Yaşadığımız evler insan ruhuna ve doğasına ne kadar uygun?

Ev bir kültür ürünüdür. Tarih boyunca insanlar örf, adet, gelenek ve inanç gibi kültürel öğelerini evlerine yansıtarak mimariyi biçimlendirdiler. Bugünse standartlaşmış, tek-tip apartmanlar, toplu konutlar hatta şehirler aslında sahip olduğumuz dünya tasavvurunun bir sonucudur.

Eğitimden sağlığa, ulaşımdan bilişime, mekanikten elektroniğe akıl almaz ilerlemelerin sağlandığı endüstri çağında, “mimari” gibi, değil durağanlığa, geriye gittiği bile rahatlıkla söylenebilecek bir alan bulunması hiç şaşırtıcı değil. Asıl paraya tahvil edilemeyen bir alanda ilerleme şaşırtıcı olurdu. Sayma ve ölçmenin geçerli tek ilke olduğu bir dönemde, açıkça söylemek gerekirse, düşünce, sanat ve mimari gibi sayı ve hesaba gelmeyen alanlarda gelişme ve ilerleme ne bekleniyor ne isteniyordu. Devir, sermayeyi büyütme ve yüceltme devriydi ve mimari bu yeni görev için biçilmiş kaftandı.

Endüstri çağında mimari değil ama inşaatçılık aldı başını yürüdü. Sektör, ekonominin yeni lokomotifi oldu. Ancak yine de bir ilerlemeden bahsetmeden geçmek istemem, inşaatta inanılmaz hızlara ulaşıldı. Vinçler, kepçeler, iş makineleri sayesinde devasa inşaatlar birkaç aylık sürelerde bitirilebilir hale geldi. Çok acele, çok hızlı, çok pratik ama işte o kadar. Güzel mi, değerli mi, anlamlı mı, görenlere hangi yüksek duyguları, hangi ilhamı veriyor, nasıl bir zenginlik katıyor soruları önemini yitirdi.

Oysa geçmiş; sanat, mimari ve şehircilik alanlarında pek çok çeşitlilik ve güzellikler sunmuştu. Ne 18. ne 19. ne de 20. yüzyıllar geçmiş ile kıyaslanabilecek örnekleri maalesef ortaya koyamadı. Oysa ilginçtir, turizm denen sektör bile mevcudiyetini bu kadim mimari mirasa borçlu. Milyonlarca insan içinde yaşadığı şehirlerde bulamadığı güzellikleri görmek için ören yerlerini akın akın ziyaret edip duruyor. Yaman çelişki.

Ev bir kültür ürünüdür

Mimarinin bilhassa ev mimarisinin günümüzde düştüğü mevkiin tahlilini yapabilmek için geçmişe, evlerin ilk ortaya çıktığı Neolitik dönemlere kadar uzanmakta fayda var. Ancak önce ev ve kültür üzerinde kısaca durmak istiyorum. İlk insanların ev yapmayı öğrenmeden önce mağara ve kovuk gibi yerlerde yaşadığını biliyoruz. Başlarda sığınma mekânı olarak iş gören mağaralar sonraları insana kendi evini yapma fikrini vermiş olmalı. Mağara, doğadan bir parça hatta bizatihi doğa iken, ev kültürdür çünkü insan ürünüdür. Kültür hakkında yapılan üç yüze yakın tarifin neredeyse tamamının “insan ürünü” olma noktasında birleştiklerini görüyoruz.

Kültür, maddi ve manevi şeklinde ikiye ayrılır. Alet, araç, giysi, ev vb. maddi kültür öğeleri; örf, adet, gelenek, inanç, ahlaki değerler, dünya görüşü vb. manevi kültür öğeleridir. Kültür söz konusu edildiğinde bu iki öğeyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kültürün maddi ve manevi öğeleri arasında sürekli bir irtibat ve etkileşim vardır, birinde meydana gelen değişim diğerini de etkiler.[efn_note]Güngör Erol, Dünden Bugünden Tarih-Kültür ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, 2007.[/efn_note] Ev bir ahlakla inşa edilir ama aynı zamanda ev yeni bir ahlak vazeder.

Ev bir kültür ürünüdür dediğimizde, burada özgün ve bir o kadar özgür bir tavrın varlığını kabul ediyoruz demektir. Dayatma olan yerde kültürden söz edilemez. Evlerde kültür dışı yönelim ve uygulamalar yabancılaşma sebebidir. Kültürü yansıtan evler mutluluk kaynağıdır. Kullanıcı fikri alınmadan yapılan evler, ister kamu kurumları ister özel şahıslar tarafından yapılmış olsun, adı ister deprem konutları ister sosyal konut olsun, dayatmadır ve rahatsız edicidir. Zira kullanıcı bütün bir ömrünü burada geçirecek, etkisini ömür boyu hissedecektir. Bize göre, toplu-konutlar kalıcı ya da nihai ürün olamaz, bu model deprem vb. afetler sonrası yapılan geçici konutlar gibi düşünülmelidir.

Peki, içinde yaşadığımız evlerin, günümüz mimari düzeninin insan ruhuna, doğasına, ihtiyaçlarına uygun mu? Evet, evler eğer iklim, coğrafya, doğa ile uyumlu ve aynı zamanda kültürün iç saik ve dinamikleri ile inşa edildiyse insan ruhu ve doğası ile uyumlu, aksi takdirde uyumsuzdur.

Sivil mimarinin yegane örneği: Ev

Endüstri dönemine gelinceye kadar insanlar oturacakları evleri kendileri inşa ettiler, maddi ve manevi kültürlerini evlerine yansıttılar. Yaygın köleci dönemlerde bile insanlar evler konusunda serbest kaldılar. 5-6 bin yıllık uygarlık tarihi gösterdi ki kale, tapınak, saray vb. büyük kamusal binalar daima egemen güçler tarafından yaptırıldığı halde evler önemli bir istisna olarak içinde oturan sahipleri tarafından yaptırılmıştır. Evler tarih boyunca sivil mimarinin yegâne örnekleri olmuştur. Ne antik ne klasik çağlarda bugünkü gibi evlerin planına, malzemesine, ölçeğine hatta finansmanına kadar karışan zümreler olmamıştır. M.Ö. 2.-1. yüzyıllarda Romalı egemenlerin yaptırdığı uygarlık tarihindeki ilk çok katlı yapılar olan insulalar[efn_note]Mumford Lewis, Tarih Boyunca Kent, Ayrıntı Yayınları, 2007, s. 278-280.[/efn_note] gibi birkaç istisna dışında evler doğrudan ya sahipleri tarafından ya da onların tercihleri doğrultusunda yapılmıştır. Egemenler gönüllü rıza sağlamak için iktidar alanlarını (modern dönem hariç) evlere kadar uzatmamışlardır. Bugün doğudan batıya, kuzeyden güneye gördüğümüz geniş mimari çeşitlilik sağlanan bu özgürlük alanı ile ilgilidir. Geçmişte, nereye giderseniz gidin ne bugünkü gibi birbirinin kopyası tek-tip apartmanlarla ne de birbirinin tekrarı şahsiyetsiz toplu-konutlarla karşılaşmak mümkündü. Kültürel çeşitlilik kadar ev çeşitliliği vardı.

Kültürün evleri biçimlendirmede etkin rolünü görmek için bilinen en eski ve korunmuş yerleşimlerden Çatalhöyük’e (M.Ö .7400) uzanalım. Çatalhöyük yerleşkesinde Neolitik dönem kültürünün bütün izlerini görmek mümkün. Mesela burada evler günün anlayışına göre ayrık değil, bitişik nizamdır. Şehirde sokak yoktur. Evlere sokak kapısından değil, çatı terasında bırakılan bir boşluktan inilerek girilmiştir. Oda duvarlarında resim, soyut figür, kabartma ve heykeller dikkat çekicidir. Ölüler, mezarlıklarda değil, bizim bugün anlamakta güçlük çekeceğimiz bir şekilde ev içlerine, oda altlarına gömülmüştür.

İnsanların kültürlerini yaşadığı evlere yansıttığı yakın tarihli bir örnek ise gecekondulardır. Ülkemizde 50-60 yıl önce gecekondu sahipleri göç ettiği yöre kültürünü kent ortamında yaptıkları yeni evlere özgürce taşıyabiliyorlardı. Aslında gecekondular insanların bir otorite olmaksızın evlerini kendi başlarına inşa ettikleri son sivil çaba ve örnektir. Tüm yoksunluklara rağmen insanlar kendi yaptıkları bu evleri benimsemişler, daha sonraları af ilan edilerek çok katlı imar izni almalarına rağmen çoğu evlerini yapsatçılara vermek istememişlerdir. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; her iki örnekte evlerin yüksek mimari niteliğinden, malzeme ve işçilik kalitesinden hiç söz etmedim. Çünkü beğeni ve memnuniyet öncelikle ev ve kültür uyumuna bağlıdır. İnsan lüks ve konforun ötesinde bir evden örf, dünya görüşü, inanç ve değerleri ile uyumlu olmasını bekler ve bundan daha doğal bir talep olamaz.

Özetle insanlar tarih boyunca örf, adet, gelenek ve inanç gibi kültürel öğelerini evlerine yansıttılar ve mimariyi biçimlendirdiler. Pekâlâ bugün evlerimizi kültürümüzü yansıtacak şekilde yapabiliyor muyuz?

Çağdaş mimari düzen

Ev mimarisinde kültürün hâkim/etkin rolü endüstri dönemine kadar devam etti. Endüstri dönemi ile kültür dönemi mimarlığını birbirinden ayıran en önemli fark, ev yapım işinin ev sahiplerinin elinden alınmış olmasıdır. Geçmişte evlerde tek karar verici ev sahipleri iken bu dönemde karar mercii değişti. Sermaye sahipleri kente göç edenlerin neden olduğu evsizliği fırsata dönüştürerek taahhüt işine girdiler ve inşaat konusunda tek karar verici mevkie yükseldiler. Evin biçimini, ölçeğini, rengini, büyüklüğünü kısaca mimarisini ev sahipleri değil sermaye sahipleri belirlemeye başladı artık.

Apartman ve toplu-konutlar başlarda evsizlik sorununu çözmüş gibi görünse de sermayenin bu tercihi nihayetinde bütün bir mimari geleneğin yerini aldı. Evler standartlaşarak tek-tipleştikçe maliyeti düşüyordu ve bu husus sermaye için her şeyden önemliydi. Sermaye gücü insanların farklı coğrafyalarda farklı adet, alışkanlık ve beğenileri ve yine farklı talep ve ihtiyaçları olabileceği gerçeğini hiç dikkate almadı. Oysa yeryüzünde her yerde aynı biçimde beslenen, konaklayan, yuva yapan sadece hayvan topluluklarıydı. Zira hayvanların kültürü yoktu, onlar insiyaki hareket ediyorlardı. Şimdi her coğrafyada birbirinin kopyası tek-tip evler/binalar insanlar için sürü muamelesi anlamına gelmiyor mu bir düşünmek gerekiyor.

Bu trajik sonuçtan siyaset – müteahhit – bankacı üçlüsü gayet memnun olmalı, zira çirkinlikten başka bir şey üretmeyen bu sistemi değiştirmeye yönelik hiçbir çaba göstermiyorlar. Ancak insanın taleplerine aldırmayan, oturacağı evde bile ona söz hakkı vermeyen bugünkü mimari düzenin halkı memnun etmediği çok açık. Anketlerde bahçeli müstakil evlere olan özlem hâlâ devam ediyor.

Bu saatten sonra yeni bir mimari düzen mümkün müdür?

Ben mimarinin başlangıç değil sonuç olduğunu düşünüyorum. İnsanlar inanç, ahlâk ve dünya görüşleri doğrultusunda kendilerine bir dünya kurarlar. Bugünkü evler ve şehirler sahip olduğumuz dünya tasavvurunun bir sonucudur. Siret sureti belirlemiş, içimiz dışımıza yansımıştır. İçimiz fena ise mimari ne yapsın? Şimdi her şeye rağmen bütün bu olumsuzlukları kaleme alan ben dâhil olmak üzere kimsenin kimseyi ümitsizliğe sürükleme hakkı yok. Ancak mimariden önce ahlakı tashih etme gereği çok açık.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun hakkında politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Eylül 2020’de yayımlanmıştır.

Semih Akşeker
Semih Akşeker
Semih Akşeker - 1964’te Bursa’da doğdu. İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (DGSA) Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldu. Uzun yıllar proje ve şantiyecilik yaptı. 2 yıl Yenisöz Gazetesi'nde mimarlık ve şehircilik yazıları yazdı, halen muhtelif dergilerde yazmaya devam ediyor. Yayımlanmış 5 kitabı var. Özel bir üniversitenin mimarlık bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yaşadığımız evler insan ruhuna ve doğasına ne kadar uygun?

Ev bir kültür ürünüdür. Tarih boyunca insanlar örf, adet, gelenek ve inanç gibi kültürel öğelerini evlerine yansıtarak mimariyi biçimlendirdiler. Bugünse standartlaşmış, tek-tip apartmanlar, toplu konutlar hatta şehirler aslında sahip olduğumuz dünya tasavvurunun bir sonucudur.

Eğitimden sağlığa, ulaşımdan bilişime, mekanikten elektroniğe akıl almaz ilerlemelerin sağlandığı endüstri çağında, “mimari” gibi, değil durağanlığa, geriye gittiği bile rahatlıkla söylenebilecek bir alan bulunması hiç şaşırtıcı değil. Asıl paraya tahvil edilemeyen bir alanda ilerleme şaşırtıcı olurdu. Sayma ve ölçmenin geçerli tek ilke olduğu bir dönemde, açıkça söylemek gerekirse, düşünce, sanat ve mimari gibi sayı ve hesaba gelmeyen alanlarda gelişme ve ilerleme ne bekleniyor ne isteniyordu. Devir, sermayeyi büyütme ve yüceltme devriydi ve mimari bu yeni görev için biçilmiş kaftandı.

Endüstri çağında mimari değil ama inşaatçılık aldı başını yürüdü. Sektör, ekonominin yeni lokomotifi oldu. Ancak yine de bir ilerlemeden bahsetmeden geçmek istemem, inşaatta inanılmaz hızlara ulaşıldı. Vinçler, kepçeler, iş makineleri sayesinde devasa inşaatlar birkaç aylık sürelerde bitirilebilir hale geldi. Çok acele, çok hızlı, çok pratik ama işte o kadar. Güzel mi, değerli mi, anlamlı mı, görenlere hangi yüksek duyguları, hangi ilhamı veriyor, nasıl bir zenginlik katıyor soruları önemini yitirdi.

Oysa geçmiş; sanat, mimari ve şehircilik alanlarında pek çok çeşitlilik ve güzellikler sunmuştu. Ne 18. ne 19. ne de 20. yüzyıllar geçmiş ile kıyaslanabilecek örnekleri maalesef ortaya koyamadı. Oysa ilginçtir, turizm denen sektör bile mevcudiyetini bu kadim mimari mirasa borçlu. Milyonlarca insan içinde yaşadığı şehirlerde bulamadığı güzellikleri görmek için ören yerlerini akın akın ziyaret edip duruyor. Yaman çelişki.

Ev bir kültür ürünüdür

Mimarinin bilhassa ev mimarisinin günümüzde düştüğü mevkiin tahlilini yapabilmek için geçmişe, evlerin ilk ortaya çıktığı Neolitik dönemlere kadar uzanmakta fayda var. Ancak önce ev ve kültür üzerinde kısaca durmak istiyorum. İlk insanların ev yapmayı öğrenmeden önce mağara ve kovuk gibi yerlerde yaşadığını biliyoruz. Başlarda sığınma mekânı olarak iş gören mağaralar sonraları insana kendi evini yapma fikrini vermiş olmalı. Mağara, doğadan bir parça hatta bizatihi doğa iken, ev kültürdür çünkü insan ürünüdür. Kültür hakkında yapılan üç yüze yakın tarifin neredeyse tamamının “insan ürünü” olma noktasında birleştiklerini görüyoruz.

Kültür, maddi ve manevi şeklinde ikiye ayrılır. Alet, araç, giysi, ev vb. maddi kültür öğeleri; örf, adet, gelenek, inanç, ahlaki değerler, dünya görüşü vb. manevi kültür öğeleridir. Kültür söz konusu edildiğinde bu iki öğeyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kültürün maddi ve manevi öğeleri arasında sürekli bir irtibat ve etkileşim vardır, birinde meydana gelen değişim diğerini de etkiler.[efn_note]Güngör Erol, Dünden Bugünden Tarih-Kültür ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, 2007.[/efn_note] Ev bir ahlakla inşa edilir ama aynı zamanda ev yeni bir ahlak vazeder.

Ev bir kültür ürünüdür dediğimizde, burada özgün ve bir o kadar özgür bir tavrın varlığını kabul ediyoruz demektir. Dayatma olan yerde kültürden söz edilemez. Evlerde kültür dışı yönelim ve uygulamalar yabancılaşma sebebidir. Kültürü yansıtan evler mutluluk kaynağıdır. Kullanıcı fikri alınmadan yapılan evler, ister kamu kurumları ister özel şahıslar tarafından yapılmış olsun, adı ister deprem konutları ister sosyal konut olsun, dayatmadır ve rahatsız edicidir. Zira kullanıcı bütün bir ömrünü burada geçirecek, etkisini ömür boyu hissedecektir. Bize göre, toplu-konutlar kalıcı ya da nihai ürün olamaz, bu model deprem vb. afetler sonrası yapılan geçici konutlar gibi düşünülmelidir.

Peki, içinde yaşadığımız evlerin, günümüz mimari düzeninin insan ruhuna, doğasına, ihtiyaçlarına uygun mu? Evet, evler eğer iklim, coğrafya, doğa ile uyumlu ve aynı zamanda kültürün iç saik ve dinamikleri ile inşa edildiyse insan ruhu ve doğası ile uyumlu, aksi takdirde uyumsuzdur.

Sivil mimarinin yegane örneği: Ev

Endüstri dönemine gelinceye kadar insanlar oturacakları evleri kendileri inşa ettiler, maddi ve manevi kültürlerini evlerine yansıttılar. Yaygın köleci dönemlerde bile insanlar evler konusunda serbest kaldılar. 5-6 bin yıllık uygarlık tarihi gösterdi ki kale, tapınak, saray vb. büyük kamusal binalar daima egemen güçler tarafından yaptırıldığı halde evler önemli bir istisna olarak içinde oturan sahipleri tarafından yaptırılmıştır. Evler tarih boyunca sivil mimarinin yegâne örnekleri olmuştur. Ne antik ne klasik çağlarda bugünkü gibi evlerin planına, malzemesine, ölçeğine hatta finansmanına kadar karışan zümreler olmamıştır. M.Ö. 2.-1. yüzyıllarda Romalı egemenlerin yaptırdığı uygarlık tarihindeki ilk çok katlı yapılar olan insulalar[efn_note]Mumford Lewis, Tarih Boyunca Kent, Ayrıntı Yayınları, 2007, s. 278-280.[/efn_note] gibi birkaç istisna dışında evler doğrudan ya sahipleri tarafından ya da onların tercihleri doğrultusunda yapılmıştır. Egemenler gönüllü rıza sağlamak için iktidar alanlarını (modern dönem hariç) evlere kadar uzatmamışlardır. Bugün doğudan batıya, kuzeyden güneye gördüğümüz geniş mimari çeşitlilik sağlanan bu özgürlük alanı ile ilgilidir. Geçmişte, nereye giderseniz gidin ne bugünkü gibi birbirinin kopyası tek-tip apartmanlarla ne de birbirinin tekrarı şahsiyetsiz toplu-konutlarla karşılaşmak mümkündü. Kültürel çeşitlilik kadar ev çeşitliliği vardı.

Kültürün evleri biçimlendirmede etkin rolünü görmek için bilinen en eski ve korunmuş yerleşimlerden Çatalhöyük’e (M.Ö .7400) uzanalım. Çatalhöyük yerleşkesinde Neolitik dönem kültürünün bütün izlerini görmek mümkün. Mesela burada evler günün anlayışına göre ayrık değil, bitişik nizamdır. Şehirde sokak yoktur. Evlere sokak kapısından değil, çatı terasında bırakılan bir boşluktan inilerek girilmiştir. Oda duvarlarında resim, soyut figür, kabartma ve heykeller dikkat çekicidir. Ölüler, mezarlıklarda değil, bizim bugün anlamakta güçlük çekeceğimiz bir şekilde ev içlerine, oda altlarına gömülmüştür.

İnsanların kültürlerini yaşadığı evlere yansıttığı yakın tarihli bir örnek ise gecekondulardır. Ülkemizde 50-60 yıl önce gecekondu sahipleri göç ettiği yöre kültürünü kent ortamında yaptıkları yeni evlere özgürce taşıyabiliyorlardı. Aslında gecekondular insanların bir otorite olmaksızın evlerini kendi başlarına inşa ettikleri son sivil çaba ve örnektir. Tüm yoksunluklara rağmen insanlar kendi yaptıkları bu evleri benimsemişler, daha sonraları af ilan edilerek çok katlı imar izni almalarına rağmen çoğu evlerini yapsatçılara vermek istememişlerdir. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; her iki örnekte evlerin yüksek mimari niteliğinden, malzeme ve işçilik kalitesinden hiç söz etmedim. Çünkü beğeni ve memnuniyet öncelikle ev ve kültür uyumuna bağlıdır. İnsan lüks ve konforun ötesinde bir evden örf, dünya görüşü, inanç ve değerleri ile uyumlu olmasını bekler ve bundan daha doğal bir talep olamaz.

Özetle insanlar tarih boyunca örf, adet, gelenek ve inanç gibi kültürel öğelerini evlerine yansıttılar ve mimariyi biçimlendirdiler. Pekâlâ bugün evlerimizi kültürümüzü yansıtacak şekilde yapabiliyor muyuz?

Çağdaş mimari düzen

Ev mimarisinde kültürün hâkim/etkin rolü endüstri dönemine kadar devam etti. Endüstri dönemi ile kültür dönemi mimarlığını birbirinden ayıran en önemli fark, ev yapım işinin ev sahiplerinin elinden alınmış olmasıdır. Geçmişte evlerde tek karar verici ev sahipleri iken bu dönemde karar mercii değişti. Sermaye sahipleri kente göç edenlerin neden olduğu evsizliği fırsata dönüştürerek taahhüt işine girdiler ve inşaat konusunda tek karar verici mevkie yükseldiler. Evin biçimini, ölçeğini, rengini, büyüklüğünü kısaca mimarisini ev sahipleri değil sermaye sahipleri belirlemeye başladı artık.

Apartman ve toplu-konutlar başlarda evsizlik sorununu çözmüş gibi görünse de sermayenin bu tercihi nihayetinde bütün bir mimari geleneğin yerini aldı. Evler standartlaşarak tek-tipleştikçe maliyeti düşüyordu ve bu husus sermaye için her şeyden önemliydi. Sermaye gücü insanların farklı coğrafyalarda farklı adet, alışkanlık ve beğenileri ve yine farklı talep ve ihtiyaçları olabileceği gerçeğini hiç dikkate almadı. Oysa yeryüzünde her yerde aynı biçimde beslenen, konaklayan, yuva yapan sadece hayvan topluluklarıydı. Zira hayvanların kültürü yoktu, onlar insiyaki hareket ediyorlardı. Şimdi her coğrafyada birbirinin kopyası tek-tip evler/binalar insanlar için sürü muamelesi anlamına gelmiyor mu bir düşünmek gerekiyor.

Bu trajik sonuçtan siyaset – müteahhit – bankacı üçlüsü gayet memnun olmalı, zira çirkinlikten başka bir şey üretmeyen bu sistemi değiştirmeye yönelik hiçbir çaba göstermiyorlar. Ancak insanın taleplerine aldırmayan, oturacağı evde bile ona söz hakkı vermeyen bugünkü mimari düzenin halkı memnun etmediği çok açık. Anketlerde bahçeli müstakil evlere olan özlem hâlâ devam ediyor.

Bu saatten sonra yeni bir mimari düzen mümkün müdür?

Ben mimarinin başlangıç değil sonuç olduğunu düşünüyorum. İnsanlar inanç, ahlâk ve dünya görüşleri doğrultusunda kendilerine bir dünya kurarlar. Bugünkü evler ve şehirler sahip olduğumuz dünya tasavvurunun bir sonucudur. Siret sureti belirlemiş, içimiz dışımıza yansımıştır. İçimiz fena ise mimari ne yapsın? Şimdi her şeye rağmen bütün bu olumsuzlukları kaleme alan ben dâhil olmak üzere kimsenin kimseyi ümitsizliğe sürükleme hakkı yok. Ancak mimariden önce ahlakı tashih etme gereği çok açık.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun hakkında politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 7 Eylül 2020’de yayımlanmıştır.

Semih Akşeker
Semih Akşeker
Semih Akşeker - 1964’te Bursa’da doğdu. İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (DGSA) Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldu. Uzun yıllar proje ve şantiyecilik yaptı. 2 yıl Yenisöz Gazetesi'nde mimarlık ve şehircilik yazıları yazdı, halen muhtelif dergilerde yazmaya devam ediyor. Yayımlanmış 5 kitabı var. Özel bir üniversitenin mimarlık bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x