Yakınını kaybeden bir çocuğa karşı ailesinin ve çevresindekilerin ilk görevi, çocuğun da bir insan (yavrusu) olduğunun anlaşılması, yani yakınını kaybeden bir insan bu durumda ne yaşıyorsa üç aşağı beş yukarı çocuğun da benzeri bir yas sürecinden geçeceğinin bilinmesi, dolayısıyla çocuğun ciddiye alınmasıdır.
İlk görevin bu olduğunu belirtiyoruz, zira gördüğümüz örnekler, genellikle ailede bir ölüm olduğunda ebeveynin ve yakın çevrenin genellikle çocuğun kendileri kadar acı çekmediğini düşünmek ve çocuğun ruhsal dünyasını önemsememek şeklindedir.
Yetişkinlerin büyük çoğunluğu, yakınını kaybeden çocuğun ölüm hakkında net bir fikre sahip olmaması nedeniyle yeterince acı çekmeyeceğini, kısa bir süre sonra oyun dünyasına dönüp her şeyi unutacağını, ölüm olayından fazlaca etkilenmeyeceğini, ciddi bir yas süreci yaşamayacağını düşünürler. Oysa çocukların ruhsal dünyası hakkında bilgi eksikliğine dayanan böyle önyargılarla hareket etmek yerine, öncelikle çocuğu anlamaya çalışmalı, duygularını dile getirmesi için fırsatlar hazırlanmalıdır. Bunun için de geçmişte mevtayla birlikte yaşanan olaylara, geçmişin mutlu zamanlarına ilişkin anılara çocukla beraber yeniden bakılabilir. Çocuğun kaybın ardından yaşadığı üzüntüye ve yalnızlık hissine odaklanabilinir. Bundan böyle kaybedilen insan olmaksızın nasıl yaşanacağından, onun boşluğunun nasıl doldurulacağından bahis açılabilir.
Çocuklar yaslarını nasıl yaşar?
Elbette çocuklar ne kadar insan (yavrusu) olurlarsa olsunlar minyatür yetişkinler değil, eninde sonunda çocukturlar. Yas sürecini kendi gelişim düzeylerine göre yetişkinlerden biraz farklı yaşar, kaybın ardından acılarını değişik biçimde ifade ederler.
Çocuğun yas sürecini nasıl yaşayacağında, nasıl matem tepkileri vereceğinde, yaşı ve gelişim düzeyinin dışında kişiliği, aile üyeleri arasındaki iletişim ve etkileşim kalıpları, ebeveynin zorluklarla başa çıkma yolları ve diğer yetişkinlerle olan ilişkileri, aile büyüklerinin kayba verdiği tepkiler, önceden başka yakın kayıpları yaşayıp yaşamadığı da önemlidir.
Bunlar dışında çocuğun ölen kişiyle ilişkisi, mevtanın ölüm nedeni, çevrenin ölüm olayını ele alma, çocuğa haber verme ve çocuğun ölüm olayından sonra ortaya çıkan ihtiyaçlarını karşılama biçimleri, duygu, düşünce ve anıların paylaşılıp paylaşılmaması çocuğun yas tepkilerini değerlendirirken hesaba katılmalıdır.
Unutulmaması gereken bir husus da, diğer insanlarla ve diğer çocuklarla birçok noktada benzeş özellikler taşımasına rağmen yine de her çocuğun “biricik” olduğudur. Yakınını kaybeden çocukların bu kayıptan nasıl etkileneceklerinde, nasıl bir yas süreci yaşayacaklarında, ölüm ve kayıp yaşantıları konusundaki önceki bireysel deneyimler çok özel bir önem taşır.
Bazı çocuklar daha üç yaşına gelmeden ölüm hakkında sorular sorabilirken bazıları oldukça geç yaşlarda, muhtemelen bir yakınlarını kaybettikten sonra bu konuya ilgilerini belli ederler.
Çocuk cenazeye götürülmeli mi?
Yetişkinler, yasta olan çocuğa alabildiğine sıcak bir yaklaşım içinde olmalı, onun tutum ve davranışlarını asla yargılamamalı, çocuğu ciddiye aldıklarını can kulağıyla dinlemekten ihtiyaçlarına önem vermeye kadar her hâlleriyle belli etmelidirler.
Böylesine duyarlı bir yaklaşım, kendisini asıl olarak bazı kritik sorulara cevap verirken gösterir. Bu soruların başında çocuğun cenaze törenine götürülüp götürülmeyeceği gelir. Bu soruya verilecek cevabın belirleyicisi, çocuğun yaşıdır. Altı yaşından küçük çocuklarda henüz belli bir ölüm algısı şekillenmediği ve ölümün bir son olduğu gerçeği algılanmadığı için cenaze törenleri belli bir anlam ifade etmez ya da var olan zihin karışıklığını daha da artırır. Üstelik cenazelerini ebediyete uğurlamaya hazırlanan yetişkinler, yoğun bir keder içinde olacak ve çocukla ilgilenmeye hazır bir ruh hâli içinde bulunmayacaklardır. Bu nedenle altı yaşından küçük çocukların özel bir durum olmadıkça cenaze törenlerine götürülmemeleri daha uygundur.
Altı yaşından itibaren çocuklarda ölüm kavramı şekillenmeye, ölümün geri dönüşsüz niteliği biraz daha anlaşılmaya başladığından çocukların cenazeye götürülmelerinde bir sakınca olmayabilir. Ama yine de hayatında ilk kez cenazeye katılacak bir çocuk için orada yaşanacakların çok karışık olacağı, birçok ritüelin anlaşılamayacağı göz önüne alınacak olursa, cenazeye götürülecek çocuğa önceden ayrıntılı açıklama yapılması ve cenaze sırasında da güvendiği birisinin ona eşlik ederek tüm yapılanların anlamını birer birer anlatması gerekir. Böyle yapıldığında, yani cenaze töreninin her adımını anlatıp çocuğu karşılaşacağı durumlara hazırladığımızda, büyüsel zihninin olayları hatalı yorumlamasını bir ölçüde engelleyebiliriz.
Cenaze töreni çocuğa nasıl etki eder?
Cenaze törenleri, her kültürün ölüm olayını kabullenebilmek ve sağlıklı bir yas süreci geçirebilmek için bulduğu çarelerden biridir. Ölümü kabullenmenin dışında, akrabaların, hısımların, dost ve arkadaşların verdiği destek, matem tutan insana çok iyi gelir, yalnızlığın ürperticiliğini uzaklaştırır.
Cenazelerin aynı olumlu etkileri çocuklar için de geçerlidir. Eğer altı yaşından büyük çocukların, cenaze öncesinde hazırlanmak ve tören sırasında da bilgilendirici bir biçimde eşlik edilmek şartıyla cenazeye katılmaları, sağlıklı bir yas süreci yaşamalarına, kendilerini daha güvenli ve rahat hissetmelerine ve kaybın neden olduğu korku, kaygı, öfke, üzüntü ve yalnızlık gibi karmaşık duygularla baş etmelerine yardımcı olabilir. Ama bu demek değildir ki, altı yaşını aşmış her çocuk yakınını kaybettiğinde mutlaka cenazeye katılmalıdır. Biz, yalnızca ilkesel doğruları söylemeye çalışıyoruz.
Yakınını kaybeden çocuğa orada olacakları, neyin nasıl yapılacağını ayrıntılı biçimde anlattıktan sonra cenazeye katılıp katılmayacağını sormak gerekir. Eğer tüm bu açıklamalardan sonra gelmeyi reddediyorsa, bu hazır olmadığı anlamına gelir. Cenazeye katılamayacağı kararını veren çocuğa baskı yapılmamalı, çocuk asla gelmeye zorlanmamalıdır.
Yakınını kaybeden çocukların hem matemin önemini hem de hayatın devam ettiğini birlikte fark etmeleri gerekir. Bunun için ölümün ardından evdeki matem ortamı uzun zaman sürdürülmemeli, bir an önce mateme rağmen hayat normalleştirilmeye çalışılmalıdır. Bu ilkenin çocuklara yansıması, yakınını kaybeden çocuğa karşı uzun süre aşırı koruyucu bir yaklaşım benimsenmemesinin gerektiğidir. En kısa zamanda yemek, uyku, çalışma saatleri açısından kayıptan önceki hayat planlarına geri dönülmelidir. Makul bir süreden sonra çocuğa artık olağan hayatın başladığı, hayatın içinde görev ve sorumluluklarımızla tıpkı eskisi gibi yer almamız gerektiği anlatılmalı, kendi tutumlarımızla iyi örnekler sunulmalıdır. Ancak anlattıklarımız ve yaptıklarımız çelişirse tehlike var demektir. Çocuklar, söylediklerimize değil yaptıklarımıza bakarlar. Ailenin rutin gündelik hayatı ve ilişkileri mümkün olduğunca eski biçimiyle devam etmelidir.
Matemden çıkma çabaları sırasında dikkat edilmesi gereken bir nokta da, aşırı koruyucu kollayıcı olmamakla birlikte desteğin sürdürülmesidir. Çocuğun yalnız zamanları, mümkün olduğunca güvendiği bir aile üyesiyle birlikte değerlendirilmeye ve paylaşılmaya çalışılmalıdır. Özellikle küçük çocukların zihinlerinde ve iç dünyalarında ölümle ayrılık aynı anlama geldiğinden, çocuklar bir yakınlarını kaybettikten sonra çevrelerinde ebeveynlerini ve sevdikleri kişileri göremezlerse onların da öldüğünü düşünüp endişelenebilirler.
Normal hayata dönüş ve duyguların paylaşılması
Hayatı normalleştirme çabalarının içinde çocuğu bir an önce okuluna göndermek de vardır. Ama daha önce okulu ölüm olayından haberdar etmek gerekir. Öğretmenlerin, psikolojik danışmanın ve öğrencilerin yakınını kaybeden çocuğa yardım ve destekleri, hayatın normalleşmesinde, çocuğun yaralarını sarmasında çok önemli işleve sahiptir.
Matem havasını uzun zaman sürdürmemek, matemin kaldırılıp rafa konması, ölen kişiye dair düşünce ve konuşmaların yasaklanması anlamına gelmez. Tam tersine, bir yandan normal gündelik hayata dönemeye çalışırken bir yandan da hatırlandıkça ölen kişiden söz etmek, onunla, ölümüyle, yokluğuyla ilgili duygu ve düşüncelerden bahsetmek gerekir. Bu duygu ve düşünceler ne kadar ortaya konulup paylaşılırsa gündelik hayatın normalleşmesine o kadar katkıda bulunacaktır. Ölen kişi hakkında konuşma hususunda çocuklara örnek olunmalı, çocuk da duygu ve düşüncelerini ifade etmeye cesaretlendirilmelidir.
Şüphesiz ölen kişinin aranan, özlenen nitelikleri, geçmişte birlikte yaşanan olumlu anılar vurgulanmaya çalışılmalıdır. Çocuklar, her şeye rağmen duygularını ifade edebilmekte zorlanabilir, yardıma ihtiyaç duyabilirler. Ölen kişi için resim yapmasını, ona mektup yazmasını, onun anısına ağaç dikmesini, hatıra defteri oluşturmasını önermek, çocuğa duygularını ifade etme fırsatı sunabilir.
Kayıptan sonra soru soran çocukla nasıl konuşulur?
Çocuklarla sağlıklı iletişimin altın kuralı olan konuşma, dinleme ve destekleme, yakınını kaybeden çocuklar için de ziyadesiyle geçerlidir. Çocuklar zaten doğum ve ölüm gibi karmaşık konularda çok sık sorular sorarlar, yakınlarını kaybettiklerinde bu tür sorular daha da sıklaşır ve somutlaşır.
Ebeveyni ve yakınları, bu soruları, bazen çokça yinelense bile bıkmadan sabırla ve anlayışla cevaplamaya çalışmalı, yeri geldiğinde, “Bilmiyorum,” demekten çekinmemelidirler. Yakınını kaybeden çocuğun ölüm ve ölen insan hakkında bitmek bilmeyen soruları karşısında endişeye kapılmaya gerek yoktur.
Bu sorular, çocuğun hissettiği karmaşa ve belirsizliği ve bunlardan kurtulma çabasını gösterir. Sorularına ne kadar tatmin edici cevaplar alırsa, belirsizliğin korkutuculuğundan o denli kurtulmuş, iyileşmiş olur.
Ne zaman uzman yardımı gerekir?
Tüm bu ilkelere uygun davranılsa bile yakınını kaybeden çocukların küçük bir kısmı, yine de bir ruh sağlığı uzmanının yardımına gereksinim duyabilir. Ebeveynin, yakınını kaybeden çocuğunun ruhsal durumundan endişeye kapılmasını ve bir an önce yardım almak üzere bir uzmana başvurmasını gerektiren işaretler şunlardır:
Yakınını kaybeden çocuk, kendisinin veya anne-babasının başına kötü şeyler geleceği endişesiyle okula gitmeyi ısrarla reddediyorsa, bu endişe büyük ihtimalle tedavi edilmeyi gerektirir.
Kaybın ardından çocuğun bedensel şikâyetlerinin bir türlü bitmemesi, sürekli hasta olduğunu söylemesi ama doktor muayenesinde şikâyetleri açıklayabilecek herhangi bir tıbbi sorun bulunmaması, çocuğun mateminin hastalıklı hâle geldiğinin güçlü bir işaretidir. Hele hele çocuğun bedensel şikâyetleri, kaybettiği kişinin rahatsızlığına benzerse, onun şikâyetlerini taklit havası taşıyorsa, örneğin bir yakını kalp krizi sonucu ölen çocuk açıklanamayan göğüs ağrısından yakınıyorsa uzman yardımı şarttır.
Çocuğun korku ve endişeleri okulda, evde ve diğer ortamlarda süreklilik kazanmışsa, günlük etkinliklerini ve olağan hayatını sürdürmesini engelleyecek düzeydeyse, bu denli yaygın korku ve endişenin bir çocuk ruh sağlığı uzmanı tarafından değerlendirilmesi kaçınılmaz hâle gelmiş demektir.
Nasıl yetişkinlerin matemini bir ruhsal rahatsızlık olan depresyondan ayırt etmek gerekliyse aynı durum çocuklar için de geçerlidir. Çocuklarda depresyon hastalığının genellikle sevilen birinin ölümü, boşanma gibi önemli kayıpların ardından görülmesi gerçeği de göz önüne alındığında yakınını kaybeden çocukların depresyona girip girmediklerini anlamak iyice önem kazanır.
Çocuğun içe kapanması, dikkat eksikliğinin artması, eskiden zevk aldığı şeylerden bile hiç zevk almaması, canının bir şey yapmak istememesi, uykusunun ve iştahının bozulması, matemle izah edilemeyecek düzeyde şiddetli üzüntü ve keder yaşaması, sık sık ağlaması bizi depresyon konusunda uyarmalıdır.
Sayılan belirtiler iki haftadan fazla zamandır sürüyorsa büyük ihtimalle matem depresyona dönüşmüş ve bir çocuk ruh sağlığı uzmanının yardımına ihtiyaç var demektir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 4 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.



