Hadi itiraf edelim, kentliler olarak bütün itirazlarımıza rağmen, birçoğumuz AVM’leri farkında bile olmadan hızla benimsedik. Ben de bir akademisyen olarak yirmi yıldır AVM’ler ve AVM’lerin kentlerimize etkileri konusunda çalışmalar yapıyorum ve bu hızlı benimsenmenin nedenlerini anlamaya çalışıyorum. Bu nedenleri analiz edip, buradan çıkan sonuçların ışığında kentimizle nasıl bir ilişki kurabileceğimize ilişkin önerilerim de var.
Fikir Turu, benden ‘AVM’lere nasıl bakıyorsunuz?’ konulu bir yazı istediğinde, çeşitli yerlerde bugüne kadar aktardığım görüşlerimi özetlemek yerine, sorulara yol açacak yeni bir başlangıcı nasıl yaparım diye düşünüyordum ki, ‘Havalimanı AVM’ başlıklı bir değerlendirmeye rastladım. Böylece aradığım fırsatı da bulmuş oldum.
Rastladığım makale, Yeni İstanbul Havaalanı’nın genişçe bir AVM olarak ele alınmasının ne kadar isabetli ve kârlı olacağını aktarıyor. AVM’lerin dünyada ve ülkemizde bu kadar çok rağbet görmesinin nedenlerini de derli toplu bir şekilde özetliyor.1 Bu türden düşüncelerin ekonomik kazanım hedefleyen yatırımcılar için yararlı olduğu şüphe götürmez.
Buradan hareketle belki de asıl sormamız gereken soru, bu yatırımların kârlı olmasını ve artarak sürmesini sağlayan etkinin ne olduğu. AVM’leri dolduran, boş zamanlarının çoğunu orada geçiren, AVM’lerdeki sinemayı, kafeyi sokaktakine tercih eden kentliler değil mi? Belki de yatırımcıların davranışları üzerine yoğunlaşmaktansa, kentliler olarak kendi davranışımızı nasıl değiştirebileceğimizi düşünmeliyiz.
AVM’lerin arka planında ne var?
Genel geçer itirazların ötesine geçmek önemli, çünkü bir gelişmeden hoşnutsuz olmamız, onu ortadan kaldırmaya yetmiyor.
Kentlerimizin geçirdiği dönüşümler, önemli bir kısmı küresel olmak üzere, ekonomik ve politik etkenler tarafından belirleniyor. Bu, çok da yeni bir durum değil. 1960’lar ve 70’lerde köyden kente göç de böyle etkenlerle oluştu, 1990’larda başlayan AVM yatırımları da. Bunların daha iyi planlanması, devletin gözetimi ve denetimi altında olması gerektiği de açık.
Devletin özel ve yabancı yatırımcıya bizdeki kadar hoşgörülü davrandığı ülkelerde kentlerin bu gelişmeden olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz, çünkü kent dokusu ve kimliği düşünülmeden yapılan yatırımlar, plansız ve estetikten yoksun kentler yaratıyor. Artan trafik yükü ve sorunları, yerel ve küçük sermayeli perakendecilerin yaşama şansının azalması, sokak yaşamının tehdit altında olması da cabası. Bu konuda devletin ve yerel yönetimlerin rolü büyük. Kentlerin yönetiminde şeffaflık ve katılımcılık olmadığı için kentleşme sorunlarından büyük ölçüde de sorumlular.
Kısacası, bulunduğumuz noktanın olumsuz olduğu sonucunu çıkarabiliriz, zaten bunu söyleyen de çok. Benim asıl merak ettiğim ve sorguladığım konuysa, kentlilerin, kentteki sivil toplum kuruluşlarının ve küçük esnaf ve dükkan sahiplerinin bu gelişmeler karşısında aldığı tutum ve konumları.
Yaşlılar, bebekli ve küçük çocuklu insanlar, bedensel engelliler sokaklarda zorlanıyor ve sonuçta sokağa daha az çıkmaya alıştırılıyor. AVM’ler özellikle de bu kesimler açısından kurtarıcı oldu. Gece yalnız sokağa çıkan kadınlara olduğu kadar, başörtülü olduğu için kentin sosyetik mekânlarında varlıkları hoş karşılanmayan kadınlara da bir ölçüde özgürleşme sağladı.
AVM’ler tümden kötü mü?
İlk olarak kentlilerden başlarsak, yıllar önceki iddiamı tekrarlamak isterim; AVM’ler kentlerimizdeki kamusal alan eksikliğini gidererek yeni bir tür kamusal alan sundular.2 Sokakta olmayan modernliği özleyenler tarafından, içinde yürümesi kolay, tuvaletleri temiz, oturma yerleri bol mekânlar olarak çok hızlı bir biçimde ve kolayca benimsendiler. Özellikle çocuğunu sokağa bırakmak istemeyen ebeveynler için güvenli gezinti adresi oldu AVM’ler; 1990’larda çocuk olanların arkadaşlarıyla buluşma, sinemaya gitme, anne-babalarından ayrı davranma gereksinimlerini karşıladı.
Sokaklarımızda ve kaldırımlarımızda yürümek, karşıdan karşıya geçmek, özetle yaya olmak tümüyle sağlıklı ve formda olmayı gerektiriyor; yaşlılar, bebekli ve küçük çocuklu insanlar, bedensel engelliler zorlanıyor ve sonuçta sokağa daha az çıkmaya alıştırılıyor. AVM’ler özellikle de bu kesimler açısından kurtarıcı oldu. Gece yalnız sokağa çıkan kadınlara olduğu kadar, başörtülü olduğu için kentin sosyetik mekânlarında varlıkları hoş karşılanmayan kadınlara da bir ölçüde özgürleşme sağladı.
Özetle, sokakların AVM’ler nedeniyle terkedildiği söylemi doğru değil; öncelikle sokaklar terkedilmiş değil, ikincisi de sokakların tehlikeli görülmesi nedeniyle vakit geçirecek başka mekânlar aranıyor. Ayrıca, AVM’lerin varlığı, küçük ölçekli esnafın, bakkalın ve sokak ticaretinin örgütlenme düzeyinin artmasına yol açarak sokağı bu açıdan güçlendirdi. Bir araya gelerek ve kurumsallaşarak, AVM’ler karşısında yaşama şanslarını arttırdılar. Sokakların altyapı, trafik sorunları ve güvenlik kaygısı ise sürüyor.
AVM’ler ayrımcılığın kaynağı değil, sonucu
AVM’lerin artması ve birbiriyle rekabet eder hale gelmesiyle, AVM seçimleri önem kazandı; yaşa, gelir durumuna ve yaşanan yere göre tercihler farklılaştı. Burada vurgulanması gereken de, AVM’lerin ayrımcılığın kaynağı değil, sonuçlarından biri olması.
Kapalı ve güvenlikli siteler ve AVM’ler olmadan önce de kentler paylaşılmıştı; yoksulların oturduğu ve ziyaret ettiği yerlerle hali vakti yerinde olanların ziyaret ettiği yerler farklıydı. O kadar ki, kentin bazı bölgelerine hiç gitmeyenler olduğu gibi, oralarda yaşayanları ötekileştirme eğilimi de yaygındı.
Oysa AVM’ler bütün güvenlik ve denetim iddiasına rağmen, paranın kimde olduğu belli olmadığından hemen hemen herkesin girebildiği mekanlar oldu. Buradaki ilk sorun güvenlik vurgusunda; birçok araştırmaya göre Türkiye kentleri suç oranının çok yüksek olmadığı güvenli kentler, İstanbul bile bu ölçekte bir kent için güvenli sayılıyor. AVM’lerin sokaklardan daha güvenli olduğu vurgusu, korku mitine dayalı bir reklam aracı. AVM’lerde işlenen suçlarla ilgili döküm dışarıya fazla yansımıyor, çünkü özel güvenlik görevlileri tarafından denetleniyor. Ayrıca, görünüşünün uygunsuzluğu nedeniyle şüphe uyandıran durumlarda kapıdan çevrilenler var, sokakta bu mümkün değil.
Güvenlik açısından AVM’lerin sokaklara göre en avantajlı olduğu durum trafik ve park yeri sorununun olmayışı ki, bunun kentlilerin hayatındaki önemi yadsınamaz.
Bir diğer tehlike de, denetim ve gözetlenmeye direnmeden teslim olan bir kuşağın yetişmesi, ebeveynleri tarafından denetlenmeye alışkın oldukları için, AVM’lerdeki güvenlik denetiminin ve kameraların, kötü niyetli başkaları için olduğunu düşünen grup çoğunluğu oluşturuyor ve toplumun baskıcı normlarını hiç sorgulamadan kabulleniyor.
Öğrenilmiş çaresizlik içindeki kentliler
‘Öğrenilmiş çaresizlik’, ülkemizde kentlilerin durumunu anlatmak için oldukça kullanışlı bir deyim, politik anlamda yurttaş olarak katılımcı olmanın yolları kapalı olduğu için herkes elindekiyle yetiniyor ve haklarını talep etmeye yeltenmiyor. Ne yapsak değişmeyecek düşüncesiyle, hangi mekânlarda rahat edeceklerine karar verip gündelik yaşamlarını onlarla sınırlıyorlar, AVM’ler de bu mekânların başında yer alıyor.
AVM’lerle dolu kentlerde doğup büyüyen yeni kuşağın çoğunluğu ise başka seçenek bilmiyor. Bunda, büyük ölçüde ebeveynlerin ve arkadaş gruplarının tercihi rol oynasa da, güvenlik ve korku miti belirleyici. Başka yerlerde tehlike olduğunu düşünüyor ve kentlerini tanımayı denemiyorlar.
Bir diğer tehlike de, denetim ve gözetlenmeye direnmeden teslim olan bir kuşağın yetişmesi. Ebeveynleri tarafından denetlenmeye alışkın oldukları için, AVM’lerdeki güvenlik denetiminin ve kameraların, kötü niyetli başkaları için olduğunu düşünen grup çoğunluğu oluşturuyor ve toplumun baskıcı normlarını hiç sorgulamadan kabulleniyor. Burada, sokaktaki ve kamusal alanlardaki denetim ve gözetimin artışıyla ilgili bir not düşülmeli; kent merkezlerindeki polis, bekçi, güvenlik kamerası sayısındaki artış, korku mitinin ve ötekileştirmenin sadece özelleştirilmiş mekânlar için geçerli olmadığını, kentlerin yönetiminde de uygulanan bir politika olduğunu ortaya koyuyor.
Kentliler olarak biz ne yapmalıyız?
AVM’ler küresel ekonominin bir elemanı, ancak gelişmiş ülkelerde kent merkezlerine yerleşmelerine izin verilmiyor, planlama ve belediyecilik etkin bir biçimde kent merkezlerini, kentlerin tarihi ve kültürel değerlerini koruyor.
Bizim gibi planlama denetiminin zayıf olduğu ve kentlerin çıkar gruplarına tahsis edildiği ülkelerdeyse durum farklı. Kentin göbeğinde ve birbirine yakın mesafelerde AVM’ler yapılıyor. Hatta planlarda kamusal alan olarak ayrılmış yerlerde bile AVM’ler yükseliyor. İstanbul gibi büyük ve deprem tehdidi altındaki bir kentte dahi durum böyle.
Son yıllarda, devlet tarafından ekonominin tek kurtarıcısı inşaat sektörü olarak görüldüğünden, kentin açık ve yeşil alanları hızla yok ediliyor. Bunun ekonomiyi kurtaracağı kuşkulu olduğu gibi, kentlilerin hayatını tehlikeye attığı açık. Doğal kaynakların hızla tükendiği düşünülünce, sürdürülebilirlik açısından da olumsuz etkileri çok.
AVM’lerin sayısındaki artış ve yabancı sermaye yatırımları ekonomik krizlerin etkisiyle yavaşlasa da, öngörüler AVM’lerin büyük kentlerden sonra, orta ve küçük ölçekli Anadolu kentlerinde de yayılacağını gösteriyor.
Bu nedenle, daha fazla gecikmeden ‘kentlerimizin kimliğini, tarihsel ve kültürel değerlerini, doğal kaynaklarını korumak için ne yapılabilir’ diye sormalıyız. Yanıtın, kent kimliğinin ve kültürünün korunmasında, kentimizi başkalarıyla paylaşmayı bilen uygar kentliler olmakta ve bunu çocuklarımıza öğretmekte yattığını düşünüyorum. Kenti deneyimlemekten korkmak yerine, birlikte yaşamanın kazandırdığı zenginliğin kentli olmanın temel özelliği olduğunu kabul edip karşılıklı hoşgörü geliştirmek, kentli olarak haklarımız için mücadele etmek ve bu konuda çalışan sivil toplum örgütlerine destek vermek de bu süreçte yapabileceklerimizden bazıları.
Kent yönetimlerine düşen ise talepleri duymak, bunun için kurumsal mekanizmalar yaratmak ve kentimize yaptıklarını ve yapmayı planladıklarını kentlilerle paylaşmak. Öncelikle bu en temel kentli hakkını kazanmalıyız.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.