İçinde bulunduğumuz ve daha önce görülmemiş karmaşıklıkta sorunlar ağıyla karşı karşıya olduğumuz çağda, hemen her gün zorlu kararlar almak durumunda kalıyoruz. Bilgelik de bu noktada önem kazanıyor.
Waterloo Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Maksim Rudnev ve profesör Igor Grossmann, Psyche internet sitesinde yayımlanan yazılarında, neyin ‘bilgece’ olarak değerlendirilebileceğini, hangi niteliklerin değerlendirmenin kriterleri olduğunu ve bu kriterlerin kültürler arasında farklılık gösterip göstermediğini araştırdıkları çalışmalarını anlatıyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Hayatınızı değiştirecek bir kararla karşı karşıyasınız. Yurt dışında, hayatınız boyunca ilk ve son kez geçerli olacak bir iş teklifi aldınız. Ancak bu, sizinle gelemeyecek eşinizi geride bırakacağınız anlamına geliyor. Kariyer hedefleriniz ve ilişkiye olan bağlılığınız arasında kalmışken, böyle bir karar almanın en bilgece yolunun ne olduğunu merak etmeye başlıyorsunuz. İkileme soğukkanlılıkla yaklaşmalı ve tüm artıları-eksileri analitik ve mantıklı bir şekilde tartmalı mısınız, yoksa duygularınızı dinleyip kalbinizle uyumlu bir karar vermek mi daha bilgece olur? Dahası, bu ikilemle başa çıkmanın hangi yolu arkadaşlarınız ve aileniz tarafından bilgelik olarak nitelendirilir?
Bilgeliği neyin oluşturduğuna dair soru, yüzyıllardır önemli düşünürleri meşgul edegelmiştir. Mantıksal akıl yürütmenin değerini vurgulayan Aristoteles gibi antik Yunan filozoflarından ahlaki karaktere ve toplumsal uyuma öncelik veren Konfüçyüs gibi Çinli bilgelere kadar, bilgelik arayışı evrensel bir insan çabası olmuştur. Birçok insanın benzeri görülmemiş çevresel, ekonomik veya toplumsal zorluklarla ve zor kararlarla karşı karşıya kaldığı günümüzün karmaşık dünyasında, bilgelik arayışı her zamanki gibi önemli olmaya devam ediyor.
Sosyal birer varlık olarak insanlar, rehberlik ve ilham için sıklıkla başkalarına başvurur. Hayran olduğumuz liderlere, bize rehberlik eden akıl hocalarına ve bizi destekleyen eşlerimize kulak veririz. (…) Yazının girişindeki senaryoya benzer zor bir ikilemle karşı karşıya kaldıklarında insanlar genellikle bilgeliğin örnekleri olarak gördükleri rol modellere yönelirler. (…)
Bilgeliği oluşturan nedir?
İnsanlar hangi özellikleri bilgece verilmiş bir kararın merkezinde görürler ve bu, dünyanın farklı yerlerinde değişkenlik gösterir mi?
Soruya cevap bulmak için dünyanın dört bir yanından meslektaşlarımızla birlikte Fas, Peru, Japonya, Slovakya, Hindistan ve Kanada gibi çeşitli ve birbirinden uzak ülkelerde yaşayan 16 kültürel gruptan 2 bin 707 katılımcıyı içeren bir çalışma yürüttük. Onlara bir bilim insanı, bir politikacı ve bir öğretmen de dahil olmak üzere 10 kişinin sözlü portrelerini sunduk ve bu kişileri birbirleriyle ve kendileriyle, doğru veya yanlış cevapların olmadığı karmaşık bir durumla başa çıkmanın 19 yoluna dayanarak karşılaştırmalarını istedik.
Örneğin katılımcılar, dünyayı anlamak için bitkiler, hayvanlar ve insanlar hakkında bilgi toplayan bilim insanı Dr. Morgan’ı, 12 yaşındaki çocuklara yerel tarih ve edebiyat hakkında eğitim veren okul öğretmeni Alexis’le karşılaştırdılar. Zor bir seçim yapmaya çalışırken kimin ‘harekete geçmeden veya konuşmadan önce düşünme’, ‘mantıklı düşünme’, ‘başka birinin bakış açısını dikkate alma’ vb. olasılığının daha yüksek olduğuna karar verdiler; ardından, bu kişilerin her birinin ve kendilerinin bilgeliğini derecelendirdiler. Katılımcıların 10 varsayımsal karakterin eylemlerini ve duygularını nitelemek için temel aldıkları gizli boyutları ortaya çıkarmak üzere tüm bu karşılaştırmaları analiz ettik ve daha sonra bu karakterlerin bilgeliğine dair sonuçlar çıkarırken söz konusu boyutlara verdikleri ağırlığı hesapladık.”
Yansıtıcı yönelim ve sosyo-duygusal farkındalık
Yazarlar, insanların bilgelik hakkında yargıda bulunurken, bilgeliği esasen ‘yansıtıcı yönelim’ ve ‘sosyo-duygusal farkındalık’ adını verdikleri iki temel boyuta bağladıklarını belirtiyor:
“Yansıtıcı yönelim muhtemelen ‘zeki’ bir insanı düşündüğünüzde aklınıza ilk gelen şeydir: Mantık, akılcılık, duygular üzerinde kontrol ve geçmiş deneyimlerin hayata geçirilmesi, bu kapsamda değerlendirilir. Tüm zamanını laboratuvarda evrenin gizemlerini inceleyerek, verileri dikkatlice analiz ederek ve kanıtlara dayalı sonuçlar çıkararak geçiren parlak bir bilim insanı hayal edin. Bu kişi, bilgeliğin yansıtıcı yönünü örnekler.
Sosyo-duygusal farkındalık ise başkalarına özen göstermeyi, aktif dinlemeyi, karmaşık ve belirsiz sosyal durumlarda hareket etme kabiliyetini içerir. Sadece bilgi vermekle kalmayıp aynı zamanda her öğrencinin benzersiz ihtiyaçlarını ve zorluklarını anlamak için zaman ayıran ve ihtiyaçlarına esnek bir şekilde uyum sağlayan şefkatli bir öğretmen hayal edin. Bu öğretmen, bilgeliğin sosyo-duygusal boyutunu temsil eder.
İki boyutun yakından ilişkili olduğunu ve insanların bir karakteri bilge olarak nitelemeye karar verirken her ikisini de düşündüğünü gördük. Katılımcılarımız, her iki boyutta da yüksek puan aldıklarında varsayımsal karakterleri ‘en bilge’ olarak derecelendirdiler.
Ayrıca insanların bu bilgelik boyutlarına yönelik tutumlarının kültürler arasında nasıl değişebileceğini de merak ettik. Antropolojik ve kültürel psikolojik çalışmalar uzun zamandır bilgeliğin belirli kültürel normlar ve değerler içinde derin kökler saldığını ileri sürüyor. Birçok araştırmacı, ‘Doğu’ ve ‘Batı’ bilgelik anlayışları arasındaki farkları vurguluyor. Örneğin, Çin kültürünün varsayılan kolektivizmi, genellikle toplumsal ve bağlamsal farkındalığa büyük önem veren Konfüçyüsçü ve Taocu geleneklere atfedilir. Buna karşılık, Batı kültürlerinin bireyciliği sıklıkla antik Yunan ve Roma filozoflarından gelen analitik düşünceye odaklanma ve Aydınlanma Çağı’nın entelektüel idealleriyle ilişkilendirilir. Sonuç olarak, tanımladığımız sosyo-duygusal farkındalık boyutunun küresel Doğu’daki katılımcılar tarafından bilgelikle daha yakından ilişkilendirileceğini, yansıtıcı yönelim boyutunun ise Batı’dakiler tarafından önceliklendirileceğini varsaymak anlaşılır görünüyordu.”
Bilgelikleri derecelendirme
Yazarlar, bulgularının, dünyanın dört bir yanındaki insanların kendilerinde ve başkalarında bilgeliği nasıl algıladıkları konusunda şaşırtıcı bir ortak noktayı işaret ettiğini söylüyor: “Her iki temel boyut da tüm kültürlerde benzer ağırlıktaydı. Bu ortak noktanın muhtemelen ilerleme ve birbiriyle anlaşma ihtiyacından kaynaklandığını düşünüyoruz; bazı akademisyenler bunlara temel insan ihtiyaçları olarak atıfta bulunuyor. İlerleme, kimin yetenekli olduğunu ve bir şeyleri gerçekleştirme yetkisine sahip olduğunu fark etmeyi içerir; bu nitelikler bilgeliğin yansıtıcı yönelim boyutuyla uyumludur. Anlaşma da, bilgeliğin sosyo-duygusal farkındalık boyutuyla ilgili yetenekler gerektirir.
Çalışmamızın bir parçası olarak katılımcılarımızdan varsayımsal karakterlerle karşılaştırarak kendi bilgeliklerini derecelendirmelerini de istemiştik. Bu, kültürler arasında da mevcut olan ilginç bir öz-algı yanılgısını ortaya çıkardı. İnsanlar genellikle kendi bilişsel sınırlamalarını kabul ettiler ve kendilerini en bilge kişilerden daha düşük yansıtıcı yönelime sahip olarak derecelendirdiler. Ancak kendilerini sosyo-duygusal farkındalık açısından çoğu kişiden daha iyi görme eğilimindeydiler. Başka bir deyişle bilişsel kusurlarını kabul etmeye istekliydiler ancak empati, iletişim ve sosyal bağlam farkındalığında mükemmel olduklarına inanıyorlardı.
Kültürler arası tutarlılığın yüksek olması bizi yine şaşırttı. Önceki araştırmalar, kişinin sosyo-duygusal farkındalığına dair aşırı olumlu bakış açısının Batı kültürlerinin bir özelliği olduğunu öne sürse de verilerimizde bu öz-algı yanılgısı, Çin, Hindistan, Japonya ve Fas gibi tipik olarak Batı dışı olarak tasvir edilenler de dahil olmak üzere birçok kültürde mevcuttu. Bu sonuç, insanların Doğu-Batı ve Güney-Kuzey hakkında sahip olduğu bazı kalıp yargılara bir kez daha meydan okuyor.
Öz-algıdaki bu evrensel yanılgının, günlük yaşamda kendimiz hakkında bilgeliğin iki boyutuyla ilişkili olarak aldığımız geri bildirimlerdeki farklılıklardan kaynaklandığını ileri sürüyoruz. Okulda alınan notlar ve kariyer kazanımları sürekli olarak bizi görüşlerimizi kalibre etmeye zorladığından, kişinin yansıtıcı ve analitik niteliklerine dair şişirilmiş bir algıyı muhafaza etmek çok daha zordur. Ancak sosyo-duygusal farkındalığımız söz konusu olduğunda, şişirilmiş bir algıyı düzeltmemizi gerektiren daha az nesnel geri bildirim biçimi vardır. (…)
Yoğun günlerimizde yolumuzda ilerlerken, hepimizin ara sıra bilgeliğimiz hakkında düşünmesi faydalı olacaktır. Yeterince bilgece mi hareket ediyoruz? Hayatımızda akıl ve empatiyi nasıl dengeleyebiliriz? Birçok yönden bilgeliğe giden yol, kişisel deneyimlerimiz, kültürel geçmişlerimiz ve takip etmeyi seçtiğimiz bilge örnekler üzerine düşünerek şekillenen son derece kişisel bir yoldur. Öte yandan başkalarının bu yolun neresinde olduğuna dair bir yargıda bulunmak söz konusu olduğunda, dünyanın neresinde olursak olalım hepimizin ortak bir mercekten baktığı anlaşılıyor.”
Bu yazı ilk kez 7 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.