Erkek sorunu: Yıllar önce “ezik” diye horladıklarımız

Bugün okumaktan, çalışmaktan vazgeçen, amaçsız ve sosyal becerileri düşük, ama sayıları fazla bir genç adamlar kitlesi var. Yirmilerindeki ve hatta otuzlarındaki birçok genç erkek ailesiyle onlara bağımlı bir halde yaşıyor. Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Henüz kendim de bir gençken, gençlerin psikolojik sorunlarını anlamaya çalıştım. O zamandan beri kendimi gençlerin avukatı gibi hissettim, ulaşabildiğim tüm platformlarda gençleri savunmaya, biz onlara ne kadar müspet ve anlayışlı yaklaşırsak toplum olarak hepimiz için işlerin daha yolunda gideceğini izah etmeye gayret ettim.

Gençlerin dünyasında işlerin pek de iyi olmadığını 15-20 yıl önce oğullarımın gençliği sırasında fark ettim. Bildiğimiz gençlik gruplaşmalarını hatta çeteleşmelerini aşan yepyeni bir durum ortaya çıkıyor, gençler birbirlerini maddiyat, giyim tarzı ve girişkenlik düzeyi açısından eleştiriyor, ona göre ayrışıyorlardı. Beğenmedikleri gençlerin tutumlarını aşağılamak için bir kavram bile uydurmuşlardı: “Ezik”… “Ezik” aşağı “ezik” yukarı, tüm gençlerin dillerinde bu söz vardı. Oğullarımı karşıma alıp bu kelimeyi asla kullanmamaları gerektiğini, onların niye tek bir ifadeye ilk defa böylesine sert bir tavır gösterdiğimi anlamakta zorlandıklarını dün gibi hatırlıyorum.

Gel zaman git zaman oldu; saçma kuşak tanımlamalarının arasından gençlerdeki durumunun ve sorunların neler olduğuna gerçekten kafa yoran araştırmacılar, akıllı aygıt uygulamalarının gençlerin davranışlarında yol açtığı değişikliklerin belirleyici olduğunu vurgulayabilmek için “app kuşağı” kavramını öne sürdüler. Ben de bu kavramı hayli yerinde ve açıklayıcı bulanlardandım. Bu kavramdan yola gençlerin durumunu onlara ve çevrelerine anlatmak için on yıldan beri birçok yazı yazdım, konuşma yaptım. Bu görüşlerimi Fikir Turu’nda da dile getirmeye gayret ettim[1].

Evet, gençlerde yepyeni bir haleti ruhiye vardı ve daha ziyade genç erkeklerin etkilendiği bu durumdan büyük ölçüde bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ve akıllı aygıtlar sorumluydu.

Gençler ne durumda?

Sunilik ve sanallığın, haz ve hızın, mühendislerin araçsal aklının her şeyi belirlediği; gelenek ve felsefeden uzaklaşan; biyoteknoloji ile genetik müdahalelerin imkân dâhiline girdiği; mahremiyet ve benlik hissinin büyük bir dönüşüm geçirdiği “hunhar yenidünya” ya da “teknomedyatik dünya” dediğimiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Artık yeni denizin balıklarıyız. İnternette hayat klonlanıyor, sanal gerçeğin, sanal iletişim yüz yüze iletişimin yerini alıyor. Gençlerimiz artık yeni bir uzuvları haline gelen ellerindeki akıllı telefonlar yüzünden hazır lopçu hale getiriliyor, empatiden yoksunlaşıp fanatikleşiyor, hayatın uzağına düşüyorlar.

Karşımızda bir “app kuşağı” var. Bu kuşak sanıldığı gibi özgürlük peşinde değil, tepelerinde dönüp duran “helikopter ebeveyn”leri onları bir an dahi yalnız bırakmıyor. Akıllı cihazların eline düşmüş bu gençler, hayattan ve somut insan ilişkilerini öğrenmekten uzaklaşıyorlar. Anketlerde bencil ve mutlu görünmelerine rağmen ürkek, çekingenler… CV’ini doldurma meraklısı ama gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyorlar. Marka tutkunluğu bariz özellikleri…

Önceki gençlik kültürlerinden farklı olarak hevesleri ve şevkleri yok, başka kültürleri öğrenmek istemiyorlar. 2011’den sonra gençlerde kaygı, depresyon ve intihar oranlarında büyük bir artış var. Kırılgan ve ürkekler. Geç olgunlaşıyorlar ve ebeveyne bağımlılar, daha az evden çıkıyor ve arkadaş ediniyorlar. Ekran başında geçirilen zaman arttıkça bu özellikler belirginleşiyor; 1 saatin altında %28 olan intihar düşüncesi 5 saatin üstünde %48’e varıyor. Ehliyet almıyorlar. Dinî inançları zayıf…  AVM’ye gitmiyorlar, ama tüketmemek için değil kendilerini güvende hissetmediklerinden ve ne yapacaklarını bilemediklerinden…

Neden erkekler bitik?

Araştırmalar ayrıca bu kuşağın sorunlarının daha çok erkeklerde kendisini gösterdiğini ortaya koyuyordu. Erkekler adeta bitiyorlardı; onlara “bitik erkekler” denmeye başlamıştı. Daha çok ABD, Kanada ve İngiltere’deki genç erkeklerde ortaya çıkan bir tablo giderek tüm dünyaya yayılıyordu: Dijital teknolojinin ve teknomedyatik dünyanın özellikle genç erkekleri ne kadar olumsuz etkilediği ve gelecekle ilgili kaygıların alarm düzeyine geldiği birbiri peşi sıra yapılan araştırmalarda apaçık görülüyordu. Araştırmacılar, eğitimdeki büyük hayal kırıklığını ve iş dünyasında erkekler aleyhine ortaya çıkan gelişmeleri, artık erkeklerin çalışmak da istemediğini kanıt olarak gösteriyorlardı. Modern politik ve ekonomik yaşamın daha çok kadınların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurduğunu çok açık biçimde dile getiriyorlardı. Erkekler gerek okulda gerek hayatın diğer alanlarında başarılı olmak için eskiden daha çok rekabet ediyorlardı ve daha çok motivasyona sahiplerdi. Bir iş sahibi olmak, kendi ailesini kurmak, uzun vadeli hedefler belirlemek ve kariyere odaklanmak için çabalıyorlardı ancak artık bu hallerinden eser kalmamıştı. ABD tarihinde ilk defa erkeklerin babalarından daha az eğitim aldıkları ortaya çıkmıştı. Üstelik akademinin artık daha çok kadınların uğraşı haline geldiği apaçık meydandaydı. Kadınlar, erkekleri ilkokuldan üniversiteye kadar her düzeyde alt ediyorlardı. ABD’de okullardaki en başarısız öğrencilerin %70’ini erkekler teşkil ediyordu.

Okul ve iş hayatındaki başarısızlık daha doğrusu geri çekilmelerinin yanı sıra toplumsal yaşamda belirgin bir “babasızlık” kendisini hissettiriyordu. “Babasızlık” ilk olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dikkatleri çeken bir olguydu hatta Heinrich Böll’ün Nobel Ödülü almasına da vesile olan Babasız Evler kitabının güçlü bir yankı yapmasına neden olmuştu. Ama 1979’da Dustin Hoffman ile Meryl Streep’in başrollerini paylaştığı ve tüm dünyada seyredilme rekorları kıran Kramer ve Kramer’e Karşı filmindeki babasızlık, bambaşka bir babasızlığı anlatıyordu. Baba fiilen vardı ama artan boşanmalarla birlikte giderek işlevsizleşiyor; babalık rolleri artık silikleşiyordu.

Hayat mücadelesinden vazgeçen genç erkekler

Tekrar özellikle erkek çocuklarının günümüzdeki ruh hallerine gelecek olursak… Evet, tüm bunlar oluyordu ama maruz kaldıkları bu durumdan genç erkekler hiç de şikâyetçi görünmüyorlardı. Hatta tam tersi bir psikolojik reaksiyon hali ortaya çıkmış, bazı genç erkekler, salt erkek oldukları için kendilerine birçok şeyi hak olarak görmeye başlamışlardı. Üstelik bu ayrıcalığı kazanmak için hiçbir şey yapmalarına gerek olmadığını düşünüyorlardı.

Genç erkeklerin bu ruh halinin genç yetişkinlere doğru tırmanışa geçtiğini, birçok erkeğin artık okumaktan, çalışmaktan kısacası hayat mücadelesinden vazgeçtiklerini, sanıyorum ülkemizde bile çoğunuz gözlemliyorsunuzdur. Genç erkeklerin bir kısmının anne ve babalarıyla, bir eş veya hayat arkadaşıyla olan ilişkisinde herhangi bir rol üstlenmeden, sadece bağımlı bir konumda kalmak istedikleri, kendilerine uzun vadeli bir sığınak aradıkları artık yaşadığımız dünyanın bir gerçeği… Şaşırtıcı derece yüksek sayıda erkek, para getirecek işlerde çalışmayı istemiyor gibi görünüyor, hatta yaşam alanlarını düzenli tutacak temel ev işlerine bile yardım etmiyorlar. Başkasına bağımlı olmayı bir toplumsal başarısızlık değil, bir başarı olarak görenler bile var!

App kuşağında ayrıca ciddi iletişim sorunları ortaya çıkmış durumda. Önceleri bir miktar utangaç olanlar, hayatın pratikleri içinde ustalaşarak giderek bu dertlerinden kurtulurlardı şimdi bu imkân yok. Eskisi gibi iletişime geçme isteğinden korkuya dayalı değil, zayıf bir izlenim bırakma kaygısıyla, toplumsal reddedilme korkusuyla kıpırdayamamaya bağlı yeni bir utangaçlık şekli ortaya çıkıyor. Toplumsal bağın nasıl kurulacağını bilmedikleri için, ilişkiden uzak duruyor gençler. Üstelik bu halleri bir işlevsel eksikliğe yol açmadığından fark bile edilmiyor, “normal” diye içselleştiriliyor. Allah vergisi iletişim yetenekleri sayesinde kızlar nispeten daha iyi ama genç erkekler, “sosyal ortamda yabancı bir ülkeye gelmiş, yer yön sormaktan aciz ve isteksiz turistler gibi geziniyorlar. Birçoğu yüz yüze iletişimin dilini, birinin başkalarıyla gerek konuşarak gerek konuşmadan diyalog kurmasını sağlayan dili bilmiyor.

Ünlü psikolog Zimbardo ve genç arkadaşının araştırmasına göre, romantik ilişki hallerinde ise genç erkeklerin bu feci sosyal beceri(sizlik)leri, iyice afallamalarına, korkup kaçmalarına neden oluyor. Gerçek hayatın içinde sosyal becerilerini arttırmaktansa evlerindeki odalarına, bilgisayarlarındaki, akıllı telefonlarındaki fantezi dünyasına çekiliyorlar. Ya da onlardan hemen hiç beklentisi olmayan genç erkek topluluğunun, kankaların içine atıyorlar kendilerini. Sadece erkeklerin gittiği mekânlara takılmalarına, aşırı erkeklik belirtileri göstermelerine rağmen genç erkeklerin, karşı cinsten uzaklaşmalarına “otobur” denmelerine yol açan “sosyal yoğunluk sendromu” ortaya çıkıyor. Ya evde bilgisayar başında ya da maço gruplar içinde sosyal bir yoğunluk halinde yaşamayı tercih ediyorlar. Bu alanları kendilerini gerçek hayata ve ilişkilere göre daha güvenli hissettikleri, sonuçları kontrol edebildikleri, reddedilme korkusunun olmadığı ve becerileri için övgü aldıkları yerler olarak görüyorlar.

Biliyorsunuz, çocuklarla ve gençlerle çalışan psikoloji profesyonelleri bir süreden beri, daha ziyade internet oyunları ve porno düşkünlüğü, alkol ve madde bağımlılığı, obezite, otizm, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi giderek büyüyen sorunlarla uğraşıyorlar. Tüm bu anlattıklarımızı göz önünde bulundurduğunuzda neden böyle olduğunu, bu sorunların hepsinin de ortaya çıkan yeni durumla bağlantısını görmek zor değil.

Uzayan ergenlik ve büyüyen “erkek sorunu”

Sonuç olarak, okumaktan, çalışmaktan vazgeçen, amaçsız ve sosyal becerileri düşük bir genç adamlar kitlesi ortaya çıkıyor karşımıza. Ve bu kitle giderek büyüyor. Yirmilerindeki ve hatta otuzlarındaki birçok genç erkek ailesiyle onlara bağımlı bir halde yaşıyor. Okul başarısı, kariyer yapmak ve evlenmek artık umurlarında olmuyor. Ergenlik uzadıkça uzuyor, genç adamlar belirsizliklerle dolu dünyaya girmektense, evde ailesinin güvenli sınırları içinde kalmayı yeğliyor.

Genç erkekler artık erkek olmanın anahtarını sorumlulukta arayan, başkalarını, ailesini düşünen ve onlara zarar vermemek için çabalayan, sadakati önemseyen, oyuna değil işe öncelik veren kimseler olmaktan vazgeçiyorlar, bırakın vazgeçmeyi akıllarının uçlarına dahi getirmiyorlar. Onların manzarasını anlatmaya çalıştığımız halleri, karşımıza tam bir “erkek sorunu” çıkarıyor. Bir de üstüne üstlük günümüzde kadın hareketine benzer, erkeklerin dertlerini dile getiren bir erkek çabası yok! «Allah sonumuzu hayretsin» demekten başka bir çözüm ufukta görünmüyor.

Bunları ve benzer cümleleri benden ve meslektaşlarımdan sıkça duydunuz ve duyacaksınız. Son zamanlarda yaşadığımız olaylarla gündeme gelen “incel” (İngilizce “Involuntary Celibacy Project” yani “İstemsiz Bekârlık Projesi”nden mülhem bir adlandırma) vakalarını anlatmak için oturmuştum bu yazının başına. Ancak 20 yıl önce dikkatimi çeken “ezik” sözüne karşılık gelen olgularla, günümüzde bitik duruma düşen, adeta sahipsiz (!) kalmış, olumlu toplumsal bir harekete yönelemeyen genç erkeklerin durumları arasındaki bağlantıları anlatmaya kalkınca söz uzadıkça uzadı. Sanıyorum, incel vakalarının da, ortaöğrenimde giderek artan, özellikle genç kızlar arasında beklenmedik biçimde yayılan “akran zorbalığı”nın da zeminini biraz olsun netleştirebildim. Buradan devam edebilirim Adolescence (Ergenlik) dizisini seyrederken niye kara kara düşündüğümüzü anlatmaya…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Bu konuda yazdığım yazılar için bakınız:

Akıllı aygıtların tutsağı gençlik: Ne yaşıyorlar, neden çok zordalar?


https://fikirturu.com/toplum/app-kusagi-kim-ne-yasiyor-ne-istiyor-neden/ https://fikirturu.com/toplum/cocuklari-ve-gencleri-akilli-aygitlarin/)

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Erkek sorunu: Yıllar önce “ezik” diye horladıklarımız

Bugün okumaktan, çalışmaktan vazgeçen, amaçsız ve sosyal becerileri düşük, ama sayıları fazla bir genç adamlar kitlesi var. Yirmilerindeki ve hatta otuzlarındaki birçok genç erkek ailesiyle onlara bağımlı bir halde yaşıyor. Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Henüz kendim de bir gençken, gençlerin psikolojik sorunlarını anlamaya çalıştım. O zamandan beri kendimi gençlerin avukatı gibi hissettim, ulaşabildiğim tüm platformlarda gençleri savunmaya, biz onlara ne kadar müspet ve anlayışlı yaklaşırsak toplum olarak hepimiz için işlerin daha yolunda gideceğini izah etmeye gayret ettim.

Gençlerin dünyasında işlerin pek de iyi olmadığını 15-20 yıl önce oğullarımın gençliği sırasında fark ettim. Bildiğimiz gençlik gruplaşmalarını hatta çeteleşmelerini aşan yepyeni bir durum ortaya çıkıyor, gençler birbirlerini maddiyat, giyim tarzı ve girişkenlik düzeyi açısından eleştiriyor, ona göre ayrışıyorlardı. Beğenmedikleri gençlerin tutumlarını aşağılamak için bir kavram bile uydurmuşlardı: “Ezik”… “Ezik” aşağı “ezik” yukarı, tüm gençlerin dillerinde bu söz vardı. Oğullarımı karşıma alıp bu kelimeyi asla kullanmamaları gerektiğini, onların niye tek bir ifadeye ilk defa böylesine sert bir tavır gösterdiğimi anlamakta zorlandıklarını dün gibi hatırlıyorum.

Gel zaman git zaman oldu; saçma kuşak tanımlamalarının arasından gençlerdeki durumunun ve sorunların neler olduğuna gerçekten kafa yoran araştırmacılar, akıllı aygıt uygulamalarının gençlerin davranışlarında yol açtığı değişikliklerin belirleyici olduğunu vurgulayabilmek için “app kuşağı” kavramını öne sürdüler. Ben de bu kavramı hayli yerinde ve açıklayıcı bulanlardandım. Bu kavramdan yola gençlerin durumunu onlara ve çevrelerine anlatmak için on yıldan beri birçok yazı yazdım, konuşma yaptım. Bu görüşlerimi Fikir Turu’nda da dile getirmeye gayret ettim[1].

Evet, gençlerde yepyeni bir haleti ruhiye vardı ve daha ziyade genç erkeklerin etkilendiği bu durumdan büyük ölçüde bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ve akıllı aygıtlar sorumluydu.

Gençler ne durumda?

Sunilik ve sanallığın, haz ve hızın, mühendislerin araçsal aklının her şeyi belirlediği; gelenek ve felsefeden uzaklaşan; biyoteknoloji ile genetik müdahalelerin imkân dâhiline girdiği; mahremiyet ve benlik hissinin büyük bir dönüşüm geçirdiği “hunhar yenidünya” ya da “teknomedyatik dünya” dediğimiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Artık yeni denizin balıklarıyız. İnternette hayat klonlanıyor, sanal gerçeğin, sanal iletişim yüz yüze iletişimin yerini alıyor. Gençlerimiz artık yeni bir uzuvları haline gelen ellerindeki akıllı telefonlar yüzünden hazır lopçu hale getiriliyor, empatiden yoksunlaşıp fanatikleşiyor, hayatın uzağına düşüyorlar.

Karşımızda bir “app kuşağı” var. Bu kuşak sanıldığı gibi özgürlük peşinde değil, tepelerinde dönüp duran “helikopter ebeveyn”leri onları bir an dahi yalnız bırakmıyor. Akıllı cihazların eline düşmüş bu gençler, hayattan ve somut insan ilişkilerini öğrenmekten uzaklaşıyorlar. Anketlerde bencil ve mutlu görünmelerine rağmen ürkek, çekingenler… CV’ini doldurma meraklısı ama gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyorlar. Marka tutkunluğu bariz özellikleri…

Önceki gençlik kültürlerinden farklı olarak hevesleri ve şevkleri yok, başka kültürleri öğrenmek istemiyorlar. 2011’den sonra gençlerde kaygı, depresyon ve intihar oranlarında büyük bir artış var. Kırılgan ve ürkekler. Geç olgunlaşıyorlar ve ebeveyne bağımlılar, daha az evden çıkıyor ve arkadaş ediniyorlar. Ekran başında geçirilen zaman arttıkça bu özellikler belirginleşiyor; 1 saatin altında %28 olan intihar düşüncesi 5 saatin üstünde %48’e varıyor. Ehliyet almıyorlar. Dinî inançları zayıf…  AVM’ye gitmiyorlar, ama tüketmemek için değil kendilerini güvende hissetmediklerinden ve ne yapacaklarını bilemediklerinden…

Neden erkekler bitik?

Araştırmalar ayrıca bu kuşağın sorunlarının daha çok erkeklerde kendisini gösterdiğini ortaya koyuyordu. Erkekler adeta bitiyorlardı; onlara “bitik erkekler” denmeye başlamıştı. Daha çok ABD, Kanada ve İngiltere’deki genç erkeklerde ortaya çıkan bir tablo giderek tüm dünyaya yayılıyordu: Dijital teknolojinin ve teknomedyatik dünyanın özellikle genç erkekleri ne kadar olumsuz etkilediği ve gelecekle ilgili kaygıların alarm düzeyine geldiği birbiri peşi sıra yapılan araştırmalarda apaçık görülüyordu. Araştırmacılar, eğitimdeki büyük hayal kırıklığını ve iş dünyasında erkekler aleyhine ortaya çıkan gelişmeleri, artık erkeklerin çalışmak da istemediğini kanıt olarak gösteriyorlardı. Modern politik ve ekonomik yaşamın daha çok kadınların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurduğunu çok açık biçimde dile getiriyorlardı. Erkekler gerek okulda gerek hayatın diğer alanlarında başarılı olmak için eskiden daha çok rekabet ediyorlardı ve daha çok motivasyona sahiplerdi. Bir iş sahibi olmak, kendi ailesini kurmak, uzun vadeli hedefler belirlemek ve kariyere odaklanmak için çabalıyorlardı ancak artık bu hallerinden eser kalmamıştı. ABD tarihinde ilk defa erkeklerin babalarından daha az eğitim aldıkları ortaya çıkmıştı. Üstelik akademinin artık daha çok kadınların uğraşı haline geldiği apaçık meydandaydı. Kadınlar, erkekleri ilkokuldan üniversiteye kadar her düzeyde alt ediyorlardı. ABD’de okullardaki en başarısız öğrencilerin %70’ini erkekler teşkil ediyordu.

Okul ve iş hayatındaki başarısızlık daha doğrusu geri çekilmelerinin yanı sıra toplumsal yaşamda belirgin bir “babasızlık” kendisini hissettiriyordu. “Babasızlık” ilk olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dikkatleri çeken bir olguydu hatta Heinrich Böll’ün Nobel Ödülü almasına da vesile olan Babasız Evler kitabının güçlü bir yankı yapmasına neden olmuştu. Ama 1979’da Dustin Hoffman ile Meryl Streep’in başrollerini paylaştığı ve tüm dünyada seyredilme rekorları kıran Kramer ve Kramer’e Karşı filmindeki babasızlık, bambaşka bir babasızlığı anlatıyordu. Baba fiilen vardı ama artan boşanmalarla birlikte giderek işlevsizleşiyor; babalık rolleri artık silikleşiyordu.

Hayat mücadelesinden vazgeçen genç erkekler

Tekrar özellikle erkek çocuklarının günümüzdeki ruh hallerine gelecek olursak… Evet, tüm bunlar oluyordu ama maruz kaldıkları bu durumdan genç erkekler hiç de şikâyetçi görünmüyorlardı. Hatta tam tersi bir psikolojik reaksiyon hali ortaya çıkmış, bazı genç erkekler, salt erkek oldukları için kendilerine birçok şeyi hak olarak görmeye başlamışlardı. Üstelik bu ayrıcalığı kazanmak için hiçbir şey yapmalarına gerek olmadığını düşünüyorlardı.

Genç erkeklerin bu ruh halinin genç yetişkinlere doğru tırmanışa geçtiğini, birçok erkeğin artık okumaktan, çalışmaktan kısacası hayat mücadelesinden vazgeçtiklerini, sanıyorum ülkemizde bile çoğunuz gözlemliyorsunuzdur. Genç erkeklerin bir kısmının anne ve babalarıyla, bir eş veya hayat arkadaşıyla olan ilişkisinde herhangi bir rol üstlenmeden, sadece bağımlı bir konumda kalmak istedikleri, kendilerine uzun vadeli bir sığınak aradıkları artık yaşadığımız dünyanın bir gerçeği… Şaşırtıcı derece yüksek sayıda erkek, para getirecek işlerde çalışmayı istemiyor gibi görünüyor, hatta yaşam alanlarını düzenli tutacak temel ev işlerine bile yardım etmiyorlar. Başkasına bağımlı olmayı bir toplumsal başarısızlık değil, bir başarı olarak görenler bile var!

App kuşağında ayrıca ciddi iletişim sorunları ortaya çıkmış durumda. Önceleri bir miktar utangaç olanlar, hayatın pratikleri içinde ustalaşarak giderek bu dertlerinden kurtulurlardı şimdi bu imkân yok. Eskisi gibi iletişime geçme isteğinden korkuya dayalı değil, zayıf bir izlenim bırakma kaygısıyla, toplumsal reddedilme korkusuyla kıpırdayamamaya bağlı yeni bir utangaçlık şekli ortaya çıkıyor. Toplumsal bağın nasıl kurulacağını bilmedikleri için, ilişkiden uzak duruyor gençler. Üstelik bu halleri bir işlevsel eksikliğe yol açmadığından fark bile edilmiyor, “normal” diye içselleştiriliyor. Allah vergisi iletişim yetenekleri sayesinde kızlar nispeten daha iyi ama genç erkekler, “sosyal ortamda yabancı bir ülkeye gelmiş, yer yön sormaktan aciz ve isteksiz turistler gibi geziniyorlar. Birçoğu yüz yüze iletişimin dilini, birinin başkalarıyla gerek konuşarak gerek konuşmadan diyalog kurmasını sağlayan dili bilmiyor.

Ünlü psikolog Zimbardo ve genç arkadaşının araştırmasına göre, romantik ilişki hallerinde ise genç erkeklerin bu feci sosyal beceri(sizlik)leri, iyice afallamalarına, korkup kaçmalarına neden oluyor. Gerçek hayatın içinde sosyal becerilerini arttırmaktansa evlerindeki odalarına, bilgisayarlarındaki, akıllı telefonlarındaki fantezi dünyasına çekiliyorlar. Ya da onlardan hemen hiç beklentisi olmayan genç erkek topluluğunun, kankaların içine atıyorlar kendilerini. Sadece erkeklerin gittiği mekânlara takılmalarına, aşırı erkeklik belirtileri göstermelerine rağmen genç erkeklerin, karşı cinsten uzaklaşmalarına “otobur” denmelerine yol açan “sosyal yoğunluk sendromu” ortaya çıkıyor. Ya evde bilgisayar başında ya da maço gruplar içinde sosyal bir yoğunluk halinde yaşamayı tercih ediyorlar. Bu alanları kendilerini gerçek hayata ve ilişkilere göre daha güvenli hissettikleri, sonuçları kontrol edebildikleri, reddedilme korkusunun olmadığı ve becerileri için övgü aldıkları yerler olarak görüyorlar.

Biliyorsunuz, çocuklarla ve gençlerle çalışan psikoloji profesyonelleri bir süreden beri, daha ziyade internet oyunları ve porno düşkünlüğü, alkol ve madde bağımlılığı, obezite, otizm, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi giderek büyüyen sorunlarla uğraşıyorlar. Tüm bu anlattıklarımızı göz önünde bulundurduğunuzda neden böyle olduğunu, bu sorunların hepsinin de ortaya çıkan yeni durumla bağlantısını görmek zor değil.

Uzayan ergenlik ve büyüyen “erkek sorunu”

Sonuç olarak, okumaktan, çalışmaktan vazgeçen, amaçsız ve sosyal becerileri düşük bir genç adamlar kitlesi ortaya çıkıyor karşımıza. Ve bu kitle giderek büyüyor. Yirmilerindeki ve hatta otuzlarındaki birçok genç erkek ailesiyle onlara bağımlı bir halde yaşıyor. Okul başarısı, kariyer yapmak ve evlenmek artık umurlarında olmuyor. Ergenlik uzadıkça uzuyor, genç adamlar belirsizliklerle dolu dünyaya girmektense, evde ailesinin güvenli sınırları içinde kalmayı yeğliyor.

Genç erkekler artık erkek olmanın anahtarını sorumlulukta arayan, başkalarını, ailesini düşünen ve onlara zarar vermemek için çabalayan, sadakati önemseyen, oyuna değil işe öncelik veren kimseler olmaktan vazgeçiyorlar, bırakın vazgeçmeyi akıllarının uçlarına dahi getirmiyorlar. Onların manzarasını anlatmaya çalıştığımız halleri, karşımıza tam bir “erkek sorunu” çıkarıyor. Bir de üstüne üstlük günümüzde kadın hareketine benzer, erkeklerin dertlerini dile getiren bir erkek çabası yok! «Allah sonumuzu hayretsin» demekten başka bir çözüm ufukta görünmüyor.

Bunları ve benzer cümleleri benden ve meslektaşlarımdan sıkça duydunuz ve duyacaksınız. Son zamanlarda yaşadığımız olaylarla gündeme gelen “incel” (İngilizce “Involuntary Celibacy Project” yani “İstemsiz Bekârlık Projesi”nden mülhem bir adlandırma) vakalarını anlatmak için oturmuştum bu yazının başına. Ancak 20 yıl önce dikkatimi çeken “ezik” sözüne karşılık gelen olgularla, günümüzde bitik duruma düşen, adeta sahipsiz (!) kalmış, olumlu toplumsal bir harekete yönelemeyen genç erkeklerin durumları arasındaki bağlantıları anlatmaya kalkınca söz uzadıkça uzadı. Sanıyorum, incel vakalarının da, ortaöğrenimde giderek artan, özellikle genç kızlar arasında beklenmedik biçimde yayılan “akran zorbalığı”nın da zeminini biraz olsun netleştirebildim. Buradan devam edebilirim Adolescence (Ergenlik) dizisini seyrederken niye kara kara düşündüğümüzü anlatmaya…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Bu konuda yazdığım yazılar için bakınız:

Akıllı aygıtların tutsağı gençlik: Ne yaşıyorlar, neden çok zordalar?


https://fikirturu.com/toplum/app-kusagi-kim-ne-yasiyor-ne-istiyor-neden/ https://fikirturu.com/toplum/cocuklari-ve-gencleri-akilli-aygitlarin/)

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x