Deprem sadece jeolojik bir olay değil, sosyolojik ve psikolojik boyutu olan bir afet zira, insan ve toplumları sosyal, ekonomik, kültürel açıdan olumsuz etkiliyor, depremzedeler de travma sonrası stres bozukluğu depresyon ve çaresizlik hissediyor.
6 Şubat 2023’deki Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden iki yıl geçti. 50 bine yakın kişi vefat etti, binlercesi yaralandı. Depremlerin ikinci yıldönümünde vefat edenleri rahmetle anıyorum. Yaralı ve engelli kalanları saygılarımla selamlıyorum.
Bu yazının başlığındaki “Sesimi duyan var mı?” ibaresi iki anlam taşıyor: Biri, depremde enkaz altında kalanların çığlığının sembolü; ikincisi depremin ikinci yıldönümünde afeti unutmadığımızın ve depremlerin sürekli olarak yaşanabileceğini hatırlatmak amaçlı.
Türkiye’nin bir deprem kuşağında olması gerçeğini aklımızdan çıkarmadan hayat alanlarımızı oluşturmamız gerekiyor. Sosyolojideki “risk toplumu” teorisi deprem, sel, yangın vb. felaketlerin her an olabileceğini ve toplumların bu gerçeklerle yaşamaları gerektiğini vurgular.
AFAD verilerine göre 2023 yılında bütün Türkiye’de 74 bin 232 deprem oldu, bunların bir kısmı artçı sarsıntılardı. 2025 yılı ilk ayında tüm Türkiye’de meydana gelen 2 bin 833 depremin 453’ü Malatya’daydı.[1] Deprem fırtınası olarak tanımlanan bu depremler yaşanan travmanın sürekliliğini oluşturma riski taşıyor.
4:17’de karla kaplı sokaklarda
Bu satırların yazarı olarak ben de 6 Şubat depremlerini evde Malatya’da yaşadım. Duvarların patlama ve çatırdama sesi halen kulağımda. O anı hatırladıkça kelimeler boğazımda düğümleniyor ve gözlerim doluyor.
Deprem olduğunda iki gündür yağan kar ile hava gündüz eksi 5 derece ve gece eksi 15 derecede idi. Sabaha karşı herkes uykusunda iken 04.17’de yaşanan deprem sonrası evleri yıkılmadıysa herkes pijamaları ve ayakları yalınayak karla kaplı sokaklara çıktı. Karanlık bir havada ve soğuk karın üzerinde beklemek ve çevrede çöken apartmanları görmenin verdiği şok kelimelerle anlatılamaz.
Enkaz altında kalanlar ve dışarda soğukta bekleyenler, sürekli ambulans ve itfaiyenin siren sesleri eşliğinde geçmek bilmeyen dakika ve saatler.
Psikolojik ve sosyolojik travma
Depremzedelerin depremi nasıl betimledikleri ile ilgili yapılan sosyolojik araştırmaya göre, büyük bir çoğunluğu kıyamet benzetmesi yapıyor.[2] Bir dakikada bütün varlığını yitiren, gözleri önünde apartmanların yıkıldığı, çaresiz, kimsesiz, umutsuz kalınan “an”, hayatın ve dünyanın sonunu imleyen “kıyametten” başka bir kelime ile anlatılamazdı. Aile, akraba, arkadaş ve sevdiklerini kaybetmenin, evsiz barksız kalmanın kıyameti çağrıştırması doğal. Her şeyin sıfırlandığı, bittiği bir an, hiçbir şeyin anlamının olmadığı kaos ortamı “kıyameti” ifade eder.
Sosyal medyada paylaşılan şu dizeler, travmanın boyutlarını ve psikolojik kırılganlığı dışa vuruyor. [3]
“Kayısı çiçeklerine söyleyin baharın telaşına kapılmasın.
Baharı yok bu sene memleketin.
Ve kırlarda koşacak çocuk sesleri yok.
Kuru bir ayaz var memlekette.
Ve mücevher gibi cam kırıkları…”
Alıştığı güvenli yaşam tarzından bir anda kopan bireyler ve toplumlar doğal olarak şok ve travma yaşarlar. Travma sonrası stres bozukluğu iki ay yoğun yaşanabilir. İki aydan fazla süren travma sonrası stres bozukluğunun tedavi edilmesi gerekir. Stres oranları azalsa da her depremi anımsatan uyarıcı stresin nüksetmesini de beraberinde getirebilir. Tıpkı, 1999 depreminden kurtulanların 24 yıl sonra 6 Şubat 2023 depremlerini televizyonlardan izleyerek travma sonrası stres belirtileri göstermeleri gibi.
İşi, ailesi, komşularından ayrı kalan ve gündelik hayat pratikleri değişen bireyler, sosyolojik travma yaşar. Sosyal bir varlık olduğu için sosyal çevresi ile var olur. Sosyal sermaye ve sosyal ilişki ağı insana güvenli bir yaşam sunar. Deprem ile sosyal sermayesi yara alan bireyler, sosyolojik açıdan güvensizlik, anlamsızlık bağlamında sosyolojik bir sorun olan anomi (kuralsızlık) ve yabancılaşmaya düşerler. Güvendikleri toprak ayaklarının altından kaymış, evleri başlarına yıkılmıştır. Hiçbir şeyin anlamı yoktur. Artık kimseye güven duyamamaktadırlar. Hayatın anlamı kalmamıştır. Yıllardır biriktirdikleri ile sahip oldukları evleri ve eşyaları enkaz altında kalmıştır veya kurtarabildikleri eşyaları koyacakları mekân bulma sorunu yaşamaktadırlar. Bu durum da her şeye ve herkese karşı güvensizlik oluşturur.
Deprem Tanrı’nın verdiği ceza mı?
İnsanlar, depremler gibi yıkıcı felaketlerde, başlarına gelenleri günahlarının bir sonucu olarak Tanrı’nın cezası şeklinde aklileştirme eğilimindedir. 1999 Körfez Depremi ve 2023 depremlerinde de afetlerin insanların hatalarına karşı ilahi bir ceza olarak yorumlandığı görülmüştü.
Depremin insanın günahlarına karşı Tanrı tarafından verilen bir ceza olduğu aklileştirilmesine, 1755 yılında meydana gelen Lizbon Depremi’nden sonra da rastlanmıştı. Ancak, felaket sırasında 40 kiliseden 35’inin yıkılması, buna karşılık genelevlerin yıkılmaması ve mahkumların hayatta kalması gibi olaylar, geride kalan insanların Tanrı’yı ve kiliseyi sorgulamasına neden olmuştu. Genelevin yıkılmayıp kiliselerin yıkılmasının nedeni, kiliselerin yumuşak zemine, genelevlerin olduğu bölgelerin sağlam zemine yapılmış olmasından kaynaklanmaktaydı ve bu gerçek, daha sonra ortaya çıkacaktı.
Aynı durum, Malatya ve diğer iller için de bir gerçeklik. Malatya’da Beydağı eteklerine yapılan TOKİ evleri depremden etkilenmezken veya çok hafif etkilenirken, şehrin en pahalı ve lüks binalarının bulunduğu Fahri Kayahan Bulvarı ve Bostanbaşı yerleşimindeki evler ağır hasar aldı veya yıkıldı. Kent sosyolojisi açısından kentlerin dağ eteklerine kurulması hem depreme karşı sağlam alanlar olması hem de şehrin verimli tarım arazilerinin tarım için kullanılması açısından öneriliyor. Zira tarım arazileri yumuşak zemin olduğu için sıvılaşmaya neden oluyor depremde üzerindeki binalar yıkılıyor. Bu acı tecrübeyi hem Malatya hem de 6 Şubat depremlerinden etkilenen diğer 10 il yaşadı.
Sorumlu: patronaj
Yaptığımız araştırmada depremzedeler, yıkılan binaların sorumlusu veya suçlusu olarak hem belediyeleri hem de müteahhitleri görüyor. Katılımcıların ifadelerinden en fazla ön plana çıkan temalar ise, kalitesiz malzeme kullanımı, binaların yapıldığı zeminin uygun olmaması, yeterli denetimlerin yapılmaması ve yeterli donanıma sahip olmayan kişilerin ekonomik kazancından dolayı müteahhitlik yapması olarak sıralanıyor.
Türkiye’nin sosyolojisini açıklayan kavramlardan birisi patronaj. İster yerel yönetim ister merkezi yönetim olsun iktidara gelen siyasi kadrolar kendi yandaşlarını istihdam ediyor. Patronaj veya himayecilik Türkiye’nin sosyolojisinde problem oluşturuyor zira birbirini tanıyan ve kollayan görevliler “adam kayırmacılık” ve “rüşvet” sarmalında kanunları tam olarak uygulamıyor. Müteahhitler, belediyeden imar iznini alsalar bile, belediyenin denetim yapmasının gerekliliği acı bir şekilde görülüyor.
Depremin sonrası
Deprem iç ve dış göçler de yaratıyor. Hırsızlık başta olmak üzere suç oranlarında artışa, ailelerin parçalanmasına, ekonomik krizlere yol açıyor. Malatya’da her gün yaşanan trafik kazası, silahlı saldırı, intihar eylemlerindeki artışı mahalli gazetelerden izlemek mümkün. Dezavantajlı grupların hayata tutunmasında sorunlar oluşuyor.
Depremden sonra Malatya’dan başka kentlere göç olurken, Malatya’ya da dışardan özellikle inşaat sektöründe çalışmak üzere yoğun göç yaşandı. Zaten ucuz işgücü oldukları için inşaat sektöründe Suriyeli göçmenler çalışıyor. Dolayısıyla deprem bölgelerinin nüfus yapısı da değişiyor.
Parçalanmış aileler
Ailedeki can kayıpları ve depremden dolayı farklı şehirlere göç eden aile bireyleri bağlamında “parçalanmış aile” oranları artıyor. Ailede özellikle çocuklar, yaşlılar ve engelliler depremden olumsuz etkileniyor.
Deprem karşısında psikolojik tepkilerde bireyler ya kaçarlar, ya savaşırlar ya da donar kalırlar. Çocuklarda çoğunlukla donma, yani hiçbir tepki vermeden susma görülüyor. Deprem travması sonrası yas tutmak doğaldır ve gereklidir. Ağlamak ayıp değildir.
Travma sonrası stres bozukluğundan kurtulmanın en önemli unsuru, aile dayanışmasıdır. Bir arada bulunan aile bireyleri sevgi, güven ve dayanışma ile hayata tutunurlar.
Tek çare zihniyet değişimi
Sonuç olarak Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Nasıl Japonya deprem gerçeği ile depreme dirençli kentler kuruyorsa, 1755 Lizbon depreminden sonra yeni bir şehir kurulmuşsa, 1939 Erzincan depreminden sonra az katlı yatay bir şehir kurulmuşsa “yeni kentleşme ve mimari tarzına” geçmek zorundayız. Türkiye, Sanayi Devrimi’ni 150 yıl geriden izlese de yanlış modernleşmeyi izleyip kalitesiz ve sağlam olmayan beton yığını gökdelenler yapmayı gelişme olarak görüp kendini kandırıyorsa da her yaşanan olumsuzluktan ders çıkarmak zorunda. Sadece hukuki anlamda yasalar ve yönetmelikler çıkarmakla sorun çözülmüyor. Tıpkı, deprem yönetmeliğine uygun binalar yapılması ve göstermelik denetiminde olduğu gibi, Bolu Kartaltepe’de bir otelde çıkan yangında, yangın söndürme sisteminin olmaması ve denetlenmediği için 78 kişinin ölmesi gibi, kadına yönelik şiddeti önlemek için dünyadaki en çağdaş 6284 Sayılı kanuna rağmen her gün kadınların eşi ve yakını tarafından öldürülmesi gibi.
Önce sosyolojimizi düzeltmemiz lazım. Zihniyetimizi dönüştürmek zorundayız. İş ahlâkı ve sorumluluk, insana saygı ve değer vermek önceliğimiz olmalı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 5 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.
[1] https://deprem.afad.gov.tr/event-statistics (Erişim tarihi: 29.01.2025)
[2] Bayhan, V., & Yasuntimur, A. (2024). “Deprem, kıyameti yaşamak gibidir”: 6 Şubat 2023 deprem mağdurlarının deneyimleri üzerine bir çalışma (Malatya örneği). Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 14(3), 1416-1437.
[3] Bayhan, V., & Yasuntimur, A. (2024). “Deprem, kıyameti yaşamak gibidir”: 6 Şubat 2023 deprem mağdurlarının deneyimleri üzerine bir çalışma (Malatya örneği). Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 14(3), 1416-1437.