Portföy toplumu

İnsanlar eskiden de dünya hayatının oyun olduğunu düşünürdü ama biz onu âdeta bir şans oyuna çevirdik. Bu dönüşüm bizi nasıl vampirleştirdi ve zombileştirdi? Prof. Erol Göka yazdı.

Modernlik, insanlık tarihinde yepyeni bir düşünme, araştırma ve uygulama gündeme getirdi. Geleneksel zamanlarda insanlar, neyin rastlantı neyin zorunlu olduğuna bugünkünden hayli farklı bir biçimde cevap veriyorlar, âlemi ve hayatı ona göre algılıyorlar, insan-tabiat ve insan-insan ilişkilerini ona göre yönlendirmeye çalışıyorlardı. Denilebilir ki belki kısa ve iddiasız ama bizden daha anlamlı ve kendilerini daha sorumlu gördükleri bir dünyaları vardı.

‘Müphemlik’ (ambiquity), ‘olumsallık’ (contingency), ‘kalbî akıl’, ‘basiret ve feraset’, geleneksel dünyanın temel zihin kategorileriydi. Buradan derinlikli bir zihni kavrayış, iç-görü ve kendini anlama ve gerçekleştirme hayat stratejisi kolaylıkla çıkabiliyordu. Mücadeleyi ve azmi elden bırakmadan tevekkül ve teslimiyet içinde yaşama dengesini başarabiliyorlardı. ‘Kader’ ve ‘nasip’ gibi kavramları kesinlikle bizden daha çok ama mutlaka büyük ölçüde farklı bir içerikte kullanıyorlardı. Büyük ihtimalle ‘şans’, ‘talih’ gibi kavramları bizim kadar kullanmıyorlardı ve kesinlikle bir şans oyunları girdabında dönüp durmuyorlardı.

Modernlik, esasen ihtimallerin çanına ot tıkamak, belirsizlikten kurtulma arayışına son vermek amacıyla gündeme geldi. Nicelik, ölçme, olguculuk ve bunlara dayalı bilim, bu motivasyonun sonucu olarak yüceltildi. Tek-anlamlılık, tekdüzelik homojenizasyon ve teknik aklın ve teknolojinin egemenliği peşi sıra sökün etti. Kesinlik arayışı ve fanatizm, insan varoluşunu ve anlam arayışını bir mahzene kapatıp müphemlik ve olumsallığı olabildiğince yok edince insanın seçim iradesi, yeni ve umut dolu bir ihtimal arayışına ve maalesef bu arada özellikle psikolojik dünya ve kişilik yapısı olarak şans oyunlarına yöneldi.

Bir şans oyununun içindeymişiz hissi

İhtimal hesaplarının yanı sıra tüketim toplumunun çağrıları sürekli ‘fırsat’ ve “kazanma” temalarıyla hareket edince bir nevi tüm tercihlerimizin bir şans oyunun içindeymişiz hissini ortaya çıkardı.

İnsanlar eskiden de dünya hayatının oyun olduğunu düşünürdü ama biz onu âdeta bir şans oyuna çevirdik. Bireycilik ve bencillik, toplumun ‘sosyopati kutbu’ adını verdiğim adeta kendi aleyhine işleyen tarafı güçlendi. Hayat oyununu tevekkül ve dayanışma içinde, daha bir neşeyle oynayamaz hâle geldik.”

“Hayat Oyunu: Şans, Kader, Kumar” (Kapı Yayınları) kitabımızda modern zamanlarda şans oyunlarına yönelmenin neden arttığını, niye adeta hayatımızın kumara benzemeye başladığını anlatabilmek için bu tespitlerle başlamıştık.

Modernlik ve kapitalizmin bir yandan tüm ihtimalleri yani şansı bilinebilir hâle getirmeye, terbiye etmeye çalışırken bir yandan da tam tersi bir yönde ilerlediği, şans oyunlarını ve kumarı önceki zamanlarla kıyaslanmayacak derecede artırdığı söylenebilirdi. Modernlikle ve kapitalizmle birlikte ele almamız gereken, oyunun ve şansın aldığı yeni biçimleri de göz önünde bulundurmalı, yaşadığımız topluma ‘tüketim toplumu’, ‘risk toplumu’ gibi adlar verilmesinin üzerinde durmalıydık. Ama modern kapitalizm ortamında yaşamanın ve karar vermenin âdeta hayatın kendisini kumara çevirdiğini anlatabilmek için bu kavramlar yetmiyordu, yeni bir kavrama ihtiyaç vardı. Kanaatimce bu içeriği en iyi anlatan kavram, ‘portföy toplumu’…  Ivan Ascher’in aynı adla bir de kitap (Açılım Kitap) yazdığı bu kavram hem yaşadığımız toplumu hem de bu topluma göre biçimlenen günümüzde hemen hepimizin zihin işleyişimizi tasvir etmek için hayli elverişli.

Günümüzde kapitalizm bambaşka bir hal almış, Marx’ın tanımladığı üretim ilişkileri ve üretici güçler anlayışı köklü değişikliklere uğramıştır. Üretim artık kan ve terden değil finanslaşmanın sağladığı toplumsal ilişkilerden vücut bulmaktadır. Kredi, eşik altı kredi, hisse senedi, tahvil, türev işlemler, opsiyon gibi kavramları sadece üretim süreçlerinde yer alanlar veya piyasayı oluşturan ana güçler değil belli bir finansı olan hemen herkes bilmek ve riski en aza indirmeyi de amaçlayacak biçimde portföyünü yönetmek zorundadır. Sürekli olarak bazılarının daha güvenlikli olduğu bazılarının da savunmasız kaldığı bir tuhaf sistem sözkonusudur.  Bir yatırımcı portföyünü sadece elinde bulundurduğu menkul kıymetlerin kar ve zarar beklentilerinden oluşturmamakta, tüm riskleri de göz önünde bulundurarak hesap yapmaktadır. Finansal ilişkiler ve gündelik yaşam hiç olmadık biçimde iç içe geçmiştir; kredi notu herkesi ilgilendiren bir kavram haline gelmiştir.

İşte bu, toplumu artık porföy toplumu haline getirmiştir.

Sarayda ya da kulübede yaşamak

Karl Marx’ın insan ve toplum ile ilgili birçok eksik ve hatalı kavrayışı olduğunu düşünüyorum buna rağmen, insanın zihnine ve bilincine maddi yaşam pratiklerinin mutlaka etkide bulunacağı, yani insanın sosyal yaşamının sosyal bilincini belirleyeceği fikrinde haklı olduğu kanaatindeyim.

Ona göre bir sarayda ve bir kulübede yaşamak doğrudan doğruya insan zihnini değiştirici bir etkiye sahipti; bir sarayda ve bir kulübede aynı şekilde düşünülemezdi. Marx’ın bu fikri, Hz. Ali’nin “Neye inandığımız nasıl yaşadığımızı belirlemez. Nasıl yaşadığımız neye inandığımızı belirler” (Nehcü’l Belaga) sözüyle birlikte düşünüldüğünde çok geniş ve derin bir anlam kazanır ama şimdilik konumuzdan ayrılmayalım…

Kapitalizm, insanlık tarihinde üretim ilişkilerinin yepyeni bir hâli. Öncekilerle kıyaslayarak kapitalizmi anlamamız, mesela efendi-köle diyalektiğinden giderek kapitalist-işçi ilişkisini çözümlememiz mümkün değil. İster işçi ister patron ister ikisi birden dindar olsun, üretim sürecinin kendine has işleyen bir kuralı var. Bu kural, ‘doymak bilmez tamahkârlık ve dizginlenemez büyüme isteği.’

Marx, kapitalistin doymak bilmez tamahkârlığını “vampir metaforu” ile açıklamaya çalışıyor ve bu metaforu başta “Kapital” olmak üzere tüm külliyatına temel yapıyor. “Hece Dergisi”nin “Karl Marx Özel Sayısı”nda Mustafa Ertürk, vampir metaforunun Marx’taki anlam katmanlarıyla ilgili şunları söylüyor:

“Birinci düzlemde kapitalist ve burjuvaziyi temsil eder; ikinci düzlemde sermayenin bizatihi kendisini temsil eder; kapitalist ve sermayenin yaşayan-ölü veya “emekle yaşayan-ölü” olma hâlini temsil eder ve son olarak kapitalist ve sermayenin genişleme nosyonunu temsil eder. Toplumsal gerçekliği ekonomik gerçeklik dolayımıyla aslında metaforlaştıran Marx, döngüsel ve görünmez olan ekonomik gerçekliğin sermaye, emek ve sömürü ilişkisini görünür kılmaktadır.”

Gerçekten de vampir metaforu, kapitalist sermayenin ancak düzenli biçimde artarak hayatını sürdürebileceği gerçeğine tıpatıp uygun, sadece ona değil günümüzü en iyi biçimde tasvir ettiğini düşündüğümüz ‘portföy toplumu’ kavramına da…

Ancak “Portföy Toplumu” yazarı Ivan Ascher, Marx’ın Kapital’de yaptığı meta fetişizmine dair analizleri bugünün finans dünyasına uygulamanın sonucunda vampir metaforunun bile yetersiz kaldığı kanaatinde. Ascher, kapitalizmin vampirinin günümüzde artık “zombi”ye dönüştüğü sonucuna ulaşıyor.

Zombileşen insan

Ascher’e göre günümüzde finans piyasaları, toplumları allak bullak etmektedir, zira kapitalist üretim tarzı, kapitalist öngörü tarzına dönüşmüş, ekonomiye hükmedenler, üretimden öngörüye kaymışlar, ekonomiyi ve toplumsal alanı bir kumar salonuna çevirmişlerdir. Artık bir şeyler üretmenin veya doğrudan hizmet sağlamanın zorluklarıyla kimse uğraşmamaktadır. İnsanlar günümüzde risk toplumunun alt katmanlarına iştirak etmek, riski ve disiplini aşağı doğru dağıtırken işleyişini gizleyen bir sistemi desteklemek zorunda bırakılıyorlar.

Günümüzün finans kapitalizmi, Marx’ın çözümlemeye çalıştığı zamanlardan çok daha hızlı ve derin karmaşıklık içeriyor, kendi çelişkilerini toplumu büyüleyerek örtüyor.

Ascher, günümüz portföy toplumunda herkesin piyasaları, borsayı, dünya paralarını, petrol ve altın gibi değerli madenleri ve bitcoin fiyatlarını takip etmekten, sözüm ona en kârlı olana yatırım yapacağım derken asla denetleyemeyeceği bir süreçte oradan oraya atlayıp durduğunu ve âdeta zombileştiğini öne sürüyor.

Evet, bende aynı kanaatteyim; herkes gibi biz de adeta insanlıktan çıkıyor, zombileşiyoruz. Yaşadığımız toplum, piyasaları; moda, reklam ve halkla ilişkiler sektörleri aracılığıyla hayat planlarımızı, kararlarımızı ve seçimlerimizi yaparken neredeyse şans oyununa benzer bir zihin işleyişine bizi zorluyorlar.  Hayatlarımız her geçen gün giderek daha fazla kumar oyununa, zihinlerimiz her geçen gün giderek daha fazla kumarbazın zihnine benzemeye başlıyor. Günümüzde kumar sorunundaki ve kumarbazlık psikopatolojisindeki artışın tüm bunlarla bir ilişkili olduğunu tahmin ediyorum. Günümüzde yaşantılar ve zihniyet yapılarında ortaya çıkan bu değişimlerin, aslında kumar bağımlısının düşünme ve karar verme süreçlerinde de görülebileceğini düşünüyorum. “Kumar bağımlılığından mutazarrır olan kişi, hayatın kontrol edilemez yapısına, müphemliğine, insanın belli bir anda birçok farklı biçimde karar verme potansiyeline (olumsallığa) ezcümle belirsizliğe gösterdiği tahammülsüzlük ile modern zihnin daha fanatik bir taşıyıcısı gibi görünüyor” dersem, fazla iddialı bir cümle kurmuş olacağımı sanmıyorum.

Oyun, şans gibi kavramlar, piyasalar, gündelik hayatın içinde yaptığımız tercihler vs. nedeniyle şöyle ya da böyle hepimizi artık çok fazla şekilde ilgilendiriyorken “Nasıl oluyor da bazılarımızda şans oyunları bağımlılık yapıyor, hayatlarındaki en önemli hatta tek mesele haline gelebiliyor? sorusuna biz klinisyenler kafa yoralım.

Tamam bu noktada anlaşabiliriz ama yaşadığımız ‘portföy toplumu’nda kendimizin ve insan ilişkilerinin bir vampirinkinden ve zombininkinden ne kadar farklı oluğunu düşünüp ortaya koyma vazifesinden hiçbirimiz kendisinin muaf olduğunu zannetmesin!…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 13 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Portföy toplumu

İnsanlar eskiden de dünya hayatının oyun olduğunu düşünürdü ama biz onu âdeta bir şans oyuna çevirdik. Bu dönüşüm bizi nasıl vampirleştirdi ve zombileştirdi? Prof. Erol Göka yazdı.

Modernlik, insanlık tarihinde yepyeni bir düşünme, araştırma ve uygulama gündeme getirdi. Geleneksel zamanlarda insanlar, neyin rastlantı neyin zorunlu olduğuna bugünkünden hayli farklı bir biçimde cevap veriyorlar, âlemi ve hayatı ona göre algılıyorlar, insan-tabiat ve insan-insan ilişkilerini ona göre yönlendirmeye çalışıyorlardı. Denilebilir ki belki kısa ve iddiasız ama bizden daha anlamlı ve kendilerini daha sorumlu gördükleri bir dünyaları vardı.

‘Müphemlik’ (ambiquity), ‘olumsallık’ (contingency), ‘kalbî akıl’, ‘basiret ve feraset’, geleneksel dünyanın temel zihin kategorileriydi. Buradan derinlikli bir zihni kavrayış, iç-görü ve kendini anlama ve gerçekleştirme hayat stratejisi kolaylıkla çıkabiliyordu. Mücadeleyi ve azmi elden bırakmadan tevekkül ve teslimiyet içinde yaşama dengesini başarabiliyorlardı. ‘Kader’ ve ‘nasip’ gibi kavramları kesinlikle bizden daha çok ama mutlaka büyük ölçüde farklı bir içerikte kullanıyorlardı. Büyük ihtimalle ‘şans’, ‘talih’ gibi kavramları bizim kadar kullanmıyorlardı ve kesinlikle bir şans oyunları girdabında dönüp durmuyorlardı.

Modernlik, esasen ihtimallerin çanına ot tıkamak, belirsizlikten kurtulma arayışına son vermek amacıyla gündeme geldi. Nicelik, ölçme, olguculuk ve bunlara dayalı bilim, bu motivasyonun sonucu olarak yüceltildi. Tek-anlamlılık, tekdüzelik homojenizasyon ve teknik aklın ve teknolojinin egemenliği peşi sıra sökün etti. Kesinlik arayışı ve fanatizm, insan varoluşunu ve anlam arayışını bir mahzene kapatıp müphemlik ve olumsallığı olabildiğince yok edince insanın seçim iradesi, yeni ve umut dolu bir ihtimal arayışına ve maalesef bu arada özellikle psikolojik dünya ve kişilik yapısı olarak şans oyunlarına yöneldi.

Bir şans oyununun içindeymişiz hissi

İhtimal hesaplarının yanı sıra tüketim toplumunun çağrıları sürekli ‘fırsat’ ve “kazanma” temalarıyla hareket edince bir nevi tüm tercihlerimizin bir şans oyunun içindeymişiz hissini ortaya çıkardı.

İnsanlar eskiden de dünya hayatının oyun olduğunu düşünürdü ama biz onu âdeta bir şans oyuna çevirdik. Bireycilik ve bencillik, toplumun ‘sosyopati kutbu’ adını verdiğim adeta kendi aleyhine işleyen tarafı güçlendi. Hayat oyununu tevekkül ve dayanışma içinde, daha bir neşeyle oynayamaz hâle geldik.”

“Hayat Oyunu: Şans, Kader, Kumar” (Kapı Yayınları) kitabımızda modern zamanlarda şans oyunlarına yönelmenin neden arttığını, niye adeta hayatımızın kumara benzemeye başladığını anlatabilmek için bu tespitlerle başlamıştık.

Modernlik ve kapitalizmin bir yandan tüm ihtimalleri yani şansı bilinebilir hâle getirmeye, terbiye etmeye çalışırken bir yandan da tam tersi bir yönde ilerlediği, şans oyunlarını ve kumarı önceki zamanlarla kıyaslanmayacak derecede artırdığı söylenebilirdi. Modernlikle ve kapitalizmle birlikte ele almamız gereken, oyunun ve şansın aldığı yeni biçimleri de göz önünde bulundurmalı, yaşadığımız topluma ‘tüketim toplumu’, ‘risk toplumu’ gibi adlar verilmesinin üzerinde durmalıydık. Ama modern kapitalizm ortamında yaşamanın ve karar vermenin âdeta hayatın kendisini kumara çevirdiğini anlatabilmek için bu kavramlar yetmiyordu, yeni bir kavrama ihtiyaç vardı. Kanaatimce bu içeriği en iyi anlatan kavram, ‘portföy toplumu’…  Ivan Ascher’in aynı adla bir de kitap (Açılım Kitap) yazdığı bu kavram hem yaşadığımız toplumu hem de bu topluma göre biçimlenen günümüzde hemen hepimizin zihin işleyişimizi tasvir etmek için hayli elverişli.

Günümüzde kapitalizm bambaşka bir hal almış, Marx’ın tanımladığı üretim ilişkileri ve üretici güçler anlayışı köklü değişikliklere uğramıştır. Üretim artık kan ve terden değil finanslaşmanın sağladığı toplumsal ilişkilerden vücut bulmaktadır. Kredi, eşik altı kredi, hisse senedi, tahvil, türev işlemler, opsiyon gibi kavramları sadece üretim süreçlerinde yer alanlar veya piyasayı oluşturan ana güçler değil belli bir finansı olan hemen herkes bilmek ve riski en aza indirmeyi de amaçlayacak biçimde portföyünü yönetmek zorundadır. Sürekli olarak bazılarının daha güvenlikli olduğu bazılarının da savunmasız kaldığı bir tuhaf sistem sözkonusudur.  Bir yatırımcı portföyünü sadece elinde bulundurduğu menkul kıymetlerin kar ve zarar beklentilerinden oluşturmamakta, tüm riskleri de göz önünde bulundurarak hesap yapmaktadır. Finansal ilişkiler ve gündelik yaşam hiç olmadık biçimde iç içe geçmiştir; kredi notu herkesi ilgilendiren bir kavram haline gelmiştir.

İşte bu, toplumu artık porföy toplumu haline getirmiştir.

Sarayda ya da kulübede yaşamak

Karl Marx’ın insan ve toplum ile ilgili birçok eksik ve hatalı kavrayışı olduğunu düşünüyorum buna rağmen, insanın zihnine ve bilincine maddi yaşam pratiklerinin mutlaka etkide bulunacağı, yani insanın sosyal yaşamının sosyal bilincini belirleyeceği fikrinde haklı olduğu kanaatindeyim.

Ona göre bir sarayda ve bir kulübede yaşamak doğrudan doğruya insan zihnini değiştirici bir etkiye sahipti; bir sarayda ve bir kulübede aynı şekilde düşünülemezdi. Marx’ın bu fikri, Hz. Ali’nin “Neye inandığımız nasıl yaşadığımızı belirlemez. Nasıl yaşadığımız neye inandığımızı belirler” (Nehcü’l Belaga) sözüyle birlikte düşünüldüğünde çok geniş ve derin bir anlam kazanır ama şimdilik konumuzdan ayrılmayalım…

Kapitalizm, insanlık tarihinde üretim ilişkilerinin yepyeni bir hâli. Öncekilerle kıyaslayarak kapitalizmi anlamamız, mesela efendi-köle diyalektiğinden giderek kapitalist-işçi ilişkisini çözümlememiz mümkün değil. İster işçi ister patron ister ikisi birden dindar olsun, üretim sürecinin kendine has işleyen bir kuralı var. Bu kural, ‘doymak bilmez tamahkârlık ve dizginlenemez büyüme isteği.’

Marx, kapitalistin doymak bilmez tamahkârlığını “vampir metaforu” ile açıklamaya çalışıyor ve bu metaforu başta “Kapital” olmak üzere tüm külliyatına temel yapıyor. “Hece Dergisi”nin “Karl Marx Özel Sayısı”nda Mustafa Ertürk, vampir metaforunun Marx’taki anlam katmanlarıyla ilgili şunları söylüyor:

“Birinci düzlemde kapitalist ve burjuvaziyi temsil eder; ikinci düzlemde sermayenin bizatihi kendisini temsil eder; kapitalist ve sermayenin yaşayan-ölü veya “emekle yaşayan-ölü” olma hâlini temsil eder ve son olarak kapitalist ve sermayenin genişleme nosyonunu temsil eder. Toplumsal gerçekliği ekonomik gerçeklik dolayımıyla aslında metaforlaştıran Marx, döngüsel ve görünmez olan ekonomik gerçekliğin sermaye, emek ve sömürü ilişkisini görünür kılmaktadır.”

Gerçekten de vampir metaforu, kapitalist sermayenin ancak düzenli biçimde artarak hayatını sürdürebileceği gerçeğine tıpatıp uygun, sadece ona değil günümüzü en iyi biçimde tasvir ettiğini düşündüğümüz ‘portföy toplumu’ kavramına da…

Ancak “Portföy Toplumu” yazarı Ivan Ascher, Marx’ın Kapital’de yaptığı meta fetişizmine dair analizleri bugünün finans dünyasına uygulamanın sonucunda vampir metaforunun bile yetersiz kaldığı kanaatinde. Ascher, kapitalizmin vampirinin günümüzde artık “zombi”ye dönüştüğü sonucuna ulaşıyor.

Zombileşen insan

Ascher’e göre günümüzde finans piyasaları, toplumları allak bullak etmektedir, zira kapitalist üretim tarzı, kapitalist öngörü tarzına dönüşmüş, ekonomiye hükmedenler, üretimden öngörüye kaymışlar, ekonomiyi ve toplumsal alanı bir kumar salonuna çevirmişlerdir. Artık bir şeyler üretmenin veya doğrudan hizmet sağlamanın zorluklarıyla kimse uğraşmamaktadır. İnsanlar günümüzde risk toplumunun alt katmanlarına iştirak etmek, riski ve disiplini aşağı doğru dağıtırken işleyişini gizleyen bir sistemi desteklemek zorunda bırakılıyorlar.

Günümüzün finans kapitalizmi, Marx’ın çözümlemeye çalıştığı zamanlardan çok daha hızlı ve derin karmaşıklık içeriyor, kendi çelişkilerini toplumu büyüleyerek örtüyor.

Ascher, günümüz portföy toplumunda herkesin piyasaları, borsayı, dünya paralarını, petrol ve altın gibi değerli madenleri ve bitcoin fiyatlarını takip etmekten, sözüm ona en kârlı olana yatırım yapacağım derken asla denetleyemeyeceği bir süreçte oradan oraya atlayıp durduğunu ve âdeta zombileştiğini öne sürüyor.

Evet, bende aynı kanaatteyim; herkes gibi biz de adeta insanlıktan çıkıyor, zombileşiyoruz. Yaşadığımız toplum, piyasaları; moda, reklam ve halkla ilişkiler sektörleri aracılığıyla hayat planlarımızı, kararlarımızı ve seçimlerimizi yaparken neredeyse şans oyununa benzer bir zihin işleyişine bizi zorluyorlar.  Hayatlarımız her geçen gün giderek daha fazla kumar oyununa, zihinlerimiz her geçen gün giderek daha fazla kumarbazın zihnine benzemeye başlıyor. Günümüzde kumar sorunundaki ve kumarbazlık psikopatolojisindeki artışın tüm bunlarla bir ilişkili olduğunu tahmin ediyorum. Günümüzde yaşantılar ve zihniyet yapılarında ortaya çıkan bu değişimlerin, aslında kumar bağımlısının düşünme ve karar verme süreçlerinde de görülebileceğini düşünüyorum. “Kumar bağımlılığından mutazarrır olan kişi, hayatın kontrol edilemez yapısına, müphemliğine, insanın belli bir anda birçok farklı biçimde karar verme potansiyeline (olumsallığa) ezcümle belirsizliğe gösterdiği tahammülsüzlük ile modern zihnin daha fanatik bir taşıyıcısı gibi görünüyor” dersem, fazla iddialı bir cümle kurmuş olacağımı sanmıyorum.

Oyun, şans gibi kavramlar, piyasalar, gündelik hayatın içinde yaptığımız tercihler vs. nedeniyle şöyle ya da böyle hepimizi artık çok fazla şekilde ilgilendiriyorken “Nasıl oluyor da bazılarımızda şans oyunları bağımlılık yapıyor, hayatlarındaki en önemli hatta tek mesele haline gelebiliyor? sorusuna biz klinisyenler kafa yoralım.

Tamam bu noktada anlaşabiliriz ama yaşadığımız ‘portföy toplumu’nda kendimizin ve insan ilişkilerinin bir vampirinkinden ve zombininkinden ne kadar farklı oluğunu düşünüp ortaya koyma vazifesinden hiçbirimiz kendisinin muaf olduğunu zannetmesin!…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 13 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x