İslamofobi ve Avrupa’da Müslüman olmak

Avrupa’da İslamofobi, bireysel önyargılardan yapısal ayrımcılığa kadar geniş bir yelpazede etkisini gösteriyor. Müslümanlara yönelik ayrımcılık, toplumsal eşitlik ve özgürlük ideallerini sınarken din, kültür ve kimlik arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendiriyor. Toplumsal yapılar ve politik söylemler üzerinde İslamofobi her ülkede farklı şekilde zemin buluyor.

Avrupa, özgürlük ve eşitlik idealleriyle övünen bir kıta. Ancak bu ideallerin gölgesinde, bazı kimliklerin özgürlüğü sınırlanıyor, bazı inançlar “öteki” olarak damgalanıyor. İslamofobi, sadece bireylerin hayatını değil, Avrupa’nın kendi kimliğini de sorgulayan bir kırılma noktası. İslamofobi yalnızca bireysel önyargılarla sınırlı kalmıyor; yapısal ırkçılık, medya temsilleri ve yasal çerçevelerde de kendini gösteriyor.

Avrupa’nın, çeşitliliği bir tehdit değil, zenginlik olarak gören bir yaklaşımı benimseyip benimseyemediği sorusu, bu tartışmanın merkezinde yer alıyor. Avusturya’dan Fransa’ya, Almanya’dan Polonya’ya kadar geniş bir coğrafyada farklı dinamiklerle karşımıza çıkan İslamofobi, hem ulusalcı-muhafazakâr hem de liberal-sol kesimlerde farklı biçimlerde tezahür ediyor.

Avrupa’da sosyal eşitsizlikler konusunda uzmanlaşan gazeteci Francesca Barca, Voxeurop internet sitesinde yayımlanan yazısında, Avrupa’da İslamofobinin kurumsal yapılara ve kültüre nasıl sızdığını verilerle ortaya koyuyor ve Müslümanların bu yapı içerisinde sosyal açıdan kendilerini nasıl konumlandırmaya çalıştıklarını inceliyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın (FRA) 13 AB ülkesini kapsayan 2023 İslamofobi raporuna göre, AB’deki Müslümanların %50’si günlük hayatta ayrımcılıkla karşılaşıyor. Bu oran, 2016’daki %39’a kıyasla belirgin bir artış. Karşılaştırma için, genel nüfusun sadece %21’i ayrımcılığa uğradığını bildiriyor.

Bu veriler, Avrupa’da Müslümanların 2024 yılı itibarıyla genel nüfusa kıyasla iki kat daha fazla ayrımcılık riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. ‘İslamofobi, küresel bir sorun. 11 Eylül 2001’den beri etkisi her yerde daha da büyüdü,’ diyor Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde entegrasyon ve ayrımcılık üzerine çalışan Julien Talpin.

İslamofobi; Avusturya (%74), Almanya (%71), Finlandiya ve Danimarka’da (%64) en yüksek görülürken; İsveç (%23), İspanya (%31) ve İtalya’da (%34) bu oranlar daha düşük seviyede.

‘Sosyal açıdan kabul edilebilir’ ırkçılık

Araştırmada Avusturya dikkat çekiyor. 2024 Mayıs’ında yayımlanan Avusturya İslamofobi Dokümantasyon Merkezi raporuna göre, 2023’te 1522 Müslüman karşıtı vaka kaydedilmiş. Bu, bir önceki yıla göre yaklaşık 200 vaka artışıyla rekor bir sayı. Vakaların üçte birinden fazlası, Ekim 2023’teki Hamas saldırısı ve İsrail’in askerî operasyonlarının ardından gerçekleşmiş. Avusturya Federal İstatistik Kurumu’nun 2022 verilerine göre, ülkede Müslümanlar toplam nüfusun %8,3’ünü oluşturuyor.

Anti-ırkçılık organizasyonu Zara’nın hukuk danışmanı Désirée Sandanasamy, Der Standard gazetesine verdiği röportajda, ülkede Müslüman karşıtı ırkçılığın sadece arttığını değil, aynı zamanda “sosyal olarak kabul edilir” bir hale geldiğini söylüyor. Bu durumun aşırı sağ FPÖ’nün sınırlarını aştığını belirten Sandanasamy, sokakta yalnızca Arapça konuştuğu için hakarete uğrayan gençlerin yaşadığı olayların giderek arttığını ifade ediyor. Medyanın bu noktada büyük bir sorumluluk taşıdığını da vurguluyor.

Yapısal ırkçılık da önemli bir sorun. 2024 Zara raporuna göre, ırkçılık vakalarının %10’undan fazlası devlet kurumları ya da yetkililerle ilgili. Örneğin, polis tarafından işlenen 58 ırkçı şiddet vakası rapor edilmiş.

İslam’ın ‘ırksallaştırılması’

Avrupa’da Hristiyanlığın farklı mezheplerinden sonra İslam, ikinci en yaygın din olarak öne çıkıyor. Ancak kaç kişinin İslam dinini veya kültürünü benimsediğini kesin olarak belirlemek kolay değil. Pew Araştırma Merkezi’nin 2017 yılına ait çalışması sıkça atıf yapılan bir araştırma. Avrupa’da yaşayan Müslüman nüfusun 25,8 milyon olduğu tahmin ediliyor. FRA da hâlâ bu verilere atıfta bulunuyor. Sayılar, gerçekliği anlamak için önemli bir temel sunuyor; ancak tek başına yeterli değiller.

Örneğin, Batı bağlamında Müslüman olmak, Katoliklikten farklı olarak, Yahudilikte olduğu gibi tamamen inanç pratiğinden bağımsız bir kültürel ya da ailevi gelenek anlamına da gelebiliyor. Bu durum, toplumun bireylere dayattığı bakışı da kapsıyor; ten rengi, giyim tarzı, coğrafi köken, meslek, adres, isim ya da soyadı. Kısacası, “ırksallaştırma” olarak adlandırılan, etnik ya da ırksal özelliklerin toplumsal olarak atfedilmesi durumu. Yani, başkalarının gözünde ve toplumsal güç ilişkileri içinde belirli bir kimliğe bürünürüz.

FRA verilerinde, ankete katılanlar kendilerini inancını aktif olarak yaşayan Müslümanlar olarak tanımlıyor. Ancak raporun vurguladığı nokta, ‘bir kişinin ten rengi ya da dininin ayrımcılığı tetikleyebileceği.’

‘Asıl mesele, neyin ölçüldüğünde yatıyor. Bugün Müslüman olmak ne anlama geliyor? İmanı yaşamak mı? Üstelik belirli bir şekilde mi? Yoksa kültürel bir kimlik mi?’ diye soruyor Julien Talpin. Olivier Esteves ve Alice Picard ile birlikte, Talpin bu soruların özellikle Fransa ve Avrupa bağlamında önemli bir yer tuttuğu bir sosyolojik araştırmaya dayalı bir kitap yazmış: La France, tu l’aimes mais tu la quittes (Fransa, seviyorsun ama terk ediyorsun)

Fransa’ya özgü beyin göçü

Kitap, 1070 Fransız vatandaşıyla yapılan bir anketin sonuçlarını ve 139 derinlemesine görüşmeyi içeriyor. Ankete katılanların tamamı kendini İslam inancına ya da kültürüne bağlı olarak tanımlıyor ve hepsi Fransa’dan ayrılma kararı almış.

Bu istatistiksel örneklemin en dikkat çekici yanı, yaklaşık dörtte üçünün büyük şehirlerin işçi sınıfı mahallelerinden gelmesi ve işçi sınıfı geçmişine rağmen eğitimle hızlı bir toplumsal yükseliş sağlamış olması. Çoğu, Fransa’ya göç eden birinci nesil göçmenlerin çocukları. Görüşülen herkes yurt dışında çalışmak için ülkeden ayrılmış; finans, araştırma ve sağlık gibi alanlarda genellikle yüksek sorumluluk gerektiren pozisyonlara yerleşmişler. Bu durum, oldukça özgün bir beyin göçü hikayesini gözler önüne seriyor.

Pek çok kişi, Fransa’daki medyada, kurumlarda ve işyerlerinde hissedilen ve 2015 Paris saldırılarından sonra daha da yoğunlaşan “İslamofobi atmosferini” geride bırakmak istediklerini söylüyor. Kitap, Fransız toplumunun bir kesiminin yaşadığı ayrımcılık, hakaret, alaycı şakalar, dışlayıcı bakışlar ve iş ile barınma olanaklarından mahrum bırakılma gibi deneyimlere tanıklık eden anlatılarla dolu.

Bazı insanlar dinî inançlarını pratik ediyor, ancak bazıları ya hiç uygulamıyor ya da düzensiz bir şekilde sürdürüyor. Talpin, ‘Görüşmelerimizde bazıları, ‘Ben Müslümanım, ya da en azından biraz, kültürel anlamda diyorlar’ diye aktarıyor. Bunun nedeni genellikle ‘aile mirası’ gibi şeyler. Ama ‘Kendimi çok da Müslüman hissetmiyorum’ diye ekliyorlar,’ şeklinde açıklıyor.

Bu Fransız vatandaşlarının tercih ettiği ülkeler arasında Birleşik Krallık ve Kanada ön plana çıkıyor. Ayrıca Körfez ülkeleri, özellikle Dubai, Kuzey Afrika ve bazı durumlarda ailelerinin kökenlerinin bulunduğu Türkiye de tercih edilen yerler arasında. Görüşülen kişiler, bu ülkelerde ‘nefes alabildiklerini’ söylüyorlar.

Talpin, Esteves ve Picard’ın araştırması, kimliğin ne kadar toplumsal bir inşa olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Örneğin, Birleşik Krallık’a göç eden bazı kişiler artık öncelikli olarak Müslüman değil, Fransız olarak algılandıklarını belirtiyor. ‘Bu Fransız vatandaşlarının İslamofobik ayrımcılıkla karşılaşmaması, elbette Birleşik Krallık’ta böyle bir ayrımcılığın olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak bu ayrımcılık daha çok farklı gruplara yöneliyor.’ Talpin, Birleşik Krallık’ta İslamofobik ayrımcılığın genellikle Pakistan ya da Hindistan kökenli, İslam’la ilişkilendirilen, Britanya’nın eski kolonilerinden gelenleri hedef aldığını ifade ediyor.

Fransa’da İslam genellikle Mağrip bölgesi ve özellikle Cezayir ile özdeşleştiriliyor. Sömürge döneminde Cezayir vatandaşlarına Cezayir’in Müslüman Fransızları denmesi, bu algının köklerini oluşturmuş ve kültürel, toplumsal ve dilsel alışkanlıklarda derin izler bırakmış. Kitabın yazarlarının dikkat çektiği nokta ise, Araplık, Müslümanlık, Mağrip kimliği ve İslam’ın söylemde nasıl bir araya geldiği.

Hanau sonrası Almanya

Almanya’da da ırkçı saldırılar, ayrımcı söylemlerin artmasına neden oldu. Gazeteci Petra Dvořáková’ya göre, 2020 yılında Hanau’da dokuz kişinin hayatını kaybettiği ve beş kişinin yaralandığı silahlı saldırıdan sonra durum belirgin bir şekilde değişti. Bu saldırının ardından Almanya İçişleri Bakanlığı, “İslamofobi: Almanya İçin Bir Değerlendirme” başlıklı bir rapor hazırlamak üzere bağımsız bir uzman grubu oluşturdu. 2023 yılında yayımlanan rapor, Alman nüfusunun yaklaşık yarısının Müslüman karşıtı görüşleri benimsediğini ortaya koyuyor. Son yıllarda, 700 ila 1000 arasında Müslüman karşıtı ırkçı eylem (hakaret, tehdit, mala zarar verme, fiziksel saldırı) rapor edildi.

Sivil toplum kuruluşu CLAIM’in verilerine göre, 2023 yılında toplam 1926 Müslüman karşıtı eylem kayıtlara geçmiş. Bu olayların %60’ı, 7 Ekim’de gerçekleşen Hamas saldırısından sonra yaşandı. CLAIM’den Elisabeth Walser, Müslüman karşıtı ayrımcılığın konut aramalarından eğitim sistemine, kamusal alanlardan diğer kurumlara kadar her alanda görülebildiğini belirtiyor.

Walser ayrıca, özellikle siyah Müslüman erkeklerin ırksal profilleme ve polis şiddetine en fazla maruz kalan grup olduğunu ifade ediyor. ‘Cinsiyet kalıpları ırksallaştırılmış durumda. Müslüman erkekler saldırgan, kadınlar ise itaatkâr ve geri kalmış olarak görülüyor,’ diyor. Sağlık sektöründen bir örnek vererek, başörtüsü takan bir Müslüman kadının cinsel yolla bulaşan hastalık testi talep ettiğinde doktorun, ‘Buna ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum,’ dediğini aktarıyor.

Kadınların (örtülü) bedenleri

FRA raporlarında dinî kıyafet meselesi de dikkat çekiyor. Müslüman olduğunu kıyafetlerinden belli eden kadınlar, özellikle iş ararken, diğerlerine göre daha fazla ayrımcılıkla karşılaşıyorlar. Dinî kıyafet giyen kadınların %45’i ayrımcılık yaşadığını belirtirken, bu oran diğer kadınlarda %31. Genç kadınlarda (16-24 yaş arası) ise bu oran %58’e kadar çıkıyor.

CLAIM’den Elisabeth Walser bu durumu şöyle açıklıyor: ‘Başörtüsü takan Müslüman kadınlar, en yoğun ayrımcılıkla karşılaşan grup. Burada ırkçılık, cinsiyetçilik ve dindarlığın görünürlüğü bir araya geliyor. Bu da kadınların kamusal hayata katılmasını büyük ölçüde engelliyor.’

Fransa’da ise ‘sekülerlik’ adı altında yürütülen ama İngilizce konuşulan dünyada ayrımcılık olarak görülen bir mücadele dikkat çekiyor. 2004’te okullarda dinî sembollerin yasaklanması, ayrılıkçılık yasası, burkini tartışmaları ve sporda başörtüsü yasağı gibi olaylar, Müslüman kıyafetlerini ve sembollerini tartışmaların merkezine yerleştirdi. Julien Talpin, ‘Fransa’da bir yanda, dinî ifadeleri rahatsız edici bulan aşırı seküler bir toplum var. Diğer yanda ise yalnızca İslam değil, dünya genelinde tüm dinlerin geri dönüşüne tanık oluyoruz,’ diye açıklıyor.

Talpin’e göre bu mesele, Fransız cumhuriyetçiliğinin tarihi, Aydınlanma dönemi ve insanların rızası olmadan özgürleştirilebileceği fikriyle bağlantılı. “Bu yaklaşım, Üçüncü Cumhuriyet ve sömürgecilik döneminde çok etkindi. Fransız Cumhuriyeti, ‘vahşileri’ özgürleştirmeyi ve aydınlatmayı kendine görev edinmişti. Bugün bu cumhuriyetçi paternalizmin yeniden canlandığını görüyoruz; özellikle Müslüman kadınlar ve başörtüsü konusunda,’ diyor. Fakat Talpin, araştırmaların büyük çoğunlukla başörtüsü takan kadınların bu kararı kendi özgür iradeleriyle aldığını gösterdiğini de ekliyor.

Polonyalı filozof Monika Bobako ise şu yorumu yapıyor: ‘İslamofobi farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Ulusalcı-muhafazakâr İslamofobi, Hristiyan ulusal kimliğini İslam’a karşı korumaya çalışıyor. Buna karşın, liberal çevrelerde ve sol kesimde görülen ilerici İslamofobi farklı bir yaklaşım sergiliyor. Liberaller, İslam’ı ulusal ya da kültürel kimlik için bir tehdit olarak görmüyorlar. Bunun yerine, LGBT hakları ve kadın hakları gibi liberal değerlere karşı çıkan bir anti-medeniyet dini olarak algılıyorlar.’

FRA direktörü Sirpa Rautio ise şunları söylüyor: ‘Avrupa’da Müslümanlara yönelik ırkçılık ve ayrımcılık endişe verici bir şekilde artıyor. Bu eğilim, Ortadoğu’daki çatışmaların etkisiyle ve Avrupa genelinde yükselen insanlık dışı İslam karşıtı söylemlerle daha da güçleniyor.’

Bu yazı ilk kez 9 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Francesca Barca’ın VoxEurop internet sitesinde yayımlanan “Islamophobia, a European problem” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mert Söyler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://voxeurop.eu/en/islamophobia-europe-problem/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İslamofobi ve Avrupa’da Müslüman olmak

Avrupa’da İslamofobi, bireysel önyargılardan yapısal ayrımcılığa kadar geniş bir yelpazede etkisini gösteriyor. Müslümanlara yönelik ayrımcılık, toplumsal eşitlik ve özgürlük ideallerini sınarken din, kültür ve kimlik arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendiriyor. Toplumsal yapılar ve politik söylemler üzerinde İslamofobi her ülkede farklı şekilde zemin buluyor.

Avrupa, özgürlük ve eşitlik idealleriyle övünen bir kıta. Ancak bu ideallerin gölgesinde, bazı kimliklerin özgürlüğü sınırlanıyor, bazı inançlar “öteki” olarak damgalanıyor. İslamofobi, sadece bireylerin hayatını değil, Avrupa’nın kendi kimliğini de sorgulayan bir kırılma noktası. İslamofobi yalnızca bireysel önyargılarla sınırlı kalmıyor; yapısal ırkçılık, medya temsilleri ve yasal çerçevelerde de kendini gösteriyor.

Avrupa’nın, çeşitliliği bir tehdit değil, zenginlik olarak gören bir yaklaşımı benimseyip benimseyemediği sorusu, bu tartışmanın merkezinde yer alıyor. Avusturya’dan Fransa’ya, Almanya’dan Polonya’ya kadar geniş bir coğrafyada farklı dinamiklerle karşımıza çıkan İslamofobi, hem ulusalcı-muhafazakâr hem de liberal-sol kesimlerde farklı biçimlerde tezahür ediyor.

Avrupa’da sosyal eşitsizlikler konusunda uzmanlaşan gazeteci Francesca Barca, Voxeurop internet sitesinde yayımlanan yazısında, Avrupa’da İslamofobinin kurumsal yapılara ve kültüre nasıl sızdığını verilerle ortaya koyuyor ve Müslümanların bu yapı içerisinde sosyal açıdan kendilerini nasıl konumlandırmaya çalıştıklarını inceliyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın (FRA) 13 AB ülkesini kapsayan 2023 İslamofobi raporuna göre, AB’deki Müslümanların %50’si günlük hayatta ayrımcılıkla karşılaşıyor. Bu oran, 2016’daki %39’a kıyasla belirgin bir artış. Karşılaştırma için, genel nüfusun sadece %21’i ayrımcılığa uğradığını bildiriyor.

Bu veriler, Avrupa’da Müslümanların 2024 yılı itibarıyla genel nüfusa kıyasla iki kat daha fazla ayrımcılık riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. ‘İslamofobi, küresel bir sorun. 11 Eylül 2001’den beri etkisi her yerde daha da büyüdü,’ diyor Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde entegrasyon ve ayrımcılık üzerine çalışan Julien Talpin.

İslamofobi; Avusturya (%74), Almanya (%71), Finlandiya ve Danimarka’da (%64) en yüksek görülürken; İsveç (%23), İspanya (%31) ve İtalya’da (%34) bu oranlar daha düşük seviyede.

‘Sosyal açıdan kabul edilebilir’ ırkçılık

Araştırmada Avusturya dikkat çekiyor. 2024 Mayıs’ında yayımlanan Avusturya İslamofobi Dokümantasyon Merkezi raporuna göre, 2023’te 1522 Müslüman karşıtı vaka kaydedilmiş. Bu, bir önceki yıla göre yaklaşık 200 vaka artışıyla rekor bir sayı. Vakaların üçte birinden fazlası, Ekim 2023’teki Hamas saldırısı ve İsrail’in askerî operasyonlarının ardından gerçekleşmiş. Avusturya Federal İstatistik Kurumu’nun 2022 verilerine göre, ülkede Müslümanlar toplam nüfusun %8,3’ünü oluşturuyor.

Anti-ırkçılık organizasyonu Zara’nın hukuk danışmanı Désirée Sandanasamy, Der Standard gazetesine verdiği röportajda, ülkede Müslüman karşıtı ırkçılığın sadece arttığını değil, aynı zamanda “sosyal olarak kabul edilir” bir hale geldiğini söylüyor. Bu durumun aşırı sağ FPÖ’nün sınırlarını aştığını belirten Sandanasamy, sokakta yalnızca Arapça konuştuğu için hakarete uğrayan gençlerin yaşadığı olayların giderek arttığını ifade ediyor. Medyanın bu noktada büyük bir sorumluluk taşıdığını da vurguluyor.

Yapısal ırkçılık da önemli bir sorun. 2024 Zara raporuna göre, ırkçılık vakalarının %10’undan fazlası devlet kurumları ya da yetkililerle ilgili. Örneğin, polis tarafından işlenen 58 ırkçı şiddet vakası rapor edilmiş.

İslam’ın ‘ırksallaştırılması’

Avrupa’da Hristiyanlığın farklı mezheplerinden sonra İslam, ikinci en yaygın din olarak öne çıkıyor. Ancak kaç kişinin İslam dinini veya kültürünü benimsediğini kesin olarak belirlemek kolay değil. Pew Araştırma Merkezi’nin 2017 yılına ait çalışması sıkça atıf yapılan bir araştırma. Avrupa’da yaşayan Müslüman nüfusun 25,8 milyon olduğu tahmin ediliyor. FRA da hâlâ bu verilere atıfta bulunuyor. Sayılar, gerçekliği anlamak için önemli bir temel sunuyor; ancak tek başına yeterli değiller.

Örneğin, Batı bağlamında Müslüman olmak, Katoliklikten farklı olarak, Yahudilikte olduğu gibi tamamen inanç pratiğinden bağımsız bir kültürel ya da ailevi gelenek anlamına da gelebiliyor. Bu durum, toplumun bireylere dayattığı bakışı da kapsıyor; ten rengi, giyim tarzı, coğrafi köken, meslek, adres, isim ya da soyadı. Kısacası, “ırksallaştırma” olarak adlandırılan, etnik ya da ırksal özelliklerin toplumsal olarak atfedilmesi durumu. Yani, başkalarının gözünde ve toplumsal güç ilişkileri içinde belirli bir kimliğe bürünürüz.

FRA verilerinde, ankete katılanlar kendilerini inancını aktif olarak yaşayan Müslümanlar olarak tanımlıyor. Ancak raporun vurguladığı nokta, ‘bir kişinin ten rengi ya da dininin ayrımcılığı tetikleyebileceği.’

‘Asıl mesele, neyin ölçüldüğünde yatıyor. Bugün Müslüman olmak ne anlama geliyor? İmanı yaşamak mı? Üstelik belirli bir şekilde mi? Yoksa kültürel bir kimlik mi?’ diye soruyor Julien Talpin. Olivier Esteves ve Alice Picard ile birlikte, Talpin bu soruların özellikle Fransa ve Avrupa bağlamında önemli bir yer tuttuğu bir sosyolojik araştırmaya dayalı bir kitap yazmış: La France, tu l’aimes mais tu la quittes (Fransa, seviyorsun ama terk ediyorsun)

Fransa’ya özgü beyin göçü

Kitap, 1070 Fransız vatandaşıyla yapılan bir anketin sonuçlarını ve 139 derinlemesine görüşmeyi içeriyor. Ankete katılanların tamamı kendini İslam inancına ya da kültürüne bağlı olarak tanımlıyor ve hepsi Fransa’dan ayrılma kararı almış.

Bu istatistiksel örneklemin en dikkat çekici yanı, yaklaşık dörtte üçünün büyük şehirlerin işçi sınıfı mahallelerinden gelmesi ve işçi sınıfı geçmişine rağmen eğitimle hızlı bir toplumsal yükseliş sağlamış olması. Çoğu, Fransa’ya göç eden birinci nesil göçmenlerin çocukları. Görüşülen herkes yurt dışında çalışmak için ülkeden ayrılmış; finans, araştırma ve sağlık gibi alanlarda genellikle yüksek sorumluluk gerektiren pozisyonlara yerleşmişler. Bu durum, oldukça özgün bir beyin göçü hikayesini gözler önüne seriyor.

Pek çok kişi, Fransa’daki medyada, kurumlarda ve işyerlerinde hissedilen ve 2015 Paris saldırılarından sonra daha da yoğunlaşan “İslamofobi atmosferini” geride bırakmak istediklerini söylüyor. Kitap, Fransız toplumunun bir kesiminin yaşadığı ayrımcılık, hakaret, alaycı şakalar, dışlayıcı bakışlar ve iş ile barınma olanaklarından mahrum bırakılma gibi deneyimlere tanıklık eden anlatılarla dolu.

Bazı insanlar dinî inançlarını pratik ediyor, ancak bazıları ya hiç uygulamıyor ya da düzensiz bir şekilde sürdürüyor. Talpin, ‘Görüşmelerimizde bazıları, ‘Ben Müslümanım, ya da en azından biraz, kültürel anlamda diyorlar’ diye aktarıyor. Bunun nedeni genellikle ‘aile mirası’ gibi şeyler. Ama ‘Kendimi çok da Müslüman hissetmiyorum’ diye ekliyorlar,’ şeklinde açıklıyor.

Bu Fransız vatandaşlarının tercih ettiği ülkeler arasında Birleşik Krallık ve Kanada ön plana çıkıyor. Ayrıca Körfez ülkeleri, özellikle Dubai, Kuzey Afrika ve bazı durumlarda ailelerinin kökenlerinin bulunduğu Türkiye de tercih edilen yerler arasında. Görüşülen kişiler, bu ülkelerde ‘nefes alabildiklerini’ söylüyorlar.

Talpin, Esteves ve Picard’ın araştırması, kimliğin ne kadar toplumsal bir inşa olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Örneğin, Birleşik Krallık’a göç eden bazı kişiler artık öncelikli olarak Müslüman değil, Fransız olarak algılandıklarını belirtiyor. ‘Bu Fransız vatandaşlarının İslamofobik ayrımcılıkla karşılaşmaması, elbette Birleşik Krallık’ta böyle bir ayrımcılığın olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak bu ayrımcılık daha çok farklı gruplara yöneliyor.’ Talpin, Birleşik Krallık’ta İslamofobik ayrımcılığın genellikle Pakistan ya da Hindistan kökenli, İslam’la ilişkilendirilen, Britanya’nın eski kolonilerinden gelenleri hedef aldığını ifade ediyor.

Fransa’da İslam genellikle Mağrip bölgesi ve özellikle Cezayir ile özdeşleştiriliyor. Sömürge döneminde Cezayir vatandaşlarına Cezayir’in Müslüman Fransızları denmesi, bu algının köklerini oluşturmuş ve kültürel, toplumsal ve dilsel alışkanlıklarda derin izler bırakmış. Kitabın yazarlarının dikkat çektiği nokta ise, Araplık, Müslümanlık, Mağrip kimliği ve İslam’ın söylemde nasıl bir araya geldiği.

Hanau sonrası Almanya

Almanya’da da ırkçı saldırılar, ayrımcı söylemlerin artmasına neden oldu. Gazeteci Petra Dvořáková’ya göre, 2020 yılında Hanau’da dokuz kişinin hayatını kaybettiği ve beş kişinin yaralandığı silahlı saldırıdan sonra durum belirgin bir şekilde değişti. Bu saldırının ardından Almanya İçişleri Bakanlığı, “İslamofobi: Almanya İçin Bir Değerlendirme” başlıklı bir rapor hazırlamak üzere bağımsız bir uzman grubu oluşturdu. 2023 yılında yayımlanan rapor, Alman nüfusunun yaklaşık yarısının Müslüman karşıtı görüşleri benimsediğini ortaya koyuyor. Son yıllarda, 700 ila 1000 arasında Müslüman karşıtı ırkçı eylem (hakaret, tehdit, mala zarar verme, fiziksel saldırı) rapor edildi.

Sivil toplum kuruluşu CLAIM’in verilerine göre, 2023 yılında toplam 1926 Müslüman karşıtı eylem kayıtlara geçmiş. Bu olayların %60’ı, 7 Ekim’de gerçekleşen Hamas saldırısından sonra yaşandı. CLAIM’den Elisabeth Walser, Müslüman karşıtı ayrımcılığın konut aramalarından eğitim sistemine, kamusal alanlardan diğer kurumlara kadar her alanda görülebildiğini belirtiyor.

Walser ayrıca, özellikle siyah Müslüman erkeklerin ırksal profilleme ve polis şiddetine en fazla maruz kalan grup olduğunu ifade ediyor. ‘Cinsiyet kalıpları ırksallaştırılmış durumda. Müslüman erkekler saldırgan, kadınlar ise itaatkâr ve geri kalmış olarak görülüyor,’ diyor. Sağlık sektöründen bir örnek vererek, başörtüsü takan bir Müslüman kadının cinsel yolla bulaşan hastalık testi talep ettiğinde doktorun, ‘Buna ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum,’ dediğini aktarıyor.

Kadınların (örtülü) bedenleri

FRA raporlarında dinî kıyafet meselesi de dikkat çekiyor. Müslüman olduğunu kıyafetlerinden belli eden kadınlar, özellikle iş ararken, diğerlerine göre daha fazla ayrımcılıkla karşılaşıyorlar. Dinî kıyafet giyen kadınların %45’i ayrımcılık yaşadığını belirtirken, bu oran diğer kadınlarda %31. Genç kadınlarda (16-24 yaş arası) ise bu oran %58’e kadar çıkıyor.

CLAIM’den Elisabeth Walser bu durumu şöyle açıklıyor: ‘Başörtüsü takan Müslüman kadınlar, en yoğun ayrımcılıkla karşılaşan grup. Burada ırkçılık, cinsiyetçilik ve dindarlığın görünürlüğü bir araya geliyor. Bu da kadınların kamusal hayata katılmasını büyük ölçüde engelliyor.’

Fransa’da ise ‘sekülerlik’ adı altında yürütülen ama İngilizce konuşulan dünyada ayrımcılık olarak görülen bir mücadele dikkat çekiyor. 2004’te okullarda dinî sembollerin yasaklanması, ayrılıkçılık yasası, burkini tartışmaları ve sporda başörtüsü yasağı gibi olaylar, Müslüman kıyafetlerini ve sembollerini tartışmaların merkezine yerleştirdi. Julien Talpin, ‘Fransa’da bir yanda, dinî ifadeleri rahatsız edici bulan aşırı seküler bir toplum var. Diğer yanda ise yalnızca İslam değil, dünya genelinde tüm dinlerin geri dönüşüne tanık oluyoruz,’ diye açıklıyor.

Talpin’e göre bu mesele, Fransız cumhuriyetçiliğinin tarihi, Aydınlanma dönemi ve insanların rızası olmadan özgürleştirilebileceği fikriyle bağlantılı. “Bu yaklaşım, Üçüncü Cumhuriyet ve sömürgecilik döneminde çok etkindi. Fransız Cumhuriyeti, ‘vahşileri’ özgürleştirmeyi ve aydınlatmayı kendine görev edinmişti. Bugün bu cumhuriyetçi paternalizmin yeniden canlandığını görüyoruz; özellikle Müslüman kadınlar ve başörtüsü konusunda,’ diyor. Fakat Talpin, araştırmaların büyük çoğunlukla başörtüsü takan kadınların bu kararı kendi özgür iradeleriyle aldığını gösterdiğini de ekliyor.

Polonyalı filozof Monika Bobako ise şu yorumu yapıyor: ‘İslamofobi farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Ulusalcı-muhafazakâr İslamofobi, Hristiyan ulusal kimliğini İslam’a karşı korumaya çalışıyor. Buna karşın, liberal çevrelerde ve sol kesimde görülen ilerici İslamofobi farklı bir yaklaşım sergiliyor. Liberaller, İslam’ı ulusal ya da kültürel kimlik için bir tehdit olarak görmüyorlar. Bunun yerine, LGBT hakları ve kadın hakları gibi liberal değerlere karşı çıkan bir anti-medeniyet dini olarak algılıyorlar.’

FRA direktörü Sirpa Rautio ise şunları söylüyor: ‘Avrupa’da Müslümanlara yönelik ırkçılık ve ayrımcılık endişe verici bir şekilde artıyor. Bu eğilim, Ortadoğu’daki çatışmaların etkisiyle ve Avrupa genelinde yükselen insanlık dışı İslam karşıtı söylemlerle daha da güçleniyor.’

Bu yazı ilk kez 9 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Francesca Barca’ın VoxEurop internet sitesinde yayımlanan “Islamophobia, a European problem” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Mert Söyler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://voxeurop.eu/en/islamophobia-europe-problem/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x