Türkiye’yi güzelleştirecek bir hayal egzersizi

Türkiye’nin içinde bulunduğu ‘reaksiyoner mevzileşme’ sorununu aşmak için bir hayal egzersizi önerisi. Prof. Kemal Sayar yazdı.

Ötekiler olmazsa ben de olamam, hepsinden öte ötekilerin varoluşunu yasaklarsam ben de var olmam. Ötekiler için, ama aynı zamanda da ötekiler olmaksızın düşünemem, ötekiler de benim için düşünemez.

Paul Freire

Yüz yüze olmak önyargıları hafifletir, çoğu zaman resmini bizim çizdiğimiz ve onun yerine konuştuğumuz muhayyel düşmanı, ruhu olan bir insan olarak karşımıza çıkarır. Onun kendi kelimeleriyle kendisini anlatmasına müsaade eder. Ötekinin kelimelerinin içimize değmesine izin vermek, kendimizde bir değişime izin vermektir bir bakıma, onun kelimelerinin de içimizin boşluklarını tamir etmesine izin vermektir. Bana benzemediği ve benimle bir olmadığı halde bir ünsiyet peyda edebildiğim insanla kurduğum dostluk çok değerli. Namusuna ve insanlığa sadakatine inandığımız her insanın eşiğine gidelim, ondan bir hikâye dinleyelim. Belki o hikâye bizi evin içine buyur eder.

‘Hakikat sadece bende ve benim cemaatimde konuşuyor, diğer insanlar dalalet içinde’ düşüncesi, bütün toplumsal yapıları avlama istidadında bir yanılsamadır. Hangi toplumsal grup buna ram olursa oradan bir hayır çıkmaz. Biz ve onlar arasına duvar örmek ve sonra tahkim edilmiş bir kaleden diğer insanların kusurlarını sayıp dökmek bir konuşma ahlâkının tesisine izin vermez. Tam aksine kendi kusurlarıyla açık bir biçimde yüzleşebilen ve söylemlerini başkasının ne olduğu üzerine değil de kendinin nasıl daha hayırhah olabileceği üzerine kuran yapılar, toplumu ileriye taşır.

Türkiye’de reaksiyoner mevzileşme

Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri, reaksiyoner mevzileşme; meselesini öteki saydığının üzerinden tanımlayan ve kendisini ‘onun veya ötekinin olmadığı şey’ olarak betimleyen anlayış. Bu durum, bizi birbirimizle konuşmaktan alıkoyuyor.

Düşünceden ve nefis muhasebesinden korkmayalım, herkesin bir diğerinden öğreneceği bir şey mutlaka vardır. İnsan insana şifa ve sığınaktır.

Uygarlık dediğimiz şey de nihayetinde tahripkâr duygularımızı denetleyebilmemizle ortaya çıkar.

Türkiye’de toplumun her bir kesimi öteki kesim tarafından mağdur edildiği hissine kapılıyor. Bu da uzun uzun konuşmaksızın, birbirimizin yaralarına merhem olmaya çalışmaksızın iyileşmeyecek, sessizlikle ve görmezden gelmekle geçiştirilemeyecek bir durum.

Türkiye’de toplumun her bir kesimi öteki kesim tarafından mağdur edildiği hissine kapılıyor. Bu da uzun uzun konuşmaksızın, birbirimizin yaralarına merhem olmaya çalışmaksızın iyileşmeyecek, sessizlikle ve görmezden gelmekle geçiştirilemeyecek bir durum.

Özellikle güven endeksi düşük toplumlarda insanlar buhran zamanlarında şüphe adacıkları oluşturur. Her düşünce gettosu ötekine şüpheyle yaklaşmaya başlar. O zaman da paranoya, başat ruh iklimi olur çıkar. Güveni önce biz tamir edeceğiz, ‘kayıp arkadaş’ımızı bularak.

Etkin umuda ihtiyacımız var

Yasımızı tutacağız, kaybettiklerimizi hatırlayacağız. Etkin bir umuda ihtiyacımız var, cesaretle sarmalanmış bir umuda. Umut etmek cesaret etmektir, yanlış giden bir şeylerin değişebileceğine ve dünyayı ve ülkemizi bulduğumuzdan daha güzel bırakabileceğimize duyduğumuz inançtır. Etkin umut, bu başımıza gelen bir daha başımıza gelmesin için bize ne sorumluluk düşüyorsa onu yerine getirmektir. Her birimiz elimizi taşın altına koyduğumuz gün iyileşmeye başlayacağız. Bu ülkeyi severken birbirimizi sevdiğimizi de fark edeceğiz.

Radikal empati

Bir konuşma ahlakına muhtacız, radikal empati ötekinin bütün farklılığına rağmen onun acısını anlamaya ve dinlemeye çalışmak demek. Onu benim gibi olmaya icbar etmeden. İyilik burada başlıyor.

Dünya hayır ve iyilik üzerine dönüyor, kaynak, zaman ve enerjilerini başka insanlar için seferber eden, ötekinin acısını yüreğinde hisseden iyilik neferleri var. İyilik neferi, ‘dünyayı ben kurtaracağım’ diyen ve işittiği yardım çağrısı karşısında sessiz kalamayan, o çağrıyı sadece kendisi işitiyormuşçasına üzerine alınan kişidir. Ahlâklı bir hayat, insanın elinden geldiğince iyilik yapabilmesiyle mümkün. Duygu sonrası toplumlara inat sadece kendimiz için değil başkaları için de var olduğumuz hakikatini dünyaya haykırmalıyız. Kendi aile, klan veya kabilemizin dışına taşarak başkasının acısına da merhem olmaya çalıştığımız bir hayat, sevginin eyleme geçmiş halidir.

Duygu sonrası toplumlara inat sadece kendimiz için değil başkaları için de var olduğumuz hakikatini dünyaya haykırmalıyız. Kendi aile, klan veya kabilemizin dışına taşarak başkasının acısına da merhem olmaya çalıştığımız bir hayat, sevginin eyleme geçmiş halidir.

Sevgi ancak bir sızıyı dindirmek, yaralı bir ruhu işitip ona şifa vermeye çalışmakla kemâl bulur. Böylece sevgi yerinde duramayan bir ödev ahlakına dönüşür ve bizi dünyanın bütün feryatlarını duymaya icbar eder. Bu tavır ve hassasiyete ‘etkin diğerkâmlık’ adını da verebiliriz.

Etkin diğerkâmlık

Etkin diğerkâmlık ahlâkî bakışımızı kendimiz saydığımızın ötesine de taşıyarak harekete geçebilmemiz demek. Çünkü ahlâklı bir hayat sadece yapmamamız gerekenin ne olduğuna dair emirleri izlemez. Başka birine ilişen bir kötülüğü dilimiz döndüğü ve gücümüz erdiği nispette önlemeye çalışmamız, ötekinin iniltisine ruhumuzu açmamız gerekir. Gerçek güç, başka insanların hayatında olumlu bir fark yaratabilmektir.

İnsan aynı zamanda bir ses, bir yankı, bir yüz arayan bir varlık. Hayat bir muhatap bulma arayışıyla kaim. Muhatap bulmak ve muhatap bulunmak istiyoruz. Bebeğin zihni yeterince aynalanır ve muhatap bulunursa daha iyi gelişiyor. Bugün insan beyninin ancak sosyallik içinde gelişen bir organ olduğunu biliyoruz. İnsan ancak anlamlı ilişkiler kurarak ruhsal manada serpiliyor. Bu da daha makro düzlemde bireyci psikoloji bilimine meydan okuyan, insanların ve varlıkların karşılıklı bağımlılığına atıf yapan bir daha bütüncül bir paradigmayı besliyor. Her birimiz birbirimize bağlı ve bağımlıyız. Bunun ekonomiden siyasete kadar yansımaları olabilir. Ekonomi her insanın sadece kendi çıkarını düşünen ve kendi karını maksimize etmek isteyen bencil bir varlık olduğu düşüncesini bırakırsa kapitalizm hizaya getirilebilir. Ulusların ve fertlerin kaderinin görünmez ilmeklerle birbirine bağlı olabileceğini düşünen bir siyaset, merhamet ve adaleti birinci vazifesi addederek tahakkümcü politikalardan vazgeçebilir.

Ulusların ve fertlerin kaderinin görünmez ilmeklerle birbirine bağlı olabileceğini düşünen bir siyaset, merhamet ve adaleti birinci vazifesi addederek tahakkümcü politikalardan vazgeçebilir.

Ait olmak

İnsan ait olmak isteyen bir varlık. Aidiyetlerimiz bizi birleştirdiği kadar ayırıyor da, her birimiz varoluşun sıkıntılarına karşı duracağımız kuvvetli bir saf arayışı içindeyiz. İnsan kendisini olduğu gibi kabullenen bir ‘yer’e ait hissediyor, düşünce ve duygularından utanç duymadığı, kınanmadan buyur edildiği, kendisini güvende hissettiren yere. Yaralarının görünmesinden korkmadığı bir yere.

‘İki mahkum hücre duvarına tıklayarak haberleşir. Onları ayıran duvar, haberleşme vasıtalarıdır da. Her ayrılık, bir bağdır’ demişti Simone Weil.

‘Biz’in içini çoğaltalım. Duvarlar değil, köprüler örelim. Bunun için elimizde kuvvetli bir kaldıraç var: Sosyal empati.

Sosyal empatinin basamakları

Sosyal empatinin basamaklarını şöyle özetleyebiliriz: Senden farklı insanları ve yerleri ziyaret et. Niçin farklı olduklarını anlamaya çalış. Kendini onların yerine koy ve bunun hayatını nasıl değiştirebileceğini, hangi fırsatları elde edeceğini veya kaçıracağını, sana nasıl davranılacağını hayal et. Bir an için gözünü yum ve o olmanın, öteki olmanın neye benzediğini hissetmeye çalış. Dünya, ötekini hissetmene izin verecek şu basit hayal egzersiziyle bile güzelleşir.

Öteki olmadan ben yokum.

Twitter’dan takip edin: @mkemalsayar

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

Kemal Sayar
Kemal Sayarhttps://kemalsayar.com/
Prof. Dr. Kemal Sayar, psikiyatri profesörü. İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’nde klinik şefliği, çeşitli radyo ve televizyon kanallarında programlar yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Sayar, Hayat Teselli Bulmaktır (Timaş Yayınları, 2013) ile Başı Sınuklar için Kılavuz (Kapı Yayınları, 2019) ve Dünyaya Geldim Gitmeye (Turkuvaz, 2019) başta olmak üzere yirmiyi aşkın kitaba imza attı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye’yi güzelleştirecek bir hayal egzersizi

Türkiye’nin içinde bulunduğu ‘reaksiyoner mevzileşme’ sorununu aşmak için bir hayal egzersizi önerisi. Prof. Kemal Sayar yazdı.

Ötekiler olmazsa ben de olamam, hepsinden öte ötekilerin varoluşunu yasaklarsam ben de var olmam. Ötekiler için, ama aynı zamanda da ötekiler olmaksızın düşünemem, ötekiler de benim için düşünemez.

Paul Freire

Yüz yüze olmak önyargıları hafifletir, çoğu zaman resmini bizim çizdiğimiz ve onun yerine konuştuğumuz muhayyel düşmanı, ruhu olan bir insan olarak karşımıza çıkarır. Onun kendi kelimeleriyle kendisini anlatmasına müsaade eder. Ötekinin kelimelerinin içimize değmesine izin vermek, kendimizde bir değişime izin vermektir bir bakıma, onun kelimelerinin de içimizin boşluklarını tamir etmesine izin vermektir. Bana benzemediği ve benimle bir olmadığı halde bir ünsiyet peyda edebildiğim insanla kurduğum dostluk çok değerli. Namusuna ve insanlığa sadakatine inandığımız her insanın eşiğine gidelim, ondan bir hikâye dinleyelim. Belki o hikâye bizi evin içine buyur eder.

‘Hakikat sadece bende ve benim cemaatimde konuşuyor, diğer insanlar dalalet içinde’ düşüncesi, bütün toplumsal yapıları avlama istidadında bir yanılsamadır. Hangi toplumsal grup buna ram olursa oradan bir hayır çıkmaz. Biz ve onlar arasına duvar örmek ve sonra tahkim edilmiş bir kaleden diğer insanların kusurlarını sayıp dökmek bir konuşma ahlâkının tesisine izin vermez. Tam aksine kendi kusurlarıyla açık bir biçimde yüzleşebilen ve söylemlerini başkasının ne olduğu üzerine değil de kendinin nasıl daha hayırhah olabileceği üzerine kuran yapılar, toplumu ileriye taşır.

Türkiye’de reaksiyoner mevzileşme

Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri, reaksiyoner mevzileşme; meselesini öteki saydığının üzerinden tanımlayan ve kendisini ‘onun veya ötekinin olmadığı şey’ olarak betimleyen anlayış. Bu durum, bizi birbirimizle konuşmaktan alıkoyuyor.

Düşünceden ve nefis muhasebesinden korkmayalım, herkesin bir diğerinden öğreneceği bir şey mutlaka vardır. İnsan insana şifa ve sığınaktır.

Uygarlık dediğimiz şey de nihayetinde tahripkâr duygularımızı denetleyebilmemizle ortaya çıkar.

Türkiye’de toplumun her bir kesimi öteki kesim tarafından mağdur edildiği hissine kapılıyor. Bu da uzun uzun konuşmaksızın, birbirimizin yaralarına merhem olmaya çalışmaksızın iyileşmeyecek, sessizlikle ve görmezden gelmekle geçiştirilemeyecek bir durum.

Türkiye’de toplumun her bir kesimi öteki kesim tarafından mağdur edildiği hissine kapılıyor. Bu da uzun uzun konuşmaksızın, birbirimizin yaralarına merhem olmaya çalışmaksızın iyileşmeyecek, sessizlikle ve görmezden gelmekle geçiştirilemeyecek bir durum.

Özellikle güven endeksi düşük toplumlarda insanlar buhran zamanlarında şüphe adacıkları oluşturur. Her düşünce gettosu ötekine şüpheyle yaklaşmaya başlar. O zaman da paranoya, başat ruh iklimi olur çıkar. Güveni önce biz tamir edeceğiz, ‘kayıp arkadaş’ımızı bularak.

Etkin umuda ihtiyacımız var

Yasımızı tutacağız, kaybettiklerimizi hatırlayacağız. Etkin bir umuda ihtiyacımız var, cesaretle sarmalanmış bir umuda. Umut etmek cesaret etmektir, yanlış giden bir şeylerin değişebileceğine ve dünyayı ve ülkemizi bulduğumuzdan daha güzel bırakabileceğimize duyduğumuz inançtır. Etkin umut, bu başımıza gelen bir daha başımıza gelmesin için bize ne sorumluluk düşüyorsa onu yerine getirmektir. Her birimiz elimizi taşın altına koyduğumuz gün iyileşmeye başlayacağız. Bu ülkeyi severken birbirimizi sevdiğimizi de fark edeceğiz.

Radikal empati

Bir konuşma ahlakına muhtacız, radikal empati ötekinin bütün farklılığına rağmen onun acısını anlamaya ve dinlemeye çalışmak demek. Onu benim gibi olmaya icbar etmeden. İyilik burada başlıyor.

Dünya hayır ve iyilik üzerine dönüyor, kaynak, zaman ve enerjilerini başka insanlar için seferber eden, ötekinin acısını yüreğinde hisseden iyilik neferleri var. İyilik neferi, ‘dünyayı ben kurtaracağım’ diyen ve işittiği yardım çağrısı karşısında sessiz kalamayan, o çağrıyı sadece kendisi işitiyormuşçasına üzerine alınan kişidir. Ahlâklı bir hayat, insanın elinden geldiğince iyilik yapabilmesiyle mümkün. Duygu sonrası toplumlara inat sadece kendimiz için değil başkaları için de var olduğumuz hakikatini dünyaya haykırmalıyız. Kendi aile, klan veya kabilemizin dışına taşarak başkasının acısına da merhem olmaya çalıştığımız bir hayat, sevginin eyleme geçmiş halidir.

Duygu sonrası toplumlara inat sadece kendimiz için değil başkaları için de var olduğumuz hakikatini dünyaya haykırmalıyız. Kendi aile, klan veya kabilemizin dışına taşarak başkasının acısına da merhem olmaya çalıştığımız bir hayat, sevginin eyleme geçmiş halidir.

Sevgi ancak bir sızıyı dindirmek, yaralı bir ruhu işitip ona şifa vermeye çalışmakla kemâl bulur. Böylece sevgi yerinde duramayan bir ödev ahlakına dönüşür ve bizi dünyanın bütün feryatlarını duymaya icbar eder. Bu tavır ve hassasiyete ‘etkin diğerkâmlık’ adını da verebiliriz.

Etkin diğerkâmlık

Etkin diğerkâmlık ahlâkî bakışımızı kendimiz saydığımızın ötesine de taşıyarak harekete geçebilmemiz demek. Çünkü ahlâklı bir hayat sadece yapmamamız gerekenin ne olduğuna dair emirleri izlemez. Başka birine ilişen bir kötülüğü dilimiz döndüğü ve gücümüz erdiği nispette önlemeye çalışmamız, ötekinin iniltisine ruhumuzu açmamız gerekir. Gerçek güç, başka insanların hayatında olumlu bir fark yaratabilmektir.

İnsan aynı zamanda bir ses, bir yankı, bir yüz arayan bir varlık. Hayat bir muhatap bulma arayışıyla kaim. Muhatap bulmak ve muhatap bulunmak istiyoruz. Bebeğin zihni yeterince aynalanır ve muhatap bulunursa daha iyi gelişiyor. Bugün insan beyninin ancak sosyallik içinde gelişen bir organ olduğunu biliyoruz. İnsan ancak anlamlı ilişkiler kurarak ruhsal manada serpiliyor. Bu da daha makro düzlemde bireyci psikoloji bilimine meydan okuyan, insanların ve varlıkların karşılıklı bağımlılığına atıf yapan bir daha bütüncül bir paradigmayı besliyor. Her birimiz birbirimize bağlı ve bağımlıyız. Bunun ekonomiden siyasete kadar yansımaları olabilir. Ekonomi her insanın sadece kendi çıkarını düşünen ve kendi karını maksimize etmek isteyen bencil bir varlık olduğu düşüncesini bırakırsa kapitalizm hizaya getirilebilir. Ulusların ve fertlerin kaderinin görünmez ilmeklerle birbirine bağlı olabileceğini düşünen bir siyaset, merhamet ve adaleti birinci vazifesi addederek tahakkümcü politikalardan vazgeçebilir.

Ulusların ve fertlerin kaderinin görünmez ilmeklerle birbirine bağlı olabileceğini düşünen bir siyaset, merhamet ve adaleti birinci vazifesi addederek tahakkümcü politikalardan vazgeçebilir.

Ait olmak

İnsan ait olmak isteyen bir varlık. Aidiyetlerimiz bizi birleştirdiği kadar ayırıyor da, her birimiz varoluşun sıkıntılarına karşı duracağımız kuvvetli bir saf arayışı içindeyiz. İnsan kendisini olduğu gibi kabullenen bir ‘yer’e ait hissediyor, düşünce ve duygularından utanç duymadığı, kınanmadan buyur edildiği, kendisini güvende hissettiren yere. Yaralarının görünmesinden korkmadığı bir yere.

‘İki mahkum hücre duvarına tıklayarak haberleşir. Onları ayıran duvar, haberleşme vasıtalarıdır da. Her ayrılık, bir bağdır’ demişti Simone Weil.

‘Biz’in içini çoğaltalım. Duvarlar değil, köprüler örelim. Bunun için elimizde kuvvetli bir kaldıraç var: Sosyal empati.

Sosyal empatinin basamakları

Sosyal empatinin basamaklarını şöyle özetleyebiliriz: Senden farklı insanları ve yerleri ziyaret et. Niçin farklı olduklarını anlamaya çalış. Kendini onların yerine koy ve bunun hayatını nasıl değiştirebileceğini, hangi fırsatları elde edeceğini veya kaçıracağını, sana nasıl davranılacağını hayal et. Bir an için gözünü yum ve o olmanın, öteki olmanın neye benzediğini hissetmeye çalış. Dünya, ötekini hissetmene izin verecek şu basit hayal egzersiziyle bile güzelleşir.

Öteki olmadan ben yokum.

Twitter’dan takip edin: @mkemalsayar

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

Kemal Sayar
Kemal Sayarhttps://kemalsayar.com/
Prof. Dr. Kemal Sayar, psikiyatri profesörü. İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’nde klinik şefliği, çeşitli radyo ve televizyon kanallarında programlar yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Sayar, Hayat Teselli Bulmaktır (Timaş Yayınları, 2013) ile Başı Sınuklar için Kılavuz (Kapı Yayınları, 2019) ve Dünyaya Geldim Gitmeye (Turkuvaz, 2019) başta olmak üzere yirmiyi aşkın kitaba imza attı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

2
0
Would love your thoughts, please comment.x