Çatışmaların harap ettiği bir şehre, suların yükseldiği bir kıyıya, alevlerin arasında bir ormana, kuraklığın pençesinde bir araziye, depremle sarsılan binalara umudu taşıyan eller, insani yardımın elleridir. Savaşlardan iklim krizine, açlıktan kitlesel göçe kadar farklı alanlarda varlık gösteren insani yardım; krizlerin ardından seferber edilen acil yardımların ötesinde milyarlarca dolarlık bütçesi, on binlerce çalışanı ve gönüllüsüyle büyük bir küresel ağ aynı zamanda.
19 Ağustos İnsani Yardım Günü vesilesiyle bu insani yardımın anatomisine yeniden bakmak, uluslararası yardım sisteminin işleyişini, karşılaştığı sorunları ve yeni çözüm arayışlarını ele almak büyük önem taşıyor kanaatindeyim.
İnsani yardımın aktörleri
Öncelikle şunun altını çizmek gerekir. İnsani yardımın yapısı, tek bir merkezi otorite etrafında şekillenen sabit bir işleyiş değil. Yardım ekosisteminde her bir aktör kendi yetkinliği ile var olur ve sorumluluk üstlenir. Farklılaşma ve yetkinleşme bu çok katmanlı ve dinamik sistemin omurgasını oluşturur. Sistemin verimli çalışabilmesinin yoluysa küresel/yerel iş birliği ve koordinasyondan geçer.
İnsani yardım aktörlerini ana hatlarıyla devletler, uluslararası kurumlar ve sivil toplum kuruluşları olarak sıralayabiliriz. Her bir aktör, sistemin bir parçasını oluşturur. Bu parçaların arasındaki uyum kilit önemdedir, zira ahenk yokluğu insani yardımı işlevsiz kılabilir. Her bir aktörün yetkinlik ve sorumluluk sahasının birbirinden farklı olması gerekir. Başarının ön şartı da bu farklı aktörlerin aynı standartlara sahip olması ve iş birliği yapmasıdır. Zira, insani yardımın gıdadan barınağa, psikososyal destekten arama kurtarmaya kadar çok yönlü ve kapsamlı doğası entegre bir yaklaşımı zaruri kılar.
İnsani yardımlarda operasyonel sorunlar
Elbette insani yardım, lojistik operasyonların/zincirin başarısıyla da paralel gelişir.
İnsani yardımın en fazla yoğunlaştığı alanlar; silahlı çatışmalar, doğal ve beşerî afetler, salgın hastalıklar, ekonomik çöküşler ve bunlar gibi çok boyutlu krizlerin meydana geldiği alanlar.
Bu alanlara yönelik yardım operasyonları, her zaman kâğıt üzerinde yapılan planlara uygun ilerlemez. Finansman yetersizliği, güvenlik problemleri, erişim zorluğu, çatışma bölgelerindeki şiddet ve istikrarsızlık, devletlerin politikalarındaki farklılaşma gibi nedenlerle yardımların en çok ihtiyaç duyulan yerlere ulaşması her zaman mümkün olmaz.
Bazen de Gazze’de son aylarda gördüğümüz gibi, insani yardımın bizzat kendisi de hedef haline gelebilir ya da silah olarak kullanılabilir. Özellikle çatışma bölgelerinde siyasi veya askerî aktörler, yardımları manipüle ederek ihtiyaç gidermenin ötesinde doğrudan savaş sürecinin bir parçası haline getirebilir. Buradan çıkarılması gereken sonuç, farklı krizlerin kendine özgü dinamikleri ve sorunları olduğu, insan onurunu merkeze alan esnek ve duruma göre uyarlanabilen çözümlerin insani yardımda başat unsur olması gerektiğidir.
İnsani yardımın paradoksları
İnsani yardım ekosisteminin operasyonel boyutlarının ötesinde de farklı sorunları vardır. Bunların içinde insani yardımın belirli bir “bağımlılık” ortaya çıkarıp çıkarmadığı sorusu, akademik, siyasi ve sivil toplum düzeyinde çeşitli boyutlarıyla tartışılmaya devam ediyor. Bu boyutlardan biri insani yardımların bireyleri ve toplumları atıllığa itip itmediği. Eleştirmenlerin işaret ettiği bu durum, yardımların bir “sosyal yardım sendromu”na yol açabileceği endişesinden kaynaklanıyor. Bu sendrom, yardımların alıcılarını çalışmaktan ve üretmekten vazgeçirip pasif bir duruma itmesi kaygısını referans alıyor.
Ancak bu durum yardımların doğasından değil, programların “kurgulanma ve sunulma şeklinden” kaynaklanıyor. Yardımlar kriz içindeki bireylerin yaşadığı güvensizlik ve savunmasızlığa karşı koymada kritik bir öneme sahip olmakla birlikte doğru uygulandığında insani gelişmeyi destekler. Doğru kurgulanan yardım programları, bireylere kendi ihtiyaçlarını belirleme esnekliği tanıyarak onları pasif alıcılar olmaktan çıkarıp kendi hayatlarının fail öznesi haline getirir. Bu nedenle sosyal bağımlılık, kurgusunda sorun olan yardım hareketlerinde daha fazla ön plana çıkar.
İnsani yardım paradokslarının önemli bir boyutu da makroekonomide kendini gösterir. İnsani yardımın finansal harcamaları her geçen gün artıyor. Bu durumu manipüle etmek isteyen aktörler de elbette var. Böylece “çatışma ekonomisinden” imtiyaz sağlaması tehlikesi ortaya çıkabiliyor. Çatışma ekonomisi çatışmanın tarafları için kalıcı bir ekonomik çıkar kaynağına dönüşebiliyor. Kriz bölgelerindeki yerel gruplar ya da savaş ağaları, yardım kuruluşlarına erişim izni karşılığında veya yardım dağıtımında aracı olarak doğrudan gelir elde edebiliyor. Dış yardımlara bağımlılığın yüksek olduğu yerlerde sadece çatışma döngüsü değil, fakirlik ve sosyal bağımlılık döngüsü de bu bağlamda ortaya çıkabilir.
İnsani yardımlarda yeni yaklaşımlar
Krizin doğasına göre artan ya da farklılaşan endişeler, son yıllarda insani yardım ekosisteminde yeni yaklaşımların ön plana çıkmasına sebep oldu. Bir anlamda paradigma değişmeye başladı. Geleneksel olarak acil yardım, kalkınma ve barış operasyonları birbirinden bağımsız alanlar olarak ele alınmaktaydı. Ancak son dönemde benimsenen “Üçlü Bağlantı (Nexus)” yaklaşımı, bu üç alanı bütüncül bir çerçevede bir araya getiriyor. Bu model, insani yardım aktörlerinin kalkınma ve barış aktörleriyle ortak planlama yaparak krizin kök nedenlerine odaklanmasını ve geçici çözümler yerine kalıcı çözümler üretmesini öngörüyor.
Bağımlılık paradoksunu çözmenin bir diğer anahtarı da “yerelleşme” düşüncesi. Yerelleşme, insani yardım fonlarının daha şeffaf, esnek ve yerel aktörlere yönelik olmasını hedefliyor. Yerelleşme, krizden etkilenen toplulukların sorunlarını en iyi kendilerinin bildiği önermesinden yola çıkıyor. Yerel STK’ların ya da aktörlerin, uluslararası kuruluşlara kıyasla daha hızlı, daha az bürokratik ve daha düşük maliyetli müdahaleler gerçekleştirebiliyor olması, sahanın yardım paradigması değişimindeki en belirgin özelliklerinden biri. Son zamanlarda ön plana çıkan yardım kuruluşlarında gelişen yerelleşme faktörü, bu önermeyi doğruluyor. Yerelleşme, yerel sivil toplum kuruluşlarının karar alma süreçlerine daha fazla dahil edilmesini, teknik ve yönetimsel kapasitelerinin artırılmasını amaçlar.
İnsani yardım yama operasyonu değil
İnsani yardım artık sadece bir yama operasyonu değildir. Yardım, insanlık onuruna, sürdürülebilirliğe ve uzun vadeli barışa yapılan stratejik bir yatırımdır. Yardım ekosistemi, yardım alanlardan bağışçılara, sahada çalışanlardan politikacılara kadar herkesin sorumluluğundadır. Bu bağlamda “vicdan” mefhumunun, insani yardımın geleceği için daha fazla ön planda olması gerekir.
Geleneksel olarak, özellikle Batı merkezli yardım sistemlerinin, tarafsızlık, bağımsızlık ve operasyonel standartlar gibi insani ilkeleri ön planda tutarken, eylemin arkasındaki vicdani motivasyonu çoğu zaman geri planda bıraktığını görüyoruz.
Son yüzyılda emperyal devletlerin sömürge bakiyesi topraklarda yanlış uygulananan insani yardım operasyonlarından da gördüğümüz üzere vicdan, insani yardımın yalnızca dışsal bir ihtiyaç giderme faaliyeti olmaktan çıkıp, aynı zamanda veren ve alan arasında onur ve saygı temelinde kurulan bir ilişki haline gelmesinin de temelini oluşturuyor. Vicdan, idealize edilen ilkelerle pratik karşılıklar arasındaki bağın temellerinde konumlandırılmalıdır.
Türkiye’nin insani yardımların felsefesi
Türkiye’nin devlet, uluslararası kurumlar ve STK’lar aracılığında devam ettirdiği insani yardım modeli, operasyonel ve felsefi sentezleriyle öne çıkıyor. Bu model, hem İslam ahlakının temel yükümlülüklerinden besleniyor hem de modern devletin ve sivil toplumun kurumsal kapasitesini kullanıyor.
Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, yardımı salt bir acil durum müdahalesi olarak değil, aynı zamanda kalkınma ve sürdürülebilirlik odaklı, uzun vadeli bir ilişki olarak görmesi. İnsani yardımlar milli gelire oranlandığında Türkiye’nin lider olması da bu alandaki ahlaki taahhüdün dışa vurumu olarak gözlemleniyor. Türkiye, 2022 Küresel İnsani Yardım Raporu’na göre 5,5 milyar doların üzerinde insani yardımla bu alanda zirvede yer aldı.
Sonuç olarak insani yardımın geleceği, sadece operasyonel zorlukların üstesinden gelmekten ibaret değildir. Asıl zorluk bu katmanlı sorunların üstesinden gelirken ahlaki ilkeleri çağın gereksinimleri ile doğru şekilde harmanlayabilmekte. 21. yüzyılın insani yardım sisteminin, bu bağlamda yeni bir senteze ulaşması gerekiyor. Yeni süreç, sadece kriz anında acıyı dindirmeye odaklanmakla kalmamalı, aynı zamanda yoksulluğun ve adaletsizliğin kök nedenlerini ortadan kaldırmayı hedeflemeli. Bu bağlamda Üçlü Bağlantı (Nexus) yaklaşımı, sadece yardım, kalkınma ve barış operasyonlarını entegre eden bir modelden daha fazlası olarak yeniden tasavvur edilmeli. Zira en etkili yardım, insan onurunu en üstte tutan ve ahlaki pusulasını hiçbir zaman kaybetmeyen yardımdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 19 Ağustos 2025’te yayımlanmıştır.