Süleyman Demirel: İslamköy’den Çankaya’ya bir siyaset adamının yolculuğu

Türkiye’nin merhum cumhurbaşkanlarından ve başbakanlarından “6 kez gidip 7 kez gelen” Demirel’i siyasetin düz ve renksiz çerçevesinin içine oturtmak neden pek mümkün değildi? Onu çağdaşlarından ayıran özellikleri neydi? Türk siyasal hayatına nasıl bir miras bıraktı? Doç. Dr. Süleyman Aşık yazdı.

Kimilerine göre Türk siyasetinin en renkli simalarından, kimilerine göre statükonun savunucularından… 91 yıllık bir ömrün (1924-2015) neredeyse 40 yılı aktif siyasette geçen Süleyman Demirel tek bir açıdan ele alınıp değerlendirilebilecek bir siyasetçi değil. Uzun siyasi hayatındaki farklı eylem ve söylemler, “Dün dündür, bugün bugündür” anlayışıyla izlediği politikalar onu tanımaya ve anlamaya çalışırken aklımızın bir köşesinde mutlaka bulunması gerekiyor.

Siyasi yaşamının bu yazının boyutlarına sığması mümkün olmayan Demirel, Türk siyasi hayatının hem siyah beyazlı döneminde hem renkli fotoğraf karesinde hem radyo ve TV’li günlerinde hem de internet çağında var olmuş ve Türkiye siyasetine yön vermiş bir portre…

Darbelere maruz kalan da, demokrasi mücadelesi veren de, yeri geldiğinde darbeye karşı set çekmemekle itham edilen de aynı siyasetçiydi. Siyasetini pragmatik bir anlayış üzerine oturtması ve kendi geleceğini öncelemesi, önce sert bir şekilde karşı çıktığını sonra savunur durumda olması; dönem dönem “arkasına bakmadan çekip gittiği” eleştirileri Demirel’in yol hikâyesini düz bir zeminde değerlendirmeyi pek mümkün kılmıyor.

Demirel’i bilmek demek, Türkiye’nin yakın dönem siyasi tarihini bilmek demek… O tam olarak bilinmeden yakın dönem Türk siyasi tarihi de yeterince bilinemez. Çünkü o kimilerine göre “Cumhuriyet’in hafızası”, kimilerine göre ise “kara kutusu…”[1] Ama şu ifadesi de sadece kendinin değil, tarihin de tam olarak bilinmesinin pek kolay hatta mümkün olmadığına işaret ediyor: “Tarih doğruyu yazmaz ki, Türkiye’de daha tarih doğruyu yazmadı. Çünkü Türkiye’de devirler kendilerinden evvelki devirler üzerine mürekkep dökerler. Devirler kendilerini, kendi icraatları ile ibra edecekleri yerde, bir evvelki devri kötüleyerek ibra etmeye çalışırlar.”[2]

Demirel’i tanıma kılavuzu

Yıl 1924… Cumhuriyet henüz bir yaşında… Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de bir çocuk dünyaya geldi: Süleyman Sami Demirel. Çocukluğunun geçtiği yıllar ve coğrafya ona hayatta kalmayı öğretirken, ileriki yıllarda “kısa vadeli faydacılık, bir günü kurtarma çabası”[3] içerisinde bir hayat anlayışını da yerleştirdi.

Neredeyse Cumhuriyet ile yaşıt olan Süleyman Demirel, kendi ifadesiyle “mütevazı bir Anadolu köylüsü”[4] olup ailesine ait hayvanların çobanlığını yaparak bir taraftan hayat tecrübesi kazandı, diğer taraftan, okuma azmi sayesinde girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu.

Daha 32 yaşında Başbakan Adnan Menderes’in bürokratı olarak Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü göreviyle bürokraside merdivenleri hızla tırmanmaya başladı. Bu dönem onu adeta siyasi hayata hazırlayacaktır. Yaptığı baraj projeleri ile başarılı bir bürokrat portresi çizen Demirel için 1964 yılındaki Adalet Partisi (AP) Genel Başkanlığı kongre sürecinde Hürriyet gazetesi “Baraj Kralı” başlığını atacaktır.[5]

27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra, Demokrat Parti’nin (DP) varisi olarak kurulan AP’de 1962’de siyasete atılan Demirel, 1963’te AP Genel Merkezi, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gençlik teşkilatının da içinde yer aldığı bir grup tarafından taşlandığında, Türkiye’de henüz “uzun bir süre” siyaset yapılabilecek demokratik bir zeminin bulunmadığı gerekçesiyle istifa etti.[6] İşte yazının başında yer alan kendisinin “Dün dündür, bugün bugündür” veciz anlayışının bir tezahürü şeklinde 1964 yılında AP kongresinde genel başkan seçilerek, “uzun süre”den kastının ne olduğunu da gösterdi! Dolayısıyla, Demirel’i tanımak demek, kılavuzu her iki yönünden de okumak demektir!

Darbeli demokrasi ve Demirel

27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sadece beş yıl sonra Başbakanlık koltuğuna oturan Süleyman Demirel’i zorlu yıllar bekliyordu. Askerî vesayetin hâlâ gölgesini hissettirdiği bir atmosferde Demirel temkini elden bırakmayan bir siyaset izledi. Haksız da değildi. Zira Giresun’daki bir mitingde kendisine iletilen bir notta “Menderes’i astık, seni de asarız” yazmaktaydı. İşte böyle bir ortamda eski DP’lilerin siyasi haklarının iadesi konusunda askeri değil, eski DP’lileri ve onların yakınlarını karşısına aldı ve 1969’daki bir açıklamasında “Türk siyasi hayatı başkası için kahramanlık yapacağız diye kendimizi damdan pencereden atmayı gerektirmez”[7] dedi. Bu ifadeler tabii ki idamları görmüş ve yakınları cezaevinde kalmış kesimler için oldukça rahatsız ediciydi. Ama pragmatist Demirel açısından ise o gün hem kendi can güvenliği hem Türk demokrasisinin yoluna devamı için bu yaklaşım doğruydu. Bunu yıllar sonra şöyle izah edecekti:

“Siyasi haklar tartışması var, siyasi haklar 69’da iade edilecek ve Cumhurbaşkanı diyor ki ‘Sakın ola bunu şimdi yapma.’ Bana diyor. ‘Niye?’ ‘Çok kötü haberler alıyorum, yapma şimdi bunu.’ Ben kalkıp bir yere gidivereyim. Şimdi ben ne yapayım? Efelik yapsam, bir şey olsa ‘Kardeşim biz seni idareci diye getirdik oraya. Üç gün sonra olsaydı, yani idare etseydin bunu,’ yani onu diyecek. Bir şey olmasa, yani yapmasam ‘Bak yapamadı, korktu’ filan. Efeliğe gelen bir iş değil bu. İhtilal şartlarından sonra bir ülkeyi yönetmek gayet zordur ve her istediğiniz olmuyor, bugüne şükretmek lazım. Gene bugüne şükretmek lazım.”[8]

Türkiye’de demokrasinin düşe kalka ilerlediği yıllarda asker bir kez daha kendini siyasilere “hatırlattığında” bu kez Başbakanlık makamında Süleyman Demirel vardı. 12 Mart 1971’deki askerî muhtıraya doğrudan muhatap olan Demirel, muhtıraya giden süreçte askerin siyasetten el çekmesini önleyememe gibi zafiyetleri olsa da[9] yaşananları değerlendirdikten sonra istifa etti ve “şapkasını alıp gitti.” Demirel dendiğinde ilk akla gelen düşüncelerden biri olan bu söz için kendisi şöyle demiştir: “İstifayı yazdım ve çıktım. Ne yani evime giderken şapkamı Başbakanlık’ta mı bıraksaydım?”[10] Bu tür “izahı olmayan şeylerin mizahı olur” türünden sözleri Demirel’in sözlüğünde bolca bulmak mümkündür.

Bu muhtıradan dokuz yıl sonra gerçekleşen 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nde de Başbakanlık koltuğunda yine Demirel oturuyordu. Gerçi dönemin diğer liderleri de otursa darbenin olmama ihtimali yoktu! Ancak meseleye Demirel açısından bakıldığında, askerî vesayetle bir kez daha karşılaştığını görmekteyiz. 12 Eylül 1980’e giden süreçte tüm siyasi aktörlerin ihmal, yetersizlik, inatlaşma gibi pek çok negatif etkisi sayılabilirse de hiçbiri darbeyi meşru kılamaz. İşte Demirel, Türkiye’nin bu ağır aksak ilerleyen demokrasisini bir kaplumbağaya benzetmiş ve şu fıkra ile Türk demokrasinin o yıllardaki halini izah etmiştir:

“Kaplumbağa, hacca gitmeye niyetlenmiş… Yola çıkmış.

Köyün birinden geçerken… Kaplumbağaya sormuşlar:

– Sen bu çarpık ayaklarla hacca nasıl gideceksin?

Kaplumbağa, ‘Gideceğim gitmesine de’ demiş:

– Bazı köylerde veletler beni ters çevirmiyorlar mı? Zaman kaybediyorum.

Demirel bu fıkrayı anlatmış ve şöyle demiştir:

– Türkiye demokrasiyi başaracak başarmasına da… Bu darbeler, muhtıralar, siyasete müdahaleler olmasa… Zaman kaybettiriyor.”[11]

Tabii yine yazının başındaki ifadeyi hatırlayacak olursak, Demirel’in eylem ve söylemlerinde zaman zaman farklılıklar olmuştur. Bunda dönemin konjonktürünün etkisinden de pekala söz edilebilir. Fakat kendisi 1972’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarıyla ilgili Meclis’te yapılan oylamada evet oyu kullanarak sol kesimin,[12] Cumhurbaşkanı olduğu dönemde gerçekleşen 28 Şubat 1997’deki post-modern darbede ise muhafazakâr kesimin tepkisini çekmiştir.

Anadolu köylüsü olarak başladığı hayat yolculuğunda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak zirveyi gören Süleyman Demirel, bu makamda partisi Doğru Yol’un rozetini çıkarsa da siyasetteki tartışmaların uzağında değildi.

Tabii 1993-2000 yılları arasında kaldığı bu görevde yukarıda da belirtildiği üzere, muhafazakâr kesimin tepkisini çekti. Yıllarca oy aldığı kesimlerin hassasiyetini gözetmemekle itham edildi ve çokça eleştirildi. Birçok hükümet krizinin ortasında kalan, genel başkanlığını yaptığı Doğru Yol Partisi’nin (DYP) kendisinden sonraki genel başkanı Tansu Çiller ile zaman zaman çatışan bir profil çizdi.

2000 yılında görev süresinin bitimine yakın,[13] Başbakan Bülent Ecevit’in koalisyon hükümeti tarafından, yeniden seçilebilmesi tartışmalarının odağındaki kişiydi. Bu yaklaşım, daha önce iki kez askerî müdahaleye maruz kalan Demirel’in müesses nizamın kendisini “makbul” bir devlet adamı olarak gördüğü şeklinde okunabilir. Ama neticede bu formül gerçekleşmedi ve Demirel’in aktif siyasi hayatı sonlandı.

Demirel’den renkli izler

Türk siyasi hayatında uzun yıllar politikada var olan, “6 kez gidip 7 kez gelen” Demirel’i siyasetin düz ve renksiz çerçevesinin içine oturtmak pek mümkün değil! O bir nevi Türk siyasetinin “Nasrettin Hoca”sı. Hazır cevaplılığı, nükteleri, fıkraları; Türkiye’nin var olan sorunlarını esprili bir dille değerlendirmesi onu çağdaşlarından ayıran özelliklerinden…

Türk toplumunun sosyolojisini en iyi bilen isimler arasında değerlendirilse yanlış olmaz kanaatimizce. Örneğin, kendisiyle özdeşleşen “yollar yürümekle aşınmaz!” sözü, bazen kitlelerin tepkisini dindirmek için izlenen bir yolu gösteriyor. Kendi taraftarlarından birinin yürüyüş yapan gençleri “susturması” isteğine, “Gösteri ve yürüyüş Anayasa ile teminat altına alınmış bir haktır. Bırakın yürüsünler. Tabanları yanana kadar yürüsünler. Yollar yürümekle aşınmaz. Yeter ki kırma dökme olmasın. Vatandaşın ve devletin malı tahrip edilmesin” şeklinde cevap vermiştir.

Bir keresinde de 1970’te Konya’da vatandaşlara icraatlarını anlattığı sırada bir vatandaşın “Bubanın parasıynan mı yaptın?” çıkışına, “Milletin parasıyla yaptım. Sizin verginizle. Ama benden öncekiler yapamadılar, ben yapıverdim. Anladın mı?” diye karşılık vermiş ve o vatandaş da Demirel’i alkışlamıştır.[14]

Son söz… Süleyman Demirel bir siyaset okulu… Başarılar da başarısızlıklar da bu okulda fazlasıyla var. Yaptıkları kadar yapmadıkları ile de yargılanan, seveni kadar sevmeyeni de az olmayan bir Türkiye gerçeği… Kalkınma hamleleriyle Türkiye’de büyük dönüşümlere imza atan, vatandaşla yakın bağlar kurabilen ama özellikle Cumhurbaşkanlığı döneminde statükoyu savunur bir pozisyon benimsemesi Demirel’i tanırken bilinmesi gereken hususlar… Sanırım yıllar geçtikçe ve tarihin tozlu sayfaları karıştırıldıkça Demirel ile ilgili kanaatler daha sağlıklı bir şekilde oluşacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Haziran 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Yavuz Donat, Cumhuriyet’in Kara Kutusu Süleyman Demirel Anlatıyor, Merkez Kitapçılık, İstanbul 2005.

[2] Tanıl Bora, Demirel, İletişim Yayınları, İstanbul 2023.

[3] Murat Arslan, Süleyman Demirel, İletişim Yayınları, İstanbul 2019.

[4] Ayşegül Komsuoğlu, Siyasal Yaşamda Bir Lider: Süleyman Demirel, Bengi Yayınları, İstanbul 2008.

[5] Hürriyet, 5 Kasım 1964.

[6] Ercan Karakoç, “Demirel, Süleyman Sami”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,2. Baskı, Ek-1.

[7] Tanel Demirel, “Süleyman Demirel”, Türkiye’nin 1960’lı Yılları, Editör: Mete Kaan Kaynar, İletişim Yayınları, İstanbul 2017.

[8] Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, Cilt: 1, TBMM 2012.

[9] Tanel Demirel, “Süleyman Demirel”, Türkiye’nin 1960’lı Yılları, Editör: Mete Kaan Kaynar, İletişim Yayınları, İstanbul 2017.

[10] Off The Record Yavuz Donat Kitabı, Söyleşi: Şebnem Bursalı, Turkuaz Yayıncılık, İstanbul 2019.

[11] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/donat/2023/09/13/sayin-cumhurbaskanim (11.06.2024)

[12] Süleyman Demirel o dönem sadece AP Genel Başkanı olup Başbakanlık makamında Nihat Erim bulunmaktaydı.

[13] O dönem cumhurbaşkanları bir kereliğine yedi yıl için Meclis tarafından seçilmekteydi.

[14] Off The Record Yavuz Donat Kitabı, Söyleşi: Şebnem Bursalı, Turkuaz Yayıncılık, İstanbul 2019.

Süleyman Âşık
Süleyman Âşık
Doç. Dr. Süleyman Âşık - Lisans eğitimini 2005-2010 yılları arasında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde aldı. 2013 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Programı’nda yüksek lisans eğitimini “Türk Otomobil Tarihinde Bir İlk: Devrim Arabası” adlı çalışma ile tamamladı. 2018 yılında, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Programı’nda yürüttüğü, “Türkiye’de Demokrasinin Yeniden İnşası Sürecinde Anavatan Partisi (1983-1991)” adlı çalışmayı bitirerek Tarih doktoru unvanını aldı. Ağırlıklı olarak Türk siyasi hayatı ve basın tarihi üzerine bilimsel çalışmaları bulunuyor. İzmir Bakırçay Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Süleyman Demirel: İslamköy’den Çankaya’ya bir siyaset adamının yolculuğu

Türkiye’nin merhum cumhurbaşkanlarından ve başbakanlarından “6 kez gidip 7 kez gelen” Demirel’i siyasetin düz ve renksiz çerçevesinin içine oturtmak neden pek mümkün değildi? Onu çağdaşlarından ayıran özellikleri neydi? Türk siyasal hayatına nasıl bir miras bıraktı? Doç. Dr. Süleyman Aşık yazdı.

Kimilerine göre Türk siyasetinin en renkli simalarından, kimilerine göre statükonun savunucularından… 91 yıllık bir ömrün (1924-2015) neredeyse 40 yılı aktif siyasette geçen Süleyman Demirel tek bir açıdan ele alınıp değerlendirilebilecek bir siyasetçi değil. Uzun siyasi hayatındaki farklı eylem ve söylemler, “Dün dündür, bugün bugündür” anlayışıyla izlediği politikalar onu tanımaya ve anlamaya çalışırken aklımızın bir köşesinde mutlaka bulunması gerekiyor.

Siyasi yaşamının bu yazının boyutlarına sığması mümkün olmayan Demirel, Türk siyasi hayatının hem siyah beyazlı döneminde hem renkli fotoğraf karesinde hem radyo ve TV’li günlerinde hem de internet çağında var olmuş ve Türkiye siyasetine yön vermiş bir portre…

Darbelere maruz kalan da, demokrasi mücadelesi veren de, yeri geldiğinde darbeye karşı set çekmemekle itham edilen de aynı siyasetçiydi. Siyasetini pragmatik bir anlayış üzerine oturtması ve kendi geleceğini öncelemesi, önce sert bir şekilde karşı çıktığını sonra savunur durumda olması; dönem dönem “arkasına bakmadan çekip gittiği” eleştirileri Demirel’in yol hikâyesini düz bir zeminde değerlendirmeyi pek mümkün kılmıyor.

Demirel’i bilmek demek, Türkiye’nin yakın dönem siyasi tarihini bilmek demek… O tam olarak bilinmeden yakın dönem Türk siyasi tarihi de yeterince bilinemez. Çünkü o kimilerine göre “Cumhuriyet’in hafızası”, kimilerine göre ise “kara kutusu…”[1] Ama şu ifadesi de sadece kendinin değil, tarihin de tam olarak bilinmesinin pek kolay hatta mümkün olmadığına işaret ediyor: “Tarih doğruyu yazmaz ki, Türkiye’de daha tarih doğruyu yazmadı. Çünkü Türkiye’de devirler kendilerinden evvelki devirler üzerine mürekkep dökerler. Devirler kendilerini, kendi icraatları ile ibra edecekleri yerde, bir evvelki devri kötüleyerek ibra etmeye çalışırlar.”[2]

Demirel’i tanıma kılavuzu

Yıl 1924… Cumhuriyet henüz bir yaşında… Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de bir çocuk dünyaya geldi: Süleyman Sami Demirel. Çocukluğunun geçtiği yıllar ve coğrafya ona hayatta kalmayı öğretirken, ileriki yıllarda “kısa vadeli faydacılık, bir günü kurtarma çabası”[3] içerisinde bir hayat anlayışını da yerleştirdi.

Neredeyse Cumhuriyet ile yaşıt olan Süleyman Demirel, kendi ifadesiyle “mütevazı bir Anadolu köylüsü”[4] olup ailesine ait hayvanların çobanlığını yaparak bir taraftan hayat tecrübesi kazandı, diğer taraftan, okuma azmi sayesinde girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu.

Daha 32 yaşında Başbakan Adnan Menderes’in bürokratı olarak Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü göreviyle bürokraside merdivenleri hızla tırmanmaya başladı. Bu dönem onu adeta siyasi hayata hazırlayacaktır. Yaptığı baraj projeleri ile başarılı bir bürokrat portresi çizen Demirel için 1964 yılındaki Adalet Partisi (AP) Genel Başkanlığı kongre sürecinde Hürriyet gazetesi “Baraj Kralı” başlığını atacaktır.[5]

27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra, Demokrat Parti’nin (DP) varisi olarak kurulan AP’de 1962’de siyasete atılan Demirel, 1963’te AP Genel Merkezi, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gençlik teşkilatının da içinde yer aldığı bir grup tarafından taşlandığında, Türkiye’de henüz “uzun bir süre” siyaset yapılabilecek demokratik bir zeminin bulunmadığı gerekçesiyle istifa etti.[6] İşte yazının başında yer alan kendisinin “Dün dündür, bugün bugündür” veciz anlayışının bir tezahürü şeklinde 1964 yılında AP kongresinde genel başkan seçilerek, “uzun süre”den kastının ne olduğunu da gösterdi! Dolayısıyla, Demirel’i tanımak demek, kılavuzu her iki yönünden de okumak demektir!

Darbeli demokrasi ve Demirel

27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sadece beş yıl sonra Başbakanlık koltuğuna oturan Süleyman Demirel’i zorlu yıllar bekliyordu. Askerî vesayetin hâlâ gölgesini hissettirdiği bir atmosferde Demirel temkini elden bırakmayan bir siyaset izledi. Haksız da değildi. Zira Giresun’daki bir mitingde kendisine iletilen bir notta “Menderes’i astık, seni de asarız” yazmaktaydı. İşte böyle bir ortamda eski DP’lilerin siyasi haklarının iadesi konusunda askeri değil, eski DP’lileri ve onların yakınlarını karşısına aldı ve 1969’daki bir açıklamasında “Türk siyasi hayatı başkası için kahramanlık yapacağız diye kendimizi damdan pencereden atmayı gerektirmez”[7] dedi. Bu ifadeler tabii ki idamları görmüş ve yakınları cezaevinde kalmış kesimler için oldukça rahatsız ediciydi. Ama pragmatist Demirel açısından ise o gün hem kendi can güvenliği hem Türk demokrasisinin yoluna devamı için bu yaklaşım doğruydu. Bunu yıllar sonra şöyle izah edecekti:

“Siyasi haklar tartışması var, siyasi haklar 69’da iade edilecek ve Cumhurbaşkanı diyor ki ‘Sakın ola bunu şimdi yapma.’ Bana diyor. ‘Niye?’ ‘Çok kötü haberler alıyorum, yapma şimdi bunu.’ Ben kalkıp bir yere gidivereyim. Şimdi ben ne yapayım? Efelik yapsam, bir şey olsa ‘Kardeşim biz seni idareci diye getirdik oraya. Üç gün sonra olsaydı, yani idare etseydin bunu,’ yani onu diyecek. Bir şey olmasa, yani yapmasam ‘Bak yapamadı, korktu’ filan. Efeliğe gelen bir iş değil bu. İhtilal şartlarından sonra bir ülkeyi yönetmek gayet zordur ve her istediğiniz olmuyor, bugüne şükretmek lazım. Gene bugüne şükretmek lazım.”[8]

Türkiye’de demokrasinin düşe kalka ilerlediği yıllarda asker bir kez daha kendini siyasilere “hatırlattığında” bu kez Başbakanlık makamında Süleyman Demirel vardı. 12 Mart 1971’deki askerî muhtıraya doğrudan muhatap olan Demirel, muhtıraya giden süreçte askerin siyasetten el çekmesini önleyememe gibi zafiyetleri olsa da[9] yaşananları değerlendirdikten sonra istifa etti ve “şapkasını alıp gitti.” Demirel dendiğinde ilk akla gelen düşüncelerden biri olan bu söz için kendisi şöyle demiştir: “İstifayı yazdım ve çıktım. Ne yani evime giderken şapkamı Başbakanlık’ta mı bıraksaydım?”[10] Bu tür “izahı olmayan şeylerin mizahı olur” türünden sözleri Demirel’in sözlüğünde bolca bulmak mümkündür.

Bu muhtıradan dokuz yıl sonra gerçekleşen 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nde de Başbakanlık koltuğunda yine Demirel oturuyordu. Gerçi dönemin diğer liderleri de otursa darbenin olmama ihtimali yoktu! Ancak meseleye Demirel açısından bakıldığında, askerî vesayetle bir kez daha karşılaştığını görmekteyiz. 12 Eylül 1980’e giden süreçte tüm siyasi aktörlerin ihmal, yetersizlik, inatlaşma gibi pek çok negatif etkisi sayılabilirse de hiçbiri darbeyi meşru kılamaz. İşte Demirel, Türkiye’nin bu ağır aksak ilerleyen demokrasisini bir kaplumbağaya benzetmiş ve şu fıkra ile Türk demokrasinin o yıllardaki halini izah etmiştir:

“Kaplumbağa, hacca gitmeye niyetlenmiş… Yola çıkmış.

Köyün birinden geçerken… Kaplumbağaya sormuşlar:

– Sen bu çarpık ayaklarla hacca nasıl gideceksin?

Kaplumbağa, ‘Gideceğim gitmesine de’ demiş:

– Bazı köylerde veletler beni ters çevirmiyorlar mı? Zaman kaybediyorum.

Demirel bu fıkrayı anlatmış ve şöyle demiştir:

– Türkiye demokrasiyi başaracak başarmasına da… Bu darbeler, muhtıralar, siyasete müdahaleler olmasa… Zaman kaybettiriyor.”[11]

Tabii yine yazının başındaki ifadeyi hatırlayacak olursak, Demirel’in eylem ve söylemlerinde zaman zaman farklılıklar olmuştur. Bunda dönemin konjonktürünün etkisinden de pekala söz edilebilir. Fakat kendisi 1972’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarıyla ilgili Meclis’te yapılan oylamada evet oyu kullanarak sol kesimin,[12] Cumhurbaşkanı olduğu dönemde gerçekleşen 28 Şubat 1997’deki post-modern darbede ise muhafazakâr kesimin tepkisini çekmiştir.

Anadolu köylüsü olarak başladığı hayat yolculuğunda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak zirveyi gören Süleyman Demirel, bu makamda partisi Doğru Yol’un rozetini çıkarsa da siyasetteki tartışmaların uzağında değildi.

Tabii 1993-2000 yılları arasında kaldığı bu görevde yukarıda da belirtildiği üzere, muhafazakâr kesimin tepkisini çekti. Yıllarca oy aldığı kesimlerin hassasiyetini gözetmemekle itham edildi ve çokça eleştirildi. Birçok hükümet krizinin ortasında kalan, genel başkanlığını yaptığı Doğru Yol Partisi’nin (DYP) kendisinden sonraki genel başkanı Tansu Çiller ile zaman zaman çatışan bir profil çizdi.

2000 yılında görev süresinin bitimine yakın,[13] Başbakan Bülent Ecevit’in koalisyon hükümeti tarafından, yeniden seçilebilmesi tartışmalarının odağındaki kişiydi. Bu yaklaşım, daha önce iki kez askerî müdahaleye maruz kalan Demirel’in müesses nizamın kendisini “makbul” bir devlet adamı olarak gördüğü şeklinde okunabilir. Ama neticede bu formül gerçekleşmedi ve Demirel’in aktif siyasi hayatı sonlandı.

Demirel’den renkli izler

Türk siyasi hayatında uzun yıllar politikada var olan, “6 kez gidip 7 kez gelen” Demirel’i siyasetin düz ve renksiz çerçevesinin içine oturtmak pek mümkün değil! O bir nevi Türk siyasetinin “Nasrettin Hoca”sı. Hazır cevaplılığı, nükteleri, fıkraları; Türkiye’nin var olan sorunlarını esprili bir dille değerlendirmesi onu çağdaşlarından ayıran özelliklerinden…

Türk toplumunun sosyolojisini en iyi bilen isimler arasında değerlendirilse yanlış olmaz kanaatimizce. Örneğin, kendisiyle özdeşleşen “yollar yürümekle aşınmaz!” sözü, bazen kitlelerin tepkisini dindirmek için izlenen bir yolu gösteriyor. Kendi taraftarlarından birinin yürüyüş yapan gençleri “susturması” isteğine, “Gösteri ve yürüyüş Anayasa ile teminat altına alınmış bir haktır. Bırakın yürüsünler. Tabanları yanana kadar yürüsünler. Yollar yürümekle aşınmaz. Yeter ki kırma dökme olmasın. Vatandaşın ve devletin malı tahrip edilmesin” şeklinde cevap vermiştir.

Bir keresinde de 1970’te Konya’da vatandaşlara icraatlarını anlattığı sırada bir vatandaşın “Bubanın parasıynan mı yaptın?” çıkışına, “Milletin parasıyla yaptım. Sizin verginizle. Ama benden öncekiler yapamadılar, ben yapıverdim. Anladın mı?” diye karşılık vermiş ve o vatandaş da Demirel’i alkışlamıştır.[14]

Son söz… Süleyman Demirel bir siyaset okulu… Başarılar da başarısızlıklar da bu okulda fazlasıyla var. Yaptıkları kadar yapmadıkları ile de yargılanan, seveni kadar sevmeyeni de az olmayan bir Türkiye gerçeği… Kalkınma hamleleriyle Türkiye’de büyük dönüşümlere imza atan, vatandaşla yakın bağlar kurabilen ama özellikle Cumhurbaşkanlığı döneminde statükoyu savunur bir pozisyon benimsemesi Demirel’i tanırken bilinmesi gereken hususlar… Sanırım yıllar geçtikçe ve tarihin tozlu sayfaları karıştırıldıkça Demirel ile ilgili kanaatler daha sağlıklı bir şekilde oluşacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Haziran 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Yavuz Donat, Cumhuriyet’in Kara Kutusu Süleyman Demirel Anlatıyor, Merkez Kitapçılık, İstanbul 2005.

[2] Tanıl Bora, Demirel, İletişim Yayınları, İstanbul 2023.

[3] Murat Arslan, Süleyman Demirel, İletişim Yayınları, İstanbul 2019.

[4] Ayşegül Komsuoğlu, Siyasal Yaşamda Bir Lider: Süleyman Demirel, Bengi Yayınları, İstanbul 2008.

[5] Hürriyet, 5 Kasım 1964.

[6] Ercan Karakoç, “Demirel, Süleyman Sami”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,2. Baskı, Ek-1.

[7] Tanel Demirel, “Süleyman Demirel”, Türkiye’nin 1960’lı Yılları, Editör: Mete Kaan Kaynar, İletişim Yayınları, İstanbul 2017.

[8] Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, Cilt: 1, TBMM 2012.

[9] Tanel Demirel, “Süleyman Demirel”, Türkiye’nin 1960’lı Yılları, Editör: Mete Kaan Kaynar, İletişim Yayınları, İstanbul 2017.

[10] Off The Record Yavuz Donat Kitabı, Söyleşi: Şebnem Bursalı, Turkuaz Yayıncılık, İstanbul 2019.

[11] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/donat/2023/09/13/sayin-cumhurbaskanim (11.06.2024)

[12] Süleyman Demirel o dönem sadece AP Genel Başkanı olup Başbakanlık makamında Nihat Erim bulunmaktaydı.

[13] O dönem cumhurbaşkanları bir kereliğine yedi yıl için Meclis tarafından seçilmekteydi.

[14] Off The Record Yavuz Donat Kitabı, Söyleşi: Şebnem Bursalı, Turkuaz Yayıncılık, İstanbul 2019.

Süleyman Âşık
Süleyman Âşık
Doç. Dr. Süleyman Âşık - Lisans eğitimini 2005-2010 yılları arasında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde aldı. 2013 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Programı’nda yüksek lisans eğitimini “Türk Otomobil Tarihinde Bir İlk: Devrim Arabası” adlı çalışma ile tamamladı. 2018 yılında, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Programı’nda yürüttüğü, “Türkiye’de Demokrasinin Yeniden İnşası Sürecinde Anavatan Partisi (1983-1991)” adlı çalışmayı bitirerek Tarih doktoru unvanını aldı. Ağırlıklı olarak Türk siyasi hayatı ve basın tarihi üzerine bilimsel çalışmaları bulunuyor. İzmir Bakırçay Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x