Savaşların en masum, mağdur ve savunmasız kesimi kuşkusuz çocuklar. 2011’in Mart ayında Suriye’de başlayan iç savaş da bir istisna olmadı. Yine en çok çocuklar öldü. Daha tadına bile varamadıkları yaşamlarını yitirenlerin yanı sıra pek çoğunun da geleceği, umutları, hayalleri savaşın enkazı altında kaldı.
Birleşmiş Milletler rakamlarına göre 5,5 milyondan fazla kişi göç etmek zorunda kaldı. Türkiye, 3,5 milyondan fazla Suriyeli sığınmacıyı ağırlıyor. Bu nüfusun 1 milyon 663 bin 635’ini 0-18 yaş arası çocuklar oluşturuyor. Bu, bazı Avrupa başkentlerinin nüfusundan bile yüksek bir rakam. Türkiye’ye ilk geldiklerinde çocuk olanlar şimdi ilk gençlik çağlarındalar.
Travma geçirmiş çocuklar için eğitim, gıda kadar önemli bir ihtiyaç
Türkiye’de mültecilere yardım deyince ilk akla gelen gıda, giyecek yardımı oluyor. Birçok STK bu konuda çalışmalar yapıyor. Devlet de Suriyelilere Geçici Koruma Statüsü vererek eğitimden sağlığa birçok alanda hak elde etmelerini sağladı. Ancak Suriyeli çocuklara verilebilecek en önemli destek onların eğitime kazandırılması. Zira eğitim, göç sürecinde ve sonrasında ciddi sorunlarla karşılaşan, travma yaşayan çocuklar için gıda kadar hayati bir ihtiyaç. Eğitim, Suriyeli çocukların Türkiye’ye entegrasyonunu kolaylaştırmak ve ruh sağlıklarının korunması için önemli bir adım.
2018-2019 rakamlarına göre, 1 milyon 047 bin 536 eğitim çağındaki Suriyeli çocuktan sadece 615 bin 989’u okullaştı, bu oran 2014’te yüzde 30 iken 2019’da yüzde 58’e çıktı.1 Yani hâlâ 431 bin 547 çocuk okul dışında. Onların da bir kısmı tekstil atölyelerinde, inşaatlarda, sokaklarda kaçak çalışırken, geri kalanlar da ya dilendi ya da evde boş oturdu.
Okula gidemeyen çocuklar ise erken evlilik, çocuk işçiliği, istismar, mafya ya da radikal gruplar tarafından kullanılma gibi risklerle karşı karşıya kalabiliyor. Eğitim, çocukları suç işleme potansiyeli olan gruplardan ya da terör örgütlerinin pençesinden koruyor.
Özellikle savaş görmüş Suriyeli çocukların uyum sürecinin sağlıklı işlemesi açısından erken okula başlamaları şart.
Okula gidebilen çocuklar kendilerini güvende hissediyor, geleceğe yönelik hayal kurmaya başlıyor. Eğitim onlara öz güven, sosyalleşme, bilgi ve beceri sağlıyor. Göç ettikleri ülkeye aidiyet duyguları artıyor. Suriyeli çocukların Türkiye toplumuna barışçıl bir şekilde entegre olmalarının yolu, nitelikli eğitime ulaşmalarından geçiyor.
Zorbalık çocukları okuldan soğutuyor
Fakat okula kaydolmaları da yeterli değil zira Suriyeli çocukların okullaşma oranları hızla artmakla birlikte, asıl önemli olan onları okulda tutabilmek. Bunun önündeki en büyük engellerden biri de, okulda maruz kaldıkları zorbalık.
Judi 10 yaşında. Bu sene bir Türk okuluna başladı. Daha ilk hafta sınıf arkadaşlarından gördüğü sözlü ve fiziksel taciz sonrası okulu bıraktı, şimdi bir tekstil atölyesinde çalışıyor.
Ayrımcılık, dışlanma, şiddet ve zorbalık…. Adına ne derseniz deyin hepsi aynı kapıya çıkıyor. Çocuk zaten zorlu koşullarda okula gidiyor. Çoğu aile eğitimsiz, sosyo–ekonomik statüsü düşük. Dilini, kültürünü bilmedikleri bir ülkede ekonomik sıkıntılarla birlikte hayata tutunma çabası içindeler. Çocuklarıyla ilgilenemiyorlar. Okul, çocuk için huzur bulduğu bir ortam olması gerekirken gerek öğretmenlerden gerekse akranlarından gördüğü ayrımcılık, şiddet çocuğun okuldan uzaklaşmasına, soğumasına hatta okulu terk etmesine yol açıyor.
Araştırmalar okulda akran zorbalığına uğrayan çocukların ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde saldırgan, suça eğilimli, birçok suçtan sabıkalı olduklarını ve yüksek oranda alkol kullandıklarını gösteriyor. Zorbalığa uğrayan çocukların depresyon, kaygı ve intihar eğilimleri daha yüksek, benlik saygıları ise daha düşük oluyor. Akran zorbalığı herhangi bir travma yaşamadan büyümüş çocuklara bile bu denli zarar verebilirken, savaş görmüş ya da savaş hikâyeleriyle büyümüş travmatik Suriyeli çocuklar için daha ciddi sonuçlar doğurması kuvvetle muhtemel.
“Suriye’de Esed bize vuruyor, burada siz”
Suriyeli çocukların okullarda karşılaştığı sorunlarla ilgili yapılan tüm araştırmalarda ayrımcılık, dışlanma, şiddet gibi davranışlara maruz kaldıklarına vurgu yapılıyor. Ancak sadece akran zorbalığını ve boyutlarını gözlemleyen, sonuçlarını değerlendiren bir araştırma ya da istatistik yok. Fakat bu nedenle okulu bırakan ya da bırakmak isteyen pek çok çocuk var.
Yüksek lisansım sırasında Suriyeli çocukların eğitimiyle ilgili olarak yaptığım saha çalışmasında ve okula kazandırılmaları için sürdürdüğüm dernek faaliyetlerinde okuldan soğumuş çocuklarla sık sık karşılaşıyorum.
Judi onlardan biri. 10 yaşında. Daha önce Suriyeli öğrencilere Suriye müfredatında eğitim veren Geçici Eğitim Merkezlerinden birine devam ediyordu. Bu sene bir Türk okuluna başladı. Daha ilk hafta, sınıf arkadaşlarından gördüğü sözlü ve fiziksel taciz sonrası okulu bıraktı, şimdi bir tekstil atölyesinde çalışıyor.
9 yaşındaki Reyyan biraz daha mücadeleci. Gittiği Türk okulunda sürekli karşılaştığı sözlü ve fiziksel şiddet sonrası arkadaşlarına tepkisini şu sözlerle gösterdiğini söylüyor: “Yeter, Suriye’de Esed bize vuruyor, burada siz”. Reyyan her şeye rağmen okuluna devam ediyor, gelecekte bilim insanı olmak istiyor.
Bildiğim, tanık olduğum o kadar çok örnek var ki… Mesela bir Türk öğrenci Suriyeli bir çocuğu tuvalette sıkıştırıp dövüyor. Çocuk korkup okula gitmek istemiyor. Suriye’de savaşta başından yara alıp ameliyat olmuş bir başka Suriyeli çocuk okulda arkadaşından şiddet görüyor ve kafasından darbe alıyor. Oysa geçirdiği ameliyat nedeniyle kafasına darbe almaması gerekiyor. Üstelik aile bu konuda okulu daha önce uyarmış ve durumu öğretmenlerle paylaşmış olmasına rağmen, çocuk darbenin etkisiyle istifra etmeye başlayınca, idare o durumdaki çocuğu, en yakın sağlık kuruluşuna değil, eve gönderiyor. Annesinin hastaneye götürdüğü çocuk şu an iyi. Suriyeli anne idareciler, öğretmen ve velilerle görüştüğünde, özür yerine ilgisiz ve alaycı bir üslûpla karşılaştığını söylüyor. Üstelik Suriyeli çocuğa şiddet uygulayan Türk öğrencinin velisi de anneye pek çok şey söylüyor. Sonuç, çocuk okula gitmek istemiyor, anne çocuğunu okula göndermeye korkuyor. Bu örneklerin hepsi gerçek ve maalesef bunlar gibi yüzlerce vaka var.
Akran zorbalığı sadece Türkiye’ye özgür bir mesele de değil. Mart ayında Kanada’da, 9 yaşındaki Suriyeli mülteci Amal Alshteiwi intihar etti. Amal, olaydan 2 hafta önce okul değiştirmişti. Annesi kızının okulda sürekli “Okulunu değiştirsen de, yeni okulda da arkadaşların, öğretmenlerin seni sevmeyecek. Çirkinsin” vb. ifadelerle akran zorbalığına maruz kaldığını anlatıyordu yetkililere.
Çocuklar zorbalığı anne-baba ve öğretmenlerinden görüp uyguluyor
Çocukları şiddet, ayrımcılık ya da dışlanma gören Suriyeli aileler okullara gittiklerinde öğretmen, idareci ya da Türk çocukların velilerinden tepki görebiliyor, hakaret işitebiliyor. Kimi veliler okullarda Suriyeli çocukları istemediklerini belirterek tepki gösteriyor. Çocuk Haklarını Koruma Platformu tarafından 2016’da yapılan Toplum Gözüyle Mülteci Çocuk Araştırması’na göre, anne-babaların %56’sı çocuklarının Suriyeli arkadaşı olmasını istemiyor.
Türk çocukların Suriyeli çocuklara olan tepkisi velilerini, öğretmenlerini örnek almalarından kaynaklanabiliyor. Bırakın velileri, eğer öğretmen bu konuda tavrını baştan ortaya koyarsa Türk çocukların Suriyeli akranlarına karşı tavırlarında ciddi değişiklikler oluyor.
Türk çocukların Suriyeli çocuklara olan tepkisi velilerini, öğretmenlerini örnek almalarından kaynaklanabiliyor. Bırakın velileri, eğer öğretmen bu konuda tavrını baştan ortaya koyarsa Türk çocukların Suriyeli akranlarına karşı tavırlarında ciddi değişiklikler oluyor. Ön yargıları kırmanın en önemli yolu, iletişim kurmak.
Suriyeli çocuklarla ilgili yaptığım alan araştırması sırasında görüştüğüm bazı öğretmenler sınıftaki Suriyeli öğrenciler için bir arkadaşlarını mentor olarak görevlendirmişlerdi. Türkiyeli mentor öğrenci Suriyeli arkadaşına Türkçede, derslerde ve okulda birçok alanda yardımcı oluyor, birlikte vakit geçiriyorlardı. Mentor öğrenciler sayesinde Suriyeli öğrenciler diğer Türk arkadaşlarıyla kaynaşıyor, derslerde arkadaşlarından yardım alıyorlar.
Görüştüğüm bazı öğretmenler de daha sınıfa girdikleri ilk andan itibaren Türk öğrencilere, Suriyeli arkadaşlarına nasıl davranmaları gerektiğini, onların neden burada olduklarını, Türklerle-Arapların 400 yıl birlikte yaşadıklarını, onların “yabancı” olmadığını anlattıklarını söylediler. Türk öğrencilere bu şekilde anlatımın çok işe yaradığını gözlemlediklerini paylaştılar. Yani öğretmenlerin Suriyeli öğrencilere karşı hassas tavırları Türk çocukları da olumlu anlamda etkiliyor.
Ne yapılmalı?
Okullarda başta idareci, öğretmenler olmak üzere veliler ve öğrencilere de Suriyelilerle ilgili bilgilendirme yapılmalı. Psikolojik danışmanlardan öğretmenlere, okullardaki herkese göçmenlerle ilgili eğitim verilmeli. Zira okullarda bütünleştirici bir eğitim modelinin uygulanması, göçmen öğrencilerin hem entegrasyonunu kolaylaştırıyor hem de başarısını artırıyor.
Araştırmalar gösteriyor ki 3,5 milyon Suriyelinin çok büyük bir bölümü kalıcı. Kavga edip, tepki göstermek yerine kabullenme davranışına çoktan geçmiş olmamız gerekiyor. Suriyeliler artık bu toplumun bir parçası olduğu gibi Suriyeli çocuklar da bu ülkenin geleceğinin bir parçası. İyi eğitim alırlarsa yarın onlar da iyi birer doktor, öğretmen, mühendis olacak, bu vatana hizmet edecek, bu topluma katkı sunacaklar. Dolayısıyla Suriyeli çocuklara yapılan yatırımı Türkiye’nin geleceğine yapılan bir yatırım olarak görmemiz gerekiyor.
Onlar artık Türkiye’nin Suriyeli çocukları… Onların kayıp nesil olmasını önlemek de, mafya üyesi ya da doktor olmalarına ön ayak olmak da bizim elimizde… Seçim hepimizin.
Twitter’dan takip edin: @sumeyyeertekin
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.