“Kriz” kelimesini duyduğumuzda, aslında son yıllarda aklımıza çoğu zaman “ekonomik kriz” geliyordu. Dünya üzerindeki pek çok ülkeyi etkileyen son ‘kriz’ de 2008’deki finansal krizdi. Aradan 12 yıl geçti. 2020 yılında, dünya üzerindeki tüm ülkeler bu kez küresel bir salgınla karşı karşıya. Ve her ülke mücadelesini tek başına veriyor.
Peki, böyle mi olmalı? Hep birlikte bir mücadele mi olmalı bireysel bazda mı ilerlemeli? Bu küresel salgın, bu kriz bittiğinde neler öğrenmiş olacağız?
İngilizlerin en önemli gazetelerinden Guardian’a yazan Will Hutton da bu soruların yanıtları üzerine düşünenlerden. Hutton geçen hafta yayımlanan makalesine, koronavirüs ile mücadele sürecinde önemli gördüğü bir noktaya dikkat çekerek başlıyor:
“Dünya Bankası, 12 milyar dolarlık yardım paketini açıklamasına rağmen, Dünya Sağlık Örgütü’nce (DSÖ) desteklenen ve ülke liderlerinin katıldığı uluslararası bir sağlık zirvesi gerçekleştirilmedi. Koronavirüse karşı ulusal düzeyde aşı geliştirme çabalarına hummalı bir şekilde devam ediliyor. Ancak, aşının bulunup yeterli miktarda üretilmesi halinde ihtiyaç duyulan yerlere gönderilmesini sağlayacak bir teşebbüs bulunmuyor.”
Aynı zamanda Oxford Üniversitesi’nin kurucu bölümü olarak bilinen Hertford College’ın müdürü olan koronavirüse karşı mücadele veren ülkeler arasındaki imkan farklılıklarına da dikkat çekiyor:
“Yetersizlikler içinde koronavirüs kriziyle mücadelede kendi araştırmalarına bel bağlayan ülkelerde, tıbbi malzemeler gibi temel ürünlerin ihracatını ulusal düzeyde yasaklayan düzenlemeler mevcut. Bunu, bir anlamda çevreleme siyasetinin ilkel bir uyarlaması olarak görmek mümkün. Londra Hijyen ve Tropik Tıp Okulu Başkanı Profesör Peter Piot’a göre ise, izole etme, karantina ve temas takip etme gibi Orta Çağ’a ait hastalığı kontrol etmeye yönelik uygulamalar, ülkeden ülkeye göre çeşitlilik gösteriyor.
Onlarca yıldır mali olarak yeterince desteklenmeyen ve Donald Trump’ın geçen ay yaptığı açıklamaların ardından ciddi miktarda finansal destek kaybetme tehlikesi içinde olan Dünya Sağlık Örgütü, kendi üyelerinin olumsuz tavrına rağmen meseleye dâhil olmaya çalışıyor. Çin yönetimi, kontrolü kaybetmemek ve manipüle ettiği verilerin sorgulanmaması için muazzam ölçüde baskı uyguluyor. Sağlık risklerinin gereğinden fazla abartıldığını düşünen Trump yönetimi ise, DSÖ’nün pandeminin an meselesi olduğunu belirten uyarılarını kaygısızca göz ardı etti.”
Salgın, ekonomi ve ortak tedbir almamak
Her geçen gün büyüyen ve Çin dışında hemen hiçbir ülkenin kontrol altına alamadığı küresel salgının sağlık dışındaki bir diğer korkutucu boyutu da ekonomi. Hutton, konunun bu boyutunu da şu ifadelerle alıyor:
“Bu durum, elbette ekonomiye de yansıyor. Yolcu gelirlerinin birdenbire düşmesi ve aynı zamanda deniz ticaretinin de çökmesiyle birlikte 2008’den bu yana kaydedilen en düşük navlun oranları, borsaları küresel bir gerileme konusunda tedirgin ediyor. Buna rağmen, devletler ve merkez bankaları bu tehdide karşı ortak bir ekonomik tavır sergilemiyor. Amerikan Merkez Bankası faiz oranlarını yarım puan düşürdü, ancak diğer devletler buna uyak uydurmadı. İngiltere Maliye Bakanı Rishi Sunak, krize karşı verilen uluslararası ekonomik yanıtın bir parçası olmak yerine, Başbakan Boris Johnson’ın başdanışmanı Dominic Cummings’in sıkı denetimi altında bir bütçe düzenlemesi yapıyor.”
Boris Johnson ne yapmak istiyor?
Hutton, vatandaşı olduğu İngiltere’de hükümetin koronavirüs salgınına yönelik politikasını da eleştiriyor:
“İngiltere Maliye Bakanı’nın tepkisini, dünyada milliyetçiliğin ve Aydınlanma karşıtı değerlerin bir zaferi olarak görmek mümkün. Beklendiği üzere, milliyetçi Brexit planının baş mimarı ve Aydınlanma karşıtı görüşleriyle bilinen Başbakan Boris Johnson, uzmanların görüşünü almaya tenezzül bile etmeden geçen hafta bir basın toplantısı düzenledi. Johnson bu toplantıda, krize karşı ne uluslararası iş birliğinden ne de Avrupa ve uluslararası sağlık kapasitesinde köklü yapısal değişikliklere gidilmesi gerektiğinden bahsetti. Başbakan Johnson, İngiltere’nin yeni koronavirüs salgınına karşı sınırlama, geciktirme, araştırma, salgının şiddetini azaltma gibi gereken ne varsa tek başına yapacağını açıkladı.”
Son günlerde sağlık tedbirleri dışında belki de entelektüel yayın organlarında, dergilerde, gazetelerde en çok konuşulan, tartışılan konuların başındaysa koronavirüs küreselleşme ilişkisi geliyor. Koronavirüs küreselleşmeye darbe vurdu mu? Virüs popülist milliyetçilikler çağının önünü açtı mı? Bu sorulara yanıt arayışları makalelere konu oluyor.
Bu salgın neye mal olacak?
Hutton da aslında bir anlamda bu soruya yanıt arıyor:
“Devlet liderleri birbirinden ne kadar uzak durursa dursun, devletler, birbiriyle sürekli iletişim halinde olan küresel bilim topluluğun da bir parçası. Covid-19’nin gen diziliminin çözülmesinden birkaç gün sonra güvenilir bir test geliştirildi. Aşının ilk örnekleri de üretildi ve yakında insanlar üzerinde denenecek. Anti-viral tedaviler, hâlihazırda klinik olarak test edilmeye devam ediyor. Enfeksiyon riskleri, ölüm oranları ve koronavirüsle farklı mücadele yöntemleri hakkında uzlaşma da yavaş yavaş sağlanıyor. Günün sonunda bilim, bu yeni virüsü de alt edecektir.
Şu an akılları kurcalayan asıl soru, bu salgının ne kadar süreceği ve sonunda neye mal olacağı. Küresel sağlık kapasitesi, standart ve uygulamaları felç olmuş durumda. ABD’nin tek problemi kötü bir yönetim değil. Mesela, virüs bulaşmış hastalara verilecek karantinaya özel yataklar gibi halk sağlığına yatırım yapmayan, özel ve oldukça pahalı bir sağlık sisteminin varlığı da başlıca sorunlar arasında yer alıyor.
Nasıl Çin’deki kontrolsüz vahşi hayvan pazarı sadece Çin’in sorunu değilse, aynı şekilde Amerika’nın problemi de yalnızca onlara ait değil. Bu aslında hepimizi ilgilendiren bir sorun. Zengin olmayan kimselerin salgın hastalıklardan korunma hakkının olmaması, 19. ve 20. Yüzyıllarda sol akımın yükselmesini sağlayan etkenlerin başında geliyor. Sanitasyon, temiz su ve bağışıklık kazandırma bir kimsenin hayatta kalması için zaruri halk hizmetleri arasındaydı. İşte sol düşünce, tam da bunların savunuculuğunu üstlenmişti.”
Yeni bir küreselleşme biçimi doğuyor
Hutton, yaşanan süreçte küreselleşme son günlerini yaşarken, yeni bir türün de doğduğunu anlatarak yazısını bitiriyor:
“Günümüzde bir yandan kontrolsüz, kriz ve pandemilere meyilli serbest piyasa küreselleşmesi son günlerini yaşarken, diğer yandan karşılıklı bağımlılık ve kanıta dayalı ortak eylemi temel alan, yeni bir küreselleşme biçimi doğuyor.
İleride iklim, okyanuslar, ekonomi ve siber güvenlik alanlarındaki değişikliklerle birlikte pandemiler daha yaygın bir hal alacak, bu da hükümetleri halk sağlığı kurumlarına yatırım yapmaya ve bilime saygı duymaya yönlendirecektir. Küreselleşme, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldiğinden, bize düşen onu idare etmeyi ve yönlendirmeyi bilmek.
Bugünün Brexit yanlıları, unutulup gidecek bir zihniyetin temsilcileridir. Britanya yoluna yalnız devam edemez. Ölümcül bir virüs karşısında, diğer ülkelerle birlikte hareket etmek adeta bir ölüm kalım meselesi. Nihayetinde bu olağanüstü durum, uluslararası yönetişimin giderek daha da ivme kazanmasına yol açacak.”
Bu yazı ilk kez 16 Mart 2020’de yayımlanmıştır.