Son dönemde Türkiye’de birçok insanın protesto gösterilerine katılması sadece siyasi ya da ekonomik düzeyde değil, derin psikolojik katmanlarda da okunması gereken bir olgu.
Kitlesel olarak sokağa çıkma kararı bireysel bir tercih gibi görünse de aslında kolektif bilinç, toplumsal hafıza ve sosyal psikolojiyle sıkı sıkıya bağlı. Kitlesel hareketler o toplumu oluşturan insanların duygularının, düşüncelerinin ve davranışlarının bir toplamından ibaret değil, içe içe geçen karmaşık dinamiklerin bir sonucu.
Bu açıdan bakıldığında kitlesel başkaldırılara psikolojik bakış, olayların sadece ne olduğunu değil, neden ve nasıl ortaya çıktığını da anlamamıza yardımcı olur. Psikolojik bakış, “kim haklı, kim haksız” tartışmalarından çok, herkesin nereden konuştuğunu ve neye ihtiyaç duyduğunu anlamaya odaklanır. Bu da empatiyi ve diyalog kurma ihtimalini artırır.
Toplumsal başkaldırılar özellikle güç ve iktidar sahipleri tarafından “irrasyonel” gibi etiketlenebilir. Oysa psikoloji bize gösterir ki, bu tür hareketler çoğu zaman rasyonel çıkış yolları tükenmiş bireylerin birikmiş duygusal enerjisinin kitlesel olarak bir dışavurumudur. Bu duygusal enerjinin neden biriktiğini anlamak yapıcı çözüm yolları bulmaya yardımcı olabilir.
Üstelik kitlesel başkaldırılarda sadece politik çözümler değil, toplumun ruhunu iyileştiren yaklaşımlar da gerekir. Psikolojik analiz, duygusal onarımın yolunu açar. Aksi halde bastırılan duygular ileride yeniden patlak verebilir. Kargaşa, belirsizlik ve korku ortamında bireylerin psikolojik dengeleri kolayca sarsılabilir. Süreci psikolojik olarak anlamlandırmak, bireylerin kontrol algılarını güçlendirir ve kaygı düzeylerini azaltır. Ayrıca ruhsal dayanıklılığı artıran stratejilerin geliştirilmesini sağlar.
Bu yazı son dönemde ülkemizdeki kitlesel başkaldırı durumunu herhangi bir politik taraftan uzak bir biçimde, birey ve toplum psikolojisinin dinamikleri üzerinden ele almayı, hem bu hareketliliğin ardındaki psikolojik süreçleri analiz etmeyi hem de bu çalkantılı ortamda bireylerin ruh sağlığını korumaya yönelik öneriler sunmayı amaçlıyor.
Kolektif bilinçdışı ve toplumsal bellek
Psikoanalitik kuramın önemli temsilcilerinden biri olan Carl Gustav Jung’un öne sürdüğü kolektif bilinçdışı kavramı; bireylerin sadece kendi yaşantılarından değil, aynı zamanda insanlığın ortak geçmişinden gelen arketipsel deneyimlerden de etkilendiği fikrine dayanır.
Bu bakış açısına göre, bireyin zihinsel yapısı tüm insanlığın ortak ruhsal mirasıyla şekillenir. Belli bir dönemde, geniş bir toplulukta adaletsizlik hissi, dışlanmışlık, bastırılmış öfke ya da özgürlük arzusu gibi benzer duyguların ortaya çıkması ve yaygınlaşması, sadece bireysel yaşantıların toplamı değildir. Bu duygular, kolektif bilinçdışından beslenen, kültürel, tarihsel ve arketipsel imgelerle de tetiklenir. Örneğin; mazlum halka karşı zalim otorite arketipi, baskıya karşı direnen kahraman imgesi gibi. Bunlar tarih boyunca farklı coğrafyalarda tekrar eden temalardır ve Jung’a göre kolektif bilinçdışında yer alır. Modern bir toplumda insanlar bu imgeleri doğrudan dillendirmese bile, bu temalar onların bilinçdışına işlemiş durumdadır.
Bu kuramı bugünkü Türkiye örneğinde uyarlayacak olursak; bugün sokaklara dökülen gençler, sadece bugünkü ekonomik kriz ya da siyasal baskı nedeniyle değil, tarihsel olarak tekrar eden bastırılmışlık duygusu ve özgürlük arzusu gibi daha derin, nesiller arası aktarılan duygularla da hareket ediyor olabilirler. Bu, onların bireysel değil, kolektif bir belleğin sesi haline gelmeleri anlamına gelir.
Toplumsal adaletsizlik algısı ve kolektif öfke
Öfke önemli bir duygudur ama çoğunlukla asıl duygu değildir. Bir süredir görmezden geldiğimiz veya başkaları tarafından görmezden gelinen birçok olumsuz duygunun dışa vuruş şeklidir. Ruhumuzun bodrum katına tıktığımız haksızlık, mutsuzluk, engellenmişlik, değersizlik, kaygı gibi olumsuz duygular orada barfiks çalışıp güçlenerek karşımıza öfke olarak çıkarlar. Bu nedenle öfkeyi yatıştırmaya çalışırken altta yatan asıl duygunun ortaya çıkış nedenini gidermek gerekir.
Türkiye’deki bu toplumsal başkaldırının ortaya çıkışında temel ateşleyici duygu öfkedir. Bu öfke yıllar boyunca toplumun bir kesiminde biriken umutsuzluk, hayal kırıklığı, adaletsizlik, ötekileştirilme ve yabancılaşmanın getirdiği haksızlık gibi duygular olabilir. Dolayısıyla buzdağının görünen duygusu olan öfkeyi kolluk kuvvetleri ve tutuklamalarla yatıştırmaya çalışmak öfkenin kaynağı olan asıl duyguları daha da besleyerek öfkenin daha da alevlenmesine yol açacaktır.
Bulaşan duygular ve ayna nöronları
Kitleleri aynı duyguyla bir araya getiren önemli bir psikolojik mekanizma, duyguların bulaşma özelliğidir. İnsanlar özellikle de yakın oldukları kişilerle birlikteyken farkında olmadan onların duygularını “yakalarlar”. Bu durum yüz ifadesi, ses tonu, beden dili gibi ipuçları aracılığıyla olur. Gergin bir ortama girdiğimizde kendimizi bir neden ortada yokken gergin hissedebiliriz. Veya bir arkadaşımızın neşesi bir süre sonra bizi de neşelendirebilir. Deprem, protesto, savaş gibi kriz anlarında olumsuz duyguların kolektif olarak yükselip bulaştığını görebiliriz.
Bu psikolojik mekanizmanın nörobilimsel düzeyde açıklaması ayna nöronlarıyla olur. Ayna nöronları başkalarının davranışlarını ve duygularını gözlemlediğimizde bizim beynimizde de benzer bir aktivasyon gösteren özel nöronlardır ve başkalarının hissettiklerini aynı şekilde hissetmemize olanak tanır. Bu sayede insanlar başkalarının duygularını farkında olmadan taklit edebilirler. Yine bu sistem sayesinde, bir meydanda öfkesini haykıran birini gören kişi, o duyguyu kendi içinde de hissetmeye başlayabilir. Bu, bireysel duygunun toplumsal alanda bulaşıcı hale gelmesine katkıda bulunur. Aynı şekilde, korku, umut, cesaret gibi duygular da hızla yayılabilir.
Sosyal medyanın bu duygusal bulaşmada önemli bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal medyada izlenen başkaldırı görüntüleri ve söylemleri ayna nöronlarını tetikleyerek diğer insanlarda da başkaldırmak için istek, cesaret ve motivasyonun ortaya çıkmasını hızlandırabilir. Sosyal medyada anlık olarak olan bitenin yansıtılması ve özellikle gençler arasında yaygın olan “Orada olmazsam bir şeyi kaçırmış olurum” hissi de gençleri sokağa çağıran önemli bir itkidir. Genellikle eğlence kültürü için üretilmiş olan FOMO (fear of missing out) yani bir şeyleri kaçırmış olmaktan korkma bu anlamda sadece eğlenceye değil, kitlesel başkaldırılara da katılımda belirleyici olabilir.
Sosyal öğrenme ve bir araya gelmenin olumlu pekiştireç etkisi
2021 yılında ölen Albert Bandura’nın sosyal öğrenme kuramına göre bireyler başkalarının davranışını gözlemleyerek öğrenirler. Kitlesel başkaldırı açısında düşündüğümüzde sosyal medya bu modellenmeyi hızlandırır ve yaygınlaştırır. Bir grup insanın sokağa çıktığını gören birey onların cesaretinden etkilenerek modelleme yoluyla benzer davranışı sergileyebilir.
İnsan psikolojisini açıklamaya yönelik kuramlardan biri olan davranışçı kurama göre, insan davranışı sonucunda bir ödül alırsa bu davranış pekişir yani bir sonraki sefer benzer şartlar oluşunca birey ödülü getirecek davranışı gösterme eğilimde olur. Birlikte başkaldıran bireylerde bir topluluğun bir parçası olma, aidiyet hissi, bir şeyleri değiştirebileceğine dair ümit ve isyanın çevresel etkilerini görünce doğan cesaret gibi olumlu duygular başkaldırma davranışının pekişmesine neden olabilir. Bu da kitlesel isyanın giderek büyümesine ve güçlenmesine katkıda bulunabilir.
Gençlerdeki kimlik ve kendilik ifadesi arayışı
Şu anda Türkiye’deki kitlesel başkaldırıda yer alan temel yaş grubu Z kuşağı olarak adlandırılan gençler. Bu kuşak internetin içine doğan bir topluluk olarak önceki kuşaklardan bazı özellikler açısından farklılaşıyor. Kendi kimliklerini ifade etmeye ve özgün olmaya önem veren, etiketlenmekten hoşlanmayan bir kuşaktan söz ediyoruz. Bir ideolojiye, bir otoriteye veya kendilerine dayatılan bir görüşe bağlı olmaktansa eşitlik, adalet, hak ve hürriyetlerin korunması gibi daha evrensel genel konulara duyarlılar ve bu konularda gerekirse aktivist bir tutum göstermekten kaçınmıyorlar. Gerek çalışma şekilleri gerekse dünya görüşleri açısından esnekliğe ve özgürlüğe önem veriyorlar; herhangi bir kalıba sokulmak istendiklerinde isyan ediyorlar. İnternetin sağladığı hız sayesinde beklemeye ve belirsizliğe karşı tahammülsüzler; istedikleri şeye hemen ulaşmak istiyorlar. Bu özellikleri nedeniyle zaman zaman sabırsız ve dürtüsel davranma, beklentileri karşılanmadığında öfkelenme eğilimi gösterebiliyorlar.
Z kuşağının tüm bu özellikleri günümüz Türkiye’sinin şartları ile çakışınca ortaya hızlıca örgütlenen ve başkaldıran bir kitlesel hareket çıktı. Z kuşağından oluşan bu gençler temel hak ve hürriyetlerin gasp edildiğini düşünerek isyan ettiler. Bu durum birçok farklı dünya ve politik görüşe sahip gencin omuz omuza bir araya gelmesine ve giderek daha kalabalıklaşmalarına olanak verdi.
Kitlesel başkaldırının kitlesel bir travmaya dönüşünü önlemek ve ruh sağlığını korumak için öneriler
Türkiye’deki kitlesel başkaldırının psikolojik zeminini anlamak bu süreci gerek bireysel açıdan gerekse toplumsal açıdan daha iyi yönetmeye katkı sağlayacaktır. Özellikle güç ve iktidar sahiplerinin başkaldırının altta yatan nedenlerini çözmeden, kaba kuvvet ve yasal yaptırımlarla isyanı yatıştırmak, tepkiyi görmezden ve duymazdan gelmek, değişimi sürüncemede bırakmak gibi yöntemlerle karşılık vermesi süreci çözümsüzlüğe itecek, bireysel ve toplumsal travmaların ortaya çıkmasına çanak tutacaktır.
Bu zor zamanlarda bireyin ruh sağlığını koruması önemlidir. Bunun için öncelikle kişinin kendisini bilgi kirliliğinden koruması gerekir. Her ne kadar sosyal medya bu başkaldırıyı şekillendiren ve insanları bir araya getiren temel araç olsa da aynı zamanda bilgi kirliliğinin ortaya çıkmasında da çok önemli bir role sahiptir. Sosyal medya diğer medya araçlarına göre çok daha hızlı bir şekilde bilgiyi yayar ama bu hız doğruluk filtresinden geçmeyen içeriklerin de kontrolsüz bir şekilde yayılmasına neden olur. Bu durum insanlarda gereksiz yere korku, çaresizlik ve panik duygularını tetikleyebilir. Bazı aktörler ve gruplar kriz anlarında sosyal medyayı toplumsal duyguları manipüle etmek için kullanabilirler. Kurgu haberler, provokatif paylaşımlar ve montaj videolar toplumsal öfkeyi hareketlendirebilir. Travma sahnelerinin yayınlanması izleyenlerin de travmaya maruz kalmasıyla ikincil travmatizasyon denen süreci ortaya çıkarıp ruh sağlığını bozabilir. Bu nedenle böyle zamanlarda sosyal medyanın bilinçli kullanılması, sadece kişinin güvenilir kabul ettiği kaynaklardan yayılan haberlere itibar etmesi ve diğer kaynaklara maruziyeti azaltması ruh sağlığını koruması açısından önemlidir.
Olumsuz duyguların birikip öfkeye dönüşmesini önlemek için bu duyguların öfke olarak değil de asıl haliyle ifade edilmesi ruh sağlığını korumak açısından atılacak bir diğer önemli adımdır. Bu açıdan destek gruplarında ve arkadaşlarla yapılan duygusal paylaşımlar önemlidir. Birçok ortak duygu ve düşüncenin yazıldığı provokatif olmayan, herhangi bir kişiyi hedef almayan veya aşağılamayan pankartlar da duygunun sağlıklı kanallarla ifade edilmesinin bir diğer yolu olabilir. Çevrede hiçbir muhatap kişi bulunamıyorsa kişinin kendi duygularını günlük şekilde yazması da işe yarayabilir.
Günlük rutini olabildiğince korumak travmanın etkisinden kurtulmak açısından bir diğer önemli yöntemdir. Kitlesel travmalar sırasında çeşitli nedenlerle kişilerin günlük rutinleri aksayabilir. Bu durum travmanın girdabında sürüklenmek gibi bir risk taşır. O nedenle olabildiğince hızlı bir şekilde rutinlere geri dönmek, örneğin işe, okula devam etmek ruh sağlığını korumak açısından önemlidir. Yine benzer şekilde kişinin uyku, beslenme gibi fizyolojik ihtiyaçlarını aksatmaması travmayla başa çıkmada önemli bir unsurdur. Beden iyi olmazsa ve iyi hissetmezse ruh da huzurlu olmayacaktır.
Kitlesel travmalar sırasında kişinin sosyal destek sistemlerinin sağlamlığı ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Travma yalnız kişileri daha fazla etkisi altına alır. Bu nedenle böyle zor zamanlarda kişinin çevresindeki insanlarla duygu, düşünce ve deneyim paylaşımını arttırması, bir arada olmak hatta birçok açıdan kenetlenmek iyileştirici bir etki yaratır. “Yanındayım, birlikteyiz, omuz omuzayız” gibi mesajlar kişilerin güven duygusunu arttırır ve travmaya karşı daha güçlü hissetmelerini sağlar.
Bu birliktelik hissi zor zamanları atlatmakta oldukça önemlidir. Bu açıdan sadece başkaldırıyı yapanlara değil, güç ve iktidar sahiplerine de önemli bir rol düşer. Kutuplaşma yerine karşılıklı anlayışın yer aldığı, tarafların birbirleriyle çatışmak yerine diğerinin ne dediğini etkin bir şekilde dinlediği, toplumsal hareketleri yargılamak yerine altta yatan psikolojik nedenlerini anlamaya çalıştığı bir yaklaşım uzun vadede barışçıl çözümlerin üretilmesine katkıda bulunacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 24 Nisan 2025’te yayımlanmıştır.