Yedinci koronavirüsün portresi

Yeni koronavirüs, nasıl oldu da bu kadar hızlı yayıldı? Bu yedinci koronavirüsü, daha önceki ilk altı tipten ayıran özellikleri neler? Neden bazıları hafif atlatırken bazılarında ölümcül? Hava sıcaklığının koronavirüse herhangi bir etkisi var mı?

Üç ay öncesine kadar tanımadığımız yeni tip koronavirüs ya da bilimsel adıyla SARS-CoV-2 artık hayatımızın çok önemli bir parçası. Daha önceki salgınlardan çok daha hızlı bir biçimde yayıldı ve dünyanın önemli bir kısmının eve hapsolmasına neden oldu.

Atlantic Dergisi’nde yayınlanan ve deneyimli bilim muhabiri Ed Yong tarafından kaleme alınan bir yazı koronavirüsün bu kadar hızlı yayılma nedenlerini inceliyor.

“Bu koronavirüs krizinde şanslı olduğumuz nadir hususlardan biri, virüslerin tek başına kolayca öldürülebiliyor olması“ diyen Yong yazısına şöyle devam ediyor:

“Her bir virüs yağlı, lipit moleküllerden oluşan bir dizi küçük genlerden meydana geliyor. Ellerinizi 20 saniye boyunca sabunla derinlemesine yıkadığınızda bu lipit kabuklar hemen parçalanıyor. Ayrıca, virüsler dış ortamda yaşayamıyor, bunun için canlı bir dokuya ihtiyaç duyuyor.”

Virüsle ilgili neleri bilmiyoruz?

Fakat yine de, üstelik dünyanın dört bir tarafında bilim insanlarının cansiperane yaptığı çalışmalara rağmen, bu yeni virüsle ilgili bilmediğimiz pek çok şey de var. Makale bu noktaya da dikkat çekiyor:

“Pennysylvania Üniversitesi’nden Susan Weiss, yaklaşık 40 yıldır koronavirüsler hakkında araştırmalar yapıyor. Ona göre, bu virüslerle ilgili halen bilmediğimiz birçok husus var. İlk yıllarda konuyla ilgili çalışma yapan çok az sayıda bilim insanı olduğunun altını çizen Weiss, ancak 2002 yılındaki SARS salgınından sonra bu sayının arttığını kaydediyor. SARS salgınına kadar mikrobiyoloji alanının insan sağlığı açısından hayati öneme sahip olduğunun göz ardı edildiğini belirten Weiss, COVID-19 hastalığının patlak vermesiyle birlikte artık hiç kimsenin aynı hataya düşmeyeceğinin de altını çiziyor.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; SARS-CoV-2 olarak bilinen bu virüs, gripten farklı. Daha farklı semptomlar gösteriyor, daha hızlı ve kolay ölümlere yol açıyor ve tamamen farklı bir virüs ailesine ait.”

Yedinci koronavirüs nasıl bir pandemiye dönüştü?

“Koronavirüs ailesinin, insanlara bulaşabilen altı üyesi daha bulunuyor. İlk dört türü, yaklaşık bir asırdır insanlarda soğuk algınlığının önemli bir sebebini oluştururken, MERS ve SARS olarak adlandırılan diğer türleri daha şiddetli hastalıklara yol açıyor. Peki, nasıl oldu da bu yedinci koronavirüs bir pandemiye yol açtı? Koronavirüs hakkında bildiklerimiz bir anda nasıl tüm dünyanın gündemine oturdu?

Virüsün yapısı, aslında nasıl bu kadar hızla yayıldığına dair bizlere ipucu veriyor. Koronavirüsün şekli tıpkı dikenli bir topu andırıyor. Bu diken gibi çıkıntılar (spikes) hücrelerimizin üzerinde bulunan ve ACE2 olarak bilinen proteine yapışıyor ve böylelikle bulaşmanın ilk adımı gerçekleşmiş oluyor. Columbia Üniversitesi’nden Angela Rasmussen’e göre; “SARS-CoV-2 virüsü, bu keskin çıkıntılar sayesinde klasik SARS virüsüne göre daha sıkı yapışabiliyor. Bu da, bir insandan diğerine bulaşmada oldukça önemli bir husus. Kısacası, bu bağ ne kadar sıkı olursa, bulaşması için de o kadar az virüs gerekiyor”.

Scripps Research Translational Institute’de araştırmalarına devam eden Kristian Andersen’e göre ise, bu virüsün başarısının ardında başka bir özellik daha var: “Koronavirüs birbiriyle bağlantılı iki yarıdan oluşuyor. Bu yarılar birbirinden ayrıldığında sivri uçlar harekete geçiyor; böylelikle virüs konak hücreye yerleşmiş oluyor. Klasik SARS virüsünde bu iki yarının birbirinden ayrılması zor iken, SARS-CoV-2’de iki yarıyı birbirine bağlayan köprü, insan hücreleri tarafından üretilen ve birçok dokuda bulunan furin adlı bir enzim tarafından kolaylıkla parçalanıyor.” Andersen, bu durumun karşılaştıkları sıra dışı vakaların bir kısmını açıklamada önemli olabileceğini ifade ediyor.

Hem alt hem üst solunum yolunu birden enfekte ediyor

Makale, normalde solunum yolu virüslerinin çoğunun alt ya da üst solunum yollarından birini enfekte ettiğini ama yeni tip koronavirüsün (SARS-CoV-2) diğer ayırt edici özelliğinin ise alt ve üst solunum yolunu birden enfekte etmesi olduğunu anlatıyor:

“Bu nedenle, insanlarda hastalığın semptomları görülmeden önce yayılıyor ve kontrol altına almak da güç hale geliyor. Belki de virüs üst solunum yollarındayken, henüz çok şiddetli semptomlara yol açmaya başlamadan önce bulaşmaya başlıyor.

Temelinde hayvan kaynaklı bir virüs olsa da yeni koronavirüs insanlara bulaşmada oldukça etkili. Virüsün yakın bir türü yarasalarda bulunuyor, dolayısıyla doğrudan veya diğer türler aracılığıyla insanlara geçtiği düşünülüyor. Maryland Üniversitesi Tıp Okulu’ndan Matthew Frieman, klasik SARS virüsüyle yeni koronavirüsü kıyaslayarak şu tespitte bulunuyor: “Klasik SARS virüsü, insan hücrelerinde bulunan ACE2 adlı proteini tanıması için kısa bir mutasyon dönemi geçirdi. Ancak, SARS-CoV-2 bunu ilk günden başardı, dolayısıyla ‘insan virüsü’ne dönüşmenin yolunu çoktan bulmuş oldu.”

Pandeminin başından beri, virüs önemli bir değişiklik geçirmedi, diğer virüslerinkine benzer bir mutasyon seyri gösterdi. Şu ana kadar virüsün 100’ün üzerinde mutasyon geçirdiği kaydedilse de bunların bir önemi bulunmuyor. North Carolina Üniversitesi’nden Lisa Gralinski bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Bulaşma oranlarıyla kıyasladığımızda virüsün oldukça stabil olduğunu görüyoruz. Netice itibariyle, virüsün daha çok bulaşmasını gerektiren evrimsel bir baskı bulunmuyor. Zaten dünyanın her yerine yayılarak başarısını katlıyor.”

Koronavirüsteki istisna ne?

Makaleye göre, koronavirüsün bir istisnası var:

“Singapurlu COVID-19 hastalarından izole edilen birkaç SARS-CoV-2 virüsünün, klasik SARS salgınının son aşamalarında da yok olan bir dizi geni barındırmadığı biliniyor. Bu değişikliğin asıl virüsü daha az ölümcül kılacağı düşünülse de, bunun yeni virüs için geçerli olup olmadığını söylemek için çok erken. Neden bazı koronavirüslerin ölümcül, bazılarınınsa ölümcül olmadığı henüz netlik kazanmış değil. Frieman’a göre, SARS veya SARS-CoV-2 çok kötü sonuçlara yol açarken, OC43 sadece burun akıntısına yol açıyor. Bunun sebebi de bilinmiyor.

Araştırmacılar ancak yeni koronavirüs insanlara bulaştığında ne gibi sorunlara yol açtığını açıklayabiliyor. Virüs vücuda girdikten sonra, solunum yollarımızda ACE2 proteinini taşıyan hücrelere saldırıyor. Ölen hücreler solunum yollarını tıkayarak, virüsü ciğerlere doğru taşıyor. Hastalık ilerledikçe, ciğerler ölü hücrelerle dolup akışkan bir hal alıyor, nefes almak gittikçe zorlaşıyor. Virüs bağırsak ve kan damarları gibi diğer organlarımızdaki ACE2 proteini taşıyan hücrelere de bulaşabiliyor.

Bağışıklık sisteminin virüsle mücadelesi, enflamasyon ve ateşe yol açıyor. Sadece çok nadir durumlarda bağışıklık sistemi kontrolden çıkarak virüsten daha tehlikeli bir hal alabiliyor. Kan damarları enfeksiyon bölgesine koruyucu hücreler gönderebilir, ama damarların çok sızdırır bir hal alması ciğerlerin daha çok sıvıyla dolmasına neden oluyor. Vücudun bu tür zararlı ve aşırı tepkileri, ‘stokin fırtınası’ (cytokine storms) olarak biliniyor. Bu durumun, 1918 grip pandemisi, H5N1 kuş gribi ve 2003 SARS salgınında birçok ölüme yol açtığı biliniyor. Çok ağır COVID-19 vakalarının ardında da muhtemelen aynı neden bulunuyor. Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Akiko Iwasaki’ye göre, bu virüslerin insan konak hücrelerine uyum sağlaması için belli bir zaman geçmesi gerekiyor. Bizimle ilk bulaşma anında onlar da ne yaptığını bilmiyor, bu tarz tepkiler vermeye başlıyorlar.

Söz konusu sitokin fırtınası sırasında bağışıklık sistemi devre dışı kalarak, doğru hedefe yönelmeden saldırmaya başlıyor. Bu esnada vücudumuz bulaşıcı bakterilere karşı daha savunmasız bir hal alıyor. Bu fırtınalar özellikle kronik rahatsızlığı bulunan kimselerde akciğerlerin yanı sıra diğer organları da etkileyebiliyor. İşte bu nedenle, bazı COVID-19 hastalarında kalp rahatsızlıkları ve diğer ikincil enfeksiyonlar baş gösterebiliyor.

Neden bazıları hafif atlatırken bazılarında ölümcül?

Makalenin yanıtını aradığı sorulardan biri de, neden bazılarının COVID-19’dan ciddi ölçüde etkilenirken, bazı insanlar hafif belirtilerle ya da hiç semptom göstermeden atlattığı.

“Yaşlı insanların bağışıklık sistemi etkili bir ön savunma gerçekleştiremediğinden, bu kimseler daha büyük risk altında bulunuyor. Çocukların bağışıklık sisteminin bu stokin fırtınasını geliştirme ihtimali daha az olduğundan, onlar daha az etkileniyor. Bunun dışında, örneğin kişinin genleri, bağışıklık sisteminin yapısı, maruz kaldıkları virüs miktarı ve vücutlarındaki diğer mikroplar gibi etkenler de etkili oluyor. Ancak Iwasaki’ye göre, aynı yaş grubundan bazı kimselerin hastalığı nasıl hafif atlattığı hâlâ gizemini koruyor.

Influenza gibi, koronavirüsler de daha ziyade kış grubu virüslerdendir. Soğuk ve kuru havada akciğerlerimizi ve solunum yollarımızı koruyan sıvı ince katmanlar daha ince hale geliyor. Bu yüzden, bu katmanlarda yer alan tüylü yapılar virüsleri ve diğer yabancı maddeleri akciğerden atmakta güçlük çekiyor. Kuru hava, bu virüslere karşı bağışıklık sisteminin etkisini de azaltıyor. Yazın sıcak ve nemli havada durum tersine dönüyor ve solunum yolu virüsleri akciğerlerde tutunmakta zorlanıyor.

Havalar ısınınca virüs etkisini kaybeder mi?

Fakat ne yazık ki bu durum, COVID-19 pandemisi için geçerli olmayabilir. Yeni virüs, tropiklerde bulunan Singapur’da ve halen yaz aylarını yaşayan Avustralya gibi ülkelerde de yayılıyor. Yeni bir çalışmaya göre SARS-CoV-2, yılın herhangi bir döneminde çoğalabiliyor. Gralinski bu durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Diğer araştırmacılar gibi hava koşullarının virüs üzerinde çok büyük bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Belki bir nebze durumu hafifletebilir. Ancak, insandan insana bulaşma durumunun geçmesi çok zaman alabilir. İnsanlar fiziksel mesafelenme tavsiyelerine kulak verip virüsün yayılmasını kesmediği müddetçe, sadece yaz ayına bel bağlamak anlamsız”.

Her yıl kaç kişinin normal koronavirüs geçirdiğini bilmememizin işin en korkutucu kısmı olduğunu söyleyen Frieman sözlerine şöyle devam ediyor: “Gripteki gibi bir denetleme ağı, henüz koronavirüs için mevcut değil. Virüslerin kış ayında neden uzaklaştıklarını ve nereye gittiklerini bilmiyoruz. Bu virüslerin her yıl nasıl bir mutasyon geçirdiğini de bilmiyoruz. Şu ana dek yapılan çalışmalar oldukça yavaş ilerliyor. Size ironik bir durumdan bahsedeyim, bu yıl mayıs ayında dünya koronavirüs uzmanlarının Hollanda’nın küçük bir köyünde bir araya geleceği konferans, koronavirüs pandemisi yüzünden ertelendi. Şayet bu pandemiden gereken dersi çıkarıp virüsler üzerine daha çok çalışma yapmazsak, işimiz çok daha zor olabilir.”

Bu yazı ilk kez 3 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

 

Ed Yong’ın The Atlantic dergisinde yayımlanan “Koronavirüs neden bu kadar başarılı?” başlıklı makalesinin bazı bölümleri Zeynep Şartepe tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş ve editoryal katkılarla yeniden düzenlenmiştir. Makalenin orijinaline ve tamamına şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.theatlantic.com/science/archive/2020/03/biography-new-coronavirus/608338/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yedinci koronavirüsün portresi

Yeni koronavirüs, nasıl oldu da bu kadar hızlı yayıldı? Bu yedinci koronavirüsü, daha önceki ilk altı tipten ayıran özellikleri neler? Neden bazıları hafif atlatırken bazılarında ölümcül? Hava sıcaklığının koronavirüse herhangi bir etkisi var mı?

Üç ay öncesine kadar tanımadığımız yeni tip koronavirüs ya da bilimsel adıyla SARS-CoV-2 artık hayatımızın çok önemli bir parçası. Daha önceki salgınlardan çok daha hızlı bir biçimde yayıldı ve dünyanın önemli bir kısmının eve hapsolmasına neden oldu.

Atlantic Dergisi’nde yayınlanan ve deneyimli bilim muhabiri Ed Yong tarafından kaleme alınan bir yazı koronavirüsün bu kadar hızlı yayılma nedenlerini inceliyor.

“Bu koronavirüs krizinde şanslı olduğumuz nadir hususlardan biri, virüslerin tek başına kolayca öldürülebiliyor olması“ diyen Yong yazısına şöyle devam ediyor:

“Her bir virüs yağlı, lipit moleküllerden oluşan bir dizi küçük genlerden meydana geliyor. Ellerinizi 20 saniye boyunca sabunla derinlemesine yıkadığınızda bu lipit kabuklar hemen parçalanıyor. Ayrıca, virüsler dış ortamda yaşayamıyor, bunun için canlı bir dokuya ihtiyaç duyuyor.”

Virüsle ilgili neleri bilmiyoruz?

Fakat yine de, üstelik dünyanın dört bir tarafında bilim insanlarının cansiperane yaptığı çalışmalara rağmen, bu yeni virüsle ilgili bilmediğimiz pek çok şey de var. Makale bu noktaya da dikkat çekiyor:

“Pennysylvania Üniversitesi’nden Susan Weiss, yaklaşık 40 yıldır koronavirüsler hakkında araştırmalar yapıyor. Ona göre, bu virüslerle ilgili halen bilmediğimiz birçok husus var. İlk yıllarda konuyla ilgili çalışma yapan çok az sayıda bilim insanı olduğunun altını çizen Weiss, ancak 2002 yılındaki SARS salgınından sonra bu sayının arttığını kaydediyor. SARS salgınına kadar mikrobiyoloji alanının insan sağlığı açısından hayati öneme sahip olduğunun göz ardı edildiğini belirten Weiss, COVID-19 hastalığının patlak vermesiyle birlikte artık hiç kimsenin aynı hataya düşmeyeceğinin de altını çiziyor.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; SARS-CoV-2 olarak bilinen bu virüs, gripten farklı. Daha farklı semptomlar gösteriyor, daha hızlı ve kolay ölümlere yol açıyor ve tamamen farklı bir virüs ailesine ait.”

Yedinci koronavirüs nasıl bir pandemiye dönüştü?

“Koronavirüs ailesinin, insanlara bulaşabilen altı üyesi daha bulunuyor. İlk dört türü, yaklaşık bir asırdır insanlarda soğuk algınlığının önemli bir sebebini oluştururken, MERS ve SARS olarak adlandırılan diğer türleri daha şiddetli hastalıklara yol açıyor. Peki, nasıl oldu da bu yedinci koronavirüs bir pandemiye yol açtı? Koronavirüs hakkında bildiklerimiz bir anda nasıl tüm dünyanın gündemine oturdu?

Virüsün yapısı, aslında nasıl bu kadar hızla yayıldığına dair bizlere ipucu veriyor. Koronavirüsün şekli tıpkı dikenli bir topu andırıyor. Bu diken gibi çıkıntılar (spikes) hücrelerimizin üzerinde bulunan ve ACE2 olarak bilinen proteine yapışıyor ve böylelikle bulaşmanın ilk adımı gerçekleşmiş oluyor. Columbia Üniversitesi’nden Angela Rasmussen’e göre; “SARS-CoV-2 virüsü, bu keskin çıkıntılar sayesinde klasik SARS virüsüne göre daha sıkı yapışabiliyor. Bu da, bir insandan diğerine bulaşmada oldukça önemli bir husus. Kısacası, bu bağ ne kadar sıkı olursa, bulaşması için de o kadar az virüs gerekiyor”.

Scripps Research Translational Institute’de araştırmalarına devam eden Kristian Andersen’e göre ise, bu virüsün başarısının ardında başka bir özellik daha var: “Koronavirüs birbiriyle bağlantılı iki yarıdan oluşuyor. Bu yarılar birbirinden ayrıldığında sivri uçlar harekete geçiyor; böylelikle virüs konak hücreye yerleşmiş oluyor. Klasik SARS virüsünde bu iki yarının birbirinden ayrılması zor iken, SARS-CoV-2’de iki yarıyı birbirine bağlayan köprü, insan hücreleri tarafından üretilen ve birçok dokuda bulunan furin adlı bir enzim tarafından kolaylıkla parçalanıyor.” Andersen, bu durumun karşılaştıkları sıra dışı vakaların bir kısmını açıklamada önemli olabileceğini ifade ediyor.

Hem alt hem üst solunum yolunu birden enfekte ediyor

Makale, normalde solunum yolu virüslerinin çoğunun alt ya da üst solunum yollarından birini enfekte ettiğini ama yeni tip koronavirüsün (SARS-CoV-2) diğer ayırt edici özelliğinin ise alt ve üst solunum yolunu birden enfekte etmesi olduğunu anlatıyor:

“Bu nedenle, insanlarda hastalığın semptomları görülmeden önce yayılıyor ve kontrol altına almak da güç hale geliyor. Belki de virüs üst solunum yollarındayken, henüz çok şiddetli semptomlara yol açmaya başlamadan önce bulaşmaya başlıyor.

Temelinde hayvan kaynaklı bir virüs olsa da yeni koronavirüs insanlara bulaşmada oldukça etkili. Virüsün yakın bir türü yarasalarda bulunuyor, dolayısıyla doğrudan veya diğer türler aracılığıyla insanlara geçtiği düşünülüyor. Maryland Üniversitesi Tıp Okulu’ndan Matthew Frieman, klasik SARS virüsüyle yeni koronavirüsü kıyaslayarak şu tespitte bulunuyor: “Klasik SARS virüsü, insan hücrelerinde bulunan ACE2 adlı proteini tanıması için kısa bir mutasyon dönemi geçirdi. Ancak, SARS-CoV-2 bunu ilk günden başardı, dolayısıyla ‘insan virüsü’ne dönüşmenin yolunu çoktan bulmuş oldu.”

Pandeminin başından beri, virüs önemli bir değişiklik geçirmedi, diğer virüslerinkine benzer bir mutasyon seyri gösterdi. Şu ana kadar virüsün 100’ün üzerinde mutasyon geçirdiği kaydedilse de bunların bir önemi bulunmuyor. North Carolina Üniversitesi’nden Lisa Gralinski bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Bulaşma oranlarıyla kıyasladığımızda virüsün oldukça stabil olduğunu görüyoruz. Netice itibariyle, virüsün daha çok bulaşmasını gerektiren evrimsel bir baskı bulunmuyor. Zaten dünyanın her yerine yayılarak başarısını katlıyor.”

Koronavirüsteki istisna ne?

Makaleye göre, koronavirüsün bir istisnası var:

“Singapurlu COVID-19 hastalarından izole edilen birkaç SARS-CoV-2 virüsünün, klasik SARS salgınının son aşamalarında da yok olan bir dizi geni barındırmadığı biliniyor. Bu değişikliğin asıl virüsü daha az ölümcül kılacağı düşünülse de, bunun yeni virüs için geçerli olup olmadığını söylemek için çok erken. Neden bazı koronavirüslerin ölümcül, bazılarınınsa ölümcül olmadığı henüz netlik kazanmış değil. Frieman’a göre, SARS veya SARS-CoV-2 çok kötü sonuçlara yol açarken, OC43 sadece burun akıntısına yol açıyor. Bunun sebebi de bilinmiyor.

Araştırmacılar ancak yeni koronavirüs insanlara bulaştığında ne gibi sorunlara yol açtığını açıklayabiliyor. Virüs vücuda girdikten sonra, solunum yollarımızda ACE2 proteinini taşıyan hücrelere saldırıyor. Ölen hücreler solunum yollarını tıkayarak, virüsü ciğerlere doğru taşıyor. Hastalık ilerledikçe, ciğerler ölü hücrelerle dolup akışkan bir hal alıyor, nefes almak gittikçe zorlaşıyor. Virüs bağırsak ve kan damarları gibi diğer organlarımızdaki ACE2 proteini taşıyan hücrelere de bulaşabiliyor.

Bağışıklık sisteminin virüsle mücadelesi, enflamasyon ve ateşe yol açıyor. Sadece çok nadir durumlarda bağışıklık sistemi kontrolden çıkarak virüsten daha tehlikeli bir hal alabiliyor. Kan damarları enfeksiyon bölgesine koruyucu hücreler gönderebilir, ama damarların çok sızdırır bir hal alması ciğerlerin daha çok sıvıyla dolmasına neden oluyor. Vücudun bu tür zararlı ve aşırı tepkileri, ‘stokin fırtınası’ (cytokine storms) olarak biliniyor. Bu durumun, 1918 grip pandemisi, H5N1 kuş gribi ve 2003 SARS salgınında birçok ölüme yol açtığı biliniyor. Çok ağır COVID-19 vakalarının ardında da muhtemelen aynı neden bulunuyor. Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Akiko Iwasaki’ye göre, bu virüslerin insan konak hücrelerine uyum sağlaması için belli bir zaman geçmesi gerekiyor. Bizimle ilk bulaşma anında onlar da ne yaptığını bilmiyor, bu tarz tepkiler vermeye başlıyorlar.

Söz konusu sitokin fırtınası sırasında bağışıklık sistemi devre dışı kalarak, doğru hedefe yönelmeden saldırmaya başlıyor. Bu esnada vücudumuz bulaşıcı bakterilere karşı daha savunmasız bir hal alıyor. Bu fırtınalar özellikle kronik rahatsızlığı bulunan kimselerde akciğerlerin yanı sıra diğer organları da etkileyebiliyor. İşte bu nedenle, bazı COVID-19 hastalarında kalp rahatsızlıkları ve diğer ikincil enfeksiyonlar baş gösterebiliyor.

Neden bazıları hafif atlatırken bazılarında ölümcül?

Makalenin yanıtını aradığı sorulardan biri de, neden bazılarının COVID-19’dan ciddi ölçüde etkilenirken, bazı insanlar hafif belirtilerle ya da hiç semptom göstermeden atlattığı.

“Yaşlı insanların bağışıklık sistemi etkili bir ön savunma gerçekleştiremediğinden, bu kimseler daha büyük risk altında bulunuyor. Çocukların bağışıklık sisteminin bu stokin fırtınasını geliştirme ihtimali daha az olduğundan, onlar daha az etkileniyor. Bunun dışında, örneğin kişinin genleri, bağışıklık sisteminin yapısı, maruz kaldıkları virüs miktarı ve vücutlarındaki diğer mikroplar gibi etkenler de etkili oluyor. Ancak Iwasaki’ye göre, aynı yaş grubundan bazı kimselerin hastalığı nasıl hafif atlattığı hâlâ gizemini koruyor.

Influenza gibi, koronavirüsler de daha ziyade kış grubu virüslerdendir. Soğuk ve kuru havada akciğerlerimizi ve solunum yollarımızı koruyan sıvı ince katmanlar daha ince hale geliyor. Bu yüzden, bu katmanlarda yer alan tüylü yapılar virüsleri ve diğer yabancı maddeleri akciğerden atmakta güçlük çekiyor. Kuru hava, bu virüslere karşı bağışıklık sisteminin etkisini de azaltıyor. Yazın sıcak ve nemli havada durum tersine dönüyor ve solunum yolu virüsleri akciğerlerde tutunmakta zorlanıyor.

Havalar ısınınca virüs etkisini kaybeder mi?

Fakat ne yazık ki bu durum, COVID-19 pandemisi için geçerli olmayabilir. Yeni virüs, tropiklerde bulunan Singapur’da ve halen yaz aylarını yaşayan Avustralya gibi ülkelerde de yayılıyor. Yeni bir çalışmaya göre SARS-CoV-2, yılın herhangi bir döneminde çoğalabiliyor. Gralinski bu durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Diğer araştırmacılar gibi hava koşullarının virüs üzerinde çok büyük bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Belki bir nebze durumu hafifletebilir. Ancak, insandan insana bulaşma durumunun geçmesi çok zaman alabilir. İnsanlar fiziksel mesafelenme tavsiyelerine kulak verip virüsün yayılmasını kesmediği müddetçe, sadece yaz ayına bel bağlamak anlamsız”.

Her yıl kaç kişinin normal koronavirüs geçirdiğini bilmememizin işin en korkutucu kısmı olduğunu söyleyen Frieman sözlerine şöyle devam ediyor: “Gripteki gibi bir denetleme ağı, henüz koronavirüs için mevcut değil. Virüslerin kış ayında neden uzaklaştıklarını ve nereye gittiklerini bilmiyoruz. Bu virüslerin her yıl nasıl bir mutasyon geçirdiğini de bilmiyoruz. Şu ana dek yapılan çalışmalar oldukça yavaş ilerliyor. Size ironik bir durumdan bahsedeyim, bu yıl mayıs ayında dünya koronavirüs uzmanlarının Hollanda’nın küçük bir köyünde bir araya geleceği konferans, koronavirüs pandemisi yüzünden ertelendi. Şayet bu pandemiden gereken dersi çıkarıp virüsler üzerine daha çok çalışma yapmazsak, işimiz çok daha zor olabilir.”

Bu yazı ilk kez 3 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.

 

Ed Yong’ın The Atlantic dergisinde yayımlanan “Koronavirüs neden bu kadar başarılı?” başlıklı makalesinin bazı bölümleri Zeynep Şartepe tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş ve editoryal katkılarla yeniden düzenlenmiştir. Makalenin orijinaline ve tamamına şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.theatlantic.com/science/archive/2020/03/biography-new-coronavirus/608338/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x