanatçılar aynı zamanda birer okul gibidir. Bir okul, bir ekol gibidirler, çünkü baştan aşağıya farklıdırlar.
Türkiye özellikle 12 Eylül öncesinde çok sayıda öznel ve hatta devrimci sayılabilecek sanatçı çıkartmıştır. Cem Karaca, Barış Manço gibi isimler bunlardan sadece ikisidir. Bir diğer önemli isimse Zeki Müren’dir.
Okyanus kadar derin ve geniş
Zeki Müren yoğun ve her anı yeniliklerle geçen sanat yaşamı boyunca sadece müziği ile değil, sahne hayatı ve eserleri ile bir sanat devrimcisi olmuştur.
Zeki Müren bir okyanus kadar derin ve geniştir. İçinde binlerce dalga yer alır, o dalgalar bazen fırtınalarla tsunamiye dönüşür, bazen o tsunamiler adaları yutar haritaları yeniden çizdirir.
Zeki Müren de böyle bir sanatçıdır. O sanat yaşamı boyunca sanatın haritasını adeta yeniden çiz(dir)miştir.
Şöhreti radyo sayesinde yakalar
Biraz anne kuzusu, biraz çelimsiz ve yer yer sağlık sorunları olan bir küçük çocukken bile farklıydı Zeki Müren. Yaşıtları sokakta top peşinde koşarken o evinde Tomris adını verdiği oyuncağı ile oynardı.
İlk sanatsal faaliyetini daha ilkokulda bir tiyatro oyununda bir çobanı oynayarak gerçekleştirmiştir.
Zeki Müren’in sanata olan ilgisi bir an bile azalmaz. Tahsilini İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, bugünkü adıyla Mimar Sinan Üniversitesi’nde görür.
Zeki Müren’in farklılığı şöhret oluş biçiminde de kendisini gösterir. Şöhreti radyo sayesinde yakalar.
1 Ocak 1951 gecesi Perihan Altındağ TRT İstanbul radyosunda sahne alacaktı. Ancak rahatsızlandı ve o gece radyoda sahne alamadı. O gece TRT yönetimi sahneye adı yedeklerde bile olmayan yetenekli, ama tanınmayan Zeki Müren’e vermeyi uygun gördü.
Bu Zeki Müren için piyango gibi bir karar olmuştur. O gece Perihan Altındağ’ın yerine sahne alan Zeki Müren TRT İstanbul Radyosu’nun telefonlarının kilitlenmesine neden oldu. Herkesin sorduğu soru aynıydı: “Kim bu çocuk?”
Onu çocukluğundan bu yana destekleyen DP’li vekil
Bu Müren’e devasa bir şöhret kapısı açmıştır. Hak edilen bir başarıydı, ama yine de Perihan Altındağ’ın rahatsızlanması ve adı sanı bilinmeyen, adı yedeklerde bile olmayan Zeki Müren’in sahneye çıkartılması çok büyük bir gizemdir. Ben bunu öylesine sıradan bir olay olarak karşılayamıyorum. Zeki Müren’i çocukluğundan beri destekleyen, dönemin iktidar partisi DP’den İstanbul Milletvekili olan ve küçük Zeki’yi çok seven birinin bunda acaba parmağı olabilir miydi?
Demokrat Parti’nin en güçlü olduğu yıllarda bir vekil acaba TRT’ye telefon açıp milyonlarca insanın dinleyeceği yılbaşı özel programına Zeki Müren’in çıkartılmasını rica etmiş olabilir miydi?
Hatta Perihan Altındağ’ın rahatsızlığı bir yalan olabilir mi? Altındağ acaba aldığı talimat veya rica sonucunda hasta numarası yapmış olabilir mi? Her zaman aklımda olan, sorguladığım bir konudur bu konu.
Her devrin sanatçısı
Lakin bunlar işin biraz perde arkası. Bir görünene bakalım.
Zeki Müren devrinin devrimci sanatçısı olduğunu hep gösterir.
Sahnelere getirdiği yeni düzen sayesinde çatal ve bıçak seslerinin susmasına neden olur.
Sahnede ilk kez el mikrofonunu kullanan odur. Ayrıca T tipi sahneyi de ilk kez o kullanmıştır.
Sahne kostümlerinde hiç kimsenin gösteremediği cesareti gösteren tek sanatçıdır. Sahneye mini etekle çıkan ilk ve tek erkek solisttir.
Londra’da bulunan Royal Albert Hall’da 1976 yılında konser veren ilk Türk sanatçıdır ayrıca.
Maksim’de aralıksız 11 yıl boyunca sahne alan ve bir mekânda en uzun çalışan sanatçı olarak tarihe geçen, hiçbir zaman imzalı sözleşme yapmayan ve “benim sözüm senettir” diyen sanatçıdır.
Dil adabı – Müzisyen kimliği
Kendine has Türkçe kullanımı ile hiçbir sanatçının sahip olmadığı dil adabına sahip olan tek sanatçı Zeki Müren oldu.
Altı yüzün üzerinde plak ve kaset yayınlayarak kırılması zor bir rekora imza atan Zeki Müren, 1991 yılında ‘devlet sanatçısı’ unvanı aldı.
Sahnede ve filmlerinde kullandığı kıyafetlerin tasarımını kendisi yapan Zeki Müren, bu özelliği ile sanatçı kimliğinin ne kadar geniş bir spektruma yayıldığını da kanıtladı.
Zeki Müren’in sanatçı kişiliğinin yanı sıra müzisyen kimliği de kendine has özelliklere sahiptir. İlk plağını 1951 yılında Sahibinin Sesi plak etiketi ile yayınladı. Plağın bir yüzünde “Bir Muhabbet Kuşu”, diğer yüzünde ise “Yiğidin Alnına Yazılan Gelir” adlı şarkı yer aldı.
Son albümünü ise 1992 yılında yayınladı. “Sorma” adlı albüm onun uzun yıllar beraber çalıştığı Yavuz & Burç Plakçılık tarafından piyasaya sürüldü. Zeki Müren plak firmasının sahibi Yavuz Asöcal ile hemen hemen her gün telefonda görüşür hal hatır sorardı. Müzik şirketleri ile hiçbir zaman sözleşme imzalamayı tercih etmezdi, çünkü onun için söz senetten de değerliydi.
Sözün değeri ve Selami Şahin
Onun için sözün senet olması kadar sözün değeri de büyüktü. Seksenli yıllarda beraber çalıştığı usta müzisyen ve prodüktör Selami Şahin ile bir tek sözü yüzünden çalışmaktan vazgeçmiş ve plak şirketini değiştirmiştir.
ABD’de by-pass ameliyatı olmaya hazırlandığı sırada plakçısı Selami Şahin’in “Paşam, ameliyat öncesi bir stüdyoya girip birkaç şarkı kaydedelim mi?” demesine sinirlenen Zeki Müren, “Sen benim ameliyatta ölmemi mi bekliyorsun?” demiş ve sinirlenerek odayı terk etmişti. Gidiş o gidişti; o günden sonra ne Selami Şahin ne de plak şirketi Lider Plak ile çalışmıştır.
Kendi sözleri olduğu kadar karşısındakinin de sözlerinin senet gibi olmasına özen gösteren Zeki Müren, onu kıran tek bir söz için gemileri yakabilecek kadar duygusaldı.
1980’lerin başında okuduğu “Kahır Mektubu” adlı plak hem onun kariyerinde hem Türk müziği endüstrisinde bir ilk oldu. “Kahır Mektubu” o güne dek yayınlanan en uzun şarkı idi. 29 dakika süren şarkı Zeki Müren’in kariyerinde önemli bir dönüm noktasını işaret ediyordu. O güne kadar hiç kimse buna cesaret edememişti.
“Kahır Mektubu” paşanın seksenli yıllarda adeta yeniden doğmasına neden olmuştur. Zeki Müren aynı şeyi 1986 yılında “Masal” adlı albümünde de yapmıştır. “Masal” 23 dakika süren bir şarkı olarak hem Zeki Müren’in hem de Türkiye’deki tüm sanatçıların seslendirdiği en uzun süreli ikinci şarkıdır.
İlk beste: Zehretme Bana Hayatı
Sanat Güneşi ilk bestesini 17 yaşında yapar. “Zehretme Bana Hayatı” adlı bu ilk bestesinin devamı gelir ve ardında üç yüzden fazla beste bırakır.
İlk bestesinin bir de ilginç özelliği vardır. Güftenin ilk dörtlüğünün ilk harfleri alt alta yazıldığında sanatçının adı oluşur. Yani akrostiştir…
Zehretme bana hayatı cananım
Elemlerle doldu benim her ânım
Kederimle yanıp sönse de canım
İnan ki ben yine sana hayranım
Paşa’nın kaç albüm yayınladığı ciddi bir muammadır. Kimi kaynaklarca 500, kimi kaynaklarca ise 600’den fazla plak-kaset yayınlamıştır.
Müziğin Paşası
Zeki Müren’e neden “paşa” dendiği ise ayrı muammadır. 1969 yılında Antalya’da Aspendos’ta konser veren Zeki Müren, bu konserden sonra Antalya halkı tarafından “Müziğin Paşası” unvanın aldı. Bu unvanın ona neden verildiğini kendisi bile bilmiyordu, ama belli ki o da bu lakabı sevmişti; kendisine ‘paşam’ denmesinden nerdeyse hiç rahatsızlık duymuyordu. Paşa lakabının, sahip olduğu imaj ve kıyafetler sayesinde ona yakıştırılmış olma ihtimali ise oldukça yüksekti.
Zeki Müren’in yenilikçi tarzı onun farkında olmadan Türk müzik endüstrisinde bir ilke de imza attırmıştır. Paşanın seksenli yıllardaki prodüktörü Selami Şahin, Lider Plak etiketi ile yayınladığı “Hayat Öpücüğü” ve “Aşk Kurbanı” adlı albümlerinin haklarını doksanlı yıllarda birtakım ekonomik sorunlar nedeniyle Aziz Çorluk Plak’a sattı. Bu arşivi satın alan plak şirketi makara bantlarından Zeki Müren’in sesini, vokalini alarak üstüne yeniden müzik çaldırmış ve bu albümü yeni düzenlemelerle piyasaya sunmuştur.
Bu yeni albümde Zeki Müren’in seksenli yıllardaki ses kaydı ile doksanlı yıllarda çalınan sazlar birleştirildi ve Türkiye’nin ilk re-master -hatta re-make demek daha uygun olacak – albümüne imza atıldı.
O dönem Zeki Müren Bodrum’daki evinde inzivaya çekilmiş dinleniyordu. Bu albümden onun da haberi yoktu. Albüm yayınlandığında ise o dönem Star TV’de yayınlanan Paparazzi adlı magazin programına telefonla bağlanarak şaşkınlığını anlatmıştı. Paşa haberi olmadan bir müzik devrimine daha imza atmıştı.
“Son Gece”
Zeki Müren’in devrimci sanatçılığını anlatmaya saatler, sayfalar yetmez. Onun aramızdan ayrılışı bile sanat hayatındaki devrimci kimliğine uygun olmuştur. 24 Eylül 1996 tarihinde TRT’nin düzenlediği bir ödül töreni programına katılmak üzere karayolu ile İzmir’e giden Zeki Müren program çekiminin yapıldığı sırada kalp krizi geçirdi ve vefat etti.
Zeki Müren’in bu seyahat boyunca hiçbir ilacını kendi inisiyatifi ile almaması, son nefesini verdiği program için hazırladığı kıyafete “Son Gece” adını vermesi onun kendi ölümünü dahi tasarlayan bir devrimci olduğunun ipuçlarıydı.
Her sanatçı sahnede ölmek ister, ama bu sadece Zeki Müren’e nasip olmuştur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 5 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.