Dünya Dostluk Günü’nde, arkadaşlığın yeni medya teknolojileriyle değişen anlamını konuşalım istiyorum. Dün, dost kavramının içini doldurmak için adanmışlık, sadakat, feragat ve fedakarlık gibi değerler olmazsa olmazdı. Bugünse, sanal arkadaşlıkları başlatmak kadar bitirmek de kolay, her şey bir tuşa bakar.
Yalnızlık, modern dünyanın bir salgını. Yalnızlık ve sosyal yabancılaşma insan için ağır bir yük. Başka insanlarla anlamlı bir bağ kuramadığımızda hem beden hem de ruh olarak ölüyoruz. Yakınlarda yapılan bir çalışma toplumsal olarak reddedilmenin insanda kemik kırılması denli büyük bir acıya yol açabildiğini gösterdi. Başka insanlarla bağ kurabilmek, hem bizi kendi bencil heveslerimizin ve süfli arzularımızın ötesine taşıyor hem de daha geniş toplumun menfaatlerini görmeye/gözetmeye başlıyoruz.
Sosyal bağlarımızın derecesi bizim sağlık ve mutluluğumuzu artırdığı gibi, bizimle irtibata geçen insanları da olumlu yönde etkiliyor. İnsan olarak birbirimize muhtacız. Ruhumuzu demirleyecek bir liman, orada olmakla varoluşun ağır yükünden bizi azat edecek bir emniyet hissi arıyoruz. Sosyal alanın zayıflaması, varoluşsal yalnızlığı insani ilişkilerle gidermeyi zorlaştırıyor. Sosyal yabancılaşmadan kaynaklanan güvensizlik, yalnızlığı katmerlendiriyor. Yalnızlık, varlığın tam kalbinde ağrıyan bir boşluk.
Yalnızlık çağında dost aramak
Modern çağda arkadaşlık, beraber yürünen yolların, birlikte çekilen eziyetlerin yüküne talip değil. Yalnızlık çağında kendi yaralarımıza merhem olacak ve bizi can kulağıyla dinleyecek dostlar arıyoruz aramasına ama bunun karşılıklı fedakarlık ve diğerkamlık üzerine bina edilmesine de razı değiliz. Neredeyse, benden bir şey istemeyen arkadaş en iyisidir diyeceğiz.
İnsanları kendi özel yaşamlarını Internet’te “gönüllü” olarak paylaşmaya iten şey, yalnızlık hissi ve kederden başka bir şey değildir.
Bir başka insanla yakın bir ilişki kurmak belli bir samimiyet derecesi ya da kendine dönük ifşaat gerektirir. Zaman içinde kendinizi daha rahat hisseder, diğer insana, hislerinizi, düşlerinizi, kuşkularınızı paylaşacak kadar güven duyar ve onun sizi reddetmeyeceğinden ya da suçlamayacağından emin olursunuz. Normal şartlarda böyle bir samimiyet derecesine erişmek için, karşılıklılık ilkesine bel bağlarız. Eğer sen bana kendinle ilgili bir şey anlatırsan, ben de sana kendimle ilgili bir şey anlatırım. Zamanla bu alışveriş derinleşir ve iki insan birbiriyle gitgide daha çok şeyi paylaşmaya başlar. Bu ifşa dansı yine de son derece hassastır ve potansiyel sorunlarla doludur. Örneğin, birisine en derindeki hislerinizi vaktinden önce ya da uygunsuz koşullarda sayıp dökerseniz, karşınızdaki kişi sizin dengesiz olduğunuzu düşünebilir.
Teknolojinin hayatlarımıza girişiyle kadim insan ilişkileri de değişmeye başladı. Artık sanal dünyada aşık olup ayrılabiliyor, dünyanın dört bir köşesinden arkadaş edinebiliyor, derdimizi Siri’ye dökebiliyoruz. Sanal dünya gerçek insanların başka gerçek insanlarla aktüel etkileşimde bulunduğu, kendi kişiliklerini ve başkalarının kişiliklerini biçimlendirme ve hatta yaratma olanağına sahip olduğu bir âlem. Edilgen hayalî gerçeklikten sanal dünyanın interaktif sanal gerçekliğine geçiş, fotoğraftan sinemaya geçişe oranla çok daha radikal bir dönüşüm.
Sanal dünyanın daha interaktif oluşu kişisel ilişkilerimiz üzerinde daha çok kontrole sahip olduğumuz anlamına gelir. Örneğin, istediğimiz zaman ilişkilerimizin hızını azaltabilir ya da artırabiliriz. Eğer biri – sözgelimi size aşık olduğunu söyleyerek – sizi şaşırtırsa, vereceğiniz cevabı düşünmek için vaktiniz vardır. Spontane biçimde ortaya çıkan tepkilerinize dayanmak zorunda kalmazsınız. Bu anlamda, çevrimiçi ilişkilerle başa çıkmak daha kolaydır. İşine gelmeyen, sana tatmin hissi vermeyen arkadaşı delete et gitsin, sırada başka pek çok aday var, değil mi ya?
Internet, kitlelerin duygusal çöküşü mü?
Sözde ‘arkadaş’ların kimlikleri hakkında hiçbir fikirleri olmadığı halde, kişilerin Internet üzerinden karşılıklı olarak hikâyelerini paylaşmaları sık görülen bir durumdur. İnsanlar, çok özel meselelerini deşmek ve sorgulamak için daha iyi bir yer arayışlarında hiç bu kadar rahat olmamışlardı. Başka bir deyişle, bireyler interneti esnek bir erişilebilirlik aracı olarak görüyorlar ve bunun arkasında yatan da büyük ölçüde onları özgür kılan anonimlik hissidir. Bununla birlikte, bu fenomen olumlu bir sosyal gelişme olarak değil, kitlelerin duygusal çöküşü olarak değerlendiriliyor: İnsanları kendi özel yaşamlarını Internet’te “gönüllü” olarak paylaşmaya iten şey, yalnızlık hissi ve kederden başka bir şey değil. Bu çöküş iki alanın birbirine geçmesiyle ilgili olabilir; gizli, bastırılmış ve sessiz özel yaşamın kamusal dünyada görünür ve sesli hale gelmesiyle birlikte, bireyin özel ve kamusal personalarının da belirsizleştiğine inanılıyor. İnsanların kendileri için kullandıkları yegâne aletlerin elektronik aygıtlar haline geldiği bir akışkan dünyada, sanal ile sanal olmayan yakınlık yer değiştiriyor.
Televizyon kuşağının büyük hissiyatı can sıkıntısı ise, Web kuşağınınki de yalnızlıktır. Biz hareketsiz kalma yeteneğimizi, aylaklık kapasitemizi yitirdik. Onlarsa yalnız kalma yeteneklerini, bir başına olma kapasitelerini.
Kimi araştırmalar Internet’in yalnızlık, depresyon, toplumsal destek ve kişinin kendi gözündeki değerinde bir azalmanın yanı sıra, sığ ve saldırgan davranışları da tetiklediğini gösteriyor. Yalnızlık insana eşlik edecek kimsenin olmayışıdır, bu yokluğun doğurduğu kederdir. Ama televizyon can sıkıntısı üretimi konusunda ne denli güçlüyse, Internet de yalnızlığın üretimi söz konusu olduğunda o denli güçlüdür. Nasıl ki günde altı saat televizyon seyretmek can sıkıntısı eğilimine ve hiçbir şey yapmadan oturamamaya neden oluyorsa, günde yüz tane tekst mesajı da aynı şekilde bir yalnızlık eğilimine uç verir.
İnsanların bilgisayarlara kendileri hakkında bilgi vermekte daha cömert davranma eğilimi – bu bilgileri bir başkasının okuyacağını bilseler bile – Internet’te olup bitenin önemli bir parçasıdır. Göreceli bir anonimlik, uzakta ve fiziksel olarak güvende olma hissiyle bilgisayar karşısına oturursunuz ve kimi zaman kendinizi, ekranın diğer tarafındaki hiç tanımadığınız kişiye sizinle aynı odada bulunan kişilerden daha yakın hissedersiniz. Onlarla kendiniz hakkında daha çok şeyi paylaşabilir, hislerinizi daha açıkça dışa vurabilirsiniz. Bu da tuhaf bir dostluk ve samimiyet yanılsaması yaratır.
İnsanlarla bağlantı kurmak her zaman için kişisel bilgilerinizin kontrolünden kısmen feragat etmeniz anlamına gelir. “Sosyal” ve “gizli” olan bir arada var olamaz. İletişim içinde olduğunuz herkes sizin hakkınızda bir şeyler öğrenecektir. İfşa kültürü, sanal arkadaşları birbirine sır ortağı kılar.
Web kuşağının büyük hissiyatı: Yalnızlık
Televizyon kuşağının büyük hissiyatı can sıkıntısı ise, Web kuşağınınki de yalnızlıktır. Biz hareketsiz kalma yeteneğimizi, aylaklık kapasitemizi yitirdik. Onlarsa yalnız kalma yeteneklerini, bir başına olma kapasitelerini. Bilincin parçalanması sürecine ivme kazandırmış olabilirler, ama bunu onlar başlatmadı. Evrensel dostluk kavramını cisimleştirmiş olabilirler, ama bunu onlar keşfetmedi. Dostluk kabuk değiştiriyor, başka bir deyişle, bir ilişki olmaktan çıkıp bir his haline geliyor – insanların paylaştığı bir şey olmaktan çıkıp, elektronik mağaralarımızın ıssızlığında, bebekleriyle oynayan yalnız başına bir çocuk gibi bağlantı fişlerimizi sürekli yeniden düzenleyerek, kendi kendimize kucakladığımız bir şeye dönüşüyor.
Dostluk kabuk değiştiriyor, bir ilişki olmaktan çıkıp bir his haline geliyor – insanların paylaştığı bir şey olmaktan çıkıp, elektronik mağaralarımızın ıssızlığında, bebekleriyle oynayan yalnız başına bir çocuk gibi bağlantı fişlerimizi sürekli yeniden düzenleyerek, kendi kendimize kucakladığımız bir şeye dönüşüyor.
Kendisi zaten kirlenmiş olan grup dostluğu, ikisi arasındaki sınırlar bulanıklaştıkça, bireysel dostluklarımızın parçalarıyla kendi kendini tahkim ediyor. Facebook’la ilgili en rahatsız edici şey, insanların kendi özel yaşamlarını kamuya açık biçimde yaşamaya bu denli razı – hatta buna hevesli – oluşlarıdır. Kişisel bilgilerin ilan edilmesi pornografiyi andırır, ustalıklı, gayrı şahsî bir sergi. Yeni sosyal medya siteleri bizzat bizim mahremiyet anlayışımızı ve bununla birlikte kendimize dair anlayışımızı da yanlışlamış durumdalar.
Elimizi omzuna koyduğumuz, zor zamanlarımızda yanı başımızda bitiveren, karşılıklı gülüp ağlaştığımız arkadaşlarımızın yerini yavaş yavaş klavye ve ekran başından kalkmadan, belirli amaçlar doğrultusunda bir araya geldiğimiz sanal dostlarımız alıyor. Bana sorarsanız dostluk, sevdiğimiz insanı, yargılamadan ve bir talepte bulunmadan kalpte tutmaktır. Dostluk tutunmaktır, hatırda tutmak ve hatır tutmaktır. Zor zamanda dosta vefa, insanlığımızın miyara vurulduğu bir ölçüdür.
Ama arkadaşlık sanal olunca, bir tuş darbesiyle gidebilecek demektir ve işte o zaman, sadece kendi ihtiyaçlarımızı doyurmak için kullandığımız ve artık işimize yaramaz olduklarında buruşturup bir kenara attığımız, zayıf bir ilişki söz konusudur.
Karamsar kehanetlerden uzak durmak için bir ipucu vererek bitirelim: Sanal dostluklarınızı gerçek mecralara taşıyın, onları kanlı canlı insanlar olarak görün, hikayelerini kendi ses ve yüz ifadelerinden dinleyin. Gözünün içine bakarak samimiyetle dinlediğiniz o insan, sizin o an dost olmaya davet ettiğiniz kişinin ta kendisidir.
Twitter’dan takip edin: @mkemalsayar
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 30 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.