ChatGPT gibi genel kullanıma açık yapay zekâ uygulamalarının yaygınlaşması özellikle seçkinleri rahatsız etmişe benziyor. Akademisyenlerden girişimcilere ve siyasetçilere kadar bu konuda endişelerini dile getirmeyen kalmadı gibi. Nitekim bilim insanları, akademisyenler ve iş insanları yapay zekâ çalışmalarının tehlikelerine dair açık mektuplar kaleme aldılar, siyasetçiler yasa tasarıları hazırladılar, akademisyenler makale üzerine makale yazdılar.
ABD Başkanı Joe Biden, yapay zekâda ileri konumdaki şirket yöneticilerini bizzat toplayıp onları “daha kontrollü” olmaya ikna etti veya şirketler şimdilik öyle görünmeyi tercih etti. Peki, seçkinlerin yapay zekâ endişesinin nedeni ne?
Alman ekonomi tarihi ve küreselleşme konusunda çok sayıda kitabı bulunan Princeton Üniversitesi’nde tarih ve uluslararası ilişkiler Profesörü Harold James, Project Syndicate için kaleme aldığı yazıda tarihsel karşılaştırmalarla bu soruya zihin açıcı bir yanıt veriyor.
Yazıdan bazı bölümleri aktarıyoruz:
“Yapay zekânın hızlı ilerleyişi, geleneksel çalışma kavramlarını bozmakla kalmıyor, aynı zamanda insan kimliğinin özünü de değiştiriyor. Önceki teknolojik gelişmeler insan davranışını ve görünüşünü değiştirirken, yapay zekâ, devletin doğasına ve rolüne ilişkin olanlar da dâhil olmak üzere, bireylerin temel sosyal ve politik inançlarını temelden yeniden şekillendirecek.
19’uncu yüzyıl Sanayi Devrimi’nde kömür, doğanın dönüştürülmesinde, endüstriyel ve tüketim mallarının üretiminde kullanılan bir enerji kaynağı olarak insan ve hayvan gücünün yerini aldı. Devrim, 20’inci yüzyılda olgunlaştıkça, ağır fiziksel emek, giderek azalan bazı meslek gruplarına bırakıldı.
Endüstri öncesi çalışma koşullarına bir göz atmak için bugün hâlâ çarpık fiziksel pozisyonlarda kiremitler üzerinde çalışmaktan yıpranmış olan çatı ustalarına bir bakın. Bir zamanların genel iş deneyimini yirmi birinci yüzyılda hâlâ sürdürüyorlar. Yirminci yüzyılın başlarında otomobil işçileri araçların üzerine eğiliyorlar, ağır nesneleri kaldırıyorlar ve muazzam miktarda enerji sarf ediyorlardı. Yirmi birinci yüzyılın başlarındaysa benzeri iş yapanlar sadece monitörlere bakıyor ve ağır fiziksel görevleri üstlenen robotları takip ediyorlar. ‘Alınteri ekonomisi’ ortadan kalktıkça, çalışan insanlar daha zayıf, ama aynı zamanda daha sağlıklı hale geldi. Fiziksel gücünü korumak isteyenler şimdi spor salonuna gidiyor.
Kolektif faaliyetler yeniden tanımlanıyor
Bilgi teknolojisi devrimi, insani gelişmede başka bir adımı temsil ediyordu. Makineler daha bilişsel görevleri üstlendikçe, bilgisayarları fiziksel işi yapan robotlar izliyor. Birçok insan işte düşünmeyi bıraktı. Onun yerine enerjilerini çapraz bulmacalara, sudokuya veya kelime bulma oyunlarına adadı.
Bugünün devrimi çok daha ileri gidiyor, çünkü kolektif faaliyetin kavramsal hale getirilmesini etkiliyor. Bu gelişme belki de en açık şekilde orduda görülüyor. Ancak değişimin siyasi katılım ve hatta meşru otorite anlayışımız üzerinde de etkileri var.
Son iki yüzyılın ordularının farkları
Yirminci yüzyıla insanlık tarihindeki en yıkıcı savaşlar damgasını vurdu ve bu savaşlar da demokratikleşme için yeni bir itici güç yarattı. Askerler ve ailelerinin fedakârlıkları için ödüllendirilmeleri gereği, her iki Dünya Savaşı sonrasında onlara tanınan ayrıcalıkların uzatılmasına yol açtı. Klasik siyasi liberalizm, belli konularda söz sahibi olmadıkça insanların, herhangi bir siyasi varlık için hayatlarını feda etmelerinin beklenmemesi gerektiğini savunuyordu.
Ancak teknoloji, bu süreci alt üst etmenin bir yolunu sunuyor. Dünyanın dört bir yanında, eğitimli şehir nüfusunun insani ilişkilerin acımasız yönleriyle ilgilenmesi beklenmiyor. Rusya’ya bir bakın: Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova ve St. Petersburg halkının fiziksel ve daha da önemlisi psikolojik olarak silahaltına alınmaya uygun olmadığını bildiği için, Ukrayna’da savaştırmak için yarı özerk paralı asker gruplarına, çevredeki halklara ve hatta mahkûmlara bel bağladı.
Bu yeni bir sorun değil elbette. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, büyük Avrupa ülkelerindeki askeri komutanlar, modern endüstriyel hayat silahaltına alınabilecekleri fiziksel olarak askerlik hizmeti yapmaya uygun olmaktan çıkardığı için, büyük orduları nasıl kuracaklarını kara kara düşünüyorlardı. Bugün, askeri planlamacılar hala aynı endişeleri taşıyorlar. 2017’de Pentagon, 17-24 yaş arası genç Amerikalıların yüzde 71’inin hizmet için uygun olmadığı sonucuna varmıştı. Bu oran o zamandan beri yüzde 77’ye yükseldi. Ancak ordu bugün, önceki nesillerin hayal bile edemeyeceği teknolojilere sahip. Daha önceki dönemlerde endüstriyel işler veya büro işlerinde olduğu gibi, otonom silahlar gibi insansız araçlar tarafından ele geçiriliyor.
Savaşın dijitalleşmesinin sonuçları
Savaşın dijitalleşmesinin siyasi sonuçlarını anlamak için, modern çağda toplumun genel olarak nasıl değiştiğini bir düşünün. Ortaçağ toplumunda insanlar genellikle üç sınıfa ayrılırdı: Hatipler (din adamları); savaşçılar (aristokrasi/seçkinler) ve emekçiler (işçiler ve çiftçiler).
Savaşçı seçkinlerin başlangıçta büyük bir siyasi güç talep edebilmesi, savaşma kabiliyetlerin gelişmesi sayesinde oldu. Ancak dövüşmeyi bırakıp züppe bir saray yaratığına dönüştükten sonra, iktidarlarının meşruiyeti bir parfüm bulutu içinde yok oldu gitti. Fransız Devrimi’ni izleyen kitlesel ordularla savaş demokratikleşirken siyaset de onu takip etti. Ama şimdi savaş teknoloji aracılığıyla yapılıyor ve iktidar yine insanlardan uzaklaşıyor.
Kalan sosyal grupların başına ne gelecek? Sanayi Devrimi’nin kol gücüne ihtiyacı azaltması gibi, yapay zekâ devrimi de askeri alanda insanı geçersiz kılıyor. Emekçiler gibi savaşçı seçkinler da makineye dönüşüyor. Geriye sadece hâlâ belirgin bir şekilde insan olanı korumakla görevli hatiplere kalıyor.
Onlar da teknoloji karşısında nihai varoluşsal yok oluşa karşı savunmasız mı? Bu kadar korkan bazı eleştirmenler ve teknoloji liderleri, yapay zekâ gelişimine bir “duraklama” çağrısı yapıyor. Ancak teknoloji hiçbir zaman sadece bazı insanlar öyle istedi diye durmadı.”
Bu yazı ilk kez 2 Ağustos 2023’te yayımlanmıştır.