Erdal İnönü: Türk siyasetinin zarif bilim insanı

31 Ekim 2007’de hayatını kaybeden Erdal İnönü, dünya çapında tanınan bir fizikçiyken siyasete girmiş, bir dönem solun en önemli temsilcisi olmuştur. İnönü’nün aklına siyaset fikrini sokan iş insanı kimdi? Kenan Evren’in hangi cümlesi bardağı taşıran son damlaydı? Siyasette nasıl bir iz bıraktı? Doç. Dr. Süleyman Aşık yazdı.

Dünya çapında bilinen bir fizikçi kimliği ile bilim camiasında son derece saygın bir kişilik olan Erdal İnönü (1926-2007), sakin ve beyefendi karakteriyle Türk siyasetinde akıllarda yer eden bir isimdir. Aynı zamanda tarihin içine doğan Erdal İnönü, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Adam’ı sayılan babası İsmet İnönü’yü hatırlatır. Erdal İnönü deyince zihinlerde, Cumhuriyet Türkiye’sinin hem tarihî olaylarının yakın tanığı hem de aktörlerinden olan bir profil canlanır. Tüm bunlar ışığında Erdal İnönü, siyasi kimliği, bilimsel ve tarihî yönü bir arada değerlendirilen bir portre olarak ortaya çıkar. Haliyle bu da onu çok yönlü bir insan yapar.

Cumhuriyet’in kurucu babalarından İsmet İnönü, Başbakanlık koltuğunda otururken ikinci kez baba olmanın heyecanını yaşayacaktı. İlk çocuğu kızı İzzet’i henüz iki yaşında 1921’de yani İstiklal Harbi’nin en sıcak ve gergin günlerinde kaybeden İsmet İnönü, 1924’te oğlu Ömer’i kucağına alarak yeniden baba olmanın sevincini yaşamıştı. 1926’da oğlu Erdal ile bu sevinci ikiye katlanacaktı.

Okumayı seven bir çocuk olan Erdal, ilkokula başladığında okuma yazmayı zaten biliyordu.[1] Geleceğinin şekilleneceği yıllara doğru adım adım ilerlerken, bir gün babası sohbetlerinde hangi mesleği seçmeyi düşündüğünü sordu. “Fizikçi veya felsefeci olmayı düşünüyorum” yanıtı üzerine İsmet İnönü, “Felsefeye ömür verilmez. Ama fizikçi olman iyi olur. Ben de küçüklüğümde, gençliğimde bilimle uğraşmak istemiştim” yanıtı verir.

Bir konuşmasında da hayat rotasının çiziminde çevresinin beklentileri dışında bir seçim yaptığını şu sözlerle ifade eder: “Ben hep kitap okurdum. Onun için benim böyle ‘mühendislik’ gibi bir dala gireceğimi kimse düşünmezdi. Belki dışişlerine girebilirim, içişlerine girebilirim yani bir bürokrasi görevi yaparım diye düşünülüyordu. Yalnız sonradan lisenin son sınıfında bu durumu değiştiren bilgiler edindim.[2]

İçindeki fiziğe olan tutku onu Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğrencisi yapmıştı. 1947’de buradan mezun olduktan sonra aynı yılın Eylül ayında, lisansüstü eğitimi için ABD’nin Pasedana şehrine gitti. Beş yıl sonra Türkiye’ye döndüğünde Ankara Üniversitesi Genel Fizik Enstitüsü’nde asistan olarak meslek hayatına adım attı. 1974-1982 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yaparak akademik yolculuğunu devam ettirdi.[3]

Tarihin canlı tanığı

Erdal İnönü neredeyse Cumhuriyet ile yaşıt bir isim olarak Tek Parti döneminin (1923-1950) olaylarına doğrudan tanık olmuştur. Bunlardan birisi, Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün muhalefetteki Demokrat Parti’ye, muhalefete yönelik baskıcı uygulamalara karşı güvence verdiği, Türkiye’de çok partili sistemin temellerini sağlamlaştıran 1947 tarihli 12 Temmuz Beyannamesi’dir.

O günlerde kamuoyunun artık “yapay zorluklara” karşı tepkisinin oluştuğunu söyleyen Erdal İnönü, halkın artık demokratik gelişmelerin ilerlemesini beklediğini ifade etmiştir.[4] O günlere bizzat babasının yanında tanık olan Erdal İnönü, 1947’nin Eylül’ünde ABD’ye gitmesine rağmen Türkiye’deki gelişmeleri takip etmeye devam etmiştir. Bunu babasıyla mektuplaşmalarından anlıyoruz. Örneğin, 1950’de yapılan genel seçimde CHP’nin iktidarı kaybetmesinden sonra İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta, evlat olarak babasına şu sözlerle tesellide bulunmuştur: “(…) memleketimizde demokrasi olduğunu dünyaya ispat edecek kesin olay, düzgün, hadisesiz bir iktidar partisi değişmesi geçirmekti. Bunu yapabilirsek, bu seçimlerin hakikatte en büyük zaferimizi ilan ettiği anlaşılacak. Gerisinin ne ehemmiyeti var, canınız sağ olsun.”[5]

Hesapta olmayan iş: Siyaset

Türkiye’nin İkinci Adamı’nın oğlu olup da siyasetle 1980’lere kadar anılmamak Erdal İnönü’nün bir tercihiydi ama insan hayat serüveninde her zaman kendine istediği rolleri yazamıyor. Erdal İnönü için de süreç biraz böyle gelişecekti. Aslında 1952’de Türkiye dönmeden önce ABD’de beraber çalıştığı Macar asıllı ünlü fizikçi Eugene Paul Wigner, İnönü’nün dönüş kararını duyduktan sonra kendisine, “Macaristan ve Türkiye gibi ülkelerde bir insan bir alanda sivrildi mi, artık her alanda ondan görev beklerler. Buna dikkat et” demiş, o da kendi kendine “Nereden çıktı bu?” diyerek şaşırmış ama zamanın Wigner’ı haklı çıkardığını söylemiştir.[6]

Kendisi politikaya olumsuz bir anlam yüklemese de akademik ve diğer bazı işlerindeki yoğunluk nedeniyle siyaset aklının ucundan bile geçirmiyordu. Ancak siyaset Erdal İnönü’yü çağırıyordu. 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi sonrası bir gün üniversitedeki odasının telefonu çalar. Arayan daha önce İnönü’nün hiç tanımadığı iş adamı İbrahim Cevher’dir. İnönü’den randevu alan ama konu hakkında bilgi vermeyen Cevher, ziyaretinde “ağzındaki baklayı” çıkarır ve “Türkiye’de demokrasinin yeniden canlanması, doğru dürüst kurulması gerekiyor. Şimdiki görünüm o değil. Halkın, askerî rejimden bağımsız olduğuna inandığı bir ismin başa geçmesi lazım. Bunu ancak siz yaparsınız” der. Büyük bir şaşkınlık geçiren İnönü, “Nerden çıkardın? Ben üniversitedeyim, işte görüyorsun, kitaplar etrafımda… Bu işlerle uğraşırım, siyasetle ilgim yok, bilmem de siyaseti” yanıtını verir. Fakat artık kendisi için “geri dönüşü olmayan bir yolculuk” başlamıştır.

Bu süreçte kapatılan CHP’nin eski yöneticileri de İnönü’yü siyasete çağırıyordu. Her ne kadar eşi Sevinç İnönü istemese de Erdal İnönü “ülkede doğru dürüst bir demokrasiye geçilmiyor izlenimine” sahip olduğu için en nihayetinde teklifi kabul eder.[7] Bu teklifi kabulünde, 12 Eylül sonrası oluşan hava sonucunda üniversitedeki görevini sahip olduğu prensipler doğrultusunda artık yapamayacağını düşünmesi de etkili olmuştur.[8]

Bir akademisyenken kendini birden siyasetin içinde bulan Erdal İnönü, Türkiye’de demokrasinin yeniden canlanmakta olduğu günlerde, 6 Haziran 1983’te Sosyal Demokrasi Partisi’ni (SODEP) kurdu. Basına yaptığı değerlendirmede, “Sorumluluğumun önemini hissediyorum”[9] diyerek, artık “siyaset adamı” hüviyetine büründüğünü gösterecekti. Ancak İnönü siyasete ısınmaya başlasa da o dönem siyasetin oyun kurucuları olan askerler İnönü ve 20 SODEP kurucusunu veto edecek, partinin de seçime girmesini engelleyecekti.[10]

Vetonun şokunu yaşayan İnönü, partililere “Artık ben karışmıyorum, bundan sonra siz yöneteceksiniz. Ben artık İstanbul’a gideyim” demiş ve İstanbul’a dönmüştür.[11] Ama bu, İnönü’nün siyasete havlu atması anlamına gelmiyordu. 1983 yılı bitmeden yeniden SODEP’in başına geçerek artık “siyasetçi İnönü” kimliğini ön plana çıkaracaktı. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “Üniversitelerimizde bilimsel özerklik vardır” beyanı muhalefet lideri için kendi tabiriyle “bardağı taşıran son damla” olacaktı. Bu açıklamaya çok kızan Erdal İnönü, “Bugün Türkiye’deki üniversitelerde bilimsel özerklik yoktur. Anayasa’nın kabul etmediği idari özerklikten söz etmiyoruz. Anayasa’nın istediği bilimsel özerklik yoktur”[12] diyerek, içinden geldiği bilim camiasıyla ilgili söylenen söze bir siyasetçi bilim insanı kimliğiyle yanıt vermiştir.

Siyasete hızla ısınan İnönü, 1980’li yıllarda solun en önemli temsilcisi olmuştur. Halkçı Parti (HP) ile SODEP’in 1985’te birleşmesiyle Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ortaya çıkmış, İnönü de ilk olağan kurultayda partinin genel başkanı olmuştur. 1989’daki yerel seçimde partisi birinci olan İnönü, 1991’deki genel seçimde üçüncü olmasına karşın, seçimin galibi Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Süleyman Demirel ile koalisyon ortağı olarak başbakan yardımcısı ve devlet bakanlığı görevlerini üstlenmiştir. Kısa bir dönem dışişleri bakanlığı da yapan İnönü, 1995’te siyasetten ayrılmış; 31 Ekim 2007 tarihinde ABD’de vefat etmiştir.

Türkiye’nin meselelerine bakışı

81 yıllık ömrüne yurtiçi ve yurtdışı pek çok deneyim sığdıran Erdal İnönü’nün hayata ve Türkiye’nin meselelerine dair farklı görüşleri vardır. Bunlardan biri de “Kürt Meselesi”dir. Türkiye’deki bazı Kürt vatandaşların devletten ayrılma fikrinde olduklarını ancak bu kesimin çoğunluğu oluşturmadığını ifade etmiştir. Özellikle Millî Mücadele’nin bir harç görevi gördüğünü belirtmiştir. Bu meselenin Türkiye için bir soruna dönüşmesinde bilhassa 12 Eylül askerî yönetiminin getirdiği Kürtçe konuşma yasağının etkili olduğunu vurgulamış ve şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur:

“Bu, saçma bir yasaktı. İnsanların konuşmasını nasıl engelleyeceksin? Nitekim konuşuyorlardı. Ondan evvel, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde böyle bir şey yoktu. Millî Güvenlik Konseyi’nin bu kararına kadar Kürtçe serbestti. Ama Türkçe ögrenmişlerdi; Türkçe konuşuyorduk güzel güzel… Kürtçe konuştular mı sesimizi çıkarmıyorduk. Bunu yasakladığınız zaman daha beter dikkat çekiyorsunuz: ‘Demek ki bizi birinci sınıf vatandaş görmüyorlar, bizi aşağı görüyorlar. Öyleyse biz ayrı yaşayalım ve birinci sınıf olalım,’ isteği daha kolaylıkla ortaya çıkıyor. (…) Ama ‘Kürt sorunu’ dediğiniz zaman, sanki sadece Kürt oldukları için bu sorun çıkıyor havası doğuyor. Oysa orada başka kökenli insanlar da var ve bölgede herkesin paylaştığı, tarihten gelen bir sorun var. Onu dikkatli ve duyarlı bir şekilde çözmek lazım. Bu, ancak müsamaha göstererek, birlikte yaşamayı destekleyerek, zaman içinde çözülecek bir şey…”[13]

Bir dönem Türkiye’nin önemli meselelerinden olan başörtüsü sorununa yönelik düşünceleriyle de dikkat çekmiştir. Akademik ve siyasetçi kimliğiyle konunun analizini kendi penceresinden yapan İnönü, Özal döneminde başörtülü öğrencilerin üniversiteye girmesinin tartışıldığı bir ortamda kendisinin buna karşı çıktığını, Özal’ın ise “hisleri okşadığını” söylemiştir. Dine saygılı olduklarını ama devlet işlerine karıştırmayı doğru bulmadığını belirten İnönü, dindarlık konusunda daha hoşgörülü olduğunu fakat başörtüsünü bir sembol olarak gördüğünü belirtmiştir:

“Başörtüsü orada bir sembol… O bakımdan doğru değil. Onlara izin vermekle bu çocuklara kötülük ederiz. Çünkü başörtüsünü isteyerek takabilirler, istemeyerek yani parayla veya zorla takabilirler. Her iki halde de bu, dinci yönetimi desteklemek anlamına gelir ve yaygınlaşır. Temel teorik esası olduğu için ona kapılmak kolay olur. Hele hükümet de o yöndeyse…”[14]

Sonuç olarak, hayata İsmet İnönü’nün oğlu olarak gelip doğrudan tarihî bir kimliğe sahip olan Erdal İnönü, kendi yolunu çizmeye başladığı gençlik yıllarından itibaren çabalarıyla dünya çapında saygın bir bilim insanı olmuştur. Hayatının geri kalanını akademide geçireceğini düşündüğü bir dönemde kapısını çalan siyasete çok büyük bir coşku ile “hoş geldin” demese de dahası siyasetçi olmayı istemese de 57 yaşında askerî yönetimin hâkim olduğu bir dönemde siyasete atılmıştır. On iki yıllık siyaset hayatında daha ziyade sakin ve zarif kimliğiyle akıllarda kalan bir isim olmuştur.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 31.

[2] “Erdal İnönü Yaşamını Anlatıyor”, Derleyen: Mehmet Atay, Elektrik Mühendisliği, 432. sayı, Aralık 2007, s. 148-149.

[3] https://www.ismetinonu.org.tr/erdal-inonu-1926-2007/ (erişim tarihi: 14.10.2025)

[4] Erdal İnönü, Anılar ve Düşünceler 2, Yorum Kitapları, 3. Baskı, İstanbul 1998, s. 218.

[5] Canım Erdalım Sevgili Babacığım İsmet İnönü-Erdal İnönü Mektuplaşmaları, Yayına Hazırlayan: Can Dündar, Can Yayınları, İstanbul 2011, s. 224.

[6] “Erdal İnönü Yaşamını Anlatıyor”, Derleyen: Mehmet Atay, Elektrik Mühendisliği, 432. sayı, Aralık 2007, s. 150.

[7] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 362-370.

[8] Şavgu Aydın, Türk Siyasal Yaşamında Erdal İnönü, Myrina Yayınları, Ankara 2022, s. 24.

[9] Şavgu Aydın, Türk Siyasal Yaşamında Erdal İnönü, Myrina Yayınları, Ankara 2022, s. 18.

[10] Hakan Bahçıvanlar, Türk Siyasi Tarihinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2024, s. 43.

[11] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 398.

[12] Erdal İnönü, Anılar ve Düşünceler, 3. Cilt, Doğan Kitap, 3. Baskı, Haziran 2001, s. 12.

[13] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 478-479, 486.

[14] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 472-474.

Süleyman Âşık
Süleyman Âşık
Doç. Dr. Süleyman Âşık - Lisans eğitimini 2005-2010 yılları arasında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde aldı. 2013 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Programı’nda yüksek lisans eğitimini “Türk Otomobil Tarihinde Bir İlk: Devrim Arabası” adlı çalışma ile tamamladı. 2018 yılında, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Programı’nda yürüttüğü, “Türkiye’de Demokrasinin Yeniden İnşası Sürecinde Anavatan Partisi (1983-1991)” adlı çalışmayı bitirerek Tarih doktoru unvanını aldı. Ağırlıklı olarak Türk siyasi hayatı ve basın tarihi üzerine bilimsel çalışmaları bulunuyor. İzmir Bakırçay Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Erdal İnönü: Türk siyasetinin zarif bilim insanı

31 Ekim 2007’de hayatını kaybeden Erdal İnönü, dünya çapında tanınan bir fizikçiyken siyasete girmiş, bir dönem solun en önemli temsilcisi olmuştur. İnönü’nün aklına siyaset fikrini sokan iş insanı kimdi? Kenan Evren’in hangi cümlesi bardağı taşıran son damlaydı? Siyasette nasıl bir iz bıraktı? Doç. Dr. Süleyman Aşık yazdı.

Dünya çapında bilinen bir fizikçi kimliği ile bilim camiasında son derece saygın bir kişilik olan Erdal İnönü (1926-2007), sakin ve beyefendi karakteriyle Türk siyasetinde akıllarda yer eden bir isimdir. Aynı zamanda tarihin içine doğan Erdal İnönü, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Adam’ı sayılan babası İsmet İnönü’yü hatırlatır. Erdal İnönü deyince zihinlerde, Cumhuriyet Türkiye’sinin hem tarihî olaylarının yakın tanığı hem de aktörlerinden olan bir profil canlanır. Tüm bunlar ışığında Erdal İnönü, siyasi kimliği, bilimsel ve tarihî yönü bir arada değerlendirilen bir portre olarak ortaya çıkar. Haliyle bu da onu çok yönlü bir insan yapar.

Cumhuriyet’in kurucu babalarından İsmet İnönü, Başbakanlık koltuğunda otururken ikinci kez baba olmanın heyecanını yaşayacaktı. İlk çocuğu kızı İzzet’i henüz iki yaşında 1921’de yani İstiklal Harbi’nin en sıcak ve gergin günlerinde kaybeden İsmet İnönü, 1924’te oğlu Ömer’i kucağına alarak yeniden baba olmanın sevincini yaşamıştı. 1926’da oğlu Erdal ile bu sevinci ikiye katlanacaktı.

Okumayı seven bir çocuk olan Erdal, ilkokula başladığında okuma yazmayı zaten biliyordu.[1] Geleceğinin şekilleneceği yıllara doğru adım adım ilerlerken, bir gün babası sohbetlerinde hangi mesleği seçmeyi düşündüğünü sordu. “Fizikçi veya felsefeci olmayı düşünüyorum” yanıtı üzerine İsmet İnönü, “Felsefeye ömür verilmez. Ama fizikçi olman iyi olur. Ben de küçüklüğümde, gençliğimde bilimle uğraşmak istemiştim” yanıtı verir.

Bir konuşmasında da hayat rotasının çiziminde çevresinin beklentileri dışında bir seçim yaptığını şu sözlerle ifade eder: “Ben hep kitap okurdum. Onun için benim böyle ‘mühendislik’ gibi bir dala gireceğimi kimse düşünmezdi. Belki dışişlerine girebilirim, içişlerine girebilirim yani bir bürokrasi görevi yaparım diye düşünülüyordu. Yalnız sonradan lisenin son sınıfında bu durumu değiştiren bilgiler edindim.[2]

İçindeki fiziğe olan tutku onu Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğrencisi yapmıştı. 1947’de buradan mezun olduktan sonra aynı yılın Eylül ayında, lisansüstü eğitimi için ABD’nin Pasedana şehrine gitti. Beş yıl sonra Türkiye’ye döndüğünde Ankara Üniversitesi Genel Fizik Enstitüsü’nde asistan olarak meslek hayatına adım attı. 1974-1982 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yaparak akademik yolculuğunu devam ettirdi.[3]

Tarihin canlı tanığı

Erdal İnönü neredeyse Cumhuriyet ile yaşıt bir isim olarak Tek Parti döneminin (1923-1950) olaylarına doğrudan tanık olmuştur. Bunlardan birisi, Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün muhalefetteki Demokrat Parti’ye, muhalefete yönelik baskıcı uygulamalara karşı güvence verdiği, Türkiye’de çok partili sistemin temellerini sağlamlaştıran 1947 tarihli 12 Temmuz Beyannamesi’dir.

O günlerde kamuoyunun artık “yapay zorluklara” karşı tepkisinin oluştuğunu söyleyen Erdal İnönü, halkın artık demokratik gelişmelerin ilerlemesini beklediğini ifade etmiştir.[4] O günlere bizzat babasının yanında tanık olan Erdal İnönü, 1947’nin Eylül’ünde ABD’ye gitmesine rağmen Türkiye’deki gelişmeleri takip etmeye devam etmiştir. Bunu babasıyla mektuplaşmalarından anlıyoruz. Örneğin, 1950’de yapılan genel seçimde CHP’nin iktidarı kaybetmesinden sonra İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta, evlat olarak babasına şu sözlerle tesellide bulunmuştur: “(…) memleketimizde demokrasi olduğunu dünyaya ispat edecek kesin olay, düzgün, hadisesiz bir iktidar partisi değişmesi geçirmekti. Bunu yapabilirsek, bu seçimlerin hakikatte en büyük zaferimizi ilan ettiği anlaşılacak. Gerisinin ne ehemmiyeti var, canınız sağ olsun.”[5]

Hesapta olmayan iş: Siyaset

Türkiye’nin İkinci Adamı’nın oğlu olup da siyasetle 1980’lere kadar anılmamak Erdal İnönü’nün bir tercihiydi ama insan hayat serüveninde her zaman kendine istediği rolleri yazamıyor. Erdal İnönü için de süreç biraz böyle gelişecekti. Aslında 1952’de Türkiye dönmeden önce ABD’de beraber çalıştığı Macar asıllı ünlü fizikçi Eugene Paul Wigner, İnönü’nün dönüş kararını duyduktan sonra kendisine, “Macaristan ve Türkiye gibi ülkelerde bir insan bir alanda sivrildi mi, artık her alanda ondan görev beklerler. Buna dikkat et” demiş, o da kendi kendine “Nereden çıktı bu?” diyerek şaşırmış ama zamanın Wigner’ı haklı çıkardığını söylemiştir.[6]

Kendisi politikaya olumsuz bir anlam yüklemese de akademik ve diğer bazı işlerindeki yoğunluk nedeniyle siyaset aklının ucundan bile geçirmiyordu. Ancak siyaset Erdal İnönü’yü çağırıyordu. 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi sonrası bir gün üniversitedeki odasının telefonu çalar. Arayan daha önce İnönü’nün hiç tanımadığı iş adamı İbrahim Cevher’dir. İnönü’den randevu alan ama konu hakkında bilgi vermeyen Cevher, ziyaretinde “ağzındaki baklayı” çıkarır ve “Türkiye’de demokrasinin yeniden canlanması, doğru dürüst kurulması gerekiyor. Şimdiki görünüm o değil. Halkın, askerî rejimden bağımsız olduğuna inandığı bir ismin başa geçmesi lazım. Bunu ancak siz yaparsınız” der. Büyük bir şaşkınlık geçiren İnönü, “Nerden çıkardın? Ben üniversitedeyim, işte görüyorsun, kitaplar etrafımda… Bu işlerle uğraşırım, siyasetle ilgim yok, bilmem de siyaseti” yanıtını verir. Fakat artık kendisi için “geri dönüşü olmayan bir yolculuk” başlamıştır.

Bu süreçte kapatılan CHP’nin eski yöneticileri de İnönü’yü siyasete çağırıyordu. Her ne kadar eşi Sevinç İnönü istemese de Erdal İnönü “ülkede doğru dürüst bir demokrasiye geçilmiyor izlenimine” sahip olduğu için en nihayetinde teklifi kabul eder.[7] Bu teklifi kabulünde, 12 Eylül sonrası oluşan hava sonucunda üniversitedeki görevini sahip olduğu prensipler doğrultusunda artık yapamayacağını düşünmesi de etkili olmuştur.[8]

Bir akademisyenken kendini birden siyasetin içinde bulan Erdal İnönü, Türkiye’de demokrasinin yeniden canlanmakta olduğu günlerde, 6 Haziran 1983’te Sosyal Demokrasi Partisi’ni (SODEP) kurdu. Basına yaptığı değerlendirmede, “Sorumluluğumun önemini hissediyorum”[9] diyerek, artık “siyaset adamı” hüviyetine büründüğünü gösterecekti. Ancak İnönü siyasete ısınmaya başlasa da o dönem siyasetin oyun kurucuları olan askerler İnönü ve 20 SODEP kurucusunu veto edecek, partinin de seçime girmesini engelleyecekti.[10]

Vetonun şokunu yaşayan İnönü, partililere “Artık ben karışmıyorum, bundan sonra siz yöneteceksiniz. Ben artık İstanbul’a gideyim” demiş ve İstanbul’a dönmüştür.[11] Ama bu, İnönü’nün siyasete havlu atması anlamına gelmiyordu. 1983 yılı bitmeden yeniden SODEP’in başına geçerek artık “siyasetçi İnönü” kimliğini ön plana çıkaracaktı. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “Üniversitelerimizde bilimsel özerklik vardır” beyanı muhalefet lideri için kendi tabiriyle “bardağı taşıran son damla” olacaktı. Bu açıklamaya çok kızan Erdal İnönü, “Bugün Türkiye’deki üniversitelerde bilimsel özerklik yoktur. Anayasa’nın kabul etmediği idari özerklikten söz etmiyoruz. Anayasa’nın istediği bilimsel özerklik yoktur”[12] diyerek, içinden geldiği bilim camiasıyla ilgili söylenen söze bir siyasetçi bilim insanı kimliğiyle yanıt vermiştir.

Siyasete hızla ısınan İnönü, 1980’li yıllarda solun en önemli temsilcisi olmuştur. Halkçı Parti (HP) ile SODEP’in 1985’te birleşmesiyle Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ortaya çıkmış, İnönü de ilk olağan kurultayda partinin genel başkanı olmuştur. 1989’daki yerel seçimde partisi birinci olan İnönü, 1991’deki genel seçimde üçüncü olmasına karşın, seçimin galibi Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Süleyman Demirel ile koalisyon ortağı olarak başbakan yardımcısı ve devlet bakanlığı görevlerini üstlenmiştir. Kısa bir dönem dışişleri bakanlığı da yapan İnönü, 1995’te siyasetten ayrılmış; 31 Ekim 2007 tarihinde ABD’de vefat etmiştir.

Türkiye’nin meselelerine bakışı

81 yıllık ömrüne yurtiçi ve yurtdışı pek çok deneyim sığdıran Erdal İnönü’nün hayata ve Türkiye’nin meselelerine dair farklı görüşleri vardır. Bunlardan biri de “Kürt Meselesi”dir. Türkiye’deki bazı Kürt vatandaşların devletten ayrılma fikrinde olduklarını ancak bu kesimin çoğunluğu oluşturmadığını ifade etmiştir. Özellikle Millî Mücadele’nin bir harç görevi gördüğünü belirtmiştir. Bu meselenin Türkiye için bir soruna dönüşmesinde bilhassa 12 Eylül askerî yönetiminin getirdiği Kürtçe konuşma yasağının etkili olduğunu vurgulamış ve şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur:

“Bu, saçma bir yasaktı. İnsanların konuşmasını nasıl engelleyeceksin? Nitekim konuşuyorlardı. Ondan evvel, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde böyle bir şey yoktu. Millî Güvenlik Konseyi’nin bu kararına kadar Kürtçe serbestti. Ama Türkçe ögrenmişlerdi; Türkçe konuşuyorduk güzel güzel… Kürtçe konuştular mı sesimizi çıkarmıyorduk. Bunu yasakladığınız zaman daha beter dikkat çekiyorsunuz: ‘Demek ki bizi birinci sınıf vatandaş görmüyorlar, bizi aşağı görüyorlar. Öyleyse biz ayrı yaşayalım ve birinci sınıf olalım,’ isteği daha kolaylıkla ortaya çıkıyor. (…) Ama ‘Kürt sorunu’ dediğiniz zaman, sanki sadece Kürt oldukları için bu sorun çıkıyor havası doğuyor. Oysa orada başka kökenli insanlar da var ve bölgede herkesin paylaştığı, tarihten gelen bir sorun var. Onu dikkatli ve duyarlı bir şekilde çözmek lazım. Bu, ancak müsamaha göstererek, birlikte yaşamayı destekleyerek, zaman içinde çözülecek bir şey…”[13]

Bir dönem Türkiye’nin önemli meselelerinden olan başörtüsü sorununa yönelik düşünceleriyle de dikkat çekmiştir. Akademik ve siyasetçi kimliğiyle konunun analizini kendi penceresinden yapan İnönü, Özal döneminde başörtülü öğrencilerin üniversiteye girmesinin tartışıldığı bir ortamda kendisinin buna karşı çıktığını, Özal’ın ise “hisleri okşadığını” söylemiştir. Dine saygılı olduklarını ama devlet işlerine karıştırmayı doğru bulmadığını belirten İnönü, dindarlık konusunda daha hoşgörülü olduğunu fakat başörtüsünü bir sembol olarak gördüğünü belirtmiştir:

“Başörtüsü orada bir sembol… O bakımdan doğru değil. Onlara izin vermekle bu çocuklara kötülük ederiz. Çünkü başörtüsünü isteyerek takabilirler, istemeyerek yani parayla veya zorla takabilirler. Her iki halde de bu, dinci yönetimi desteklemek anlamına gelir ve yaygınlaşır. Temel teorik esası olduğu için ona kapılmak kolay olur. Hele hükümet de o yöndeyse…”[14]

Sonuç olarak, hayata İsmet İnönü’nün oğlu olarak gelip doğrudan tarihî bir kimliğe sahip olan Erdal İnönü, kendi yolunu çizmeye başladığı gençlik yıllarından itibaren çabalarıyla dünya çapında saygın bir bilim insanı olmuştur. Hayatının geri kalanını akademide geçireceğini düşündüğü bir dönemde kapısını çalan siyasete çok büyük bir coşku ile “hoş geldin” demese de dahası siyasetçi olmayı istemese de 57 yaşında askerî yönetimin hâkim olduğu bir dönemde siyasete atılmıştır. On iki yıllık siyaset hayatında daha ziyade sakin ve zarif kimliğiyle akıllarda kalan bir isim olmuştur.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 31.

[2] “Erdal İnönü Yaşamını Anlatıyor”, Derleyen: Mehmet Atay, Elektrik Mühendisliği, 432. sayı, Aralık 2007, s. 148-149.

[3] https://www.ismetinonu.org.tr/erdal-inonu-1926-2007/ (erişim tarihi: 14.10.2025)

[4] Erdal İnönü, Anılar ve Düşünceler 2, Yorum Kitapları, 3. Baskı, İstanbul 1998, s. 218.

[5] Canım Erdalım Sevgili Babacığım İsmet İnönü-Erdal İnönü Mektuplaşmaları, Yayına Hazırlayan: Can Dündar, Can Yayınları, İstanbul 2011, s. 224.

[6] “Erdal İnönü Yaşamını Anlatıyor”, Derleyen: Mehmet Atay, Elektrik Mühendisliği, 432. sayı, Aralık 2007, s. 150.

[7] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 362-370.

[8] Şavgu Aydın, Türk Siyasal Yaşamında Erdal İnönü, Myrina Yayınları, Ankara 2022, s. 24.

[9] Şavgu Aydın, Türk Siyasal Yaşamında Erdal İnönü, Myrina Yayınları, Ankara 2022, s. 18.

[10] Hakan Bahçıvanlar, Türk Siyasi Tarihinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2024, s. 43.

[11] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 398.

[12] Erdal İnönü, Anılar ve Düşünceler, 3. Cilt, Doğan Kitap, 3. Baskı, Haziran 2001, s. 12.

[13] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 478-479, 486.

[14] Can Dündar, Anka Kuşu Erdal İnönü Anlatıyor, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2009, s. 472-474.

Süleyman Âşık
Süleyman Âşık
Doç. Dr. Süleyman Âşık - Lisans eğitimini 2005-2010 yılları arasında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde aldı. 2013 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Programı’nda yüksek lisans eğitimini “Türk Otomobil Tarihinde Bir İlk: Devrim Arabası” adlı çalışma ile tamamladı. 2018 yılında, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Programı’nda yürüttüğü, “Türkiye’de Demokrasinin Yeniden İnşası Sürecinde Anavatan Partisi (1983-1991)” adlı çalışmayı bitirerek Tarih doktoru unvanını aldı. Ağırlıklı olarak Türk siyasi hayatı ve basın tarihi üzerine bilimsel çalışmaları bulunuyor. İzmir Bakırçay Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x