Ayrımcılığın her türü elbette kötü. Ancak yaş ayrımcılığının ‘ötekisi’nin gelecekteki kendimiz olması, aynı zamanda tuhaf da. Liderlik, motivasyon, örgüt tasarımı gibi alanlarda uzmanlaşmış uygulamalı davranış bilimcisi ve girişimci Jordan Scott Birnbaum, Psychology Today internet sitesinde yayımlanan yazısında, ABD’deki örneklerden yola çıkarak bu konuya yaklaşımı, bunu neden yaptığımızı inceliyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Entelektüel olarak konuşursak, ırkçılık nesnel olarak aptalcadır. Yeterli büyüklükteki herhangi bir grubun belirgin ve evrensel özelliklere sahip olarak sınıflandırılabileceğine inanmak, bilimsel verilerin ve yaşanmış deneyimin ağırlığını göz ardı eder. Irkçılığı destekleyen entelektüel bir argüman ortaya koyanlar, istatistikleri anlamadıklarını göstermiş olurlar. (…)
İnsanlar gerçeği görmezden gelmek için çok çaba sarf ettiklerinde, bunu duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için yapıyorlardır. Mantık hiçbir rol oynamaz, bu yüzden insanlar ırkçılıktan vazgeçirilemez. (Tek çare, ayrımcılığa uğrayan grupların üyeleriyle sorunları çözmeye zorlanmaktır.)
Irkçılık, cinsiyetçilik gibi ayrımcılıklar ‘ötekine’ yöneliktir. Aptalca ve yıkıcı olabilirler, ama en azından (psikolojik ve evrimsel olarak) anlaşılabilirler.
İşte bu yüzden yaş ayrımcılığı daha saçmadır. Çünkü bu durumda ‘öteki’ biziz. Ve çok da uzak olmayan bir gelecekte…
Yaş ayrımcılığı nedir?
Yaş ayrımcılığı hem iş yerinde hem de genel olarak kültürde yaşlı insanlara daha az değer veren bir önyargıyı tanımlar. Ne yazık ki bu tür ayrımcılık bilişsel gerilemeden yaklaşık 40 yıl önce bir faktör haline gelir. Yetişkin hayatlarımızın üçte ikisi hakkında endişelenmeye kimin vakti var ki?”
Yazar, yaş ayrımcılığının saçmalığının en iyi göstergesinin barındırdığı ironi olduğunu belirtiyor:
“Hayatımızdaki en kötü anlarımızda kendimizi kutlar, en iyi anlarımızda ise kendimize karşı ayrımcılık yaparız.
‘20’li yaşlarımda kendimin en iyi versiyonuydum.’ Kimse bunu söylemez ve haklılardır da. Zira 20’li yaşlarımızın neredeyse yarısında beynimiz henüz tam olarak gelişmemiştir bile.
‘Kendimizin en iyi versiyonunu’ değerlendirebileceğimiz ölçütleri düşünün. Mutluluk ve etkin olmak, kesinlikle bunlar arasındadır. Peki, veriler ne diyor?
Mutluluk, yaşa göre dikdörtgen bir U eğrisi oluşturur. U’nun uzun tabanı, en mutsuz olduğumuz zaman, yani 20 ile 50 yaşları arasındadır. 20’li yaşlarımız, hem en mutsuz hem de olabileceğimiz en mutlu halden en uzak olduğumuz dönemdir.
Ama iş dünyası mutlulukla ilgilenmez. Üretkenlikle, yenilikçilikle, çeviklikle, sorun çözmeyle, girişimcilikle ilgilenir. Gençlerin üstünlük sağladığı yer burası olmalı, değil mi?
Üzgünüm, ama değil. Başarılı bir girişim kurucusunun ortalama yaşı 45’tir. 30 yaşındaki kurucuların başarılı olma olasılığı 59 yaşındakilere göre daha düşüktür.
Gençlerin profesyonel bir ortamda herhangi bir avantaja sahip olduğu fikri tam anlamıyla bir fantezidir. (…) Hayatımızda en mutsuz ve en etkisiz olduğumuz zamanları neden yüceltiyoruz, en mutlu ve en etkili benliklerimize karşı neden ayrımcılık yapıyoruz? Son derecede açık üç cevap var.
Spor, şöhret ve kariyer
Kullanılabilirlik sezgiselliği, aklımızda olan her şeyin düşüncemizi nasıl güçlü bir şekilde ama bilinçsizce etkilediğini açıklar. Amerikalılar olarak aklımızdakiler genellikle spor, şöhret ve kariyerdir.
Spor hayranları, 35 yaşın yaşlı sayıldığı kültürlerde yaşıyor. Profesyonel sporun hayatın ufacık bir parçasını temsil ettiğine dair hiçbir değerlendirme yapılmıyor. Sporcular bize, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde çok daha iyi insanlar haline geldiklerini, başka herhangi bir ortamda başarılı olma olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Ama biz onları duymuyoruz, çünkü oyunu izliyoruz.
Şöhret de benzer zihin oyunları oynar ve yeniliği gençlikle karıştırır. İnsanlar doğal olarak popüler kültürde yeni bir şey isterler, ancak doğal olmayan bir şekilde ‘yeni’nin ‘genç’ anlamına geldiğine şartlandırılmışlardır. İzleyicilerin yaş yelpazesinde ‘yeni’ yetenekleri benimsemeye istekli olduğuna dair fazlasıyla kanıt vardır ancak anaakımın ezici genç sanatçı arzı, yanlış kalıp yargının devam etmesini sağlar.
Ve kurumsal Amerika’da yaş ile görev süresi, maaş anlamına gelir. Sonuç olarak insanlar genellikle mesleki güçlerinin zirvesindeyken işten çıkarılırlar, çünkü daha düşük iş kalitesi, daha genç bir çalışanın daha düşük maliyetiyle haklı çıkarılır.
Bu doğru olsaydı, durum kişiye değil işe yansırdı. Bir iş, maaş artışını kaldıramıyorsa kötü tasarlanmıştır. Dolayısıyla bu doğru değil. Çalışmalar, tekrar tekrar kuruluşların yaşlı çalışanların beceri ve bilgisini küçümsediğini gösteriyor. Doğru şekilde değerlendirilirse, formülleri onlara çok farklı bir şey söylerdi.
Spor, şöhret ve kariyer, genel kabul gören inanca dönüşen bir yanılsama yaratır; hepimiz, doğru olmadığını bilmemize rağmen ‘genç olmak daha iyidir’ düşüncesini kabul ederiz.
“Bunu yalnızca yaşlılar yapabilir”
Yaş ayrımcılığının saçmalığının son kertesi, genel olarak gençlerin bundan sorumlu olduğuna dair inançtır.
Son dakika haberi: Gençler bu tür ayrımcılığı bir mesele haline getirme gücüne sahip değiller. Bunu yalnızca yaşlılar yapabilir.
50’li yaşlardaki biri genç meslektaşlarıyla rekabet ettiği için özel takdir istediğinde, yaş ayrımcılığını bir konu haline getirmiş olur. Yaşlı insanlar, genç insanlarla iletişim kuramamalarının sebebini kendi yetersizlikleri yerine yaş farkına bağladıklarında, yaş ayrımcılığını bir mesele haline getirir.
‘30 yaş altı 30’ ve ‘50 yaş üstü 50’ listeleri yaş ayrımcılığını mesele haline getirir ve bu projelere yeşil ışık yakanlar 20’li yaşlardakiler değildir. (…)
Öte yandan yaş ayrımcılığının en sinsi gerçeği, tazminat nedeniyle yaşlı çalışanları hedef alan işten çıkarmalardan kaynaklanır. Yetişkinlerin hayatlarına bundan daha fazla zarar veren bir şey yoktur ve bu kararlar gençler tarafından verilmez.
Yanlış anlamayın: Gençler de tıpkı herkes gibi iş yerinde korkunç davranışlarda bulunabilirler. Ancak bunun bir önemi yoktur. Eğer yetişkinler olarak, bu iticiliği zarafetle, mizahla ve etkili bir şekilde idare edemiyorsak, bu bizim sorunumuzdur.”
Yazar, yetişkinlerin cevaplaması gereken asıl sorunun ‘Birbirimize bunu neden yapıyoruz?’ olduğunu söylüyor:
“Cevap, ne yazık ki insan doğasını, statüyü ve korkuyu içeriyor. Bu da tek çözümün bunun hakkında yüksek sesle ve sık sık konuşmak olduğu anlamına geliyor. (…)”
Bu yazı ilk kez 15 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.