Sahtekârlık sendromu: İş yerinde ve dışında ‘süper kadın’ olmanın bedeli

Rekabetin sertleştiği, toplumsal cinsiyet kalıplarının eksik olmadığı iş dünyasında “tuttuğunu koparan”, “sınırlarını zorlayan” kadınlar gerçekten göründükleri kadar güçlü mü? Başarı için her zaman yetkin ve kendini kanıtlamak zorunda olmanın bedeli ne? Kadınların hissettikleri baskının kaynağı sadece erkekler mi?

Vizyon sahibi bir lider, mükemmel bir anne, destekleyici bir eş, öne çıkan bir takım oyuncusu… Bir kadın bunların hepsi olabilir elbette. Peki kadınlar gerçekten iş ya da özel hayatlarında göründükleri kadar “güçlü” mü? Kozminski Üniversitesi İşletme Bölümü’nden öğretim üyesi Zuzanna Staniszewska ve ESCP İşletme Okulu’ndan profesör Géraldine Galindo, The Conversation internet sitesinde yayımlanan yazılarında kadınların kendilerini neden “süper kadın” olmak zorunda hissettiklerini anlatıyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Günümüzde medya, markasını ve başarısını inşa etmek için haftada 80 saat çalışan girişimci ‘tuttuğunu koparan kadın’ı sık sık yüceltirken; kurumsal kampanyalar, yönetim kurullarında ‘sınırlarını zorlayan’ ve kusursuz aile hayatları sürdüren kadınları öne çıkarıyor. Bu kültürel idealler, liderlik pozisyonundaki kadınların her zamankinden daha güçlü olduğu yanılsamasını yaratıyor. Ancak araştırmalarımız, bazılarının kendilerini bitkin, beklentilerle kısıtlanmış ve kırılganlığa çok az yer bırakan bir ideali temsil etme baskısı altında hissettiğini gösteriyor. Bu gerilim, iddia edildiği kadar güçlendirici olmayabilecek, nispeten yeni bir feminizm biçimiyle bağlantılı.

Neoliberal feminizm

Neoliberal feminizm terimi ilk olarak 2013 yılında medya ve kültür çalışmaları uzmanı Catherine Rottenberg tarafından ortaya atıldı. Rottenberg, bu terimi, bireysel güçlenmeye odaklanan bir feminizm biçimi ile, siyasi teorisyen Wendy Brown’a göre ‘hayatın tüm yönlerinin ekonomik terimlerle anlaşılması gerektiğini’ savunan neoliberal rasyonalite mantığı arasındaki giderek artan kaynaşmayı tanımlamak için kullandı.

Söz konusu feminizm akımı, özellikle erkeklerin egemen olduğu liderlik dünyasında toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin varlığını kabul ederken, bunların üstesinden gelme sorumluluğunu kadınlara yükler. (…) Ancak bu sorumluluğun altında yeni bir tür baskı yatar: Kadınlar değerlerini yalnızca erkeklere değil, diğer kadınlara da kanıtlamak durumundadır. Bu baskı, geleneksel ataerkil düzenden değil, kadınlar arasındaki içselleştirilmiş önyargılardan kaynaklanır. Popüler ve akademik literatürden terimleri bir araya getirerek ‘süper kadın sahtekârlık sendromu’ olarak adlandırdığımız, çatışan ve gerçekçi olmayan beklentilerin neden olduğu yetersizlik hissini besler.

Bu olguyu incelemek amacıyla 2022-2023 yılları arasında Fransa’nın lüks sektöründen yönetici kadınlarla 20 derinlemesine görüşme gerçekleştirdik. Bu sektör, neoliberal kadınlığın temel beklentilerini somutlaştırıyor: Kadınların liderlik etmesi, ilham vermesi ve mükemmel görünmesi. Tüm bunlarsa erkek egemen bir liderlik bağlamında gerçekleşiyor. Katılımcılarımıza kişisel markalarını nasıl oluşturduklarını, günlük liderlik rutinlerini, karşılaştıkları baskı türlerini, profesyonel ve kişisel beklentileri nasıl dengelediklerini sorduk. (…) Ön bulgulara göre bazı katılımcılar gurur ve başarı duygularını dile getirirken, diğerleri yorgunluk, izolasyon hissi ve imkânsız bir ideale ulaşma baskısı yaşadıklarını belirtiyordu.

Sahtekârlık olgusunun yeni versiyonu

Sahtekârlık olgusu, kişinin sürekli bir özgüven eksikliği yaşaması anlamına gelir; yani başarıyı gerçekten hak etmediğine inanmak. Kişi, başarılarını, kendi yeterliliğinden ziyade şansa, iyi zamanlamaya veya başkalarının yardımına bağlar.

Kavram, 1970’lerin sonlarında psikolog Pauline Clance ve Suzanne Imes tarafından yüksek başarı gösteren kadınlarla yapılan çalışmalara dayanarak ortaya atıldı. Görüştükleri kadınların çoğu doktora yapmış ve yüksek kademelerde bulunmuş olsalar da kendilerini sahtekâr gibi hissediyorlardı. Lisansüstü programlara yanlışlıkla kabul edildiklerini veya meslektaşlarının onları bir şekilde abarttığını düşünüyorlardı. (…)

Özellikle kadınlar arasında yaygın olan bu durum, genellikle üç bileşenle ortaya çıkıyor: Sahtekâr gibi hissetmek, keşfedilmekten korkmak ve kişisel başarıya inanmakta zorlanmak, hatta bunu sürdürmek için çok çalışmak.

O günden bugüne bir şeyler değişti. Günümüzde liderlik rollerindeki kadınların mücadeleleri ve korkuları artık sadece bulundukları yeri hak etmekle ilgili değil, aynı zamanda her şey olabilmekle ilgili: Vizyon sahibi bir lider, mükemmel bir anne, destekleyici bir eş, ilham verici bir akıl hocası, sağlığına dikkat eden bir maraton koşucusu, öne çıkan bir takım oyuncusu. Çarpıcı olan, baskının her zaman erkeklerden gelmemesi. Nitekim kadınlar bize daha çok diğer kadınların yargılamasından korktuklarını söylüyorlar.

Sahtekârlık olgusunun yeni versiyonunun ardında, kadınların özgüven eksikliğinin cinsiyetler arası rekabet tarafından şekillendirildiğini gösteren araştırmalar var. Örneğin, ‘kraliçe arı olgusu’, kadınların kadın düşmanlığı ve seçkin kadınlar arasındaki mikro şiddet üzerine yapılan akademik çalışmalar, liderlik rollerindeki kadınların kendilerini diğer kadınlardan nasıl uzaklaştırabileceğini veya erkeksi normları nasıl dayatabileceğini ortaya koyuyor. Bu, neoliberal kadınlığın içselleştirilmesinin sahtekârlık olgusunu nasıl daha karmaşık bir şeye dönüştürdüğü düşünüldüğünde özellikle önemli. Eski Facebook yöneticisi Sheryl Sandberg’in 2013 tarihli Sınırlarını Zorla: Kadınlar, İş ve Liderlik İsteği adlı kitabında da vurgulandığı gibi, neoliberal feminizm eşitsizliği bireysel güçlenme, özgüven ve öz disiplin yoluyla çözülmesi gereken bir sorun olarak çerçeveler. Sonuç olarak, kadınlar sadece yetersiz olmaktan değil, aynı zamanda her zaman yetenekli, her zaman hırslı ve her zaman kontrolü elinde tutan süper kadını canlandıramamaktan da korkar ve aynı idealleri gerçekleştirip uygulayan diğer kadınların baskısını hissederler.

Süper kadın sahtekârlığı olgusunun görünümleri

Süper kadın sahtekârlığı olgusuyla birlikte değerlendirildiğinde neoliberal feminizmi özellikle sinsi kılan şey, kendini güçlendirme kisvesi altında gizlemesidir. Yüzeyde, ‘her şeye sahip olmak’ iddialı görünür. Ancak bunun altında kronik bir tükenmişlik yatar. Konuştuğumuz birkaç kadın, beklendiği için değil, kendilerini kanıtlamak zorunda hissettikleri için gece geç saatlere kadar çalıştıklarını söylüyor. Bir yönetici, ilk liderlik deneyimini şöyle anlatıyor: ‘Kaynak talep etmedim, çünkü kendi başıma yapabileceğimi kanıtlamak istedim ki bu büyük bir hataydı.’”

Yazarlar, süper kadın idealinin şöyle çalıştığını belirtiyor: “Zihninizdeki bir yönetici size sadece başarılı olmanızı değil, bunu zahmetsizce, şikâyet etmeden, yardım istemeden veya kırılganlık göstermeden yapmanızı söyler. (…)

Cinsiyetle ilgili gözlemlediğimiz temel bir gerilim de annelikle ilgiliydi: Doğum izninden dönen kadınlar erkekler tarafından değil, hırslarını ve bağlılıklarını sorgulayan kadın yöneticiler tarafından yargılanıyordu. (…) Konuştuğumuz kadınlar, kadın meslektaşları tarafından desteklenmediklerini, dayanışma yerine rekabete tanık olduklarını ve tüm bunları hiçbir zaman kırılganlık göstermeden yapmanın ağırlığıyla mücadele ettiklerini anlattılar. Bir kadın şöyle diyordu: ‘Kadınlar diğer kadınları desteklemiyor, çünkü pozisyonlarını daha genç veya daha zeki birine kaptırabileceklerinden korkuyorlar.’ (…) Bu sadece dayanışma eksikliği değil. Üst düzey pozisyonların azlığı, mükemmeliyetçilik ve performans baskısının bir getirisi.

Yeni anlatılar zamanı

Kadınlara daha özgüvenli olmayı öğreterek süper kadın sahtekârlığı olgusunu çözemeyiz; zira sorun özgüven eksikliği değil, her zaman yetkin olma ve değerini sürekli kanıtlama gibi imkânsız bir standart. Yeniden düşünülmesi gereken, kadınları baştan itibaren sahtekâr gibi hissettiren kültür. Bu, mükemmel rol modellere değil gerçek rol modellere ihtiyacımız olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor.

Dolayısıyla konuyla ilgili tartışmaların artık ‘Kadınlar nasıl daha özgüvenli olabilir?’ sorusundan ziyade ‘Özgüven neden gerekli ve nasıl görüneceğine kim karar veriyor?’ sorusu etrafında yapılması lazım. Kadınların hem savunmasız hem özgün hem de görünür olabileceği iş yerlerine ihtiyacımız var. (…)”

Bu yazı ilk kez 25 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Zuzanna Staniszewska ve Géraldine Galindo’nun The Conversation internet sitesinde yayımlanan “Impostor syndrome: the cost of being ‘superwoman’ at work and beyond” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://theconversation.com/impostor-syndrome-the-cost-of-being-superwoman-at-work-and-beyond-265218

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sahtekârlık sendromu: İş yerinde ve dışında ‘süper kadın’ olmanın bedeli

Rekabetin sertleştiği, toplumsal cinsiyet kalıplarının eksik olmadığı iş dünyasında “tuttuğunu koparan”, “sınırlarını zorlayan” kadınlar gerçekten göründükleri kadar güçlü mü? Başarı için her zaman yetkin ve kendini kanıtlamak zorunda olmanın bedeli ne? Kadınların hissettikleri baskının kaynağı sadece erkekler mi?

Vizyon sahibi bir lider, mükemmel bir anne, destekleyici bir eş, öne çıkan bir takım oyuncusu… Bir kadın bunların hepsi olabilir elbette. Peki kadınlar gerçekten iş ya da özel hayatlarında göründükleri kadar “güçlü” mü? Kozminski Üniversitesi İşletme Bölümü’nden öğretim üyesi Zuzanna Staniszewska ve ESCP İşletme Okulu’ndan profesör Géraldine Galindo, The Conversation internet sitesinde yayımlanan yazılarında kadınların kendilerini neden “süper kadın” olmak zorunda hissettiklerini anlatıyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Günümüzde medya, markasını ve başarısını inşa etmek için haftada 80 saat çalışan girişimci ‘tuttuğunu koparan kadın’ı sık sık yüceltirken; kurumsal kampanyalar, yönetim kurullarında ‘sınırlarını zorlayan’ ve kusursuz aile hayatları sürdüren kadınları öne çıkarıyor. Bu kültürel idealler, liderlik pozisyonundaki kadınların her zamankinden daha güçlü olduğu yanılsamasını yaratıyor. Ancak araştırmalarımız, bazılarının kendilerini bitkin, beklentilerle kısıtlanmış ve kırılganlığa çok az yer bırakan bir ideali temsil etme baskısı altında hissettiğini gösteriyor. Bu gerilim, iddia edildiği kadar güçlendirici olmayabilecek, nispeten yeni bir feminizm biçimiyle bağlantılı.

Neoliberal feminizm

Neoliberal feminizm terimi ilk olarak 2013 yılında medya ve kültür çalışmaları uzmanı Catherine Rottenberg tarafından ortaya atıldı. Rottenberg, bu terimi, bireysel güçlenmeye odaklanan bir feminizm biçimi ile, siyasi teorisyen Wendy Brown’a göre ‘hayatın tüm yönlerinin ekonomik terimlerle anlaşılması gerektiğini’ savunan neoliberal rasyonalite mantığı arasındaki giderek artan kaynaşmayı tanımlamak için kullandı.

Söz konusu feminizm akımı, özellikle erkeklerin egemen olduğu liderlik dünyasında toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin varlığını kabul ederken, bunların üstesinden gelme sorumluluğunu kadınlara yükler. (…) Ancak bu sorumluluğun altında yeni bir tür baskı yatar: Kadınlar değerlerini yalnızca erkeklere değil, diğer kadınlara da kanıtlamak durumundadır. Bu baskı, geleneksel ataerkil düzenden değil, kadınlar arasındaki içselleştirilmiş önyargılardan kaynaklanır. Popüler ve akademik literatürden terimleri bir araya getirerek ‘süper kadın sahtekârlık sendromu’ olarak adlandırdığımız, çatışan ve gerçekçi olmayan beklentilerin neden olduğu yetersizlik hissini besler.

Bu olguyu incelemek amacıyla 2022-2023 yılları arasında Fransa’nın lüks sektöründen yönetici kadınlarla 20 derinlemesine görüşme gerçekleştirdik. Bu sektör, neoliberal kadınlığın temel beklentilerini somutlaştırıyor: Kadınların liderlik etmesi, ilham vermesi ve mükemmel görünmesi. Tüm bunlarsa erkek egemen bir liderlik bağlamında gerçekleşiyor. Katılımcılarımıza kişisel markalarını nasıl oluşturduklarını, günlük liderlik rutinlerini, karşılaştıkları baskı türlerini, profesyonel ve kişisel beklentileri nasıl dengelediklerini sorduk. (…) Ön bulgulara göre bazı katılımcılar gurur ve başarı duygularını dile getirirken, diğerleri yorgunluk, izolasyon hissi ve imkânsız bir ideale ulaşma baskısı yaşadıklarını belirtiyordu.

Sahtekârlık olgusunun yeni versiyonu

Sahtekârlık olgusu, kişinin sürekli bir özgüven eksikliği yaşaması anlamına gelir; yani başarıyı gerçekten hak etmediğine inanmak. Kişi, başarılarını, kendi yeterliliğinden ziyade şansa, iyi zamanlamaya veya başkalarının yardımına bağlar.

Kavram, 1970’lerin sonlarında psikolog Pauline Clance ve Suzanne Imes tarafından yüksek başarı gösteren kadınlarla yapılan çalışmalara dayanarak ortaya atıldı. Görüştükleri kadınların çoğu doktora yapmış ve yüksek kademelerde bulunmuş olsalar da kendilerini sahtekâr gibi hissediyorlardı. Lisansüstü programlara yanlışlıkla kabul edildiklerini veya meslektaşlarının onları bir şekilde abarttığını düşünüyorlardı. (…)

Özellikle kadınlar arasında yaygın olan bu durum, genellikle üç bileşenle ortaya çıkıyor: Sahtekâr gibi hissetmek, keşfedilmekten korkmak ve kişisel başarıya inanmakta zorlanmak, hatta bunu sürdürmek için çok çalışmak.

O günden bugüne bir şeyler değişti. Günümüzde liderlik rollerindeki kadınların mücadeleleri ve korkuları artık sadece bulundukları yeri hak etmekle ilgili değil, aynı zamanda her şey olabilmekle ilgili: Vizyon sahibi bir lider, mükemmel bir anne, destekleyici bir eş, ilham verici bir akıl hocası, sağlığına dikkat eden bir maraton koşucusu, öne çıkan bir takım oyuncusu. Çarpıcı olan, baskının her zaman erkeklerden gelmemesi. Nitekim kadınlar bize daha çok diğer kadınların yargılamasından korktuklarını söylüyorlar.

Sahtekârlık olgusunun yeni versiyonunun ardında, kadınların özgüven eksikliğinin cinsiyetler arası rekabet tarafından şekillendirildiğini gösteren araştırmalar var. Örneğin, ‘kraliçe arı olgusu’, kadınların kadın düşmanlığı ve seçkin kadınlar arasındaki mikro şiddet üzerine yapılan akademik çalışmalar, liderlik rollerindeki kadınların kendilerini diğer kadınlardan nasıl uzaklaştırabileceğini veya erkeksi normları nasıl dayatabileceğini ortaya koyuyor. Bu, neoliberal kadınlığın içselleştirilmesinin sahtekârlık olgusunu nasıl daha karmaşık bir şeye dönüştürdüğü düşünüldüğünde özellikle önemli. Eski Facebook yöneticisi Sheryl Sandberg’in 2013 tarihli Sınırlarını Zorla: Kadınlar, İş ve Liderlik İsteği adlı kitabında da vurgulandığı gibi, neoliberal feminizm eşitsizliği bireysel güçlenme, özgüven ve öz disiplin yoluyla çözülmesi gereken bir sorun olarak çerçeveler. Sonuç olarak, kadınlar sadece yetersiz olmaktan değil, aynı zamanda her zaman yetenekli, her zaman hırslı ve her zaman kontrolü elinde tutan süper kadını canlandıramamaktan da korkar ve aynı idealleri gerçekleştirip uygulayan diğer kadınların baskısını hissederler.

Süper kadın sahtekârlığı olgusunun görünümleri

Süper kadın sahtekârlığı olgusuyla birlikte değerlendirildiğinde neoliberal feminizmi özellikle sinsi kılan şey, kendini güçlendirme kisvesi altında gizlemesidir. Yüzeyde, ‘her şeye sahip olmak’ iddialı görünür. Ancak bunun altında kronik bir tükenmişlik yatar. Konuştuğumuz birkaç kadın, beklendiği için değil, kendilerini kanıtlamak zorunda hissettikleri için gece geç saatlere kadar çalıştıklarını söylüyor. Bir yönetici, ilk liderlik deneyimini şöyle anlatıyor: ‘Kaynak talep etmedim, çünkü kendi başıma yapabileceğimi kanıtlamak istedim ki bu büyük bir hataydı.’”

Yazarlar, süper kadın idealinin şöyle çalıştığını belirtiyor: “Zihninizdeki bir yönetici size sadece başarılı olmanızı değil, bunu zahmetsizce, şikâyet etmeden, yardım istemeden veya kırılganlık göstermeden yapmanızı söyler. (…)

Cinsiyetle ilgili gözlemlediğimiz temel bir gerilim de annelikle ilgiliydi: Doğum izninden dönen kadınlar erkekler tarafından değil, hırslarını ve bağlılıklarını sorgulayan kadın yöneticiler tarafından yargılanıyordu. (…) Konuştuğumuz kadınlar, kadın meslektaşları tarafından desteklenmediklerini, dayanışma yerine rekabete tanık olduklarını ve tüm bunları hiçbir zaman kırılganlık göstermeden yapmanın ağırlığıyla mücadele ettiklerini anlattılar. Bir kadın şöyle diyordu: ‘Kadınlar diğer kadınları desteklemiyor, çünkü pozisyonlarını daha genç veya daha zeki birine kaptırabileceklerinden korkuyorlar.’ (…) Bu sadece dayanışma eksikliği değil. Üst düzey pozisyonların azlığı, mükemmeliyetçilik ve performans baskısının bir getirisi.

Yeni anlatılar zamanı

Kadınlara daha özgüvenli olmayı öğreterek süper kadın sahtekârlığı olgusunu çözemeyiz; zira sorun özgüven eksikliği değil, her zaman yetkin olma ve değerini sürekli kanıtlama gibi imkânsız bir standart. Yeniden düşünülmesi gereken, kadınları baştan itibaren sahtekâr gibi hissettiren kültür. Bu, mükemmel rol modellere değil gerçek rol modellere ihtiyacımız olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor.

Dolayısıyla konuyla ilgili tartışmaların artık ‘Kadınlar nasıl daha özgüvenli olabilir?’ sorusundan ziyade ‘Özgüven neden gerekli ve nasıl görüneceğine kim karar veriyor?’ sorusu etrafında yapılması lazım. Kadınların hem savunmasız hem özgün hem de görünür olabileceği iş yerlerine ihtiyacımız var. (…)”

Bu yazı ilk kez 25 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Zuzanna Staniszewska ve Géraldine Galindo’nun The Conversation internet sitesinde yayımlanan “Impostor syndrome: the cost of being ‘superwoman’ at work and beyond” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://theconversation.com/impostor-syndrome-the-cost-of-being-superwoman-at-work-and-beyond-265218

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x