İz bırakamayanlar: Mülteci olmanın görünmeyen yükü

Başka başka yerlerden gelenler gerçekten kim? İş mi çalıyorlar, iz mi bırakıyorlar? Bir göçmenin yazdığı roman bizi nasıl değiştirdi? Bir çocuğun cansız bedeni neden dünya düzenini sarsamadı? Peki, Avrupa neden bazı mültecileri “bizden biri” sayıyor da diğerlerini dışlıyor? On yıllardır kamplarda yaşayan, adı bile bilinmeyen milyonlarca insanın onuru hangi “görünmeyen izlerde” saklı? Reyhan Bayramoğlu yazdı.

Haberlerde ya da sosyal medyada karşımıza çıkan bu ifadeler sizce kimi anlatıyor? Hani şu başka başka yerlerden gelip işimizi çaldıkları, toplumumuzu yozlaştırdıkları, huzurumuzu bozdukları söylenenler var ya, işte onlardan bahsediyoruz. Mülteciler, sığınmacılar, göçmenler, ötekiler kısacası iz bırakamayanlar…

“Savaş onuru ortadan kaldırmaz. Tam tersine, barış zamanından çok daha fazla onur gerektirir.”[1] Bu sözlerin sahibi Afgan asıllı ve Amerikalı yazar Khaled Hosseini. İlk kitabı Uçurtma Avcısı, bir Afgan tarafından İngilizce yazılan ilk roman olmasının yanı sıra The New York Times’ın en çok satan kitaplar listesinde uzun süre yer aldı. Diğer romanlarında da Afganistan’dan göçü ve savaşın bireyler üzerindeki etkilerini anlattı.[2] Hosseini bir göçmendi ama Amerikan toplumunu tedirgin eden biri olmadı. Dünyanın Afganistan’da yaşananlardan bir romanla haberdar olması kimseyi yozlaştırmadı. Aynı zamanda bir doktor olan Hosseini yazar olunca kimseyi işinden etmedi. Romanın filme uyarlanması ve Oscar’a aday gösterilmesi, Hosseini’yi diğerlerinden farklı bir kategoriye taşıdı: İz bırakabilmek.

  1. yüzyıl göçmeni olmak Hosseini’nin şansı mıydı?

Öyleyse 21. yüzyılda göçmen olmak daha fazla şans getirmeliydi. Ama öyle olmadığını hepimiz 2015 yılında cansız bedeni Bodrum’da kıyıya vuran Alan Kurdi’den biliyoruz. Alan’ın küçük bedeni belki de ilk kez “mülteci krizi”nin sarsıcı boyutlarını gözler önüne serdi. Daha iyi bir yaşam umuduyla yola çıkanlar değil, yaşamak için yola çıkanların kaderinin değişeceğine dair Alan’ın ölümüyle doğan umut, ne yazık ki karşılık bulmadı. Alan dünyanın en tanınan mültecisi oldu ama bu tanınırlık mültecilere yönelik politikaları değiştirmeye yetmedi. Onun ismiyle sembolleşen trajedi sadece haberlere değil, insanlığın ortak hafızasına da kazındı.

Seçici merhamet: Avrupa’nın mülteci sınavı

İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa üzerindeki yıkıcı etkisiyle devletler kıtada bir daha savaş yaşanmasın diye antlaşmalar yapıp uluslararası topluluklar kurdu. Ancak ne bu antlaşmalar ne de uluslararası topluluklar kıtada yeniden bir savaşın yaşanmasına engel olamadı.

Savaş, çatışma ve mülteci artık yalnızca Orta Doğu’yla özdeşleşen kavramlar değil. 2022’nin bir Şubat sabahı Avrupa Birliği (AB) üye devletleri ve tüm dünya Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına uyandı. Böylece Avrupa kıtası İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç hareketlerinden birinin merkezine dönüştü. Tıpkı Suriyeli mülteciler gibi Ukraynalı mülteciler de kendilerinin ve çocuklarının yaşamlarını güven altına almak istiyordu. Onların da evleri bombalandı, onlar da işlerini kaybetti.

İşin en dikkat çekici yanı, Ukraynalı mülteciler diğer Avrupa ülkelerine doğru hareket etmeye başladıklarında tüm Avrupalı ülkelerin destek açıklamasıydı. Oysa aynı açıklamalar Suriyeli mülteciler için yapılmamıştı. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen “Ukrayna bize ait, bizden biri ve onları aramızda görmek istiyoruz.” dedi. ‘Bizden biri’ ifadesi kamuoyunda genellikle “beyaz tenli, renkli gözlü ve Hristiyanlar” [3] olarak karşılık buldu. AB Ukraynalı mülteciler için geçici koruma mekanizmasını hızla devreye soktu. Oysa benzer koruma mekanizmaları Suriyeliler ve diğer mülteciler için devreye sokulmadı; bunun yerine dışlayıcı politikalar benimsendi.

Bu fark, sadece siyasal değil kültürel bir mesafenin de göstergesiydi. Yıllar önce Kudüs’te doğup Arap-İsrail Savaşı nedeniyle önce Mısır’a sonra da ABD’ye göç eden Edward Said, Oryantalizm adlı eseriyle Batı’nın Doğu’ya bakışını sorgulamıştı. Batı’nın Doğu’yu gelişmemiş ve sömürülebilir bir kültür olarak görmesini tartışmaya açan Said’in düşünceleri hâlâ güncelliğini koruyor. Sadece Filistin halkının ve devletinin haklarının savunucusu olmakla değil bu kavramla da iz bırakanlardan oldu. Bugün yine Said’in tezinin doğruluğunu yaşayarak görüyoruz. Acaba Said şimdi yaşasaydı tezinin yanlışlığını kanıtlamak isteyenlere ne cevap verirdi? Ya da başka bir soru: Said yaşasaydı iz bırakan tezi bu olayla daha da iz bırakır, bundan memnuniyet duyabilir miydi? Bugün doğup göç etmek zorunda kaldığı topraklarda yaşananları görseydi eminim bu sorulara “Hayır” şeklinde yanıt verirdi.

“İzlemelik” değil, insanlık meselesi

Yakın geçmişimizde yaşanan bu krizlere çözüm bulamamak belki de şaşırtıcı değil. Çünkü ne siyasi liderler ne de uluslararası kuruluşlar 1948’den bu yana Filistinli mültecilerin durumuna kalıcı bir çözüm getirebildi. 1950 yılından beri faaliyetlerini sürdüren Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ancak kısıtlı sayıda Filistinli mülteciye erişebiliyor. UNRWA’nın resmî olarak tanıdığı kampların dışında da birçok Filistinlinin yaşadığı gayriresmî kamplar bulunuyor.[4] Senelerdir halkının mülteci olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Üstelik “gönüllü geri dönüş” ya da “onurlu geri dönüş” kavramlarının muhatabı olup olamayacakları da hâlâ belirli değil.

Son günlerde sosyal medyada yayılan “Bütün dünya bizi izliyor, biz izlemelik bir içerik değiliz.”[5] diyen Gazzeli bir kadının videosu muhakkak bir kez önümüze çıkmıştır. Bu kadının adını ve hikayesini pek çoğumuz bilmiyoruz. Onunkinden çok daha zor hayatlar yaşayanlar da mutlaka vardır. Ama şu sözleri söyleyen bir kadının “onurlu” duruşunun da isimsizce iz bıraktığı da bir gerçektir.

Dünya genelinde yerinden edilen insan sayısı her geçen gün artıyor. Mültecilerin durumu ise karmaşık, çok boyutlu ve hâlâ çözülmeyi bekleyen bir mesele. Kimileri mültecilerin toplumları ayrıştırdığını savunurken, kimileri onların kültürel, ekonomik ve sosyal anlamda katkı sunduğunu vurguluyor.  Hakikaten insan merak ediyor, hep beraber birlikte yaşamak mümkün değil mi?

Bugün tanıdığımız pek çok göçmen isim geldikleri topluma katkı sağladı. Bugün onları göçmen kimliklerinden çok bu katkılarıyla hatırlıyoruz. Yüksek duvarlara, sınır koruma teknolojilerine, dışsallaştırma politikalarına harcanan mesai acaba mültecilerin yeni katkılar sunabileceği alanlar açmak için kullanılsa daha iyi olmaz mıydı?

Realist teorilerin güç kazandığı dünyada bu mümkün değil, hayal kurmayalım, daha büyük sorunlarımız var diyoruz. Hatta dünyanın yeni bir savaşın eşiğinde olma ihtimali bile konuşuluyor. Ancak gözden kaçırdığımız başka bir nokta daha var: Dünya yalnız çatışmaların değil iklim mültecilerinin de ortaya çıkmasına şahitlik edecek hale geliyor.

2001 yılından bugüne 20 Haziran’da mültecilerin yaşadığı zorluklara dikkat çekilmeye çalışılıyor. Mültecilerin yaşadıkları ayrımcılıklar ve sorunlara dair toplumun farkındalığı arttırılmaya çalışılıyor. Oysa pek çoğumuz bu zorluklara her gün tanık oluyoruz. Hatta canlı şahit olmasak bile konuya dair araştırma yapabiliyor, öğrenebiliyoruz. Bugün hepimiz mültecilerin yaşadıklarına dair pek çok bilgiye rahatlıkla erişebilir ve bilgi sahibi olabilir durumdayız. Acılarına yabancıyız, sorunlarına ise çoğu zaman yalnızca tanıklık ediyoruz. Dünyamızın artık sorunların değil çözümlerinin görünür olmasına ihtiyacı var. Farkındalığımızın artması için elbette böylesi günler değerli. Ancak bu günleri daha değerli yapacak olanın iz bırakan çözümlerde olduğunu düşünmekte fayda var.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, çev. Püren Özgören (İstanbul: Everest Yayınları, 2004), 118.

[2] Emel Yiğittürk Ekiyor, “Afganistan’dan Göç ve Uçurtma Avcısı: Göç Kültürü ve Çatışma Modeli Bağlamında Bir Okuma (Migration from Afghanistan and The Kite Runner: A Reading in the Context of Migration Culture and Conflict Model),” Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi 25, s. 1 (2021): 15–32.

[3] Adem Demir, “AB’nin göçmen politikası “bizden ve öteki” üzerine kurulu: Beyaz tenli, renkli gözlü ve Hıristiyan oldukları için duygular farklı…”,

https://www.indyturk.com/node/481476/d%C3%BCnya/abnin-g%C3%B6%C3%A7men-politikas%C4%B1-bizden-ve-%C3%B6teki-%C3%BCzerine-kurulu-beyaz-tenli-renkli-g%C3%B6zl%C3%BC-ve.

[4] Salih Okuroğlu, “İsrail’in hedefindeki BM kuruluşu UNRWA, 1950’den beri Filistinlilerin yaralarını sarıyor.”

https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/israilin-hedefindeki-bm-kurulusu-unrwa-1950den-beri-filistinlilerin-yaralarini-sariyor/3099965.

[5] https://x.com/aksahaber/status/1737077306840023264

Reyhan Bayramoğlu
Reyhan Bayramoğlu
Reyhan Bayramoğlu - 2020 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 2022 yılında "Brexit Referandumu Bağlamında Göçün Güvenlikleştirilmesi" başlıklı tezini sundu. Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora eğitimine devam ediyor. 2024-2025 yılları arasında İstanbul Rumeli Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak görev yaptı. Türk Alman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İz bırakamayanlar: Mülteci olmanın görünmeyen yükü

Başka başka yerlerden gelenler gerçekten kim? İş mi çalıyorlar, iz mi bırakıyorlar? Bir göçmenin yazdığı roman bizi nasıl değiştirdi? Bir çocuğun cansız bedeni neden dünya düzenini sarsamadı? Peki, Avrupa neden bazı mültecileri “bizden biri” sayıyor da diğerlerini dışlıyor? On yıllardır kamplarda yaşayan, adı bile bilinmeyen milyonlarca insanın onuru hangi “görünmeyen izlerde” saklı? Reyhan Bayramoğlu yazdı.

Haberlerde ya da sosyal medyada karşımıza çıkan bu ifadeler sizce kimi anlatıyor? Hani şu başka başka yerlerden gelip işimizi çaldıkları, toplumumuzu yozlaştırdıkları, huzurumuzu bozdukları söylenenler var ya, işte onlardan bahsediyoruz. Mülteciler, sığınmacılar, göçmenler, ötekiler kısacası iz bırakamayanlar…

“Savaş onuru ortadan kaldırmaz. Tam tersine, barış zamanından çok daha fazla onur gerektirir.”[1] Bu sözlerin sahibi Afgan asıllı ve Amerikalı yazar Khaled Hosseini. İlk kitabı Uçurtma Avcısı, bir Afgan tarafından İngilizce yazılan ilk roman olmasının yanı sıra The New York Times’ın en çok satan kitaplar listesinde uzun süre yer aldı. Diğer romanlarında da Afganistan’dan göçü ve savaşın bireyler üzerindeki etkilerini anlattı.[2] Hosseini bir göçmendi ama Amerikan toplumunu tedirgin eden biri olmadı. Dünyanın Afganistan’da yaşananlardan bir romanla haberdar olması kimseyi yozlaştırmadı. Aynı zamanda bir doktor olan Hosseini yazar olunca kimseyi işinden etmedi. Romanın filme uyarlanması ve Oscar’a aday gösterilmesi, Hosseini’yi diğerlerinden farklı bir kategoriye taşıdı: İz bırakabilmek.

  1. yüzyıl göçmeni olmak Hosseini’nin şansı mıydı?

Öyleyse 21. yüzyılda göçmen olmak daha fazla şans getirmeliydi. Ama öyle olmadığını hepimiz 2015 yılında cansız bedeni Bodrum’da kıyıya vuran Alan Kurdi’den biliyoruz. Alan’ın küçük bedeni belki de ilk kez “mülteci krizi”nin sarsıcı boyutlarını gözler önüne serdi. Daha iyi bir yaşam umuduyla yola çıkanlar değil, yaşamak için yola çıkanların kaderinin değişeceğine dair Alan’ın ölümüyle doğan umut, ne yazık ki karşılık bulmadı. Alan dünyanın en tanınan mültecisi oldu ama bu tanınırlık mültecilere yönelik politikaları değiştirmeye yetmedi. Onun ismiyle sembolleşen trajedi sadece haberlere değil, insanlığın ortak hafızasına da kazındı.

Seçici merhamet: Avrupa’nın mülteci sınavı

İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa üzerindeki yıkıcı etkisiyle devletler kıtada bir daha savaş yaşanmasın diye antlaşmalar yapıp uluslararası topluluklar kurdu. Ancak ne bu antlaşmalar ne de uluslararası topluluklar kıtada yeniden bir savaşın yaşanmasına engel olamadı.

Savaş, çatışma ve mülteci artık yalnızca Orta Doğu’yla özdeşleşen kavramlar değil. 2022’nin bir Şubat sabahı Avrupa Birliği (AB) üye devletleri ve tüm dünya Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına uyandı. Böylece Avrupa kıtası İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç hareketlerinden birinin merkezine dönüştü. Tıpkı Suriyeli mülteciler gibi Ukraynalı mülteciler de kendilerinin ve çocuklarının yaşamlarını güven altına almak istiyordu. Onların da evleri bombalandı, onlar da işlerini kaybetti.

İşin en dikkat çekici yanı, Ukraynalı mülteciler diğer Avrupa ülkelerine doğru hareket etmeye başladıklarında tüm Avrupalı ülkelerin destek açıklamasıydı. Oysa aynı açıklamalar Suriyeli mülteciler için yapılmamıştı. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen “Ukrayna bize ait, bizden biri ve onları aramızda görmek istiyoruz.” dedi. ‘Bizden biri’ ifadesi kamuoyunda genellikle “beyaz tenli, renkli gözlü ve Hristiyanlar” [3] olarak karşılık buldu. AB Ukraynalı mülteciler için geçici koruma mekanizmasını hızla devreye soktu. Oysa benzer koruma mekanizmaları Suriyeliler ve diğer mülteciler için devreye sokulmadı; bunun yerine dışlayıcı politikalar benimsendi.

Bu fark, sadece siyasal değil kültürel bir mesafenin de göstergesiydi. Yıllar önce Kudüs’te doğup Arap-İsrail Savaşı nedeniyle önce Mısır’a sonra da ABD’ye göç eden Edward Said, Oryantalizm adlı eseriyle Batı’nın Doğu’ya bakışını sorgulamıştı. Batı’nın Doğu’yu gelişmemiş ve sömürülebilir bir kültür olarak görmesini tartışmaya açan Said’in düşünceleri hâlâ güncelliğini koruyor. Sadece Filistin halkının ve devletinin haklarının savunucusu olmakla değil bu kavramla da iz bırakanlardan oldu. Bugün yine Said’in tezinin doğruluğunu yaşayarak görüyoruz. Acaba Said şimdi yaşasaydı tezinin yanlışlığını kanıtlamak isteyenlere ne cevap verirdi? Ya da başka bir soru: Said yaşasaydı iz bırakan tezi bu olayla daha da iz bırakır, bundan memnuniyet duyabilir miydi? Bugün doğup göç etmek zorunda kaldığı topraklarda yaşananları görseydi eminim bu sorulara “Hayır” şeklinde yanıt verirdi.

“İzlemelik” değil, insanlık meselesi

Yakın geçmişimizde yaşanan bu krizlere çözüm bulamamak belki de şaşırtıcı değil. Çünkü ne siyasi liderler ne de uluslararası kuruluşlar 1948’den bu yana Filistinli mültecilerin durumuna kalıcı bir çözüm getirebildi. 1950 yılından beri faaliyetlerini sürdüren Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ancak kısıtlı sayıda Filistinli mülteciye erişebiliyor. UNRWA’nın resmî olarak tanıdığı kampların dışında da birçok Filistinlinin yaşadığı gayriresmî kamplar bulunuyor.[4] Senelerdir halkının mülteci olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Üstelik “gönüllü geri dönüş” ya da “onurlu geri dönüş” kavramlarının muhatabı olup olamayacakları da hâlâ belirli değil.

Son günlerde sosyal medyada yayılan “Bütün dünya bizi izliyor, biz izlemelik bir içerik değiliz.”[5] diyen Gazzeli bir kadının videosu muhakkak bir kez önümüze çıkmıştır. Bu kadının adını ve hikayesini pek çoğumuz bilmiyoruz. Onunkinden çok daha zor hayatlar yaşayanlar da mutlaka vardır. Ama şu sözleri söyleyen bir kadının “onurlu” duruşunun da isimsizce iz bıraktığı da bir gerçektir.

Dünya genelinde yerinden edilen insan sayısı her geçen gün artıyor. Mültecilerin durumu ise karmaşık, çok boyutlu ve hâlâ çözülmeyi bekleyen bir mesele. Kimileri mültecilerin toplumları ayrıştırdığını savunurken, kimileri onların kültürel, ekonomik ve sosyal anlamda katkı sunduğunu vurguluyor.  Hakikaten insan merak ediyor, hep beraber birlikte yaşamak mümkün değil mi?

Bugün tanıdığımız pek çok göçmen isim geldikleri topluma katkı sağladı. Bugün onları göçmen kimliklerinden çok bu katkılarıyla hatırlıyoruz. Yüksek duvarlara, sınır koruma teknolojilerine, dışsallaştırma politikalarına harcanan mesai acaba mültecilerin yeni katkılar sunabileceği alanlar açmak için kullanılsa daha iyi olmaz mıydı?

Realist teorilerin güç kazandığı dünyada bu mümkün değil, hayal kurmayalım, daha büyük sorunlarımız var diyoruz. Hatta dünyanın yeni bir savaşın eşiğinde olma ihtimali bile konuşuluyor. Ancak gözden kaçırdığımız başka bir nokta daha var: Dünya yalnız çatışmaların değil iklim mültecilerinin de ortaya çıkmasına şahitlik edecek hale geliyor.

2001 yılından bugüne 20 Haziran’da mültecilerin yaşadığı zorluklara dikkat çekilmeye çalışılıyor. Mültecilerin yaşadıkları ayrımcılıklar ve sorunlara dair toplumun farkındalığı arttırılmaya çalışılıyor. Oysa pek çoğumuz bu zorluklara her gün tanık oluyoruz. Hatta canlı şahit olmasak bile konuya dair araştırma yapabiliyor, öğrenebiliyoruz. Bugün hepimiz mültecilerin yaşadıklarına dair pek çok bilgiye rahatlıkla erişebilir ve bilgi sahibi olabilir durumdayız. Acılarına yabancıyız, sorunlarına ise çoğu zaman yalnızca tanıklık ediyoruz. Dünyamızın artık sorunların değil çözümlerinin görünür olmasına ihtiyacı var. Farkındalığımızın artması için elbette böylesi günler değerli. Ancak bu günleri daha değerli yapacak olanın iz bırakan çözümlerde olduğunu düşünmekte fayda var.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, çev. Püren Özgören (İstanbul: Everest Yayınları, 2004), 118.

[2] Emel Yiğittürk Ekiyor, “Afganistan’dan Göç ve Uçurtma Avcısı: Göç Kültürü ve Çatışma Modeli Bağlamında Bir Okuma (Migration from Afghanistan and The Kite Runner: A Reading in the Context of Migration Culture and Conflict Model),” Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi 25, s. 1 (2021): 15–32.

[3] Adem Demir, “AB’nin göçmen politikası “bizden ve öteki” üzerine kurulu: Beyaz tenli, renkli gözlü ve Hıristiyan oldukları için duygular farklı…”,

https://www.indyturk.com/node/481476/d%C3%BCnya/abnin-g%C3%B6%C3%A7men-politikas%C4%B1-bizden-ve-%C3%B6teki-%C3%BCzerine-kurulu-beyaz-tenli-renkli-g%C3%B6zl%C3%BC-ve.

[4] Salih Okuroğlu, “İsrail’in hedefindeki BM kuruluşu UNRWA, 1950’den beri Filistinlilerin yaralarını sarıyor.”

https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/israilin-hedefindeki-bm-kurulusu-unrwa-1950den-beri-filistinlilerin-yaralarini-sariyor/3099965.

[5] https://x.com/aksahaber/status/1737077306840023264

Reyhan Bayramoğlu
Reyhan Bayramoğlu
Reyhan Bayramoğlu - 2020 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 2022 yılında "Brexit Referandumu Bağlamında Göçün Güvenlikleştirilmesi" başlıklı tezini sundu. Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora eğitimine devam ediyor. 2024-2025 yılları arasında İstanbul Rumeli Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak görev yaptı. Türk Alman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x