Kültür ölüyor mu? (ve bu kötü bir şey mi?)

Fransız sosyolog Olivier Roy, “kültürsüzleşme”nin dünyayı kasıp kavurduğuna inanıyor. Muhtemelen onun dediği gibi "kültür ölüyor", ama tek bir kültür yerine bir dizi kültür de doğuyor. Ve böylesi kültürlere ev sahipliği yapan bir toplum aslında daha insancıl, ilham verici ve ilginç…

ABD-Çin gerilimi, Ukrayna’yı işgal eden Rusya ile Batı arasındaki kırılma ve son olarak Batı’nın blok halinde İsrail’in Gazze’de soykırıma varan saldırılarını savunmaya geçmesi jeopolitik açıdan olduğu kadar bir kültürler arası savaşın sürmekte olduğu iddialarının taraftar bulmasına neden oluyor.

Fransız sosyolog Olivier Roy ise son kitabında bir kültür savaşı fikrine karşı çıkıyor, çünkü ona göre kültür çoktan beridir can çekişiyor.

The New Yorker dergisi editörü Joshua Rothman ise kültürlerin öldüğü fikrine katılmakla birlikte, bunun son kertede kötü bir gelişme olmadığı kanaatinde.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Malezya’nın Çinli toplumuna mensup olan annem ve 70’li yıllarda üniversite için Amerika’ya gelmiş. Ben küçükken Amerikalı babamla boşanmışlar ve bu durum annemin banliyödeki evini olabildiğince Malezyalı yapmasını sağlamış.

Hafta sonları Asya marketlerine gider, Malezya yemekleri için özel malzemeler arar ve bunları hazırlamak için günlerimizi harcardık. Büyükannem sabahları Tai Chi çalışırdı ve doğum günümde bana bir dizi Baoding topu (üzerinde ejderhalar olan küçük metal küreler) vermişti. Böylece ellerimdeki kasları çalıştırabilecektim. Yapışkan pirinci lotus yapraklarından yapılmış üçgen paketlere doldurur ve pişirmeye hazır olana kadar mutfağımıza asardı.

Erken çocukluk dönemimde bunların herhangi biri için bir anlam ifade edebileceği hiç aklıma gelmemişti. Bu sadece bizim yaşam şeklimizdi. Asyalı olmayan arkadaşlarım, benim için hiçbir şey ifade etmeyen Asyalı olmayan şeylerle (gitar çalmak, profesyonel güreş, karavan gezileri) ilgileniyorlardı. Kültürlerimizin karşılıklı donukluğu normal görünüyordu. Ancak yaşım ilerledikçe kültürel olguların nasıl iletişimsel bir öneme sahip olabileceğini görmeye başladım. Ortaokulda arkadaşlarım benim Asyalılığımı “Karate Kid” ve “Ninja Kaplumbağalar” merceklerinden görmeye başladılar; lisede ise matematik ve bilgisayarla ilgili çağrışımların farkına vardılar.

Garip bir şekilde, etrafımdaki kültür ben yaşlandıkça daha iletişimsel hale geldi. 2019’da bir gün, Manhattan’da popüler bir Malezya restoranına girdim ve çocukluğumun yemeklerinin havalı, hatta şık olarak sunulduğunu gördüm.

Amerikalılığın anlamı da değişiyordu: Bazı insanlar için, bazı yerlerde, bir bayrak dalgalandırmak ya da bir corn dog (sosisin mısır unu kaplamasıyla kızartılmasıyla yapılan bir Amerikan sokak yiyeceği) yemek bir direniş biçimi olabilirdi. Giderek artan bir şekilde, her şey Google’a yüklenebilir ve paylaşılabilir hale geldi ve sosyal medya kültürel farklılığı bir stil meselesine indirgedi; romancı William Gibson’ın gözlemlediği gibi, sanal dünya gerçek dünyayı sömürgeleştiriyordu. Her kültürel eylem, okunması gereken bir mesaja, tırnak içine alınması gereken bir ifadeye dönüşüyor gibiydi.

Kültür endişesi bir orta yaş krizi midir?

Orta yaşta hepimiz biraz huysuzlaşırız; belki de kültürle ilgili hayal kırıklığına uğramak,  orta yaşlı olmanın doğal bir parçasıdır. Ama “Dünyanın Düzleşmesi: Kültürün Krizi ve Normların Tahakkümü”[1] adlı kitabında Fransız siyaset bilimci Olivier Roy, genel olarak kültürün gerçekten kötüye gittiğini; aslında tüm dünyanın bir ‘kültürsüzleşme’ sürecinden geçtiğini savunuyor.

Roy, küreselleşme, neoliberalizm, postmodernizm, bireycilik, sekülerizm, internet ve benzeri bir dizi soyut ve görünüşte durdurulamaz gücün, kültürü “şeffaf” hale getirerek, kültürel pratiklerimizi alınıp satılan ve sergilenen bir “simgeler koleksiyonuna” dönüştürerek kültürün altını oyduğuna inanıyor. Kültür eskiden kültür adına yaptığımız bir şeydi; şimdi ise kendimizi diğer insanlara karşı konumlandırmak için onu kullanıyoruz. Roy’a göre bu, kültürün ölmekte olduğu anlamına geliyor.

Kültürler “savaşıyor” mu gerçekten?

Bugünlerde “kültür savaşları” hakkında konuşmak yaygın. Bu kavram, ne tür insanlar olmak istediğimiz konusunda derin bir bölünme yaşadığımız ve bu bölünmeleri gündelik, bazen de önemsiz yollarla ifade ettiğimiz anlamına geliyor. Ancak Roy’a göre bu çerçeveleme yanlış. Aslında bir kültür savaşı olduğunu söylemek daha doğru olur. Çünkü kültür savaşları dediğimiz şey sadece yıkıntılar arasındaki çatışmalardır. Kültürümüzde giderek daha az şey kendini belli ediyor.

Böyle bir tezi kanıtlamak için ne gerektiğini hayal etmek zor; “Kültür Krizi” bunu gerçekten denemiyor. Bu kısa kitap, hayırsever bir şekilde geniş kapsamlı olarak tanımlanabilir ya da daha şüpheci bir şekilde desteksiz genellemelerle dolu olarak nitelendirilebilir. Fransa’da İslam, radikalleşme ve Batı üzerine çalışmalarıyla tanınan ünlü bir entelektüel olan Roy, El Kaide’den #MeToo’ya ve Roland Barthes’ın “Göstergeler İmparatorluğu”na kadar her şey hakkında kapsamlı bir şekilde ve özgüvenle yazıyor. Her sayfada katılmayacağınız bir şey var. Ancak bu, kitabı daha az değil, daha eğlenceli ve ilginç kılıyor; değerli bir provokasyon sunuyor.

Roy’a göre, geçmişte bir toplum, her türlü durumu yönetmek için “ortak bir dil sistemine, işaretlere, sembollere, dünya temsillerine, beden diline, davranış kodlarına ve benzerlerine” güvenebilirdi. Bugün, bu ortak geçmişin yokluğunda, neyin normal, kabul edilebilir ve “bizim” bir parçamız olduğunu sürekli olarak yeniden müzakere etmek zorundayız. Aynı anda iki şey doğru: Bu konularda hemfikir olamıyoruz, ancak yol gösterici kurallara ihtiyacımız var. Roy’a göre sonuç, “genişleyen açık normatiflik sistemleri içinde sıkışıp kalmamız”. Çok sayıda kural var, birçoğu birbiriyle çelişiyor ve bunları çiğnemek sizi tehlikeye atıyor.

İktidar kültür dayatmasını meşru mu kılar?

Kültürsüzleşme, sizden daha büyük olan kültürün yerini değiştirilebilir kültürel kodlar sistemi aldığında meydana gelen şeydir. Roy bunun “toplumsallıktan arınma, bireyselleşme ve yersiz yurtsuzlaşma”nın bir ürünü olduğunu yazıyor. Günlük yaşamda, çoğumuzun evden çalıştığını, belki de belirli bir yerde var olmayan devasa çok uluslu şirketler için çalıştığımızı ve evde tek başımıza bowling oynadığımızı kastediyor. Ancak Roy, aynı zamanda “tahayyüllerimizde” daha soyut değişiklikler de görüyor. Geçmişte insanların Hıristiyanlık, Marksizm ve Amerikanizm gibi  “büyük ideolojilerde” anlam bulduklarını ya da varlıklarını geleneksel bir toplumun sorgulanmayan alışkanlıklarına dayandırdıklarını savunuyor. Ancak “ne yüksek kültür ne de antropolojik kültür bugün hayallerin malzemesini sağlamıyor. ‘İnanma biçimleri’ artık alt kültürlerin alanına giriyor; mezhepler, fandomlar, komplo teorileri ve benzerleriyle ilişkilendiriliyorlar” diye yazıyor.

Elbette hâlâ bir toplumumuz var, ancak bunu özgürlüğümüzü ve mutluluğumuzu en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan bir proje olarak anlıyoruz. Roy, temelde bireyci olduğu için bu görüşü “neoliberal” olarak tanımlıyor ve neyin özgürlük ve mutluluk sayılacağı konusunda anlaşamadığımız için aslında paradoksal olduğunu öne sürüyor. Mesela her şeyi söylemekte özgür olmak mı istiyoruz, yoksa nefret söyleminden özgür olmak mı? “Burada kültürün hiçbir olumlu yönünün olmadığı bir zemindeyiz, çünkü eski kültür gayrimeşrulaştırıldı ve yenisi herhangi bir kültürün gerekli koşulu olan örtük, paylaşılan anlayışların varlığını karşılamıyor” diyor. Geriye kalan şey iktidardır: Herhangi bir zamanda yetkili kim olursa olsun, kendi normlarını diğer herkese dayatmaya çalışır.

Kültür her zaman krizde değil miydi?

Théo Blanc, Philosophy Now dergisinde yayınlanan “Kültürün Krizi” başlıklı bir incelemesinde, “Kültür her zaman krizde değil miydi?” diye soruyor. Blanc, Roy’un “herkesin aynı örtük davranış kurallarını paylaştığı, kimliklerin herkes için açık olduğu ve önemli kültürel farklılıkların veya çatışmaların olmadığı bir ‘kültür durumu’ (klasik ‘doğa durumu’nu anımsatan) varsaydığını belirtiyor.

Ama durum gerçekten böyle miydi?

Roy’un kendisi de birçok açıdan kültürsüzleşmenin yeni bir şey olmadığını kabul ediyor: Kültürler göç, sömürgeleştirme, savaş ve teknolojik dönüşüm gibi nedenlerle değişirken insanlar da onlarla birlikte değişerek yeni geleneklere “uyum sağlıyor”.

Ancak Roy bugün durumun farklı olduğuna inanıyor, çünkü kültürleşebileceğimiz bir şey yok. Dünya genelinde kültürlerin yerini başka kültürler almıyor; “Batılılaşma” fikrinin bir dikkat dağıtıcı olduğunu, çünkü pizzanın ve “Succession”ın dünya çapındaki popülerliğine rağmen, aslında yükselişte olanın bu ’simgeler koleksiyonu” aracılığıyla inşa edilen “zayıf kimlikler” olduğunu öne sürüyor. Bu biraz, ailenizin nesiller boyu yaşadığı bir yerden meçhul bir banliyöye taşınmaya benziyor. Eğer varsa, komşularınızın geleneklerini benimseyebilirsiniz, ama genelde yoktur. Onlar sadece birbirlerine yakın yaşayan rastgele bir insan topluluğudur. “Sen sen ol, sen olarak kal” derler. Bu her şeyi birlikte yapmakla aynı şey değil.

Roy haklı mı?

Kim bilir. Bazı insanlar Roy’un bu konulara uzak olduğunu, en geniş anlamıyla “kültürün” hâlâ gelişmekte olduğunu ve Roy’un bunu göremediğini düşünecektir. Nostaljik, gerici ya da romantik olabilir. Belki de hem haklı hem de haksız: Muhtemelen kültür ölüyor ve yine de tek bir kültür yerine bir dizi kültüre ev sahipliği yapan bir toplum aslında daha insancıl, ilham verici ve ilginç.

Roy’un fikirlerini kendi hayatımla test ettiğimde, bir şekilde uyuştuklarını görüyorum. Benim aile hikâyem kültürsüzleşmeyi içeriyor: Annem Malezya’dan Amerika’ya taşındıktan sonra geride bıraktığı (ya da belki de kaçtığı) zengin, her şeyi kapsayan kültürün bir versiyonunu asla bulamadı. Ben ABD’de doğdum, ama eşdeğer bir şey bulduğumdan da emin değilim.

Roy’un “paylaşılan dil sistemi, işaretler, semboller, dünya temsilleri, beden dili, davranış kodları ve benzerleri” söz konusu olduğunda, çevremdeki insanlarla pek çok ortak yönüm var. Ancak Amerikalılar giderek daha fazla izole yaşıyor ve sanırım ben de farklı değilim.

Yok olan kültürün yasını tutmalı mıyız?

Roy bir daha “gerçek” kültür yaratmanın hiçbir yolunu görmediği için “Kültürün Krizi” trajik bir tona sahip. Trajik kesinliği bu nitelik ve ölçekteki konular için makul bir tutum olarak görmüyorum. Yine de kitabı, nasıl yaşadığıma daha dikkatli bakmama ve ölmekte olduğunu söylediği türden bir kültürü aramama neden oldu. Aslında, geniş çapta paylaşılan değer adalarına işaret edebileceğimi gördüm. Baba tarafımdan doktor ve bilim insanı bir aileden geliyorum ve bilim kültürüyle kalıcı bir bağ kurdum; bilimin değer ve anlam inşa eden büyük ölçekli bir girişim olduğuna inandım. Ayrıca üniversitede ve yüksek lisans okulunda edebiyat okudum ve sanatı bir tür kilise olarak görüyorum.

Daha yerel bir düzeyde, eşimin ailesi de dahil olmak üzere birçok ailenin nesiller boyu ikamet ettiği küçük bir kasabada yaşıyorum. Kültürel açıdan kasabam muhtemelen geçmişte olduğundan daha az tutarlı. Burada eskiden olduğundan çok daha fazla çeşitte insan yaşıyor. Ama bu umutsuzluğa kapılmak için bir neden olmalı mı? İyi ya da kötü, gezegen çapındaki sorunların hepimizi etkilediği küresel bir çağda yaşıyoruz. Mahallenizin aslında sadece aynı yerde yaşayan insanlardan oluştuğunu varsayalım. Muhtemelen bu iyi bir şey. Belki de nereden geldiklerini daha az, nerede yaşadıklarını daha çok önemsemenin bir yolunu bulacaklardır. Eğer kültürün gücü azalıyorsa, bu bir kayıptır; ancak ortaklığı deneyimlemenin, kültürle eşdeğer olmasa da kendi avantajları olabilecek başka yolları da vardır. Gidenlerin yasını tutmak, kalanların olanaklarını kucakladığınız sürece sağlıklıdır.”

Bu yazı ilk kez 3 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Joshua Rothman The New Yorker’da yayınlanan “Is Culture Dying” başlıklı yazısında bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.newyorker.com/culture/open-questions/is-culture-dying

[1] Metis Yay., 2024

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kültür ölüyor mu? (ve bu kötü bir şey mi?)

Fransız sosyolog Olivier Roy, “kültürsüzleşme”nin dünyayı kasıp kavurduğuna inanıyor. Muhtemelen onun dediği gibi "kültür ölüyor", ama tek bir kültür yerine bir dizi kültür de doğuyor. Ve böylesi kültürlere ev sahipliği yapan bir toplum aslında daha insancıl, ilham verici ve ilginç…

ABD-Çin gerilimi, Ukrayna’yı işgal eden Rusya ile Batı arasındaki kırılma ve son olarak Batı’nın blok halinde İsrail’in Gazze’de soykırıma varan saldırılarını savunmaya geçmesi jeopolitik açıdan olduğu kadar bir kültürler arası savaşın sürmekte olduğu iddialarının taraftar bulmasına neden oluyor.

Fransız sosyolog Olivier Roy ise son kitabında bir kültür savaşı fikrine karşı çıkıyor, çünkü ona göre kültür çoktan beridir can çekişiyor.

The New Yorker dergisi editörü Joshua Rothman ise kültürlerin öldüğü fikrine katılmakla birlikte, bunun son kertede kötü bir gelişme olmadığı kanaatinde.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Malezya’nın Çinli toplumuna mensup olan annem ve 70’li yıllarda üniversite için Amerika’ya gelmiş. Ben küçükken Amerikalı babamla boşanmışlar ve bu durum annemin banliyödeki evini olabildiğince Malezyalı yapmasını sağlamış.

Hafta sonları Asya marketlerine gider, Malezya yemekleri için özel malzemeler arar ve bunları hazırlamak için günlerimizi harcardık. Büyükannem sabahları Tai Chi çalışırdı ve doğum günümde bana bir dizi Baoding topu (üzerinde ejderhalar olan küçük metal küreler) vermişti. Böylece ellerimdeki kasları çalıştırabilecektim. Yapışkan pirinci lotus yapraklarından yapılmış üçgen paketlere doldurur ve pişirmeye hazır olana kadar mutfağımıza asardı.

Erken çocukluk dönemimde bunların herhangi biri için bir anlam ifade edebileceği hiç aklıma gelmemişti. Bu sadece bizim yaşam şeklimizdi. Asyalı olmayan arkadaşlarım, benim için hiçbir şey ifade etmeyen Asyalı olmayan şeylerle (gitar çalmak, profesyonel güreş, karavan gezileri) ilgileniyorlardı. Kültürlerimizin karşılıklı donukluğu normal görünüyordu. Ancak yaşım ilerledikçe kültürel olguların nasıl iletişimsel bir öneme sahip olabileceğini görmeye başladım. Ortaokulda arkadaşlarım benim Asyalılığımı “Karate Kid” ve “Ninja Kaplumbağalar” merceklerinden görmeye başladılar; lisede ise matematik ve bilgisayarla ilgili çağrışımların farkına vardılar.

Garip bir şekilde, etrafımdaki kültür ben yaşlandıkça daha iletişimsel hale geldi. 2019’da bir gün, Manhattan’da popüler bir Malezya restoranına girdim ve çocukluğumun yemeklerinin havalı, hatta şık olarak sunulduğunu gördüm.

Amerikalılığın anlamı da değişiyordu: Bazı insanlar için, bazı yerlerde, bir bayrak dalgalandırmak ya da bir corn dog (sosisin mısır unu kaplamasıyla kızartılmasıyla yapılan bir Amerikan sokak yiyeceği) yemek bir direniş biçimi olabilirdi. Giderek artan bir şekilde, her şey Google’a yüklenebilir ve paylaşılabilir hale geldi ve sosyal medya kültürel farklılığı bir stil meselesine indirgedi; romancı William Gibson’ın gözlemlediği gibi, sanal dünya gerçek dünyayı sömürgeleştiriyordu. Her kültürel eylem, okunması gereken bir mesaja, tırnak içine alınması gereken bir ifadeye dönüşüyor gibiydi.

Kültür endişesi bir orta yaş krizi midir?

Orta yaşta hepimiz biraz huysuzlaşırız; belki de kültürle ilgili hayal kırıklığına uğramak,  orta yaşlı olmanın doğal bir parçasıdır. Ama “Dünyanın Düzleşmesi: Kültürün Krizi ve Normların Tahakkümü”[1] adlı kitabında Fransız siyaset bilimci Olivier Roy, genel olarak kültürün gerçekten kötüye gittiğini; aslında tüm dünyanın bir ‘kültürsüzleşme’ sürecinden geçtiğini savunuyor.

Roy, küreselleşme, neoliberalizm, postmodernizm, bireycilik, sekülerizm, internet ve benzeri bir dizi soyut ve görünüşte durdurulamaz gücün, kültürü “şeffaf” hale getirerek, kültürel pratiklerimizi alınıp satılan ve sergilenen bir “simgeler koleksiyonuna” dönüştürerek kültürün altını oyduğuna inanıyor. Kültür eskiden kültür adına yaptığımız bir şeydi; şimdi ise kendimizi diğer insanlara karşı konumlandırmak için onu kullanıyoruz. Roy’a göre bu, kültürün ölmekte olduğu anlamına geliyor.

Kültürler “savaşıyor” mu gerçekten?

Bugünlerde “kültür savaşları” hakkında konuşmak yaygın. Bu kavram, ne tür insanlar olmak istediğimiz konusunda derin bir bölünme yaşadığımız ve bu bölünmeleri gündelik, bazen de önemsiz yollarla ifade ettiğimiz anlamına geliyor. Ancak Roy’a göre bu çerçeveleme yanlış. Aslında bir kültür savaşı olduğunu söylemek daha doğru olur. Çünkü kültür savaşları dediğimiz şey sadece yıkıntılar arasındaki çatışmalardır. Kültürümüzde giderek daha az şey kendini belli ediyor.

Böyle bir tezi kanıtlamak için ne gerektiğini hayal etmek zor; “Kültür Krizi” bunu gerçekten denemiyor. Bu kısa kitap, hayırsever bir şekilde geniş kapsamlı olarak tanımlanabilir ya da daha şüpheci bir şekilde desteksiz genellemelerle dolu olarak nitelendirilebilir. Fransa’da İslam, radikalleşme ve Batı üzerine çalışmalarıyla tanınan ünlü bir entelektüel olan Roy, El Kaide’den #MeToo’ya ve Roland Barthes’ın “Göstergeler İmparatorluğu”na kadar her şey hakkında kapsamlı bir şekilde ve özgüvenle yazıyor. Her sayfada katılmayacağınız bir şey var. Ancak bu, kitabı daha az değil, daha eğlenceli ve ilginç kılıyor; değerli bir provokasyon sunuyor.

Roy’a göre, geçmişte bir toplum, her türlü durumu yönetmek için “ortak bir dil sistemine, işaretlere, sembollere, dünya temsillerine, beden diline, davranış kodlarına ve benzerlerine” güvenebilirdi. Bugün, bu ortak geçmişin yokluğunda, neyin normal, kabul edilebilir ve “bizim” bir parçamız olduğunu sürekli olarak yeniden müzakere etmek zorundayız. Aynı anda iki şey doğru: Bu konularda hemfikir olamıyoruz, ancak yol gösterici kurallara ihtiyacımız var. Roy’a göre sonuç, “genişleyen açık normatiflik sistemleri içinde sıkışıp kalmamız”. Çok sayıda kural var, birçoğu birbiriyle çelişiyor ve bunları çiğnemek sizi tehlikeye atıyor.

İktidar kültür dayatmasını meşru mu kılar?

Kültürsüzleşme, sizden daha büyük olan kültürün yerini değiştirilebilir kültürel kodlar sistemi aldığında meydana gelen şeydir. Roy bunun “toplumsallıktan arınma, bireyselleşme ve yersiz yurtsuzlaşma”nın bir ürünü olduğunu yazıyor. Günlük yaşamda, çoğumuzun evden çalıştığını, belki de belirli bir yerde var olmayan devasa çok uluslu şirketler için çalıştığımızı ve evde tek başımıza bowling oynadığımızı kastediyor. Ancak Roy, aynı zamanda “tahayyüllerimizde” daha soyut değişiklikler de görüyor. Geçmişte insanların Hıristiyanlık, Marksizm ve Amerikanizm gibi  “büyük ideolojilerde” anlam bulduklarını ya da varlıklarını geleneksel bir toplumun sorgulanmayan alışkanlıklarına dayandırdıklarını savunuyor. Ancak “ne yüksek kültür ne de antropolojik kültür bugün hayallerin malzemesini sağlamıyor. ‘İnanma biçimleri’ artık alt kültürlerin alanına giriyor; mezhepler, fandomlar, komplo teorileri ve benzerleriyle ilişkilendiriliyorlar” diye yazıyor.

Elbette hâlâ bir toplumumuz var, ancak bunu özgürlüğümüzü ve mutluluğumuzu en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan bir proje olarak anlıyoruz. Roy, temelde bireyci olduğu için bu görüşü “neoliberal” olarak tanımlıyor ve neyin özgürlük ve mutluluk sayılacağı konusunda anlaşamadığımız için aslında paradoksal olduğunu öne sürüyor. Mesela her şeyi söylemekte özgür olmak mı istiyoruz, yoksa nefret söyleminden özgür olmak mı? “Burada kültürün hiçbir olumlu yönünün olmadığı bir zemindeyiz, çünkü eski kültür gayrimeşrulaştırıldı ve yenisi herhangi bir kültürün gerekli koşulu olan örtük, paylaşılan anlayışların varlığını karşılamıyor” diyor. Geriye kalan şey iktidardır: Herhangi bir zamanda yetkili kim olursa olsun, kendi normlarını diğer herkese dayatmaya çalışır.

Kültür her zaman krizde değil miydi?

Théo Blanc, Philosophy Now dergisinde yayınlanan “Kültürün Krizi” başlıklı bir incelemesinde, “Kültür her zaman krizde değil miydi?” diye soruyor. Blanc, Roy’un “herkesin aynı örtük davranış kurallarını paylaştığı, kimliklerin herkes için açık olduğu ve önemli kültürel farklılıkların veya çatışmaların olmadığı bir ‘kültür durumu’ (klasik ‘doğa durumu’nu anımsatan) varsaydığını belirtiyor.

Ama durum gerçekten böyle miydi?

Roy’un kendisi de birçok açıdan kültürsüzleşmenin yeni bir şey olmadığını kabul ediyor: Kültürler göç, sömürgeleştirme, savaş ve teknolojik dönüşüm gibi nedenlerle değişirken insanlar da onlarla birlikte değişerek yeni geleneklere “uyum sağlıyor”.

Ancak Roy bugün durumun farklı olduğuna inanıyor, çünkü kültürleşebileceğimiz bir şey yok. Dünya genelinde kültürlerin yerini başka kültürler almıyor; “Batılılaşma” fikrinin bir dikkat dağıtıcı olduğunu, çünkü pizzanın ve “Succession”ın dünya çapındaki popülerliğine rağmen, aslında yükselişte olanın bu ’simgeler koleksiyonu” aracılığıyla inşa edilen “zayıf kimlikler” olduğunu öne sürüyor. Bu biraz, ailenizin nesiller boyu yaşadığı bir yerden meçhul bir banliyöye taşınmaya benziyor. Eğer varsa, komşularınızın geleneklerini benimseyebilirsiniz, ama genelde yoktur. Onlar sadece birbirlerine yakın yaşayan rastgele bir insan topluluğudur. “Sen sen ol, sen olarak kal” derler. Bu her şeyi birlikte yapmakla aynı şey değil.

Roy haklı mı?

Kim bilir. Bazı insanlar Roy’un bu konulara uzak olduğunu, en geniş anlamıyla “kültürün” hâlâ gelişmekte olduğunu ve Roy’un bunu göremediğini düşünecektir. Nostaljik, gerici ya da romantik olabilir. Belki de hem haklı hem de haksız: Muhtemelen kültür ölüyor ve yine de tek bir kültür yerine bir dizi kültüre ev sahipliği yapan bir toplum aslında daha insancıl, ilham verici ve ilginç.

Roy’un fikirlerini kendi hayatımla test ettiğimde, bir şekilde uyuştuklarını görüyorum. Benim aile hikâyem kültürsüzleşmeyi içeriyor: Annem Malezya’dan Amerika’ya taşındıktan sonra geride bıraktığı (ya da belki de kaçtığı) zengin, her şeyi kapsayan kültürün bir versiyonunu asla bulamadı. Ben ABD’de doğdum, ama eşdeğer bir şey bulduğumdan da emin değilim.

Roy’un “paylaşılan dil sistemi, işaretler, semboller, dünya temsilleri, beden dili, davranış kodları ve benzerleri” söz konusu olduğunda, çevremdeki insanlarla pek çok ortak yönüm var. Ancak Amerikalılar giderek daha fazla izole yaşıyor ve sanırım ben de farklı değilim.

Yok olan kültürün yasını tutmalı mıyız?

Roy bir daha “gerçek” kültür yaratmanın hiçbir yolunu görmediği için “Kültürün Krizi” trajik bir tona sahip. Trajik kesinliği bu nitelik ve ölçekteki konular için makul bir tutum olarak görmüyorum. Yine de kitabı, nasıl yaşadığıma daha dikkatli bakmama ve ölmekte olduğunu söylediği türden bir kültürü aramama neden oldu. Aslında, geniş çapta paylaşılan değer adalarına işaret edebileceğimi gördüm. Baba tarafımdan doktor ve bilim insanı bir aileden geliyorum ve bilim kültürüyle kalıcı bir bağ kurdum; bilimin değer ve anlam inşa eden büyük ölçekli bir girişim olduğuna inandım. Ayrıca üniversitede ve yüksek lisans okulunda edebiyat okudum ve sanatı bir tür kilise olarak görüyorum.

Daha yerel bir düzeyde, eşimin ailesi de dahil olmak üzere birçok ailenin nesiller boyu ikamet ettiği küçük bir kasabada yaşıyorum. Kültürel açıdan kasabam muhtemelen geçmişte olduğundan daha az tutarlı. Burada eskiden olduğundan çok daha fazla çeşitte insan yaşıyor. Ama bu umutsuzluğa kapılmak için bir neden olmalı mı? İyi ya da kötü, gezegen çapındaki sorunların hepimizi etkilediği küresel bir çağda yaşıyoruz. Mahallenizin aslında sadece aynı yerde yaşayan insanlardan oluştuğunu varsayalım. Muhtemelen bu iyi bir şey. Belki de nereden geldiklerini daha az, nerede yaşadıklarını daha çok önemsemenin bir yolunu bulacaklardır. Eğer kültürün gücü azalıyorsa, bu bir kayıptır; ancak ortaklığı deneyimlemenin, kültürle eşdeğer olmasa da kendi avantajları olabilecek başka yolları da vardır. Gidenlerin yasını tutmak, kalanların olanaklarını kucakladığınız sürece sağlıklıdır.”

Bu yazı ilk kez 3 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Joshua Rothman The New Yorker’da yayınlanan “Is Culture Dying” başlıklı yazısında bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.newyorker.com/culture/open-questions/is-culture-dying

[1] Metis Yay., 2024

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x