Etik ikilemler karşısında nasıl düşünülmeli?

Yapmayı seçtiğimiz eylemler neye göre, ne kadar etik? Bir eylemin ahlaka uygun olması, onun etik olduğu anlamına gelir mi? İyi niyet ve kültürel farklıklar, bir davranışın etik olup olmamasında nasıl bir rol oynuyor? Etik teorileri tüm bu soruları nasıl yanıtlıyor?

Belli durumlar karşısında, belli şekillerde davranmayı tercih ederiz. Ancak bu tercihi yapmak her zaman kolay olmaz. Etik ikilemler tam da bu noktada kendini gösterir. Peki, bu ikilemi nasıl aşabiliriz?

New Hampshire Üniversitesi Liberal Sanatlar Fakültesi’nden felsefe doçenti Timm Triplettis, Psyche internet sitesinde yayımlanan yazısında etik (ethic) ve ahlak (ethic) teorilerinden yola çıkarak farklı yaklaşımlar ortaya koyuyor.

Yazıdan önce çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Etik konusuna muhtemelen uzun zamandır kafa yoruyorsunuzdur; aslında çocukluğunuzdan beri. Çocuklar etik yargılar ve sorularla epey ilgilidir: ‘Adil değil!’, ‘Söz verdin!’, ‘O hile yapıyor, ben neden yapmayayım?’ Onların bu türden sorularını kolayca yanıtlayamayız, çünkü biz yetişkinler de kendi hayatlarımız ve davranışlarımızla ilgili etik soruları çoğu zaman kolayca yanıtlayamayız.

Öngörülen zararların söz konusu olduğu her durumda etik sorular devreye girer. Kimseyi asla incitmemeye karar vererek bu soruların önüne geçemeyiz. (…)

Bu yazı, etik hakkında sistematik düşünmenize yardımcı olabilir. (…) Etikte kanıt veya kesinlik bekleyemeyiz. Ancak önde gelen etik teorilerinin ve yaklaşımların değişen makullük derecelerini karşılaştırabiliriz. Yazıda erdem etiğine, faydacılığa, Kantçılığa, göreciliğe ve ilgi çekici, ancak yeterince takdir görmeyen bir alternatife bakacağız.

Ilımlı ve erdemli yolu göz önünde bulundurun

Erdem etiği, etik erdemleri ifade etmenin ve ahlakı, temelde kişinin karakterini erdemli davranacak şekilde geliştirmesiyle ilgili olarak anlamaya çalışmanın değerli olduğunu savunur. (…)

Batı geleneğindeki en büyük erdem teorisyeni, Nikomakhos’a Etik kitabının yazarı Aristoteles’tir. ‘Orta öğretisi’, onun erdemleri tanımlamasında kilit rol oynar. Aristoteles, her karakter özelliği için aşırı uçlar arasında bir orta olduğunu söyler. (…) Orta, erdemi belirler. Aristoteles tarafından tanımlanan erdemler arasında ölçülülük (aşırılık ve duyarsızlık arasında, zevklere düşkünlük konusunda), cömertlik (savurganlık ve açgözlülük arasında) ve nüktedanlık (soytarılık ve kabalık arasında) yer alır. Erdemli karaktere sahip bir insan, bu ve diğer karakter özellikleriyle ilgili olarak ortayı sergileme ve aşırılıklardan kaçınma becerisine sahip kişidir.

Aristoteles’in açıklaması zengin, içgörülü ve sürekli bir değere sahiptir. Ancak onun anladığı anlamda erdemli olmak, etik bir kişi olmakla tam olarak aynı anlama gelmez. Örneğin, nüktedan olmak aslında ahlaki bir erdem değil, sosyal bir beceridir. (…) Peki, cesaret her zaman bir erdem midir? Bir insan kötü bir son uğruna hayatını tehlikeye atacak kadar cesur olabilir mi? (…)

Erdemleri daha açık bir şekilde etik davranışla tanımlananlarla sınırladığımızı varsayalım. O zaman, erdem etiğinin, bu erdemler çatıştığında – örneğin dürüstlük erdemi nezaket erdemiyle çatıştığında – ne yapılması gerektiğine dair bir anlayışı nasıl sunabileceği sorunu ortaya çıkar. Ve eğer başkalarına karşı düşünceli olma ve cömertlik erdemleri varsa, aynı zamanda öz-bakımın da mutlaka bir erdemi vardır.

İkinci erdemi tanımayan veya uygulamayanlar, kendi değerlerini gerektiği gibi tanıyamama tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nezaket ve dürüstlük erdemleri arasındaki çatışmada olduğu gibi, başkalarına ve kendine özen gösterme erdemlerinin nasıl uzlaştırılacağını bilmek kolay değildir.”

Eylemlerinizin sonuçlarını inceleyin

Yazar, erdem etiğinin sunduğundan daha net bir karar verme usulüne duyulan arzunun anlaşılabilir olduğunu söylüyor:

“İşte faydacılık tam da bunu sunar. Bu sistem, bir eylemin ahlakını sonuçlarıyla birlikte tanımlar. Bir eylemin ahlaki açıdan kabul edilebilir olduğunu söylemek, o eylemin belirli bir zamanda bir kişinin kullanabileceği seçeneklerden herhangi birinin en iyi sonuçları üretmesi anlamına gelir. (…) Ahlakın amacı mutluluğu teşvik etmek, acı ve mutsuzluğu azaltmak için elden gelenin en iyisini yapmaktır.

Erdem etiğinin muğlaklığından tatmin olmayanlar, burada ne yapılması gerektiği sorusuna kesin bir yanıt bulabilirler. Hangi seçim genel olarak en iyi sonuçları üretirse, faydacılığın gerektirdiği de odur. (…)

Faydacılık, mutluluğun nasıl dağıtıldığıyla değil, genel mutluluk miktarıyla ilgilendiği için eleştirilebilir. Bu durum adaletsizliğe yol açabilir. En iyi sonuçlar, birkaç kişinin acı çekmesi pahasına çok sayıda insanı çok mutlu eden eylemler olabilir. Birkaç kişiye boyun eğdirmek, çoğunluğa büyük fayda sağlayabilir.

Şayet işimiz etik olarak elimizden geldiğince mutluluğu teşvik etmek ve mutsuzluğu azaltmaksa, her birimizin bu amaç için normalde yaptığımızdan daha fazlasını yapması gerekmez mi? En tanınmış çağdaş faydacı Peter Singer, evet; hatta çok daha fazlasını yapmak gerektiğini söylüyor. 1972 tarihli Kıtlık, Refah ve Ahlak başlıklı çalışmasında, varlıklı toplumlarda yaşayan bizlerin, yoksulluk içinde veya önlenebilir hastalıklardan mustarip olanlara, servetimizi, acılarını hafifletebileceğimiz kişilerin seviyesinin biraz üzerinde harcayarak yardım etme görevimiz olduğunu ifade ediyor. Pahalı bir akşam yemeği için dışarı çıkmak etik değildir. Genel mutluluk ve mutsuzluk düzeyleri açısından o yemeğin vereceği geçici zevkler, bu parayı, aksi takdirde sıtmaya yakalanacak çocukların hayatlarını kurtarabilecek ucuz cibinlik temin etmek için bağışlayarak kurtarabileceğimiz hayatlardan çok daha az önemlidir. Toplumumuzda insanlar böbrek yetmezliğinden öldüğünden, siz de kendinizinkilerden birini bağışlayarak bir hayat kurtarabilirsiniz. O halde faydacı hesaplama, bunu yapmanız gerektiğini söyler.

Sanki burada bir şeyler ciddi ciddi ters gidiyor gibi. Etik, kendi projelerimiz, zevklerimiz, ailemiz ve arkadaşlarımız pahasına, zaman ve mekân olarak bizden uzakta olanlara gerçekten bu kadar odaklanmak zorunda mı? Genellikle ahlaki açıdan kabul edilebilir eylemler ile kahramanca veya örnek niteliğindeki eylemler arasında bir ayrım yaparız.

Singer’in faydacılığı, bu ayrımı ortadan kaldırıyor ve başkaları adına örnek niteliğindeki çabalar olarak görülmesi gereken şeyleri ahlaki görevlere dönüştürüyor. Ahlak konusunda bu kadar katı bir yaklaşımı sorgulamak, politika yapıcılar ve bilim insanlarının yanı sıra vatandaşların da servet eşitsizliği veya küresel ısınma gibi konuları görmezden gelmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Daha ziyade Singer’in talep ettiği fedakâr bireyciliği sorgulamamız gerekiyor. Zamanımızın küresel krizlerinin ciddiyetini ve kolektif eylem ihtiyacını kabul eden bir orta yol bulabiliriz. (…)

İyilik, iyi niyet gerektirir

Bazıları buradaki sorunun, genellikle bilinemeyen ve kişinin kontrolü dışında olan sonuçlara odaklanmak olduğunu düşünüyor. Oysa etik, aslında kişinin eylemde bulunurken sahip olduğu niyetlerle ilgili.

Immanuel Kant’ın 1785 tarihli Ahlak Metafiziğinin Temelleri adlı kitabına göre, koşulsuz olarak iyi olan tek şey iyi niyettir. Bir kişinin eylemi iyi sonuçlar doğursa bile, iyi niyetle yapılmadığı sürece ahlaki bir değeri yoktur. Müşterilerinin hakkı olduğu için para üstü veren bakkal ile, hile yaparsa yakalanmaktan korktuğu için para üstü veren bakkalı karşılaştırın. İki eylemin sonuçları aynı olabilir, ancak ikinci bakkalın eyleminin ahlaki değeri yoktur, çünkü bu yaptığının yanına kalacağından emin olsaydı, savunmasız bir müşteriyi aldatmaya hazırdı. (…)

Burada ele alınacak ikinci Kantçı fikir, onun her insanın içsel değeri fikrine dayanıyor. Kişilerin doğuştan gelen değeri nedeniyle, bir kişiye yalnızca kendi amaçlarına yönelik bir araç olarak yaklaşmak yanlıştır. Bunu yapmak, onları istismar etmek olur. Elbette insanları kendi amaçlarımız için kullanıyoruz. Yönetici, belirli üretim hedeflerini güvence altına almak için altında çalışanları kullanır, kendisi de patronları tarafından kârı güvence altına almak için kullanılır vb. Bu durumların herhangi birinde insanlara yalnızca işe yarar araçlar olarak davranılırsa, ilişkiler sömürücü hale gelir. Çünkü hiç kimse yalnızca bir araç değildir. (…)

Göreciliğin meydan okuması

Şu ana kadar tartışılan teoriler dışında, filozofların önerdiği ve tartışmaya devam ettiği başka teoriler de var. (…) Ancak literatürde, ahlaki açıdan doğruyu ahlaki açıdan yanlış eylemlerden ayırmaya yönelik nesnel ve evrensel ilkeler dizisi olarak etiğin olumlu bir açıklamasını sunmaya yönelik tüm girişimler göz önüne alındığında, hepsinin taraftarlarından çok eleştirenleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. (…)

Doğal bir tepki: ‘Yani tüm bu teorilerin büyük sorunları olduğunu söylüyorsunuz. Binlerce yıllık tartışmadan sonra bile bir fikir birliği yok. O zaman vazgeçelim! Objektif olarak doğru bir etik açıklaması diye bir şeyin olmadığı artık apaçık ortada değil mi?’”

Yazar, vazgeçmenin de büyük sorunlar getirdiğini, etikte nesnel olarak doğru hiçbir şeyin olmadığı yönündeki olumsuz tezin kendisinin de tıpkı olumlu açıklamalar gibi eleştirel incelemeye tabi olan felsefi bir iddia olduğunu belirtiyor:

“Herhangi bir evrensel veya nesnel ahlakı reddettiğimizi ve yalnızca farklı kültürlerin ahlaklarının olduğunu ileri sürdüğümüzü varsayalım. Eğer bir kültür bir eylemi onaylıyorsa, o eylem o kültür için doğrudur. Başka bir kültürde onaylanmıyorsa, o kültürde yanlıştır. Bu anlaşmazlıkları karara bağlayacak kapsayıcı, nesnel bir ahlak yoktur. Ahlak yalnızca belirli bir kültürün söylediği şeydir. Bu, üniversite öğrencileri arasında her zaman popüler olan, yaygın olarak benimsenen bir görüş olan ahlaki göreceliktir. (…)

Öğrenciler, çoğunlukla, çocukken kendilerine aşılanan inançların (din ve politikanın yanı sıra ahlaki açıdan doğru ve yanlış hakkında) evrensel olarak paylaşılmadığının farkına varmışlardır. Bu inançları eleştirmeden kabul ettiklerini bilirler. Buraya kadar gayet iyi. İyi birer eleştirel düşünür haline geliyorlar. Şayet siyasi olarak baskın bir kültüre ya da etnik gruba aitlerse, genellikle kendi kültürlerinin ya da gruplarının etnosantrikliğinin ve başkalarına yönelik sömürü içeren davranışların geçmişinin de farkındadırlar. Bu öğrenciler, bu tür etik elitizmi ve ardından gelen savaşları, sömürüyü ve vahşeti tanımakta ve kınamakta haklıdır.

Bununla birlikte, göreciliğe yönelik oldukça güçlü bir eleştiri de vardır. Bir soykırım, sırf onu uygulayan kültür öyle olduğuna inanıyor diye ahlaki açıdan doğru değildir. (…) Yalnızca bireyler değil, toplumlar da ahlaki açıdan yanlış yönlendirilebilir ve trajik olarak yanlış yollara sapabilir.

Ayrıca kendi kültürlerini etnosantrik ve ataerkil tutum ve uygulamaları nedeniyle eleştiren öğrenciler de aslında göreci değiller. Kültürel inanç ahlakı belirlediğinden, bir göreci, tanımı gereği, kendi kültürünün inançlarının ahlaki açıdan doğru olduğunu kabul etmek zorundadır! Bu öğrencilerin gerçekte inandıkları şey, evrensel ahlaki eşitlik ve insan hakları ilkeleridir.

İkili olmayan bir alternatif

Faydacılık ve Kantçılık, bir eylemin ahlakiliği sorununun ikili bir sınıflandırmaya girdiğini varsayar: Bir eylem ya ahlaki açıdan kabul edilebilir ya da kabul edilemezdir. İkili olmayan bir açıklama, bazı eylemlerin ahlaki açıdan belirsiz olabileceğini öne sürer. Belirsiz durumlarda, belirli bir eylemin ahlaki olarak kabul edilebilir veya edilemez olduğuna ilişkin hiçbir olgu söz konusu değildir. Böyle bir yaklaşım, her insan eylemini iki standart kategoriden birine sığdırmaya çalışan geleneksel teorilerden daha gerçekçi olabilir.

2004 tarihli Ortak Ahlak: Ne Yapılacağına Karar Vermek (Common Morality: Deciding What to Do ) adlı kitabında Bernard Gert, yaygın olarak kabul edilen ahlaki kurallara dayanan ikili olmayan bir teori sunar. Gert’in yaklaşımı ortak ahlakla başlar (‘öldürme’, ‘hile yapma’, ‘sözünü tut’ gibi tartışmasız evrensel kurallar). Ancak bu kuralların da genel olarak istisnaları olduğunu (meşru müdafaa amacıyla öldürmek) anlamak gerekir. Ahlaka aykırı bir eylem, bu ahlaki kurallardan bir veya daha fazlasını haksız yere ihlal eden bir eylemdir. Ancak meşru müdafaa istisnası gibi ahlaki kuralların bazı ihlalleri, ahlaki açıdan haklı görülebilir. (…)

Gert’in yaklaşımı, bazı kültürel inanç ve uygulamaların ahlaki eleştirisi için nesnel temeller sağlar ki göreciler bunu yapmakta zorlanır. (…)

Ancak bazı durumlarda, Gert’in tarafsız, rasyonel kişileri, ahlaki bir kuralı ihlal eden eylemin ahlaki açıdan kabul edilebilir bir ihlal olup olmadığı konusunda anlaşamayacaklardır. Böyle bir durumda eylem ne ahlaki açıdan doğru ne de yanlıştır. Eylem, Gert’in yaklaşımının ikili olmayan doğasının göstergesi olan belirsiz bir bölgede yer alır. (…)

Gert’e göre soru, eylemlerin ne kadarının ahlaki açıdan belirsiz bölgede sonuçlandığıdır. Ne kadar çok olursa, teori, ahlaki ikilemlere rehberlik etme konusunda o kadar az yardımcı olur. Yani bu yaklaşımın da diğerleri gibi sorunları var. Ancak yine de ahlak teorisinin gelişmeye devam ettiği yollardan birine işaret ediyor.”

Bu yazı ilk kez 24 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

 

Timm Triplett’in Psyche internet sitesinde yayımlanan “How to think about ethical dilemmas” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://psyche.co/guides/how-to-think-about-ethics-with-help-from-aristotle-and-kant

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Etik ikilemler karşısında nasıl düşünülmeli?

Yapmayı seçtiğimiz eylemler neye göre, ne kadar etik? Bir eylemin ahlaka uygun olması, onun etik olduğu anlamına gelir mi? İyi niyet ve kültürel farklıklar, bir davranışın etik olup olmamasında nasıl bir rol oynuyor? Etik teorileri tüm bu soruları nasıl yanıtlıyor?

Belli durumlar karşısında, belli şekillerde davranmayı tercih ederiz. Ancak bu tercihi yapmak her zaman kolay olmaz. Etik ikilemler tam da bu noktada kendini gösterir. Peki, bu ikilemi nasıl aşabiliriz?

New Hampshire Üniversitesi Liberal Sanatlar Fakültesi’nden felsefe doçenti Timm Triplettis, Psyche internet sitesinde yayımlanan yazısında etik (ethic) ve ahlak (ethic) teorilerinden yola çıkarak farklı yaklaşımlar ortaya koyuyor.

Yazıdan önce çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Etik konusuna muhtemelen uzun zamandır kafa yoruyorsunuzdur; aslında çocukluğunuzdan beri. Çocuklar etik yargılar ve sorularla epey ilgilidir: ‘Adil değil!’, ‘Söz verdin!’, ‘O hile yapıyor, ben neden yapmayayım?’ Onların bu türden sorularını kolayca yanıtlayamayız, çünkü biz yetişkinler de kendi hayatlarımız ve davranışlarımızla ilgili etik soruları çoğu zaman kolayca yanıtlayamayız.

Öngörülen zararların söz konusu olduğu her durumda etik sorular devreye girer. Kimseyi asla incitmemeye karar vererek bu soruların önüne geçemeyiz. (…)

Bu yazı, etik hakkında sistematik düşünmenize yardımcı olabilir. (…) Etikte kanıt veya kesinlik bekleyemeyiz. Ancak önde gelen etik teorilerinin ve yaklaşımların değişen makullük derecelerini karşılaştırabiliriz. Yazıda erdem etiğine, faydacılığa, Kantçılığa, göreciliğe ve ilgi çekici, ancak yeterince takdir görmeyen bir alternatife bakacağız.

Ilımlı ve erdemli yolu göz önünde bulundurun

Erdem etiği, etik erdemleri ifade etmenin ve ahlakı, temelde kişinin karakterini erdemli davranacak şekilde geliştirmesiyle ilgili olarak anlamaya çalışmanın değerli olduğunu savunur. (…)

Batı geleneğindeki en büyük erdem teorisyeni, Nikomakhos’a Etik kitabının yazarı Aristoteles’tir. ‘Orta öğretisi’, onun erdemleri tanımlamasında kilit rol oynar. Aristoteles, her karakter özelliği için aşırı uçlar arasında bir orta olduğunu söyler. (…) Orta, erdemi belirler. Aristoteles tarafından tanımlanan erdemler arasında ölçülülük (aşırılık ve duyarsızlık arasında, zevklere düşkünlük konusunda), cömertlik (savurganlık ve açgözlülük arasında) ve nüktedanlık (soytarılık ve kabalık arasında) yer alır. Erdemli karaktere sahip bir insan, bu ve diğer karakter özellikleriyle ilgili olarak ortayı sergileme ve aşırılıklardan kaçınma becerisine sahip kişidir.

Aristoteles’in açıklaması zengin, içgörülü ve sürekli bir değere sahiptir. Ancak onun anladığı anlamda erdemli olmak, etik bir kişi olmakla tam olarak aynı anlama gelmez. Örneğin, nüktedan olmak aslında ahlaki bir erdem değil, sosyal bir beceridir. (…) Peki, cesaret her zaman bir erdem midir? Bir insan kötü bir son uğruna hayatını tehlikeye atacak kadar cesur olabilir mi? (…)

Erdemleri daha açık bir şekilde etik davranışla tanımlananlarla sınırladığımızı varsayalım. O zaman, erdem etiğinin, bu erdemler çatıştığında – örneğin dürüstlük erdemi nezaket erdemiyle çatıştığında – ne yapılması gerektiğine dair bir anlayışı nasıl sunabileceği sorunu ortaya çıkar. Ve eğer başkalarına karşı düşünceli olma ve cömertlik erdemleri varsa, aynı zamanda öz-bakımın da mutlaka bir erdemi vardır.

İkinci erdemi tanımayan veya uygulamayanlar, kendi değerlerini gerektiği gibi tanıyamama tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nezaket ve dürüstlük erdemleri arasındaki çatışmada olduğu gibi, başkalarına ve kendine özen gösterme erdemlerinin nasıl uzlaştırılacağını bilmek kolay değildir.”

Eylemlerinizin sonuçlarını inceleyin

Yazar, erdem etiğinin sunduğundan daha net bir karar verme usulüne duyulan arzunun anlaşılabilir olduğunu söylüyor:

“İşte faydacılık tam da bunu sunar. Bu sistem, bir eylemin ahlakını sonuçlarıyla birlikte tanımlar. Bir eylemin ahlaki açıdan kabul edilebilir olduğunu söylemek, o eylemin belirli bir zamanda bir kişinin kullanabileceği seçeneklerden herhangi birinin en iyi sonuçları üretmesi anlamına gelir. (…) Ahlakın amacı mutluluğu teşvik etmek, acı ve mutsuzluğu azaltmak için elden gelenin en iyisini yapmaktır.

Erdem etiğinin muğlaklığından tatmin olmayanlar, burada ne yapılması gerektiği sorusuna kesin bir yanıt bulabilirler. Hangi seçim genel olarak en iyi sonuçları üretirse, faydacılığın gerektirdiği de odur. (…)

Faydacılık, mutluluğun nasıl dağıtıldığıyla değil, genel mutluluk miktarıyla ilgilendiği için eleştirilebilir. Bu durum adaletsizliğe yol açabilir. En iyi sonuçlar, birkaç kişinin acı çekmesi pahasına çok sayıda insanı çok mutlu eden eylemler olabilir. Birkaç kişiye boyun eğdirmek, çoğunluğa büyük fayda sağlayabilir.

Şayet işimiz etik olarak elimizden geldiğince mutluluğu teşvik etmek ve mutsuzluğu azaltmaksa, her birimizin bu amaç için normalde yaptığımızdan daha fazlasını yapması gerekmez mi? En tanınmış çağdaş faydacı Peter Singer, evet; hatta çok daha fazlasını yapmak gerektiğini söylüyor. 1972 tarihli Kıtlık, Refah ve Ahlak başlıklı çalışmasında, varlıklı toplumlarda yaşayan bizlerin, yoksulluk içinde veya önlenebilir hastalıklardan mustarip olanlara, servetimizi, acılarını hafifletebileceğimiz kişilerin seviyesinin biraz üzerinde harcayarak yardım etme görevimiz olduğunu ifade ediyor. Pahalı bir akşam yemeği için dışarı çıkmak etik değildir. Genel mutluluk ve mutsuzluk düzeyleri açısından o yemeğin vereceği geçici zevkler, bu parayı, aksi takdirde sıtmaya yakalanacak çocukların hayatlarını kurtarabilecek ucuz cibinlik temin etmek için bağışlayarak kurtarabileceğimiz hayatlardan çok daha az önemlidir. Toplumumuzda insanlar böbrek yetmezliğinden öldüğünden, siz de kendinizinkilerden birini bağışlayarak bir hayat kurtarabilirsiniz. O halde faydacı hesaplama, bunu yapmanız gerektiğini söyler.

Sanki burada bir şeyler ciddi ciddi ters gidiyor gibi. Etik, kendi projelerimiz, zevklerimiz, ailemiz ve arkadaşlarımız pahasına, zaman ve mekân olarak bizden uzakta olanlara gerçekten bu kadar odaklanmak zorunda mı? Genellikle ahlaki açıdan kabul edilebilir eylemler ile kahramanca veya örnek niteliğindeki eylemler arasında bir ayrım yaparız.

Singer’in faydacılığı, bu ayrımı ortadan kaldırıyor ve başkaları adına örnek niteliğindeki çabalar olarak görülmesi gereken şeyleri ahlaki görevlere dönüştürüyor. Ahlak konusunda bu kadar katı bir yaklaşımı sorgulamak, politika yapıcılar ve bilim insanlarının yanı sıra vatandaşların da servet eşitsizliği veya küresel ısınma gibi konuları görmezden gelmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Daha ziyade Singer’in talep ettiği fedakâr bireyciliği sorgulamamız gerekiyor. Zamanımızın küresel krizlerinin ciddiyetini ve kolektif eylem ihtiyacını kabul eden bir orta yol bulabiliriz. (…)

İyilik, iyi niyet gerektirir

Bazıları buradaki sorunun, genellikle bilinemeyen ve kişinin kontrolü dışında olan sonuçlara odaklanmak olduğunu düşünüyor. Oysa etik, aslında kişinin eylemde bulunurken sahip olduğu niyetlerle ilgili.

Immanuel Kant’ın 1785 tarihli Ahlak Metafiziğinin Temelleri adlı kitabına göre, koşulsuz olarak iyi olan tek şey iyi niyettir. Bir kişinin eylemi iyi sonuçlar doğursa bile, iyi niyetle yapılmadığı sürece ahlaki bir değeri yoktur. Müşterilerinin hakkı olduğu için para üstü veren bakkal ile, hile yaparsa yakalanmaktan korktuğu için para üstü veren bakkalı karşılaştırın. İki eylemin sonuçları aynı olabilir, ancak ikinci bakkalın eyleminin ahlaki değeri yoktur, çünkü bu yaptığının yanına kalacağından emin olsaydı, savunmasız bir müşteriyi aldatmaya hazırdı. (…)

Burada ele alınacak ikinci Kantçı fikir, onun her insanın içsel değeri fikrine dayanıyor. Kişilerin doğuştan gelen değeri nedeniyle, bir kişiye yalnızca kendi amaçlarına yönelik bir araç olarak yaklaşmak yanlıştır. Bunu yapmak, onları istismar etmek olur. Elbette insanları kendi amaçlarımız için kullanıyoruz. Yönetici, belirli üretim hedeflerini güvence altına almak için altında çalışanları kullanır, kendisi de patronları tarafından kârı güvence altına almak için kullanılır vb. Bu durumların herhangi birinde insanlara yalnızca işe yarar araçlar olarak davranılırsa, ilişkiler sömürücü hale gelir. Çünkü hiç kimse yalnızca bir araç değildir. (…)

Göreciliğin meydan okuması

Şu ana kadar tartışılan teoriler dışında, filozofların önerdiği ve tartışmaya devam ettiği başka teoriler de var. (…) Ancak literatürde, ahlaki açıdan doğruyu ahlaki açıdan yanlış eylemlerden ayırmaya yönelik nesnel ve evrensel ilkeler dizisi olarak etiğin olumlu bir açıklamasını sunmaya yönelik tüm girişimler göz önüne alındığında, hepsinin taraftarlarından çok eleştirenleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. (…)

Doğal bir tepki: ‘Yani tüm bu teorilerin büyük sorunları olduğunu söylüyorsunuz. Binlerce yıllık tartışmadan sonra bile bir fikir birliği yok. O zaman vazgeçelim! Objektif olarak doğru bir etik açıklaması diye bir şeyin olmadığı artık apaçık ortada değil mi?’”

Yazar, vazgeçmenin de büyük sorunlar getirdiğini, etikte nesnel olarak doğru hiçbir şeyin olmadığı yönündeki olumsuz tezin kendisinin de tıpkı olumlu açıklamalar gibi eleştirel incelemeye tabi olan felsefi bir iddia olduğunu belirtiyor:

“Herhangi bir evrensel veya nesnel ahlakı reddettiğimizi ve yalnızca farklı kültürlerin ahlaklarının olduğunu ileri sürdüğümüzü varsayalım. Eğer bir kültür bir eylemi onaylıyorsa, o eylem o kültür için doğrudur. Başka bir kültürde onaylanmıyorsa, o kültürde yanlıştır. Bu anlaşmazlıkları karara bağlayacak kapsayıcı, nesnel bir ahlak yoktur. Ahlak yalnızca belirli bir kültürün söylediği şeydir. Bu, üniversite öğrencileri arasında her zaman popüler olan, yaygın olarak benimsenen bir görüş olan ahlaki göreceliktir. (…)

Öğrenciler, çoğunlukla, çocukken kendilerine aşılanan inançların (din ve politikanın yanı sıra ahlaki açıdan doğru ve yanlış hakkında) evrensel olarak paylaşılmadığının farkına varmışlardır. Bu inançları eleştirmeden kabul ettiklerini bilirler. Buraya kadar gayet iyi. İyi birer eleştirel düşünür haline geliyorlar. Şayet siyasi olarak baskın bir kültüre ya da etnik gruba aitlerse, genellikle kendi kültürlerinin ya da gruplarının etnosantrikliğinin ve başkalarına yönelik sömürü içeren davranışların geçmişinin de farkındadırlar. Bu öğrenciler, bu tür etik elitizmi ve ardından gelen savaşları, sömürüyü ve vahşeti tanımakta ve kınamakta haklıdır.

Bununla birlikte, göreciliğe yönelik oldukça güçlü bir eleştiri de vardır. Bir soykırım, sırf onu uygulayan kültür öyle olduğuna inanıyor diye ahlaki açıdan doğru değildir. (…) Yalnızca bireyler değil, toplumlar da ahlaki açıdan yanlış yönlendirilebilir ve trajik olarak yanlış yollara sapabilir.

Ayrıca kendi kültürlerini etnosantrik ve ataerkil tutum ve uygulamaları nedeniyle eleştiren öğrenciler de aslında göreci değiller. Kültürel inanç ahlakı belirlediğinden, bir göreci, tanımı gereği, kendi kültürünün inançlarının ahlaki açıdan doğru olduğunu kabul etmek zorundadır! Bu öğrencilerin gerçekte inandıkları şey, evrensel ahlaki eşitlik ve insan hakları ilkeleridir.

İkili olmayan bir alternatif

Faydacılık ve Kantçılık, bir eylemin ahlakiliği sorununun ikili bir sınıflandırmaya girdiğini varsayar: Bir eylem ya ahlaki açıdan kabul edilebilir ya da kabul edilemezdir. İkili olmayan bir açıklama, bazı eylemlerin ahlaki açıdan belirsiz olabileceğini öne sürer. Belirsiz durumlarda, belirli bir eylemin ahlaki olarak kabul edilebilir veya edilemez olduğuna ilişkin hiçbir olgu söz konusu değildir. Böyle bir yaklaşım, her insan eylemini iki standart kategoriden birine sığdırmaya çalışan geleneksel teorilerden daha gerçekçi olabilir.

2004 tarihli Ortak Ahlak: Ne Yapılacağına Karar Vermek (Common Morality: Deciding What to Do ) adlı kitabında Bernard Gert, yaygın olarak kabul edilen ahlaki kurallara dayanan ikili olmayan bir teori sunar. Gert’in yaklaşımı ortak ahlakla başlar (‘öldürme’, ‘hile yapma’, ‘sözünü tut’ gibi tartışmasız evrensel kurallar). Ancak bu kuralların da genel olarak istisnaları olduğunu (meşru müdafaa amacıyla öldürmek) anlamak gerekir. Ahlaka aykırı bir eylem, bu ahlaki kurallardan bir veya daha fazlasını haksız yere ihlal eden bir eylemdir. Ancak meşru müdafaa istisnası gibi ahlaki kuralların bazı ihlalleri, ahlaki açıdan haklı görülebilir. (…)

Gert’in yaklaşımı, bazı kültürel inanç ve uygulamaların ahlaki eleştirisi için nesnel temeller sağlar ki göreciler bunu yapmakta zorlanır. (…)

Ancak bazı durumlarda, Gert’in tarafsız, rasyonel kişileri, ahlaki bir kuralı ihlal eden eylemin ahlaki açıdan kabul edilebilir bir ihlal olup olmadığı konusunda anlaşamayacaklardır. Böyle bir durumda eylem ne ahlaki açıdan doğru ne de yanlıştır. Eylem, Gert’in yaklaşımının ikili olmayan doğasının göstergesi olan belirsiz bir bölgede yer alır. (…)

Gert’e göre soru, eylemlerin ne kadarının ahlaki açıdan belirsiz bölgede sonuçlandığıdır. Ne kadar çok olursa, teori, ahlaki ikilemlere rehberlik etme konusunda o kadar az yardımcı olur. Yani bu yaklaşımın da diğerleri gibi sorunları var. Ancak yine de ahlak teorisinin gelişmeye devam ettiği yollardan birine işaret ediyor.”

Bu yazı ilk kez 24 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

 

Timm Triplett’in Psyche internet sitesinde yayımlanan “How to think about ethical dilemmas” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://psyche.co/guides/how-to-think-about-ethics-with-help-from-aristotle-and-kant

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x