Bilimsel olarak kanıtlanmış iyi uyku rehberi

Cihazları, trendleri ve alarmları bir kenara bırakın. Uyku araştırmaları, iyi bir uykunun anahtarının vücudun kendi iç saatinde gizli olduğunu gösteriyor. Gündüz yeterince ışık almak, akşam yemeğini erken bitirmek ve her gün aynı saatte uyumak… Görünüşte basit bu alışkanlıklar, aslında biyolojik saatinizi yeniden ayarlayarak hem uykunuzu hem de sağlığınızı kökten değiştirebilir.

Modern hayat, uykuyu lüks bir mola hâline getirdi. Ekran ışıkları altında geçen geceler, sabahları kahveyle başlatılan uykusuzluk döngüleri ve “verimlilik” adına kısaltılan dinlenme süreleri, insan bedeninin milyonlarca yılda geliştirdiği biyolojik ritimlerle çelişiyor. Artık pek çok insan günün hangi saatinde çalıştığını, yemek yediğini ya da dinlendiğini unutacak kadar zamansız bir düzende yaşıyor. Fakat uyku, sadece dinlenme değil; bağışıklık sisteminden duygusal dengeye, hafızadan metabolizmaya kadar bedenin tüm işleyişini yeniden kuran bir süreç. Uyku düzeni bozulduğunda, aslında yalnızca gecemizi değil, bütün yaşam ritmimizi kaybediyoruz.

Uyku bilimi, son yıllarda bu kaybın nedenlerini anlamak için dikkatini bedenin ‘iç saatine’ çevirdi. Sirkadiyen ritimler olarak bilinen bu sistem, hücrelerimizden organlarımıza kadar tüm biyolojik süreçleri yönetiyor. Güneş ışığı, sıcaklık, beslenme ve sosyal etkileşim gibi çevresel etkenlerle senkronize olan bu iç saat, gündüz aktif, gece ise onarıcı bir beden kurguluyor. Ancak modern kent yaşamı, bu senkronizasyonu sık sık bozuyor: penceresiz ofislerde geçen uzun saatler, geç yemek yeme alışkanlığı, ekranlardan yayılan mavi ışık ve düzensiz uyku saatleri, vücudu adeta kalıcı bir “jet lag” hâline sokuyor.

Bilim gazetecisi Lynne Peeples, Nature internet sitesinde yayımlanan yazısında uyku araştırmalarının geldiği son noktayı ve modern yaşamın biyolojik saatimiz üzerindeki etkilerini inceliyor. Peeples, bilim insanlarının son yıllarda geliştirdiği bulguları bir araya getirerek iyi bir uykunun temelinde “daha fazla uyumak” değil, biyolojik ritimle uyumlu yaşamanın yattığını vurguluyor. Yazıda, gün içinde yeterince gün ışığına maruz kalmanın, akşamları ışığı azaltmanın, yemek saatlerini düzenlemenin ve uyku zamanlarını sabitlemenin uyku kalitesi üzerindeki belirleyici rolü anlatılıyor. Ayrıca geç saatlerde yemek yemenin sindirim ritmini ve melatonin salgısını bozduğuna, düzensiz uyku alışkanlıklarının ise kalp-damar hastalıklarından erken ölüme kadar uzanan ciddi sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekiliyor. Peeples, uykunun yalnızca bireysel bir konfor meselesi değil, bedenin tüm fizyolojik işleyişini düzenleyen bir denge unsuru olduğunu hatırlatıyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“TikTok’ta ağız bandı ya da ağırlıklı battaniye öneren videolardan, ‘uykusuzluğu bitiren yastıklar’ listelerine kadar her yerde uyku tavsiyeleriyle karşılaşıyoruz. Bu kadar çok ilgi boşuna değil. Dünyanın dört bir yanında insanlar uykusuzluktan ve yetersiz uykudan şikâyet ediyorlar; bu da her yıl 100 milyar doları aşan bir uyku ürünleri piyasasının büyümesini sağlıyor.

Fakat bilim insanları uyarıyor: İnternetteki hızlı çözümler ve pahalı ürünler çoğu zaman işe yaramıyor. Hatta başarısız denemeler durumu daha da kötüleştirebilir, insanlar yardım aramaktan vazgeçebilir. Araştırmacılar, çözümün uyku araştırmaları biliminin son 50 yılda sunduğu derslerde yattığını söylüyorlar. Bu çalışmalar, vücudun farklı bölgelerinde yer alan biyolojik saatlerden oluşan bir ağın varlığını ortaya koyuyor. Bu iç zamanlama sistemi, bedenin doğru şeyleri doğru zamanda yapmasını sağlar; örneğin bağışıklık tepkisini düzenlemek, sindirimi yönetmek ya da uykuya geçmek gibi. Ama bu saatler kendi kendine kusursuz biçimde işlemez; uyum içinde kalmak için gün ışığı, düzenli rutinler ve diğer çevresel sinyallere ihtiyaç duyar.

‘İnsanlar adeta kendilerine sürekli ‘jet lag’ yaşatıyorlar’

Modern yaşam bu düzeni sık sık bozuyor. Günümüzde insanlar günün büyük bölümünü yapay ışıklarla aydınlatılan kapalı mekânlarda geçiriyorlar, çoğu zaman geç saatlerde yemek yiyorlar, hafta içi ile hafta sonu arasında uyku saatlerini sürekli değiştiriyorlar ve adeta kendisine kalıcı bir ‘jet lag’ durumu yaşatıyorlar. Bunun sonuçları ise kesinlikle hafife alınacak türden değil. Kısa vadede bu biyolojik dengenin bozulması dikkat süresini, ruh hâlini ve tepki verme hızını olumsuz etkilerken; uzun vadede enfeksiyon hastalıklarına yatkınlık, diyabet, depresyon, bunama, kanser türleri, kalp ve damar rahatsızlıkları ve hatta erken yaşta ölüm riskini ciddi ölçüde artırabiliyor.

Daha iyi uyku ve genel sağlık için uzmanlar üç basit noktayı vurguluyorlar: Gündüz ve gece arasında net bir ışık farkı yaratmak, öğünleri belli zamanlarda düzenlemek ve uyku saatlerini sabit tutmak. Gündüzleri kısa da olsa dışarıda yürüyüş yapmak ve akşamları ev ortamında ışık seviyesini azaltmak bile vücudun biyolojik dengesinde son derece büyük fark yaratabiliyor.

Işık, biyolojik saatimiz için en güçlü sinyaldir, özellikle de mavi dalga boyundaki ışık. İnsan türü açık gökyüzü altında evrimleşti ve öğle saatlerinde gökyüzü mavi ışık bakımından en yoğun halindedir. Fakat ‘gece mavi ışıktan uzak durun’ tavsiyesi, hikâyenin sadece bir kısmını anlatıyor. 1990’lar ve 2000’lerde yapılan keşifler, gözde görme işlevine doğrudan katkısı olmayan ama ışığa duyarlı hücrelerin varlığını ortaya koydu. Bu hücreler, vücuttaki biyolojik saatleri senkronize ediyor. Işığın hem yoğunluğunu hem de dalga boyunu algılayıp bu verileri beyne iletiyorlar.

Biyolojik saatimizin düzgün çalışması için güçlü ışığa ihtiyaç var. Ama aslında ne kadar ışık aldığımızı pek fark edemiyoruz. Evlerdeki aydınlatma genellikle 100 ila 250 lüks arasında değişiyor ve bu göze yeterince parlak gelebilir. Oysa biyolojik saatimizin en iyi tepki verdiği mavi tonlu gün ışığı bunun katbekat ötesinde; bulutlu bir günde bile 10.000 lüksü aşabiliyor.

‘Koridordaki loş bir ampul bile uyku kalitenizi düşürebilir’

Zamanlama da en az parlaklık kadar önemli. Gün içinde alınan parlak mavi ışık, vücudun biyolojik saatini senkronize ediyor ve gece melatonin salgılanmasını destekliyor, yani vücuda ‘artık uyuma zamanı geldi’ sinyali gönderiyor. Aynı ışık gündüzleri dikkati artırıp zihinsel performansı desteklerken, gece saatlerinde yapay ışıklar ve ekranlardan geldiğinde sistemi şaşırtıyor.

Mavi ışık bu dengenin en güçlü bozucusu, ama geceleri hangi renkte olursa olsun fazla ışığa maruz kalmak da ritimleri kaydırabiliyor, melatonin üretimini bastırabiliyor ve uykuya geçişi zorlaştırabiliyor. Özellikle gecenin ortasında, örneğin tuvalet ışığını yakmak gibi kısa bir aydınlanma bile sistemi ciddi biçimde bozabiliyor. Çünkü biyolojik saatimizin ışığa duyarlılığı, uykunun tam ortasında en yüksek seviyede olur, yani ışığı en az beklediği anda. Araştırmalar, koridordaki loş bir ampul kadar zayıf bir ışığın bile gece kalp atışını hızlandırabildiğini ve uykunun kalitesini düşürebildiğini gösteriyor.

Bilim insanlarına göre asıl mesele, gündüzle gece arasındaki kontrastı korumak. Gündüz yeterince ışık almak, gece ışığının verebileceği zararlara karşı koruma sağlayabilir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, gündüz ışığına daha fazla maruz kalmanın biyolojik saatimizi güçlendirdiğini ve uyku kalitesini artırdığını ortaya koyuyor. Üniversite öğrencileriyle yapılan bir çalışmada, öğrencilerin gündüz boyunca aldığı toplam ışık miktarının, akşamdan sonra aldıkları ışıktan çok daha iyi şekilde ne zaman yatıp kalktıklarını belirlediği saptandı. Gündüz ne kadar çok ışık alırsanız, gece o kadar iyi uyursunuz.

Yetersiz gün ışığına maruz kalmak ve gece çok fazla ışık görmek, yaşam süresini bile kısaltabiliyor. Birleşik Krallık’ta yaklaşık 90.000 kişiyle yapılan büyük bir araştırmada, en dengesiz ışık alışkanlıklarına sahip %20’lik kesimin, en sağlıklı alışkanlıklara sahip %20’ye kıyasla ortalama beş yıl daha erken ölme olasılığı bulundu; üstelik gelir, sağlık durumu ve fiziksel aktivite gibi etkenler hesaba katıldıktan sonra bile.

Ne var ki modern dünyada bu doğal ışık-karanlık dengesini korumak pek kolay değil. Kapalı alanlardaki ışıklar genellikle görme için yeterli ama biyolojik saatimizi uyarmakta yetersiz kalıyor. Enerji tasarrufu standartları lambaların parlaklığını sınırlıyor. Pencereden giren gün ışığı zayıflıyor, enerji verimli camlar ve mavi ışığı filtreleyen gözlük camlarıysa göze ulaşan uyarıcı ışık miktarını daha da azaltıyor. Üstelik yaşlandıkça göz mercekleri sararıyor ve mavi ışığı daha fazla süzüyor, bu da sorunu derinleştiriyor.

Uyku araştırmalarına göre en iyi öneri, gün içinde daha fazla dışarı çıkmak, mümkünse cam kenarında oturmak ve gün ışığını taklit eden LED lambalar kullanmak. Akşam olduğunda ışıkları kısmak, ekranları kapatmak ya da ekranın parlaklığını azaltıp tonunu sıcaklaştıran uygulamalardan yararlanmak. Tuvalet içinse loş, amber tonunda bir gece lambası işe yarayabilir.

İyi bir uyku için sabah kral gibi, öğlen prens gibi, akşam köylü gibi ye

Yemek yeme alışkanlıklarımız da uyku ve biyolojik saat ritimleriyle doğrudan bağlantılı. Sabah 10’daki karaciğerle gece 10’daki karaciğer aynı şekilde çalışmaz. Gıdayı işleyen diğer organlar, hormonlar ve enzimler de kendi iç saatlerine göre hareket eder.

İnsan bedeni her saat yemek yemek için tasarlanmadı. Vücut, genellikle geç sabah ile öğle arasında gelen kalorileri en iyi şekilde sindirmeye hazır olur. Akşam geç saatlerde yemek yemek vücut saatini şaşırtır, sindirimi yarıda bırakır ve bağırsak mikrobiyotasını bozarak uykusuzluğa neden olabilir. Gece yemek yemek, kanı mideye yönlendirip vücut sıcaklığını yükseltiyor; bu da uykuyu kolaylaştıran doğal sıcaklık düşüşünü engelliyor. Ayrıca kan şekeri seviyesini artırıyor ve karaciğer ile böbrek saatlerini beyindeki ana saatten kopararak gece uyanmalarına yol açabiliyor. Sabah kral gibi, öğlen prens gibi, akşam köylü gibi ye. Akşam yemeğini uyumadan en az üç saat önce bitirmek, sonrasında atıştırmalık ya da kalorili içecek tüketmemek gerekiyor.

Yemeklerin içeriği de en az zamanı kadar önemli. Şekerli ve yağlı yiyecekler uykuyu hafifletir, böler. Kafein vücutta saatlerce kalır. Alkol ise yanıltıcıdır. Evet, uyuyakalabilirsiniz ama uykunuzun kalitesi düşük olur. Buna karşılık, gündüz bitkisel gıdalar tüketmek uykuyu destekler. Araştırmalar cevizin melatonin seviyesini yükselttiğini ve uyku kalitesini artırdığını gösteriyor. Konuya dair bir araştırma, gün içinde daha fazla meyve ve sebze tüketenlerin uykusunun daha az bölündüğünü ortaya koyuyor. Eğer yatmadan önce atıştırmadan duramıyorsan, yoğurt ya da granola gibi hafif ve kolay sindirilen yiyecekleri yiyebilirsiniz.

‘Doğru saatte uyuyorsan, uykudan çok daha fazla verim alırsın’

Ne kadar uyuduğun kadar, ne zaman uyuduğun da önemli, hatta çoğu zaman daha da fazla. Doğru saatte uyuyorsan, uykudan çok daha fazla verim alırsın. Elbette herkesin ‘ideal uyku saati’ farklıdır, sabah erken kalkan biriyle gece kuşu aynı düzende olamaz. Bu yüzden sabit iş veya okul saatleri çoğu kişinin biyolojik saatiyle çatışır. En tipik örneklerden biri de ergenlerde görülür; onların biyolojik ritmi daha geç saatlerde uyumaya eğilimlidir, ama okul zili sabah erkenden çalar.

Araştırmalara göre çalışanların ve öğrencilerin en az yüzde 80’i alarm kurmadan uyanamıyor, bu da çoğunun biyolojik saatine ters bir düzende yaşadığını gösteriyor. Günlerce alarm sesiyle uyanmak uyku borcunu artırıyor, insanlar da bunu hafta sonu geç uyanarak telafi etmeye çalışıyor. Yaz saati uygulamasında ileri ve geri alınan saatler ise bu dengesizliği daha da büyütüyor.

Bu uyumsuzluk sadece yorgunlukla kalmıyor. Uyku saatlerinin düzensiz olmasının, toplam uyku süresinden bile daha güçlü bir ölüm riski göstergesi olduğu tespit edildi. Başka bir araştırma, kalp yetmezliği hastalarının uyku düzeni bozulduğunda, yeniden hastaneye yatma veya ölüm riskinin iki kat arttığını gösteriyor. Uykuyu sadece saat hesabıyla düşünmemek gerekiyor. Önemli olan, her gün benzer bir ritmi koruyabilmek.

Hayatın da esneklik gerektirdiği bir gerçek. Herkes bazen arkadaşlarıyla geç akşam yemeklerine gidebilir, bunun için kendinizi suçlu hissetmeniz gerekmez. Ayrıca büyük bir uyku açığı olanların, tatil ya da izin günlerinde bir iki saat fazla uyuması vücut için oldukça faydalı olabilir.”

Bu yazı ilk kez 14 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

Lynne Peeples’ın Nature internet sitesinde yayımlanan “How to get the best night’s sleep: what the science says” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mert Söyler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.nature.com/articles/d41586-025-03148-8

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bilimsel olarak kanıtlanmış iyi uyku rehberi

Cihazları, trendleri ve alarmları bir kenara bırakın. Uyku araştırmaları, iyi bir uykunun anahtarının vücudun kendi iç saatinde gizli olduğunu gösteriyor. Gündüz yeterince ışık almak, akşam yemeğini erken bitirmek ve her gün aynı saatte uyumak… Görünüşte basit bu alışkanlıklar, aslında biyolojik saatinizi yeniden ayarlayarak hem uykunuzu hem de sağlığınızı kökten değiştirebilir.

Modern hayat, uykuyu lüks bir mola hâline getirdi. Ekran ışıkları altında geçen geceler, sabahları kahveyle başlatılan uykusuzluk döngüleri ve “verimlilik” adına kısaltılan dinlenme süreleri, insan bedeninin milyonlarca yılda geliştirdiği biyolojik ritimlerle çelişiyor. Artık pek çok insan günün hangi saatinde çalıştığını, yemek yediğini ya da dinlendiğini unutacak kadar zamansız bir düzende yaşıyor. Fakat uyku, sadece dinlenme değil; bağışıklık sisteminden duygusal dengeye, hafızadan metabolizmaya kadar bedenin tüm işleyişini yeniden kuran bir süreç. Uyku düzeni bozulduğunda, aslında yalnızca gecemizi değil, bütün yaşam ritmimizi kaybediyoruz.

Uyku bilimi, son yıllarda bu kaybın nedenlerini anlamak için dikkatini bedenin ‘iç saatine’ çevirdi. Sirkadiyen ritimler olarak bilinen bu sistem, hücrelerimizden organlarımıza kadar tüm biyolojik süreçleri yönetiyor. Güneş ışığı, sıcaklık, beslenme ve sosyal etkileşim gibi çevresel etkenlerle senkronize olan bu iç saat, gündüz aktif, gece ise onarıcı bir beden kurguluyor. Ancak modern kent yaşamı, bu senkronizasyonu sık sık bozuyor: penceresiz ofislerde geçen uzun saatler, geç yemek yeme alışkanlığı, ekranlardan yayılan mavi ışık ve düzensiz uyku saatleri, vücudu adeta kalıcı bir “jet lag” hâline sokuyor.

Bilim gazetecisi Lynne Peeples, Nature internet sitesinde yayımlanan yazısında uyku araştırmalarının geldiği son noktayı ve modern yaşamın biyolojik saatimiz üzerindeki etkilerini inceliyor. Peeples, bilim insanlarının son yıllarda geliştirdiği bulguları bir araya getirerek iyi bir uykunun temelinde “daha fazla uyumak” değil, biyolojik ritimle uyumlu yaşamanın yattığını vurguluyor. Yazıda, gün içinde yeterince gün ışığına maruz kalmanın, akşamları ışığı azaltmanın, yemek saatlerini düzenlemenin ve uyku zamanlarını sabitlemenin uyku kalitesi üzerindeki belirleyici rolü anlatılıyor. Ayrıca geç saatlerde yemek yemenin sindirim ritmini ve melatonin salgısını bozduğuna, düzensiz uyku alışkanlıklarının ise kalp-damar hastalıklarından erken ölüme kadar uzanan ciddi sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekiliyor. Peeples, uykunun yalnızca bireysel bir konfor meselesi değil, bedenin tüm fizyolojik işleyişini düzenleyen bir denge unsuru olduğunu hatırlatıyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“TikTok’ta ağız bandı ya da ağırlıklı battaniye öneren videolardan, ‘uykusuzluğu bitiren yastıklar’ listelerine kadar her yerde uyku tavsiyeleriyle karşılaşıyoruz. Bu kadar çok ilgi boşuna değil. Dünyanın dört bir yanında insanlar uykusuzluktan ve yetersiz uykudan şikâyet ediyorlar; bu da her yıl 100 milyar doları aşan bir uyku ürünleri piyasasının büyümesini sağlıyor.

Fakat bilim insanları uyarıyor: İnternetteki hızlı çözümler ve pahalı ürünler çoğu zaman işe yaramıyor. Hatta başarısız denemeler durumu daha da kötüleştirebilir, insanlar yardım aramaktan vazgeçebilir. Araştırmacılar, çözümün uyku araştırmaları biliminin son 50 yılda sunduğu derslerde yattığını söylüyorlar. Bu çalışmalar, vücudun farklı bölgelerinde yer alan biyolojik saatlerden oluşan bir ağın varlığını ortaya koyuyor. Bu iç zamanlama sistemi, bedenin doğru şeyleri doğru zamanda yapmasını sağlar; örneğin bağışıklık tepkisini düzenlemek, sindirimi yönetmek ya da uykuya geçmek gibi. Ama bu saatler kendi kendine kusursuz biçimde işlemez; uyum içinde kalmak için gün ışığı, düzenli rutinler ve diğer çevresel sinyallere ihtiyaç duyar.

‘İnsanlar adeta kendilerine sürekli ‘jet lag’ yaşatıyorlar’

Modern yaşam bu düzeni sık sık bozuyor. Günümüzde insanlar günün büyük bölümünü yapay ışıklarla aydınlatılan kapalı mekânlarda geçiriyorlar, çoğu zaman geç saatlerde yemek yiyorlar, hafta içi ile hafta sonu arasında uyku saatlerini sürekli değiştiriyorlar ve adeta kendisine kalıcı bir ‘jet lag’ durumu yaşatıyorlar. Bunun sonuçları ise kesinlikle hafife alınacak türden değil. Kısa vadede bu biyolojik dengenin bozulması dikkat süresini, ruh hâlini ve tepki verme hızını olumsuz etkilerken; uzun vadede enfeksiyon hastalıklarına yatkınlık, diyabet, depresyon, bunama, kanser türleri, kalp ve damar rahatsızlıkları ve hatta erken yaşta ölüm riskini ciddi ölçüde artırabiliyor.

Daha iyi uyku ve genel sağlık için uzmanlar üç basit noktayı vurguluyorlar: Gündüz ve gece arasında net bir ışık farkı yaratmak, öğünleri belli zamanlarda düzenlemek ve uyku saatlerini sabit tutmak. Gündüzleri kısa da olsa dışarıda yürüyüş yapmak ve akşamları ev ortamında ışık seviyesini azaltmak bile vücudun biyolojik dengesinde son derece büyük fark yaratabiliyor.

Işık, biyolojik saatimiz için en güçlü sinyaldir, özellikle de mavi dalga boyundaki ışık. İnsan türü açık gökyüzü altında evrimleşti ve öğle saatlerinde gökyüzü mavi ışık bakımından en yoğun halindedir. Fakat ‘gece mavi ışıktan uzak durun’ tavsiyesi, hikâyenin sadece bir kısmını anlatıyor. 1990’lar ve 2000’lerde yapılan keşifler, gözde görme işlevine doğrudan katkısı olmayan ama ışığa duyarlı hücrelerin varlığını ortaya koydu. Bu hücreler, vücuttaki biyolojik saatleri senkronize ediyor. Işığın hem yoğunluğunu hem de dalga boyunu algılayıp bu verileri beyne iletiyorlar.

Biyolojik saatimizin düzgün çalışması için güçlü ışığa ihtiyaç var. Ama aslında ne kadar ışık aldığımızı pek fark edemiyoruz. Evlerdeki aydınlatma genellikle 100 ila 250 lüks arasında değişiyor ve bu göze yeterince parlak gelebilir. Oysa biyolojik saatimizin en iyi tepki verdiği mavi tonlu gün ışığı bunun katbekat ötesinde; bulutlu bir günde bile 10.000 lüksü aşabiliyor.

‘Koridordaki loş bir ampul bile uyku kalitenizi düşürebilir’

Zamanlama da en az parlaklık kadar önemli. Gün içinde alınan parlak mavi ışık, vücudun biyolojik saatini senkronize ediyor ve gece melatonin salgılanmasını destekliyor, yani vücuda ‘artık uyuma zamanı geldi’ sinyali gönderiyor. Aynı ışık gündüzleri dikkati artırıp zihinsel performansı desteklerken, gece saatlerinde yapay ışıklar ve ekranlardan geldiğinde sistemi şaşırtıyor.

Mavi ışık bu dengenin en güçlü bozucusu, ama geceleri hangi renkte olursa olsun fazla ışığa maruz kalmak da ritimleri kaydırabiliyor, melatonin üretimini bastırabiliyor ve uykuya geçişi zorlaştırabiliyor. Özellikle gecenin ortasında, örneğin tuvalet ışığını yakmak gibi kısa bir aydınlanma bile sistemi ciddi biçimde bozabiliyor. Çünkü biyolojik saatimizin ışığa duyarlılığı, uykunun tam ortasında en yüksek seviyede olur, yani ışığı en az beklediği anda. Araştırmalar, koridordaki loş bir ampul kadar zayıf bir ışığın bile gece kalp atışını hızlandırabildiğini ve uykunun kalitesini düşürebildiğini gösteriyor.

Bilim insanlarına göre asıl mesele, gündüzle gece arasındaki kontrastı korumak. Gündüz yeterince ışık almak, gece ışığının verebileceği zararlara karşı koruma sağlayabilir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, gündüz ışığına daha fazla maruz kalmanın biyolojik saatimizi güçlendirdiğini ve uyku kalitesini artırdığını ortaya koyuyor. Üniversite öğrencileriyle yapılan bir çalışmada, öğrencilerin gündüz boyunca aldığı toplam ışık miktarının, akşamdan sonra aldıkları ışıktan çok daha iyi şekilde ne zaman yatıp kalktıklarını belirlediği saptandı. Gündüz ne kadar çok ışık alırsanız, gece o kadar iyi uyursunuz.

Yetersiz gün ışığına maruz kalmak ve gece çok fazla ışık görmek, yaşam süresini bile kısaltabiliyor. Birleşik Krallık’ta yaklaşık 90.000 kişiyle yapılan büyük bir araştırmada, en dengesiz ışık alışkanlıklarına sahip %20’lik kesimin, en sağlıklı alışkanlıklara sahip %20’ye kıyasla ortalama beş yıl daha erken ölme olasılığı bulundu; üstelik gelir, sağlık durumu ve fiziksel aktivite gibi etkenler hesaba katıldıktan sonra bile.

Ne var ki modern dünyada bu doğal ışık-karanlık dengesini korumak pek kolay değil. Kapalı alanlardaki ışıklar genellikle görme için yeterli ama biyolojik saatimizi uyarmakta yetersiz kalıyor. Enerji tasarrufu standartları lambaların parlaklığını sınırlıyor. Pencereden giren gün ışığı zayıflıyor, enerji verimli camlar ve mavi ışığı filtreleyen gözlük camlarıysa göze ulaşan uyarıcı ışık miktarını daha da azaltıyor. Üstelik yaşlandıkça göz mercekleri sararıyor ve mavi ışığı daha fazla süzüyor, bu da sorunu derinleştiriyor.

Uyku araştırmalarına göre en iyi öneri, gün içinde daha fazla dışarı çıkmak, mümkünse cam kenarında oturmak ve gün ışığını taklit eden LED lambalar kullanmak. Akşam olduğunda ışıkları kısmak, ekranları kapatmak ya da ekranın parlaklığını azaltıp tonunu sıcaklaştıran uygulamalardan yararlanmak. Tuvalet içinse loş, amber tonunda bir gece lambası işe yarayabilir.

İyi bir uyku için sabah kral gibi, öğlen prens gibi, akşam köylü gibi ye

Yemek yeme alışkanlıklarımız da uyku ve biyolojik saat ritimleriyle doğrudan bağlantılı. Sabah 10’daki karaciğerle gece 10’daki karaciğer aynı şekilde çalışmaz. Gıdayı işleyen diğer organlar, hormonlar ve enzimler de kendi iç saatlerine göre hareket eder.

İnsan bedeni her saat yemek yemek için tasarlanmadı. Vücut, genellikle geç sabah ile öğle arasında gelen kalorileri en iyi şekilde sindirmeye hazır olur. Akşam geç saatlerde yemek yemek vücut saatini şaşırtır, sindirimi yarıda bırakır ve bağırsak mikrobiyotasını bozarak uykusuzluğa neden olabilir. Gece yemek yemek, kanı mideye yönlendirip vücut sıcaklığını yükseltiyor; bu da uykuyu kolaylaştıran doğal sıcaklık düşüşünü engelliyor. Ayrıca kan şekeri seviyesini artırıyor ve karaciğer ile böbrek saatlerini beyindeki ana saatten kopararak gece uyanmalarına yol açabiliyor. Sabah kral gibi, öğlen prens gibi, akşam köylü gibi ye. Akşam yemeğini uyumadan en az üç saat önce bitirmek, sonrasında atıştırmalık ya da kalorili içecek tüketmemek gerekiyor.

Yemeklerin içeriği de en az zamanı kadar önemli. Şekerli ve yağlı yiyecekler uykuyu hafifletir, böler. Kafein vücutta saatlerce kalır. Alkol ise yanıltıcıdır. Evet, uyuyakalabilirsiniz ama uykunuzun kalitesi düşük olur. Buna karşılık, gündüz bitkisel gıdalar tüketmek uykuyu destekler. Araştırmalar cevizin melatonin seviyesini yükselttiğini ve uyku kalitesini artırdığını gösteriyor. Konuya dair bir araştırma, gün içinde daha fazla meyve ve sebze tüketenlerin uykusunun daha az bölündüğünü ortaya koyuyor. Eğer yatmadan önce atıştırmadan duramıyorsan, yoğurt ya da granola gibi hafif ve kolay sindirilen yiyecekleri yiyebilirsiniz.

‘Doğru saatte uyuyorsan, uykudan çok daha fazla verim alırsın’

Ne kadar uyuduğun kadar, ne zaman uyuduğun da önemli, hatta çoğu zaman daha da fazla. Doğru saatte uyuyorsan, uykudan çok daha fazla verim alırsın. Elbette herkesin ‘ideal uyku saati’ farklıdır, sabah erken kalkan biriyle gece kuşu aynı düzende olamaz. Bu yüzden sabit iş veya okul saatleri çoğu kişinin biyolojik saatiyle çatışır. En tipik örneklerden biri de ergenlerde görülür; onların biyolojik ritmi daha geç saatlerde uyumaya eğilimlidir, ama okul zili sabah erkenden çalar.

Araştırmalara göre çalışanların ve öğrencilerin en az yüzde 80’i alarm kurmadan uyanamıyor, bu da çoğunun biyolojik saatine ters bir düzende yaşadığını gösteriyor. Günlerce alarm sesiyle uyanmak uyku borcunu artırıyor, insanlar da bunu hafta sonu geç uyanarak telafi etmeye çalışıyor. Yaz saati uygulamasında ileri ve geri alınan saatler ise bu dengesizliği daha da büyütüyor.

Bu uyumsuzluk sadece yorgunlukla kalmıyor. Uyku saatlerinin düzensiz olmasının, toplam uyku süresinden bile daha güçlü bir ölüm riski göstergesi olduğu tespit edildi. Başka bir araştırma, kalp yetmezliği hastalarının uyku düzeni bozulduğunda, yeniden hastaneye yatma veya ölüm riskinin iki kat arttığını gösteriyor. Uykuyu sadece saat hesabıyla düşünmemek gerekiyor. Önemli olan, her gün benzer bir ritmi koruyabilmek.

Hayatın da esneklik gerektirdiği bir gerçek. Herkes bazen arkadaşlarıyla geç akşam yemeklerine gidebilir, bunun için kendinizi suçlu hissetmeniz gerekmez. Ayrıca büyük bir uyku açığı olanların, tatil ya da izin günlerinde bir iki saat fazla uyuması vücut için oldukça faydalı olabilir.”

Bu yazı ilk kez 14 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

Lynne Peeples’ın Nature internet sitesinde yayımlanan “How to get the best night’s sleep: what the science says” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mert Söyler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.nature.com/articles/d41586-025-03148-8

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x